Diyar Budak

Diyar Budak

Yazarın Tüm Yazıları >

Yaşasın sömürgecilere teslim olmayan hayat

A+A-

Yirmi yıldan beridir, Türk devletinin elinde tutuklu bulunan A. Öcalan, uygulanan tecrit ve ağır hapishane koşullarında yaşamakta olduğu söyleniyor. Türk devletinin bu koşulları değiştirmek ya da düzeltmek istemediğini, herkes gibi KCK’de bilmektedir. Daha önce, hendek sürecinde olduğu gibi; “Türk devletinin bu denli yıkıcı olabileceğini düşünmemiştik“diyen KCK yöneticileri bu söylemlerini bir de açlık grevi için tekrarlamayacaklarını umut ederiz.

Yıllardır savaştıkları, ülkemizi cehenneme çevirmiş bu ceberut devleti daha da tanımamak ve tahlil etmekten uzak olan bu anlayış ve yöneticiler Kürde nasıl bir özgürlük getirecekler?

Yapılan açlık grevi, ölüm eylemleri ile TC devletine darbe vurduklarını söyleyenler yalan söylemekte ve manipülasyon yapmaktadırlar.

Her türlü insani yaşam koşullarından uzak hapishanelerde dayatılan, açlık grevi ve ölüm oruçları ağır bir bedele neden olmaktadır. Tutuklu bulunanlardan doğru haberler alınamamakta ve yetersiz bilgi elde edilmektedir.

Protesto eden 24 yaşındaki Zehra Sağlam’ın gardiyanlar tarafında asılmadığını nerden bilebiliriz?
Türkiye’de nerdeyse her yurtsever Türk, Kürdü öldürmeyi bir vatan borcu olarak görmektedir. Ve bunu seve seve yapacaklarından kimsenin kuşkusu yoktur.

Ben devlet güçlerinin işlemiş olduğu bu cinayeti Kürd’e bir ölümün “zaferi” olarak sunulmasından kuşku duymaktayım.

Son ölen iki insanımız da çocuk denilecek yaşlarında içeri girmişlerdir. Yıllarca ağır bedeller ödedikleri yetmezmiş gibi şimdi de yaşamlarını ölüme tercih etmişlerdir. Bu ölüm tarzı asla kabul edilemez.

Kürd siyaseti, çocukluklarını tutukevlerinde bile koruyamamaktadır. Türk hapishanelerinde çocukluklarını ve gençliklerini zülüm altında geçirmiş bu esir bedenlerde umut aramak hiçte ahlaki değildir.

Sözde “Önderlik” üzerindeki tecridi kaldırmak için yapılan ölüm oruçlarının Kürd’ten ziyade devletin işine yaramaktadır. Bu büyük yanlış, Kürdi olmayan bir üst aklın işidir. Hendek savaşından beri bu akılsızlık ve hatalar da ısrarcı olmak Kuzey Kürdü’ne yarar değil ciddi zararlar vermektedir.

Hatırlanacağı gibi hendek savaşında binlerce Kürd genci, demokrasi ve özyönetim için toprağın altına gömüldüler. KCK yöneticileri, tüm Kürd yerleşim yerleri, yakılıp yıkıldıktan ve binlerce can ve mal kaybı sonrasında, geçte olsa yanlış yaptıklarını kabul ettiler. Ağır bir yenilgi aldıktan sonra ancak “efendilerimiz özeleştiri” verdiler. Yani çorbanın tuzlu olduğunu anlamak için ancak çorbayı içip bitirdikten sonra fark ettiler. Anlaşılan Öcalan’ın; “içerde iyi durumdayım” demesine de aldırış etmeyip, açlık grevlerinde de bu yanlışlık devam edecektir. Belki sonuçları ağır olduktan sonra yeniden “özeleştiri” yaparlar. Fakat hendek savaşında olduğu gibi, ölüme gidenler için geç bir özeleştiri olacaktır.

Ayrıca bu aşamada yapılan daha kitlesel açlık grevleri çağrısı da daha fazla ölüm demektir. İnsanlarımızın ölümü Kürdün mücadele azmini kırmakta, nüfusumuzu azaltmakta ve aileler üzerinde onarılamaz bir sendrom bırakmaktadır. Bu ölümleri hiç kimse bizden sevinçle karşılamamızı beklemesin. Buna sevinecek tarafın Türk devleti olduğuna hiç kuşku yoktur.

İnsanlarımızı kendi ellerimizle ölüme göndermek veya ölümlerinden medet ummak bize kurulmuş bir tuzaktır. Kurtuluşumuz açlık grevleri ile mümkün değildir.

Bu tür eylemler, pasif direniş bile değildir. Ancak, askeri faşist iktidarlar döneminde, ağır insani hak ihlallerinde bir seçenek olarak düşünülebilir…

 

Ölümler ve yerel seçimler zafer olarak sunulamaz

Ölen insanlarımızın cenazelerini bile rahatça gömülmesine müsaade edilmemektedir. Ölümler ile TC devletini insafa getirmenin imkanı yoktur. Çünkü bu devleti ayakta tutan ölümlerdir.

