“The Cambridge History Of The Kurds” kitabına eleştirel bir bakış

“The Cambridge History Of The Kurds” kitabına eleştirel bir bakış

.

A+A-

Roj Rojbeyani

Yekta Sipan

 

The Cambridge History of the Kurds, ed. Hamit Bozarslan, Cengiz Gunes and Veli Yadırgı, Cambridge University Press, 2021, ISBN:9781108623711, s. 936

Başlangıçta Kürtlerin etraftaki komşu milletler olan Türkler, Farslar ve Araplara göre daha belirgin ve dakik bir tarihe ve tarihi kaynaklara sahip olmadıklarını söylemek doğru ve yerinde bir tespit olacaktır. Tabii, bir siyasal teşekkül olarak aynı zamanda bölgede çok tayin edici roller de oynamadılar. Bu, bölge tarihindeki gelişmelere ve şekillenmelere hiç katkı sunmadıkları anlamına gelmemelidir. Aksine Kürt aydın ve yazarları, İslamî dönemde Müslüman toplulukların içinde yer aldılar ve hatta onlardan bazıları İslam toplumu, medeniyeti ve hanedanlarını yazma konusunda önemli vazifeler ifa ettiler; Farsça, Türkçe ve özellikle de Arapça tarih kitapları kaleme aldılar. Ancak tarih denilince akıllara daha genel bir tanım gelir ve geçmişten günümüze kadar gelmiş olan siyasi tarih ve hanedan tarihleri dikkat çeker. Bu açıdan bakıldığında Kürtler etrafındaki komşu milletlere göre daha zayıftılar. Daha başka bir ifadeyle bölge tarihinde ikinci derecede belki daha düşük derecede rol oynadılar. Kürtlerin bu siyasi kudret ve teşekküllerden uzak oluşları onlar hakkında çok daha az bilgiye sahip olmamıza sebep olmuş gözüküyor. Büyük bir cesaretle denilebilir ki eğer Şeref Han’ın (ö. 1601) Şerefnâme’si olmasaydı hali hazırda az olan bu bilgiye bile ulaşma imkânımız olmayacaktı. Eğer Şeref Han kendisi muktedir bir yönetici olmasaydı ya da diğer bir ifadeyle siyasi bir kudrete sahip olmasaydı Kürtlerin tarihini yazmaya belki de teveccüh göstermezdi. Burada Şerefnâme’ye bölgedeki Hakkâri, Erdelan ve Palu gibi Kürt ümerasının patronajı altında kaleme alınmış olan hanedan tarihlerini de ilave etmek gerekir. 

Bu kısa girişten maksat, okuyuculara Kürtlerin tarihini yazmanın kolay olmadığını göstermektir. Bu noktadan hareketle bu işin zorluğu ve konuya dair kaynakların azlığı dikkate alınacak olursa The Cambridge History of the Kurds adlı kitabın editörlerine ve de yazarlarına içtenlikle teşekkür etmek gerekir. Bu reviewin yazarları, bu işlerin zorluğunun, editör ve yazarlarının çektiği güçlüklerin tamamıyla farkındadırlar ve bu çabalarını takdire şayan görmektedirler. Bu kitabın, takriben ilk defa Kürtlerin genel tarihine dair bilimsel ve akademik bir çalışma olarak ortaya çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun hakkı teslim edilmelidir. Bu çalışma daha sonraki çalışmalar için köşe taşı olarak telakki ve takdir edilebilir. Ama aynı zamanda kitabın katkıları yanında editörlerine eleştiri babında birkaç hususun da hatırlatılması gerekir. Umarız ki daha sonra benzer çalışma yapacakların da istifade edebileceği türden bir değerlendirme olur.

En ilk ve en mühim husus, tarih kelimesinin anlamının içeriğini doldurmak zaruretidir. Ya da en azından çok ihtiyatlı olarak kullanmak gerekir. Ancak öyle görünüyor ki bu kitabın birçok önemli bölümünde tarih yerine mezhebî fırkalar, dilbilimi, sosyoloji, Kürt edebiyatı ve ekonomisi, kimlik meseleleri, Kürt milliyetçiliği gibi konulara değinilmiştir. Gerçekte bu kitap sadece bir tarih değil belki nohut ve fasulyeden tutun da soğan, et ve patatesten oluşan bir abguşt/etli güveç yemeğini andırmaktadır. Evet, bu kitapta ele alınan konuların hepsi geniş anlamıyla belki tarih olabilir. Ancak eğer Cambridge yayınları bir Kürt tarihi kitabı yayınlayacaksa en başta onların siyasi tarihlerine de yer vermesi gerekir. Dil, edebiyat, iktisadi yaşam gibi meseleleri ikinci derecede zikredebilir. Cambridge yayınlarının İran ve Türkiye tarihi serilerine baktığımızda hepsi kendi alanında uzman kişilere yazdırılmış daha bütünlüklü bir tarih görürüz. Ve bu iki serideki tarih lafzının, Kürt tarihi kitabından çok çok farklı olduğu ilk bakışta anlaşılabilir. Bu kitap mükerrer bilgilerle doludur. Katkı sunan yazarlarından önemli bir kısmı, Kürtler’de mezhep, Kürtlerin edebiyatı ya da onların ekonomisi konulu makalelerini daha önce çeşitli mecralarda yayınlamışlardır. Aynı konuları bazı ekleme ve değişikliklerle burada yeniden yayınladıkları dikkatlerden kaçmaz. Gerçekte bu işte kitabın editörlerinin kusurlu olduğunu söylemek gerekir. Zira Kürt tarihini oluşturan asıl bölümlerin başlıklarının belirlenmesinde hiç itina göstermedikleri anlaşılmaktadır. Örneğin Mervanîler, Eyyubîler, Şeddadîler, Revvadîler gibi daha birçok Ortaçağ Kürt hanedanına ve sonrasında Osmanlı ile İran dünyası arasında konumlanmış olan Kürt beyliklerine değinecekleri yerde Suriye, Irak, İran ve Türkiye Kürtleri’nin bugünkü durumuna odaklanmışlardır. Bu aslında Kürt tarihi olma iddiasıyla ortaya çıkan birçok çalışmanın ortak problemidir denilebilir. Bu Suriye, İran, Irak ve Türkiye Kürtleri’nin bugünkü durumunun gereksiz ya da önemsiz olduğu anlamına gelmemelidir. Aksine bu da Kürtler’in yakın tarihinin bir bölümüdür. Onların bu kitaptaki varlığını zaruri görüyoruz. Burada sorulması gereken soru şudur; Osmanlı imparatorluğundan çok önce Kürtlerin Musul’daki, Kazvin’deki veya Diyarbekir’deki siyasi tarihlerine değinilmeden neden Suriye Kürtleri’nin bugünkü durumuna odaklanılmıştır? Bu soruya verilecek en esaslı cevap girişte de belirttiğimiz gibi Kürt tarihinin çok bilindik bir mevzu olmadığı ve kaynak azlığının yol açtığı sıkıntılardır ki bu alanda çalışanların malumudur. Buna dayanarak Kürt tarihi araştırmacıları genelde kendilerine kolay bir yol seçiyorlar. Kürt tarihinin en bilindik ve en ulaşılabilir taraflarına yöneliyorlar. Ancak bu soruya verilecek bir başka cevap da şu olabilir: Bu kitabın editörlerinden hiçbiri Kürt tarihinin klasik dönemi üzerine uzmanlaşmış kişiler değillerdir. Modern Kürt tarihinde uzmanlaşmış olmaları kitabın içerik ve tonunu da belirlemiş, gerçek bir Kürt tarihi olmaktan ziyade daha çok modern Kürt tarihi yönünün ön plana çıkmasına sebep olmuş gözüküyor. Bu editörlerden her biri kendi alanında uzmanlaşmış kişiler olmalarına rağmen klasik Kürt tarihi alanında çok fazla yetkinlikleri yoktur. Burada esas eleştiriyi işi ehline vermeyen Cambridge yayınlarına yöneltiyoruz.

Bir başka dikkat çekici husus da şudur ki bu kitabın tarih ile ilgili bölümleri oldukça kısadır. Örneğin ilk makale, 15. yüzyıl ile 19. yüzyıl arası gibi çok geniş bir dönemi kapsıyor. Öte yandan neden 15. yüzyılla başlattıkları ise cevaplanması gereken bir sorudur. Söz konusu makale içerdiği değerli fikirlere rağmen oldukça kısa. Kitaptaki ilk iki makalenin yazarları aşağı yukarı dört asrı kırk sayfaya sığdırabilmişler. Oysa Osmanlı arşivinin çok küçük bir kısmına veyahut da Türkiye, İran ve Ermenistan’daki zengin el yazması kütüphanelere bakılıp layıkıyla bir inceleme yapılsaydı bu dört asrı yazmak için yüzlerce sayfaya ihtiyaç duyacakları görülecekti. Bu kaynaklara dayanarak erken modern dönemin Kürt hanedanlarının tarihini yazmak zor olmasa gerek. Bu hanedanların her birinin tarihi yüzlerce sayfayı rahatlıkla doldurabilecek zenginlikte. Bu ilk iki makalede Osmanlı arşivlerine, İran ve Ermeni kaynaklarına hiç referans yok. Bu anlamda kitabın organizasyonu oldukça problemli gözükmektedir. Kitaba periyodik bir başlangıç tayin edilecekse bu 15. yüzyıl değil belki 11. yüzyıl olmalıdır. Arap, İran, Ermeni ve Süryani kaynakları bir Ortaçağ Kürt hanedanlıkları tarihinin çerçevesini çizmek için kıymetli bilgilerle doludur. Ardından Osmanlı ve İran dünyası arasında konumlanmış olan her bir Kürt hanedanlığının tarihi müstakil başlıklar altında ele alınabilirdi. Bu iş, erken modern dönem Kürt hanedanlarının tarihi üzerine çalışma yapmış, makale ve kitap yazmış kimselerin uhdesine bırakılabilirdi. Elbette bu, makalelerin yazarlarının değil, bu hususlara değinmek ve Kürt tarihinin karanlık noktalarını aydınlatmak yerine kitabın sayfalarını ilgisiz konulara tahsis eden editörlerinin eksikliğidir. Bütün bu problemli noktalar üzerine düşünüldüğünde Kürt tarihi şeklinde attıkları tumturaklı başlığın altını dolduramadıkları görülecektir. Oysa editörler tevazu göstererek kitap için “Kürt tarihine giriş ya da kısa Kürt tarihi” şeklinde daha sade bir başlık seçmeliydiler.   

Kitabın tarih ile ilgili bölümünde eleştirilmesi gereken bir diğer husus da editörlerin yazar seçimiyle ilgilidir. Gerçekte çok az sayıda bir araştırmacıyla iktifa edildiği daha ilk bakışta görülecektir. Hatta buna ilaveten yazar seçiminde Kürt tarihi konusundaki uzmanlıklarıyla tanınan kişilerle yetindikleri söylenebilir. Örneğin Martin van Bruinessen, Sacha Alsancakli ve Yusuf Baluken gibi klasik dönem Kürt tarihi alanında uzman kişilerin burada olmaması şaşırtıcıdır. Burada editörlerden beklenen şey daha geniş bir bakış açısıyla hareket etmeleri, Kürtlerin tarihini yazmak için Osmanlı ve İran tarihçilerinden yardım almalarıydı. Osmanlı ve İran tarihlerine bakmadan, bu her iki dünyanın devasa kaynak külliyatından istifade etmeden Kürt tarihini yazmak imkânsızdır. Bazı durumlarda Osmanlı veya İran tarihi uzmanlarının ya da araştırmacıların konuya dair bilgisinin Kürt tarihini çalışanlardan çok daha fazla olduğu görülebilir. Örneğin Kumiko Saito, Abdullah Demir, Muhammad Ali Sultani, Walter Posch, Akihiko Yamaguchi ve Yavuz Aykan gibi Kürt tarihine dair yazdıkları çok değerli olan akademisyenlerin bu kitapta olmayışları üzücüdür. Her ne kadar doğrudan Kürt tarihi odaklı çalışmasa da yaptıkları yayınlar doğrudan Kürt tarihine ve alana katkı sunan birçok araştırmacı, bu kitabın bilimsel yönünü kuvvetlendirebilirdi. Örneğin Jean-Louis Bacqué-Grammont gibi büyük bir tarihçinin burada yer almayışı anlaşılır bir durum değil. Onun erken 16. yüzyıla dair yaptığı çalışmalar Kürt ümerasının Osmanlı ve Safevilerle olan ilişkilerinin bu dönemine ışık tutacak türdendir. Her ne kadar bütün verimli işleri boyunca Kürt tarihi uzmanı ya da Kürt tarihçisi olarak tanınmamış olsa da Anadolu’nun doğusuna ait Türkçe ve Farsça belgelerin neşrinden ibaret olan kıymetli araştırmaları Kürt tarihi için çok büyük bir katkı olarak görülmelidir. Hemen vurgulanmalıdır ki bu kitabın editörlerinin de takdir edeceği gibi Kürt tarihi yazmak için sadece Kürt olmak yeterli değil belki Kürt tarihçisi olmak bile kâfi gelmez. Her şeyden önce Osmanlı ve İran tarihini çok iyi bilmek, Farsça ve Türkçe’ye ve tabii ki Arapça’ya hâkim olmak gerekir. Büyük bir cesaretle denilebilir ki Kürt dili ve tarihi uzmanı olmak bu hususta en küçük bir ehemmiyete bile sahip değildir. İşte bundan dolayı Jean-Louis Bacqué-Grammont gibi büyük bir üstadın eksikliği hissediliyor. Osmanlı-İran dünyası odaklı çalışan ancak yayınları Kürt tarihi alanına doğrudan değerli katkılar daha birçok isim bu listeye ilave edilmelidir.     

Bu kısa yazıda kitabın tarih dışındaki konularını kaleme alan makale yazarlarını yargılamak gibi bir kastımızın olmadığı hemen belirtilmelidir. Bu bizim alanımız dışında bir konudur. Ama mecburen şunu da ilave etmeliyiz ki düzensizlik, uyumsuzluk ve problemler bu bölümlerde de az değil. Örneğin editörlerin Kurmanci diyalektinin tarihi üzerine müstakil bir makaleye yer vermeleri, diğer lehçelere de ayrı birer makale tahsis etmelerine rağmen Kurmanci’den daha kadimi, tarih ve edebiyatı ondan daha zengin olan Goranî lehçesine neden ayrı bir makale tahsis etmedikleri anlaşılabilir bir durum değildir.

Eleştirilmesi gereken bir başka husus da içinde her şeyin bulunduğu bu abguşt/etli güveç yemeğinde neden Kürt bölgelerinin arkeolojisine dair bir şeyin olmadığıdır. Bundan kastımız Irak Kürdistanı’ndaki Şanidar bölgesinin ya da Van civarındaki Urartu medeniyetinin arkeolojisi değildir. Zira bu arkeolojik alanları Kürt kimliği ile örtüştürmek çok zordur. Ancak oysa İslami dönem arkeolojisi ve Mezopotamya, İran ve Türkiye’deki Kürt hanedanlarından geriye kalan eserler okuyuculara Kürt tarihine dair çok faydalı bilgiler sunabilirdi. Örneğin Bidlis’in 14. ve 15. yüzyıl Kürt hâkimlerinden kalan ve şu an Amerika’da sergilenen sikkeler 15. ve 16. yüzyıl öncesi Kürt ümerası için çok iyi bilgiler verebilirdi. Oysa kitap bu konuda da oldukça sessiz. Thomas A. Sinclair gibi doğu Anadolu’da arkeolojik araştırmalar yapmış olan bir araştırmacı bu konuda bir makale yazabilirdi. Maalesef bu kitabın editörlerinin, içine her şeyin doldurulduğu bu tatsız abguşt/etli güveç yemeğinde neden arkeolojiye yer vermedikleri tam olarak bilinmiyor. Bütün diğer bilimlerden daha çok tarihe yakın olan arkeolojinin, Kürt tarihi iddiasıyla ortaya çıkan bu kitap için her şeyden daha mühim olduğunu söylemek gerekir. Ancak bu da görmezden gelinmiş durumdadır. Onun yerini edebiyat, dil, Kürt kimliği ve milliyetçilik gibi meseleler doldurmuştur. 

