Patrick Cockburn: Ortadoğu'da tarihi bir değişim yaşanıyor

Patrick Cockburn: Ortadoğu'da tarihi bir değişim yaşanıyor

Gazeteci Patrick Cockburn İndependent’e yazdı: İsrail'le BAE arasındaki ilişkilerin normalleşmesi hem Donald Trump'a hem de Binyamin Netanyahu'ya siyasi yarar sağlayacak ama şu an bundan daha önemli şeyler yaşanıyor

A+A-

ABD Başkanı Donald Trump, Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) Körfez'de İsrail'le ilişkilerini normalleştiren ilk Arap devleti olmasının coşkusunu yaşıyor. Başkanlık seçimlerine aylar kala alabileceği her müjdeli habere ihtiyacı var.

Trump attığı tweet'te "Bugün MUAZZAM bir ilerleme oldu! İki BÜYÜK dostumuz İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında Tarihi Barış Anlaşması!" diye yazdı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da bir zamanlar Filistinlilerin haklarını yüksek sesle savunmuş bir Arap devletiyle diplomatik ilişkilerin tam anlamıyla kurulması üzerine zaferini ilan etti. BAE kendisine göre İsrail'in Batı Şeria'daki bazı bölgeleri ilhak etmesinin önüne geçtiğini söylese de Filistinliler Arap dostları tarafından bir kez daha ihanete uğradıklarını duyurdu.

Bunların çoğu fazlaca abartılı. Trump ve Netanyahu kendi ülkelerinde iç siyasetteki konumlarını güçlendirmek amacıyla bu kazanımlarını şişirdikçe şişirecek. BAE uzun zaman önce İsrail'le güvenlik ve ticaret bağları kurmuş, Netanyahu'nun Batı Şeria ilhakı da zaten daha önce ertelenmişti. Trump'tan önceki günlerde ABD'nin ve onun Batılı müttefiklerinin muhayyel bir "iki devletli çözüm" temelinde İsrail'le Filistinliler arasında aslında varolmayan bir barış sürecini geliştirmeye dair ettiği o beylik laflar, her daim bir şeyler yapıyormuş gibi davranıp da Filistinlileri görmezden gelme oyununun bir parçasıydı.

Oysa şu sıralar, İsrail'le Araplar arasındaki ilişkilerle hiçbir bağlantısı olmasa da Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın içinden geçmekte olduğu gerçek bir tarihi değişim yaşanıyor. Koronavirüs tufanının daha da hızlandırdığı ve Ortadoğu siyasetini kökünden değiştirecek bir dönüşüm bu.

Petrol devletlerinin gücüyle tanımlanan bir devir kapanıyor. 1973'teki savaşın ardından petrol fiyatları uçuşa geçince İran'dan Cezayir'e (tamamı değilse de çoğu Arap) birçok ülke, olağandışı bir servet artışına nail olmuştu. Bu ülkelerin seçkinleri, Leonardo da Vinci tablolarından Park Lane otellerine kadar her şeyi satın alabiliyordu. Yöneticilerinin de daha az ödeneğe sahip hükümetleri iktidarda tutacak ya da rakiplere mali kaynak sağlayarak bunların önlerini kesecek parası vardı.

Artık nihayete ermekte olan işte bu tarihi dönemdir ve değişim muhtemelen kalıcı olacaktır. Suudi Arabistan ve BAE hâlâ büyük mali rezervlere sahip ancak bu rezervler bitmez tükenmez kaynaklar değil. Diğer ülkelerin paraları da suyunu çekiyor. Belirleyici faktör şu ki 2012 ile 2020 arasında Arap üreticilerin petrol gelirleri üçte iki oranında azalarak 1 trilyon dolar'dan (yaklaşık 7,4 trilyon TL) 300 milyar dolar'a (yaklaşık 2,2 trilyon TL) kadar düştü. Koronavirüs öncesinde çok fazla petrol üretiliyor ve çok azı tüketiliyordu, bunlar yetmezmiş gibi fosil yakıtlardan da uzaklaşılıyor. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü'nün (OPEC) üretimde yaptığı kesintiler petrol fiyatlarında yükselişi beraberinde getirme ihtimali taşıyor ama bu durum dağılan statükoyu korumaya yetmeyecektir.

İşe bakın ki BAE gibi bir petrol ülkesi, tam da parçası olduğu ekonomik dünya dağılırken İsrail'le ilişkilerini normalleştirerek siyasi güç gösterisine soyunuyor. Hem bir tek BAE de değil: Parayı siyasi güce çevirmek petrol devletleri için her zaman sorun olmuştur. Suudi Arabistan, BAE ve onların ezeli rakipleri Katar, 2011'de Mısır, Libya, Suriye, Yemen ve Bahreyn'deki Arap Baharı ayaklanmaları esnasında daha agresif bir rol üstlenmişti. Suudi Arabistan'a ve BAE'ye fiilen hükmeden Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayid, 2015'te daha da müdahaleci hale gelmiş, zenginliklerinden ve bariz nüfuzlarından ziyadesiyle etkilenen Trump ertesi yıl Beyaz Saray'a yerleşince de çok sevinmişlerdi.
 

Trump'la Körfez monarşileri arasındaki ittifakın başarıları yeterli olmadı. Asli hedefleri İran hırpalanmış olsa da ayaktaydı. Suudi Arabistan ve BAE, 5 yıl önce Yemen'de aniden bir savaş başlattı ve bu savaş hâlâ devam ediyor. Beşar Esad, Şam'da iktidarı korurken, Libya ise had safhada vahşete sahne olan ve bitmek bilmeyen bir iç savaşın içinde kaybolup gidiyor.

Süper zengin petrol üreticileri sıkıntıyı hissediyor lakin Irak gibi devletler artık faturaları ödeyemez hale geldikleri için alabora olmaya daha yakın görünüyor. Geçen yıl ekim ayında yüz binlerce Iraklı genç işsizliği, yolsuzluğu, hükümetin su ve elektrik tedarik etmede beceriksizliğini protesto için sokaklara dökülmüştü. Gösteriler şiddetle bastırılırken en az 600 protestocu öldürülmüş ve 20 bin kişi yaralanmış olsa da eylemciler sokaklara dönmeye devam etti.

Benzer protestolar ekonomisi çöken Lübnan'da da hızla yayıldı. Ceremeyi yalnızca petrol üreticileri değil, ticari faaliyetler ve istihdam imkanları için petrol devletlerine bel bağlayan Lübnan ve Mısır gibi ülkeler de çekiyor. Lübnan bir zamanlar yurtdışında çalışan vatandaşlarının ülkelerine gönderdiği paralarla ayakta duruyordu. Sayıları 2,5 milyonu aşan Mısırlılarsa petrol devletlerinde çalışıyor. Mısır'da Kovid-19 hastalarını tedavi edecek kadar yerli doktor yoksa bunun nedeni onların petrol devletlerinde daha iyi para kazanıyor olmalarıdır.

Zorluklar zaten pandemiden önce de gözle görülüyordu. Tüm sistem gitgide ha kırıldı ha kırılacak hale gelmişti. Bolluğun zirvesindeki petrol devletleri de monarşi ya da cumhuriyet olduklarına bakılmaksızın benzer şekilde işliyordu. İster Suudi, ister Iraklı, Libyalı ya da Cezayirli olsun yönetici seçkinler, bir uzmanın "yağmalama makineleri" diye nitelediği hükümetleri sömürüyor, siyasi güce sahip olanlar da bu durumu kolay paraya çeviriyordu.

Yalnız da değillerdi. Devasa iltimas çarklarını döndürdükleri için toplumun geri kalanını isyana kışkırtmadan büyük servetlerin kaymağını sıyırabiliyorlardı. Sıradan Suudilere, Libyalılara, BAE'lilere, Kuveytlilere ve Iraklılara petrol geliri pastasından küçük bir pay olarak iş garantisi veriliyordu.

Şimdilerde işte bu 50 yıllık sistem sendeliyor. Nüfusun artması ve gençlerin işgücü piyasasına girmesiyle birlikte toplumun eskisi gibi işlemesini sağlamak için çok daha fazla paraya ihtiyaç duyuluyor ama artık böyle kaynaklar bulunmuyor. Yöneticiler ve yönetilenler arasındaki zımni toplum sözleşmesi çökerken bu değişimin devrim niteliğinde sonuçları olacaktır. Bunu muhafaza etmek için yapacak fazla bir şey yok çünkü petrol endüstrisi diğer tüm ekonomik faaliyet biçimlerini de mahvediyor. Yerel düzeyde çok az üretim yapılıyor ve bu da ancak muazzam devlet sübvansiyonlarıyla gerçekleşiyor.

Petrol devletlerinin yöneticileri, petrolün alternatifinin olmadığını inkar etme eğilimi gösteriyor. Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan'da fiili yöneticiliği ele geçirdikten kısa bir süre sonra güya Suudi Arabistan'ı petrolden uzaklaştırmayı amaçlayan "2030 Vizyonu'nu" tanıttı. Suudi Arabistan'a dair herhangi bir deneyimi olan hiç kimse bunu ciddiye almadı ama Batılı danışmanlar kendileri için hayli kârlı bu tür fantezileri körüklemekten bahtiyarlık duydu.

Dünya pandeminin sağlık üzerindeki etkisini gayet iyi biliyor. Ardından gelen ekonomik yıkımı da öngörmeye başlıyor. Lübnan bu tecrübeyi önceden tatmış olsa da pandemiden etkilenen ekonomilerin kaçınılmaz bir şekilde yol açacağı siyasi kargaşayı henüz dikkate almadı. Etrafı işlevsiz sosyal ve ekonomik sistemler ve savaşlarla kuşatılmış Ortadoğu, yaklaşan bu depremle baş edemeyecek kadar kırılgan vaziyette.

 

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayın

 

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.