Devletin insani olan her eyleme karşı olduğu bilinmelidir.

Kürdün özgürlük ve statü fikrinden vazgeçip “Halkların kardeşliği, Türk devletini demokratikleştirme, Türkiye’yi böldürmeyeceğiz” söylemlerinde ısrar açıkça cilalanmış devlet teorileridir. Ve Kürd kitleleri sihire uğramış, hipnoz altında, sesiz bir şekilde bu söylemlerin arkasında dizilmiş gitmektedirler…

Göle maya atıp yoğurt olmayı beklemek kadar abes değil mi dir. Sanki herkes, akıl sağlığını kaybetmiş delileri oynamaktadır.

Hapishanelerde en kötü koşullarda direnen Kürd gençlerini iktidarın insafına bırakmak büyük bir insafsızlıktır.

Türkiye’nin önemli yazarları, gazetecileri, HDP’nin seçilmişleri, başta S. Demirtaş olmak üzere hukuksuz bir şekilde rehin tutulmaktadırlar.

Aynı zamanda, devletin, Rojava’yı işgal ve DEAŞ tehditleri, yerel seçimler ile “sıcak” olan Kürdistan gündeminin içi boşaltmak için, ölüm oruçları, bir son dakika eylemi olarak devreye konulmuş görüntüsü vermektedir.

Bu durum, eskilerin deyimi ile “dereyi geçerken at değiştirmektir.”

Ülkemizin dört parçasının ateş çemberinde geçtiği bir dönemde yürütülen bu grevler somut talep ve perspektiften uzak olup hedefi minimalize etme amaçlıdır.

Hapiste tutuklu bulunan DTK Eş başkanı Leyla Güven’in başlatmış olduğu bu eylem giderek çeşitli çevrelerce sahiplenilmekte ve kitleler ölüm orucuna teşvik edilmektedir.

Bedenlerini TC devletinin zulmüne karşı bir duvar gibi yiğitçe karşı koyanların elbette iradelerine saygı duymak, dirayetli olduklarını inkar etmek kimsenin harcı delgidir.

Ölenlerin yasını tutmak anneleri kadar olmasa da bizim de yasımız ve acımızdır.

Başta, Kürd aydınları olmak üzere, legal Kürd örgütler, A. Öcalan ve KCK bir an önce bu ölüm çığlıklarının önüne geçip dur demelidirler. Aksi halde ölümü kutsayanlar, kamuoyu oluşturmakta emin olmak istiyorlarsa, gözden uzak olan hapishanelerden vazgeçip, TBMM’ni seçmelidirler.
TBMM de seçilmiş olan vekillerimizin bu eylemi parlamentoda gerçekleştirmeleri halinde büyük bir yankı uyandıracağına emin olmalıdırlar. Hele Türkiye’yi böldürmeyeceğiz diyen bir vekilimizin şehadete ulaşması halinde belki Türkiye çapında bir dalgalanmaya neden bile olabilir.

Hz. İbrahim’in Kurbanı İnsan mıydı?

Bilgili, bilgisiz, başkan, başbakan, parti lideri olmak üzere, hiçbir şahsiyet kutsal değildir. Onların kaldığı koşullar onaylanmayacağı gibi, yaşamaları için başkalarının yaşamı kurban edilemez, edilmemelidir.

Ölümü savunmak Dehaq’ı savunmak anlamına gelmektedir.

Yıllar önce bir patlama sonucu ayağını kaybeden bir Filistinli çocuğu ziyaret eden Yaser Arafat, koptuğu yeri birkaç defa öptüğünü, BBC’de izlemiştim…

Oysa arşivlerimize bakıldığında aynı durumla karşılaşan Kürd gençlerine ne kadar kaba davranıldığını görmek mümkündür.

Hz İbrahim döneminde bile Allah insanın kurban edilmesini kabul etmeyip koç göndermiş olduğunu dini kitaplar yazmaktadır. O günden bugüne biz Kürd toplumu olarak halen, bir insan için, başka bir insanı kurban görmemiz ne büyük bir suçtur.

Biraz köylüce bir benzetme olacak ama, Kurt saldırısında yara almış bir canlıyı kurtarmak için, bir başka yara almamış canlıyı kesip postunu onun yarasına sarmak gibi…

Bedenlerini TC devletinin zulmüne karşı bir duvar gibi yiğitçe karşı koyanlar, elbette dirayetli olduğunuzu inkar etmek kimsenin harcı ve haddi değildir. Acınızı duyan annenizin acısı kadar olmasa da, bizimde acımızdır.

Allah’ım İbrahim’e yardım edip evladını ölümden koruduğun gibi, bizim evlatlarımızı da kurban olmaktan kurtar.

Biz Kürdler de İbrahim dönemindeki bazı geri değerlere sahip olmamıza rağmen aynı soydan olduğumuzu unutma!

Kaderimizi değiştirmemize, sömürgeci devletleri bölmemize yardım et.. Örgütlerimizde bizi öldürmeye başladı, artık gidecek yerimiz yok.

Sığındığımız son kalesin ya XWEDA

Yaşasın sömürgecilere teslim olmayan hayat.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar