Hüsamettin Turan

Hüsamettin Turan

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürtler taraf seçmek zorunda!

A+A-

HÜSAMETTİN TURAN

Realizmle Yoğrulmuş Bir Politik Bilinç

Taraf olmak, özellikle kimliği inkâr edilmiş bir halkın evladı için ahlaki bir erdem değil, varoluşsal bir zorunluluktur. Ortadoğu gibi çelişkilerin, ittifakların ve ihanetten doğan kırılmaların eksik olmadığı bir coğrafyada sessiz kalmak, güçlülerin zulmüne zımni bir onay anlamına gelir.

Bu topraklarda tarafsızlık, bir bilinç hali değil; çoğu zaman tarihsel körlüktür. Hele ki bu halk, yüzyıllardır kendi kaderi üzerinde söz hakkı tanınmayan Kürt halkıysa, taraf belirlemek bir seçenek değil, bir direniş çizgisi’dir.

Benim safım, ne Tahran’daki mollacı tahakküme, ne Ankara’daki inkârcı Türkçülüğe, ne de Şam’daki Baasçı Arapçılığa yakındır. Bu yapılar birbirinden farklı siyasi gelenekler taşıyor görünse de ortak bir noktada buluşurlar: Kürt düşmanlığı’nda.

Hepsi Kürt halkının tarihsel ve siyasal varlığını bastırmak, onu edilgenleştirmek ve kendine bağlı bir nesneye dönüştürmek ister.

Baldırı çıplak Türkçülüğün inkârcı yalanlarıyla, Pers emperyalizminin kibirli Şii merkezli tahakküm’ü, Kürt halkının kimliğine karşı aynı derecede tehlikelidir. Çünkü ikisi de Kürd’ü ya asimile etmek ya da siyasi özne olmaktan çıkarmak için vardır.

Benim tarafım, kendi halkının ulusal onurunu savunan Kürtlerin yanıdır. Bu taraf, yalnızca duygusal bir dayanışma değil; bilinçli ve stratejik bir tercih’tir. Çünkü tarih sadece kimin haklı olduğuna değil, kimin doğru zamanda doğru tercih’ler yaptığına da bakar.

Haklı olmak özgürleşmeye yetmez; doğru müttefikliklerle birleşmeyen hakikat, sadece ağıt üretir. Bu sebeple ittifaklar, geçmişin ihanetleriyle değil; geleceğin imkanlarıyla değerlendirilmelidir. Tarihsel hatalardan ders çıkaran bir akılla, yeni bir siyasi çizgi oluşturmak mümkündür.

İsrail ve ABD ile kurulan ilişkiler bu bağlamda yalnızca güncel ittifaklar değil; stratejik olanakların habercisidir. İsrail, çoğu zaman Ortadoğu’daki Arap otoritelerine karşı dengeleyici rol oynamış; statükoyu sarsan ve otoriter sistemlerle hesaplaşan bir güç olarak öne çıkmıştır. Bu durum, Kürtler için bir hareket alanı açmış, özellikle Güney Kürdistan’da özerk bir yapının temelleri bu dengeler içinde atılmıştır.

ABD’nin 1991 Körfez Savaşı sonrası oluşturduğu uçuşa yasak bölge ve 2003’teki Irak müdahalesi, Kürtlerin tarih sahnesine kendi adıyla çıkabilmesi’ne zemin hazırlamıştır.

Bazı çevrelerin gavurla iş tutulmaz yaklaşımı, tarihsel trajedilerin en büyük sebeplerinden biridir.

Mahmud Berzenci’nin, İngilizlerin destek teklifini Ben Müslümana karşı gavurla iş tutmam, diyerek reddetmesi, niyet olarak ahlaklı bir duruştu belki, ancak sonucu itibarıyla Kürt halkına ağır bedeller ödetmiş’tir.

Zilan’da kurşunlara dizilen kadın ve çocuklar, Dêrsim’de yakılan canlar, Halepçe’de gazla boğulan masumlar

Hepsi, haklı ama stratejisiz kalmış bir halkın tarihine yazılmış acılar’dır. Tarih, sadece niyetlere değil, sonuçlara da bakar. O yüzden bugün gerçekçilikle şekillenmiş bir politik akıl zorunludur.

Ümmetçilik söylemi ise, Kürtler için bir başka tuzak olmuştur.

İslam kardeşliği adı altında Kürt halkının tüm hak arayışları bastırılmış, ümmetin birliği bahanesiyle, Kürtler sürekli olarak kendi cellatlarına güvenmeye çağrılmıştır. Oysa ümmet birliği, çoğu zaman Türk, Arap ve Fars milliyetçiliğini gizlemek için kullanılan ideolojik bir maskeye dönüşmüş’tür.

Bugün dahi bazı Kürtlerin bu sahte kardeşlik vaatlerine inanması, Kürtlerin hâlâ kendi tarihinden gereken dersleri tam olarak çıkaramadığını göstermektedir. Belki de en büyük trajedimiz; sömürgecinin silahını tanıyıp zekâsını hâlâ hafife almamızdır.

İran’daki molla rejiminin yıkılması, sadece bir devletin değişimi değil, Kürtler açısından tarihsel bir kırılma yaratabilir. Bu rejim yalnızca Kürtleri değil, İran halkını da baskı altında tutan, kadınları ve gençleri sistematik biçimde ezen bir yapıdır.

Eğer bu sistem çökerse, Rojhilat’ta (Doğu Kürdistan) yeni bir siyasal alan açılabilir. Bugün için uzak bir ihtimal gibi görünse de Ortadoğu’nun tarihi, beklenmedik gelişmelerle değişen dengelerle doludur. Kürtler bu dönüşümü doğru okur ve fırsata çevirebilirse, yüzyıllık yalnızlık ve dağınıklık hali sona erebilir.

Filistin meselesine gelince; burada da akılcı bir tutum gereklidir. İsrail’in meşru bir devlet olduğunu kabul ediyorum ve Hamas gibi sivilleri hedef alan radikal İslamcı örgütlere karşı net bir duruşum var.

Hamas, İslamcı bir hegemonyayı Kürt halklarına da taşımak isteyen bir yapı olarak, yalnızca Filistin için değil, Kürtler için de bir tehdit’tir. Bu tutum, sivil kayıpları meşrulaştırmak değildir. Hangi taraftan olursa olsun, masumların hayatına kasteden her eylem insanlık dışıdır.

Ancak Kürt halkı kendi geleceğini düşünecekse, sivil duyarlılığı kaybetmeden politik dengeyi gözetmek zorundadır. Kimsenin bayrağı altında kendini feda etmek değil; kendi bayrağını ayakta tutacak zemini yaratmak zorundadır.

Benim tarafım ne Tahran’dır, ne Tel Aviv. Benim tarafım Kürdistan’dır. Çünkü ben kimliğimi, dilimi, tarihimi ve özgürlüğümü önemsiyorum.

Bu taraf, sadece tepkiyle şekillenmiş bir refleks değil; uzun ve ağır bir tarihsel süzgeçten geçmiş bir bilinçtir.

Artık duygusal reflekslerle değil, tarih bilinci ve politik realizmle hareket etmenin zamanıdır. Çünkü ahlaki üstünlük, eğer stratejik zekâyla birleşmezse, yalnızca yeni trajedilerin zemini olur.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar