İçten Yıkım ... Apoculuğun Kürt Hafızasına ve Ulusal Kimliğe Yönelik Yeni İdeolojik Saldırısı
Hüsamettin Turan
Kürt halkı yüz yılı aşkın süredir sadece dış sömürgecilikle değil, aynı zamanda içsel inkâr ve yozlaştırma girişimleriyle de mücadele etmektedir. Bugün karşı karşıya olduğumuz durum, bir hata, dil sürçmesi ya da stratejik sapma değil;
Kürt Ulusal Kimliği’ni sistematik olarak çözmeyi hedefleyen planlı ve ideolojik bir saldırıdır. Bu saldırının baş aktörlerinden biri de Abdullah Öcalan ve onun merkezinde olduğu Apocu çizgidir.
Öcalan’ın Kürt halkının tarihî şahsiyetlerine, diline, kültürüne ve kutsal değerlerine dönük söylemleri uzun süredir kamuoyunda tartışılmaktadır. Son günlerde sosyal medyada yeniden dolaşıma giren ve birçok Kürt tarafından nefret suçu olarak tanımlanan ifadeleri, sadece bireysel hakaretler değil, kolektif kimliğe dönük bir inkâr pratiğidir. Bu suçların gerek uluslararası hukukta gerekse Türk Ceza Kanunu’nda açık karşılıkları vardır ve yalnızca özürle geçiştirilemez; özür, mağdurun kabulüne bağlıdır ve tekrarlanan suçlarda geçersizleşir.
Öcalan’ın Bedirxanîler, Şeyh Said, Seyid Rıza gerici kişiliklerdir şeklindeki sözleri, Kürt direniş tarihinin temel taşlarını hedef almaktadır. Bu şahsiyetler halk nezdinde özgürlük mücadelesinin sembolleridir. Onlara yönelik bu saldırılar yalnızca tarihsel figürlere değil, halkın tarihî hafızasına yöneliktir. Öcalan aynı zamanda Talabanî, Barzanî, Qasimlo ve Said Elçi gibi çağdaş Kürt liderlerini feodal kişilikler olarak dışlamakta, böylece Kürt siyasi çeşitliliğini de tekelleştirmeye çalışmaktadır.
Ben Karl Marx’ı, Lenin’i, Stalin’i aştım ifadesi, sadece siyasi kibir değil; halk hareketini kişisel kült üzerinden yeniden dizayn etme çabasının açık göstergesidir. Öcalan’ın peygamberlere mistik kişilikler diyerek küçümseyici yaklaşımı ise Kürt toplumunun dini değerlerine doğrudan hakarettir. Bununla da kalmayıp;
“Kürdistan Devleti ilkel bir fikirdir,
Kürtler devletsiz bir dünya için mücadele etmelidir,
Fakat Türkiye Devleti bizim için yeterlidir”
diyerek Kürt Halkının Kendi Kaderini Tayin Hakkını tümüyle reddetmekte, Türk ulus-devletini ise zorunlu ve yeterli bir çerçeve olarak sunmaktadır.
Bu söylem açıkça göstermektedir ki, Öcalan çizgisi Kürtlerin bağımsızlığına değil, Türkiye merkezli entegre bir halk modeline dayanmaktadır. Türk giderse Kürt yok olur ifadesi, Kürt varlığını kendi başına bir değer olmaktan çıkararak, onu başka bir ulusa bağımlı hâle getirme çabasının teorik arka planıdır.
Bu ideolojik yönelim, yalnızca geçmişe dönük inkârla sınırlı kalmamaktadır. Mayıs 2025’te yayımlanan Serxwebûn gazetesinde, Bedirxanîler, Şeyh Said, Seyid Rıza ve Barzanî çizgisi, doğrudan Hitler çizgisi ile özdeşleştirilmiş; bu şahsiyetler Yahudilerin oyuncakları olarak tanımlanmış ve aileleri Judenratlaşmakla suçlanmıştır.
Judenrat, Nazi rejiminin Yahudi toplumunu aldatmak için oluşturduğu işbirlikçi paravan yapılardı. Bu suçlamalar hem tarihsel olarak iftira niteliğindedir hem de ironik biçimde Apoculuğun kendi halkına yönelik inkârcı ve dönüştürücü işlevini gizlemeye yönelik bir taktik yansıtmasıdır.
Yazının devamındaki tanımlar
Tek tek dökülecekler,
Seyretmekle olmaz,
Geleneksel Kürt ailelerine daha şiddetli saldırılar yapılacak
açık bir tehdit dilidir.
Apocu hareketin, yalnızca politik rakiplerine değil, toplumun değerlerine, aile yapısına ve kültürel sürekliliğine karşı sistematik bir savaş açtığını ortaya koymaktadır. Bu artık bir siyasi tercih değil; ideolojik bir kök kurutma aygıtı’dır.
Bugün Kürt aydınları, siyasetçileri, akademisyenleri ve vicdan sahibi herkes, bu saldırılar karşısında tarihsel hafızalı, bilimsel temelli ve ulusal onurlu bir duruş sergilemek zorundadır. Çünkü diline, tarihine ve kimliğine hakaret edilen bir halkın geleceği, ancak direnişle güvence altına alınabilir. Aksi hâlde bu halkın çocukları, asimilasyon politikaları içinde köleleşmiş bireyler hâline getirilecektir.
Apocu çizginin, geçmişte inkârla susturulamayan Kürt milletini, bugün ideolojik yozlaştırma ile etkisizleştirme projesi artık örtülü değil; açık bir biçimde yürütülmektedir. Bu saldırı, bir geçici sapma değil; sistemli bir çözülme stratejisidir. Sessizlik ise yalnızca seyretmek değil, tarihe karşı işlenmiş bir suçtur.