Kitapta görülen bir başka eksiklik hiçbir şekilde Kürt tarih yazımına yer verilmemiş olmasıdır. Kürtlerin İslam tarih yazımında oynadıkları rolü dikkate almak, ya da İdris-i Bidlisi’nin Osmanlı tarih yazımı sahasına sunduğu yenilikleri tespit etmek, Şerefname’nin Kürt tarih yazımındaki yerini irdelemek, Hakkâri ve Palu beylerinin tarih yazımını himaye teşebbüslerini açığa çıkarmak çok anlamlı olabilirdi. Örneğin bu hususta Erdelan beyliği özel bir yere sahiptir. Şerefname’nin 16. yüzyılın sonunda (1597) yazılmasından 19. yüzyılın sonuna kadar Erdelan mirlerinin himayesinde otuzdan fazla Erdelan tarihine dair kitap yazıldı. Bu kitapların önemli bir bölümünü hala İran ve Irak’taki kütüphanelerde el yazması şeklinde kalmış olmasına rağmen birçoğu da yayınlanmıştır ve herkesin ulaşabileceği durumdadır. Bu eserlerin incelenmesi ve Kürt tarih yazımının Osmanlı ve İran tarih yazımından etkilenmesinin araştırılması aynı şekilde Kürt tarih yazımının hiçbir yerde rastlanmayan kendine has özellikleri bu kitapta değinilmeyen meselelerin başında gelmektedir.

Kitabın iddialı başlığının içeriğiyle uyuşmamasına bağlı olarak ortaya çıkan bir başka problem de editörlerinin Kürt bölgesinin tarihi coğrafyasına değinmemeleri eksikliğidir. Kürt tarihi ile hiç alakası olmayan Kürt tiyatro tarihi veya Avrupa ve Amerika’daki Kürt diasporasına dair makale kaleme alan yazarlar yerine editörler Kürt tarihi coğrafyasına dair makale kaleme alacak bir yazara yer vermeleri daha uygun olurdu. Böyle bir makale kitabın ilk makalesi olabilir ve esas mevzuya girmeden önce Kürt coğrafyasına dair bir perspektif verebilirdi. Okuyucuyu Kürt tarihi coğrafyasıyla, dağları, nehirleri, gölleri, ovaları ve kaleleri ile tanıştırabilirdi. Açıktır ki Kürt tarihi başlığı taşıyan bir kitap için tarihi coğrafya diaspora ve tiyatro tarihinden çok daha temel ve önemlidir.

Sonuç olarak Cambridge yayınlarından, serinin diğer kitaplarında olduğu gibi ciddi tarih odaklı bir çalışmayı ortaya çıkarması beklenirdi. Bu alanda ilk bilimsel çalışma olma hevesine kurban edilerek aceleye getirilmiş olan bu kitaba alanın uzmanları katkılar sunabilir, bu sayede daha iyi organize edilmiş bir metin, referans kaynak niteliği taşıyacak bütünlüklü bir Kürt tarihi ortaya konulabilirdi. Ayrıca Cambridge’nin İran ve Türkiye tarihi serisinin çok ciltli olduğu düşünüldüğünde Kürt tarihinin de böyle olması gerekirdi. Oysa kitap bu haliyle önceki ciltleri olmayan Kürt tarihi serisinin 20. yüzyıla odaklanan son cildi izlenimi veriyor.

h.jpeg

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.