
Çoğulculuk - Sami Selçuk
"Aslında kültürler arasında değer açısından, yansız devletin ve hukukun egemenliği altında, eşitlik ve de her kültürün güneş altında yerini alma hakkı vardır"
Sami Selçuk
Çoğulculuk, batılı rejimin, “Batı politikasının keşfinin övüncü” olarak demokrasinin vazgeçilemez önkoşuludur[1].
Demokratik toplum kültürel tekelciliği reddeder, dışlar. Toplumun doğa yasasını gözetir. Bu yasaya göre, her toplumda kafa sayısınca görüş, yürek sayısınca sevgi vardır. Çünkü bireyi birey yapan, bireyi tanımlayan şey, eşsiz, benzersiz olma niteliğidir.”[2]
İnsanlar arasında tek ortak nitelik, farklı oluşlarıdır.[3]
Farklılıklar, başkalıklar çağını yaşıyoruz. Bunun anlamı ise bellidir: Özgürlük, özellik, çeşitlilik, değişiklik, çok toplumsallık (multiples sociologiques), çok odaklılıktır (polycentralisme)[4] ve felsefi, siyasal, kültürel çoğulculuktur. Çoğul gerçeklik, son çözüm önerisinin, dayatmacılığın reddi demektir.
Çoğulculuk, bireysel özgürlüğün / özerkliğin doğal sonucudur. Değil mi ki, herkes, berikiler ile ötekiler dikeylemesine, yataylamasına özgür ve eşittir, öyleyse orada bireyler, hiçbir düşünce kalıbına uymak zorunda değildirler; çünkü onlar, birer bireydir, “bende” değildirler.
Öte yandan elbette her birey, demokratik toplumda kendi alınyazısını belirlemede özerktir. Özerk birey olarak da demokratik sürece katılacak, öyle kalacaktır. Böylece tek değer değil, değerler çokluğu yaşanacaktır.[5] Çünkü özgürlükçü demokraside her bireyin yaşam biçimini kültürel bir değere dönüştürme hakkı vardır.[6]
Nitekim bilindiği üzere, doğa bile, kuşkusuz tek tip insan yaratan bir klinik değildir; çoğulcudur. Toplumlar da, doğal yapıları gereği böyledir. Nitekim Babil Kulesi Söylencesi de, Tanrı’nın bile tek dil tasarısından hoşlanmadığının bir kanıtıdır.[7]
Özetle sivil toplum, insana özgü değerlerin özündeki çoğulcu yapıyı benimseyen bir toplumdur. Böyle bir toplum, akılcı temelini yalnızca kendisinin oluşturduğunu ileri sürmez[8] ve dayatmaz. Dolayısıyla dayatamaz. Ne katıksız bireyci ne de katıksız kolektivisttir. “Akıl bize, her zaman ötekinden gelir. (...) Farklılıklar düzenli değiş tokuştur. (...) Değiş tokuşun olanaksız olduğu her yerde hiç kuşkusuzu dayatma vardır, terör vardır (...) Öteki, öteki kaldığı sürece ırkçılık yoktur. Öteki, ne zaman ki farklılığa zorlanır, orada ırkçılık başlar. (...) (Hiç kimse boşuna yorulmasın). Ötekinin kökünü kazımak için yapılan her girişim, ötekinin yok edilemezliğini kanıtlamıştır, kanıtlamayı da sürdürmektedir.”[9]
Aslında çelişki, çatışma, bir tür doğal toplumsallaşma biçimidir (Simmel). Bundan korkulmamalı, tam tersine insanlar, buna özendirilmelidir. Zira demokrasi bir “üst dil”dir (métalangue), farklılıkların katılıklarını çoğulculuk sayesinde eritir,[10] eritecektir de. Demokrasinin çoğu kez ayrımına varıl(a)mayan dehası da, işte buradadır.
Bu yüzdendir ki, demokrasi, toplum mühendislerinin gelgeç ve kurgusal bir tasarımı değil, toplumsal gelişmeyi sağlayan sorgulayıcı bir araştırma izlencesidir, programıdır.
İşte bu yüzdendir ki, demokrasi, ancak yaygın sivillik ve çoğulculuk ortamında boy verir.
Bütün bunlar, demokratik toplumun ideologların, yöneticilerin hamur gibi yoğurup biçim verecekleri bir varlık olmadığını ortaya koymaktadır.[11] Bu amaçla yapılan “devrimler, omuzdaki yükü değiştirmemiş, yalnızca omuz değiştirmiştir” (B. Shaw). O kadar. Çünkü sonuç, her zaman bellidir ve şudur: Hiçbir kültür üzeri çizilerek yok edilememiştir. Bu türden her girişim onu güçlendirmiştir. Tek biçimli insan yaratma dayatması (intégrisme), tehlikeli bir arındırma girişimi[12] olarak her şeyden önce girişimin sahiplerini yok etmiştir. Kurgusal akılla toplum mühendisliğine özenen Jakobenler, Robespierre, Billaud-Varennes, Saint-Just, Le Pelletier, insanı terörle yeniden üretmeye yeltenmişler; Napoléon, bütün Avrupa’yı bir kimyager gibi kendi deneyi için kullanacağı bir hammadde olarak görmüştür.[13] Mussolini, Hitler, Stalin, Franco, yalnız milyonlarca cana değil, insanlığımıza, şereflerimize de saldırıp kıymışlardır. Hepsi de tek biçimli insan yaratma isterisiyle kendilerini Tanrı’nın yerine koymuşlar; kendi akıllarının ürettiği tek gerçeği topluma dayatarak, kendilerinden menkul yol göstericiliği benimseyerek, toplumsal olayların, olguların kişilere, aktörlere teslim olmayacak kadar karmaşık olduğunu asla düşünmemişlerdir. Yarattıkları ideolojik, yanlı Procrustes devlet sayesinde insanların yataklarına uzun gelirse, ayaklarını kesmişler, kısa gelirse ayaklarını uzatmaya yeltenmişlerdir. Kimileyin de insanları önce parçalara ayırmışlar, sonra da, bu parçaları yeni biçimler altında birleştirip kendi insanlarını yaratmak istemişlerdir. Onlar, her totaliter rejim gibi, tek “bir meyve koparmak için bütün ağacı deviren” (Montesquieu) insanlardır.
Bu nedenlerle özgür birey yok olmuş, geriye yalnızca tek bir efendi kalmıştır. Bu ise, bilinen öylesine bir devlet ile geriye her efendinin gerek duyduğu kölelerden ibaret bir yığındır. Bir başka anlatımla, bireysiz devlet.
Böyle bir devlet ise, elbette her zaman “çaldığı dişlerle ısıran hain bir yaratık”tır (Nietzche).
İşte topluma deli gömleği giydiren böyle bir rejimde ve devlette, elbette insanlar, artık maske takıp sahte kimlik kartlarıyla dolaşmak zorundadırlar. Bireyler için tek kurtuluş yolu, ikiyüzlülük, yani ahlaksızlıktır. Çünkü orada hiç kimse artık kendisi değildir. Ortalıkta duyulan sesler slogan, yinelenen törenler ise, kısır ritüellerdir. Pastörize insanlardan oluşan böylesi bir toplumda fotokopiler ve yığınlaşma başlar. Örgütlenme yoktur. Çünkü farklılık yoktur. Bunun adı da “kültürel soykırım”dır (génocide culturelle).
Gerçekten artık böyle bir toplulukta insanlar, tek şey öğrenir, tek şey bilir, tek şey düşünürler. Bu da rejimin dayattığı çürütülemez bir gerçektir, bu. Herkesin aynı şeyi düşündüğü bir yerde ise, aslında kimse düşünmüyor demektir. Çünkü orada insanın yerine artık kişiliksiz yaratıklar, “hiç kimse”ler (Octavio Paz) geçmiştir.
Şu nokta asla unutulmamalıdır: İdeolojik, militan devletin sonu, aslında her zaman aynıdır. O, hızlı yaşlanır (progeria). Çünkü “ölümcül devlet yetmezliği” hastalığına yakalanmıştır. İnsanı köleleştirdiği için de meşru değildir. Çünkü devleti ayakta tutan zorbalık ile meşruluk arasındaki ilişki ise, her zaman ters orantılıdır.
Şu nokta da asla unutulmamalıdır: İnsan, “yanakları kızaran bir yaratıktır,.[14] Çünkü şereflidir. Her yönüyle tanınmak, benimsenmek, kabul edilmek ister. Dolayısıyla devlet ve herkes, insana saygılı olmak zorundadır. İnsana, insanın kendisine, insan kümelerine ve ölüm pahasına değer verdiği şeylere, kültüre, dile, kimliğe saygıdır, bu.
iç kuşkusuz bHiç kuşkusuz bu saygı, aslında insan ruhunun, yaradılışının birleşenlerinden biridir. Dolayısıyla insan olmanın, insan sayılmanın vazgeçilemez bir koşuludur. Çünkü insan, yalnızca biyolojik gereksinmeleri olan bir varlık değil, hak ettiği değer verilmeyince öfkelenen, aşağılanınca utanan, değerince değer verilince gurur duyan bir yaratıktır da.[15]
Platon, buna “thymos” diyordu.
Gerçekten hiçbir insan, kendisine bebekler gibi davranılmasından hoşlanmaz. Zira o her zaman ergindir; ergin ve özerk olarak tanınmasını ister.
Tarihin itici gücü de aslında budur.
Çoğulculuk, elbette zenginliktir. Her kültürün çoğulcu kültüre getireceği zenginlik, değişiklik; zengin gelişme ve değişimlerin vazgeçilemez bir gerekçedir.[16] Bu yüzden çoğulcu demokraside berikiler, ötekilerin karşıt görüşlerini sergileme hakları örselendiği zaman, kendi hakları örselenmiş gibi onları savunurlar. Çünkü savundukça kendilerinin de çoğalacaklarını bilincindedirler. Bu yüzden her toplumda her kültür, başlı başına bir değerdir, boşlukların yanı sıra deneyimleri, bilgelikleri, erdemleri içinde taşır. Geleceği, geçmişi ve şimdiyi canlı bir iletişimle bütünleştirir. Eşzamanlı ve tarihsel çeşitlilik, çoklu tekliktir (unitas multiplex); bu yüzden de insanlığın ortak dokusudur. Çünkü insanlık dayanışması, ancak kültürel çeşitlilik saygı içinde gerçekleştirildiği zaman,[17] değişik kültürlerin, kimliklerin bir arada olması sağlandığı zaman gerçekleşebilecek ve barışa ulaşılabilecektir. Çünkü çoğulcu yaşam, ötekine saygıya dayanır.[18]
Aslında kültürler arasında değer açısından, yansız devletin ve hukukun egemenliği altında, eşitlik ve de her kültürün güneş altında yerini alma hakkı vardır.[19]
Kültürler, birbirlerini küçümseyemez. Okul bahçesinde berikilerin öteki saydıkları bir çocuğa “Seninle oynamayız” demelerinin yarattığı acıyı sözcükler asla anlatmaya yetmez, yetemez.
Nitekim bu yüzden demokrasilerde bu türden davranışlar, özünde birer insanlık suçu[20] olarak görülmüşlerdir.
SS’ler ile ötekileri düşününüz. Bir zamanlar onların aralarında diyalog yoktu. Çünkü eşitlik yoktu. SS’ler ötekileri düşman olarak bile görmüyorlar; köpekler, domuzlar, zararlı böcekler gibi görüyorlardı. Ötekiler, onların gözünde hayvan bile değillerdi. Sadece birer çöptüler. Çöpün alınyazısı ise elbette yakılmaktır.[21]
Bu yüzden insanlık, “tek”in yerine “çok”u, ötekilerle berikileri, “Bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine” (N. Hikmet) yaşatan çoğulcu demokrasiyi geçirdi. Aynı değil, başka başka şeyler söylendiği için de, gerçek diyalog başladı. İnsanların devletleştirilmesi aşaması bitti, devletin insancı kılınması aşamasına geçildi. Toplumlar da, böylelikle barışa, dinamizme kavuştu. Bilindiği üzere kimileri, bunu “tarihin sonu” diye duyurdu.[22] Bir bakıma haklıydılar. Çünkü demokrasi, çoğulculuğu, çeşitliliği hem özendiren, hem de hoşgörü çimentosuyla bir arada yaşatan bir düzendi.[23]
Çözülme ve ayrışmanın içinde aslında birleşme de vardır.[24] Bu nedenle görülmemiş çeşitliliklerimizin içindeki birleştirici ipliklerimizi bulmak gerekir.[25] Nitekim bulunmuş ve “biz” kavramına ulaşılmıştır.
Bunun anlamı ise, “diyalojik ilke”yle birden çok aklın yarışarak dinamiklerin seferber edilmesi, “dönüşümlülük ilkesi”yle (principe de récursion) yaratma, üretme kesintisizliğine ulaşılmasıdır.[26]
Demek, son çözümlemede, doğanın da, toplumun da yapısı çoğulcudur. Doğa da, toplum da, çoğulcu dinamiklerine dokunulmasını içlerine sindiremez. Nitekim sindirememektedir. Bu dokunulmazlığın çiğnenmesi durumunda birincisi, kendisiyle birlikte insanı; ikincisi, dokunanları yok etmektedir.
Doğal dengenin ve toplumsal barışın bozulmasının kökeninde yatan temel neden, aslında çoğulculuğun göz ardı edilmesidir.
[1] VECA, Veca, Salvatore, (E. Buissière), Ethique et Politique, Paris, 1999, s. 166, 167.
[2] JUNG, C.C., (C.E. Sılay), Keşfedilmemiş Kimlik, Ankara, 1998.
[3] LYOTARD, Jean-François, (Z. Aslan), Ötekinin Hakları, Liberal Düşünce, n.14, 1999, s. 144.
[4] LEFEBVRE, Henri, Le manifeste différentialiste, Gallimard, Paris, 1970, s. 45. 48.
[5] CROWDER, George, Çoğulculuk ve Liberalizm, Diyalog, 1995, s. 81.
[6] SARIBAY, Ali Yaşar, Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam, İletişim, İstanbul, 1994. s. 11.
[7] BERLIN, Isalah, Volksgeist’in Geri Dönüşü; İyi ve Kötü Milliyetçilik, GARDELS, s. 101.
[8] BARRY, Norman, (M. Erdoğan), Komünizm Sonrası Dönemde Klasik Liberalizm, Ankara, 1997, s. 101.
[9] BAUDRILLARD, Jean, (E. Abora/İ. Ergüden), Kötülüğün Şeffaflığı, Ayrıntı, İstanbul, 1997, s. 117, 119, 120, 122, 137.
[10] CONNOLLY, William, (F. Lekesizalın), Kimlik ve Farklılık, Ayrıntı y., İstanbul,1995
[11] BASTIAT, Frédéric, (D. Russel/Y. Arslan), Hukuk, Ankara, s. 11.
[12] HENRY-LEVY, Bernard, La pureté dangereuse, Paris, 1984, s. XIV.
[13] BASTIAT, s. 41-57.
[14] FUKUYAMA, Francis, (D.-A.Canal), La Fin de l’histoire et le dernier homme, Flammarion, Paris, 1992, s. 202 vd.
[15] FUKUYAMA, s. 17-19.
[16] RAPUSCINSKI, Ryzsard, Amerika’da la raza cosmica, GARDELS, Nathan, (B. Çarakçı Dişibudak) Yüzyılın Sonu, (Büyük Düşünürler Çağımızı Yorumluyor), İstanbul, 1999, s. 164, 172, 173.
[17] MORIN, Edgar / NAÏR, Sami, Une Politique de Civilisation, Arléa, Paris, 1997, s. 33, 34.
[18] BURDEAU, Georges, Le Libéralisme, Paris, 1979, s. 286.
[19] RAPUSCINSKI, s. 178.
[20] LYOTARD, Ötekinin..., s. 149.
[21] LYOTARD, s. 145, 147, 150.
[22] FUKUYAMA, aynı yapıt.
[23] TOURAIN, Alain, Qu’est-ce que la démocratie? Fayard, Paris, 1994, s. 9, 37.
[24] RAPUSCINSKI, s. 178.
[25] PAZ, Octavio, Tarihin Sonunda Batı Doğuya Dönüyor, GARDELS, s. 192.
[26] MORIN, Edgar, Penser l’ Europe, Paris, 1987, s. 29 vd.
Kaynak: T24
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.