Veysel Çamlıbel

Veysel Çamlıbel

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürt Siyaseti Kendi Sosyolojisi ile Buluşmak Zorunda

A+A-

Bilindiği gibi, Kürtler geniş coğrafyaları üzerinde, en temel insan haklarından mahrum olarak yaşayan bir halk. Yüz yıllardır her şeye rağmen çoğunluğunu koruduğu coğrafyasında bu kadar büyük nüfusu ile siyasi bir statüsü edinememiş, devletleşememiş tek halk konumunda. Üstüne ölü külü atılmış Kürdistan coğrafyası bu gün farklı bir konumda, bütün parçalarıyla hareketli, eş zamanlı bir özgürlük arayışı içerisinde. Şu dünya ve bölge koşullarında, bu eş zamanlı hareketlenme, dipten gelen dinamik değişim, yepyeni bir durumun varlığına işaret ediyor.

Bölgede soğuk savaş döneminin iklimi değişiyor, güç dengeleri farklılaşıyor Kütler artık önemli bir aktör. Uyanmada gecikmiş bir halk coşkulu bir su örneği akacağı yatağı arıyor. Ortadoğu coğrafyasının bölge ve uluslar arası geleceği düşünüldüğünde Kürtlerin durumu özel bir önem taşıyor. Kürtler, bölgede daha yaşanılası bir gelecek için belirleyici bir dinamiği ifade ediyor. Abartıdan uzak bir değerlendirmeyle, Kürtlerin özgürleşmesi, bölgede eşit halk statüsüne yükselmesi Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin anahtarı durumundadır. Kürtlerin özgürleşmesi, eşit halk statüsüne kavuşması ile, uyutulmuş / aldatılarak yönetilmiş diğer halkların da kendilerini gerçek anlamda fark etmelerini, özgürleşmelerini sağlayacak, daha iyi geleceğe sahip olma imkanı bulacaklardır.

Dünya değişti, Kürtler de eski Kürtler değiller. Kürt özgürlük arayışları şu yeni yüzyılda, vardığı aşamada belirgin şekilde dini referanslar ötesinde bir yaşama yüzünü dönmüş. Kürtler şu son yüzyılda, kutsal bilinen dinin milliyetçiliğin nasıl payandası olarak kullanıldığını yaşayarak öğrendiler. İslam dini son yüzyılda Türk, Arap, Fars milliyetçi akımlarca orasından burasından çekiştirilerek millileştirildi. Denilebilir ki bölgede, saf, kavmiyetçiliğin istila edemediği İslam kala kala Kürtlere kaldı. Kürtlerin İslam algılayışı, yorumu bu gün bile İslam öncesinin inançların izlerini içinde taşıyan farklı bir kıvamda. İfade edilenlerin aksine, varılan yerde Kürtler siyasal İslam amacı, din esaslarına göre yönetilen bir düzende çıkarı olmayan, bunda yararı olmayan bir halk durumunda.

Kürtler kuşkusuz yüzlerce yıllık geleneksel yanlarıyla ve moral değerleriyle yaşayan, muhafazakar bir halk. Ancak, yaşayarak öğrenilmiş, küreselleşen bir dünya ortamında da artık ahretle sınırlandırılmayacak, seküler bir yaşama, dünyevi bir geleceğe yüzünü dönmüş bir halk. Başka bir cepheden Kürdistan, zenginlikleri ve coğrafi konumu nedeniyle öteden beri üstünde oyunların oynandığı stratejik bir coğrafya olarak önemini koruyor. Oldukça zengin su, petrol, diğer önemli yer altı zenginlik potansiyellerine sahip. Petrol ve su varlığı özellikle ‘’ eli kolu uzun ‘’ olanların oldum olası iştah kabartıyor. Kürtlerin varlık içinde yoksulluğa, çaresizliğe, ‘‘ ağzı var dili yok’’ bir halk olarak kabul edilemez bir yaşama mahkum edilmesi, coğrafyanın bir bütün olarak savaş ve yıkım alanı haline getirilmesi Kürt halkı bakımından çoktandır katlanılabilir bir durum olmaktan çıkmıştır...

Kürtlerin gelecek tutkusu, umutları, beklentileri büyük. Yaşadığı toprakların ekonomik gelişmesini sağlamak, geri siyasal / sosyolojik dokuyu aşmak, sözlü kültürünü yazıya dökmek, binlerce yıllık dili ve kültürü ile aydınlanmak, tarihsel kökleri üzerinden modernleşmek, eşit halk / ulus statüsünü kazanmak elbette Kürtlerin de hakkı. Özetle; Kürtler bölge devletlerinden alacaklı durumunda olan, halk olmaktan, hak sahibi olmaktan kaynaklı alacaklarını yüz yıldan bu yana tahsil edememiş, vardığı yerde de alacağında kararlı ve ısrarcı olan bir halk. Ve bu hakkın kazanılması - kullanılması, varılan noktada bütün Ortadoğu’ nun gündemine oturmuş durumda. Kürtler olgunluk / kemale erme aşamasında, varoluşunun sırrına ermiş, özgüven sahibi, kızgın ateşi elleriyle tutmada kararlı. Kürtler kendi kendisini iç kavgalarla tüketmenin kahrını ziyadesiyle çekmiş, iç husumetlerden bıkmış, birlik amacını öne koymuş bir halk. Bu gün birlik olma fırsat ve imkanlarını en iyi bir şekilde kullanabilmek, Kürtler bakımından kuşkusuz yaşamsal bir önem taşıyor.

Kürt coğrafyası ile birlikte; Kürt sosyal dokusu, tarihi, kültürü, Kürt siyasal yaşamı bölünmüş. Bunun yanında, farklı parçaların ortaklaşması yolunda gelişmekte olan, birlik olmayı arzu eden bir algılama da var. Kürt coğrafyasının her bir parçasında bilindiği gibi farklı koşullar, farklı imkanlar, der demez farklı sonuçlar söz konusu. Kürtler, bütün parçalarda çıkarı gerçek bir laik yaşamdan yana olan, yaşama – geleceğe dair umudunu İslam birliğinde bulamamış, kendisini fark etmiş, dünyevileşmiş bir halk. Aydınlığa ulaşmanın yolunun, kendisini sıkı sıkıya kuşatan Ortadoğu’da kurulan tuzaklardan uzak, batı dünyasının değerleriyle buluşmaktan, etkileşmekten geçtiğini görüyor. Kürtler, batının tarih içinde yarattığı özgürlükçü değerlerini bu gün ne yazık ki yeterince sahiplenmediğini görse de, yüzünü oraya dönmede kararlı.

Kürdistan’ın kuzey parçası bir çok bakımından batı kültürü ile daha çok buluştuğu / etkileştiği ve en büyük parça olması hesabıyla önemli olduğu, sonuç olarak genel gidişat üzerinde önemli etkileri olabileceği biliniyor. Koşulları, doğan imkanlar bakımdan diğerlerinden farklılık gösteren Kuzey Kürtleri için kendi şans ve imkanlarını gereği gibi değerlendirilemediği, kullanılamadığı kanısı, Kürtler arasında yaygın bir kabul görüyor. Bu değerlendirmeler kuşkusuz anlaşılabilir nedenlere dayanıyor. Birçok neden var bu olumsuzlukları yaratan. Türkiye koşullarında Kürtlerin durumu, elbette diğer parçalardakinden bayağı farklı. Ancak Bu faklılıkların neler olduğunu göstermek, bu farklılıkların belirgin köşe taşlarını yerli yerine koymak gerekiyor… Bu makalede düşünce ve değerlendirmemiz de kuzey parçası, oradaki yaşam koşulları ve Kürtler üzerine olacak.

Bir kere; Türkiye 200 yıldır batı bağlantılı değişime uğrayan bir ülke diye ifade edilse de, tarihsel serüveni ve coğrafi konumu, sorunları ve çözüm eğilimleri bakımından önemli ölçülerde bir Ortadoğu ülkesi. Diğer yandan Ortadoğu ülkelerden de birçok bakımdan farklılaşmış bir ülke. Fransız modernitesini örnek almış, kuru – sıkı, tepeden inmeci bir devlet inşası denemesi. Türkiye’de devlet, tarihsel olarak, Osmanlıdan devralınan bir mirasın, yönetme deneyiminin, birikimlerinin sahibi. TC devlet inşası, toplumun geneline, Kürt halkına karşı konumlanışı, halkları sıkboğaz ederek yekpare bir millet yaratma uygulamaları, yaşayan gerçekliğe karşı kaba bir baskı ve inkarı birlikte getirdi. ‘’ Laik cumhuriyet ’’ devleti kutsallaştırmış, fetişleştirmiş temel kavramlardan. Laiklik de, Cumhuriyet kavramı da topluma ait değil, devlete ait, Cumhuriyet, halkın değil, ‘’ devletin cumhuriyeti ‘’ .. Vatandaşın statüsü şöyle – böyle diye tarif edilse de, fiilen tebaa durumunu yansıtıyor, öyle ki insan için hak yok vazife esastır. Her şey devlet için, devlete göre düşünülüp, her şey devletin kutsallığı üzerinden yürüyor, laik Cumhuriyetin siyasal kültür bu.

Milleti, ülkeyi, daha birçok temel kavramı devlete ait gören, aşırı merkeziyetçiliğe eşlik eden kuru sıkı bir milliyetçi konumlanış egemen. Böylesi bir anlayışa bakılırsa, devletin siyasal sınırlarını belirleyen milletin yaşadığı coğrafya değildir. Ülkenin sınırlarını devlet çizmiştir, onun toplumsal, sosyolojik bir karşılığı da yoktur. Millet / ulus da; devletin ulaşabildiği, elinde tutabildiği sınırlar içerisinde farklılıklara bakılmaksızın gönlünce yaratabileceği, imtiyazsız, sınıfsız yekpare bir homojen kitledir. Devletin sahibi seçkinlerdir, fiilen yüksek asker – sivil bürokrasidir; halkı halka rağmen medenileştirip ‘’ muasır medeniyet seviyesine’’ çıkartacak olan da bu bürokratik aygıttır. Onun için de, 1950 yılından bu yana sandıktan kim çıkarsa çıksın ülkenin, milletin gerçek sahibi asker – sivil yüksek bürokrasi olmuştur. Asker dokunulmaz, kutsal görülen bir güçtür, vatan – milletin somutlaşmış iradesidir, toplum adına en büyük söz ve karar sahibidir, son sözü de o söyler, gerek görürse her zaman için darbe yapma, yönetime el koyma hakkına sahiptir ( ! )

Devletin topluma, halklara karşı böylesi konumlanışı ile bile olsun toplum üzerinde oluşturduğu vesayet rejimi, Türkiye ‘ de Kürt sorununu, Irak, İran’ da ki sorundan önemli şekilde farklılaştırır. Türkiye koşullarında Kürt yoktur, Kürt kimliği diye bir kimlik yoktur, dolayısıyla hakları da söz konusu değildir. İran ve Irak koşullarında Kürtler, Türkiye’ deki anlayışın aksine, devlet nazarında öteden beri Kürt olarak bilinir, rejimlerle Kürt halkı arasında belli bir temas ve esneklik payı, yanlışı düzeltme payı şu yada bu ölçülerde de olsa her zaman için vardır ve var olmuştur. Türk egemenlik sisteminde, Kürt olmayınca Kürt dili, kültürü kaba bir inkarla, çeşitli yol ve yöntemlerle asimilasyonun açık hedefidir. Türkiye’ de vatandaş isen, vatandaş görülmek istiyorsan, mutlaka Türk soyundan olmasan da Türklüğü benimsemiş olman gerekir. Yasalarla, daha ötesi açık kaba uygulamalarla kendi doğal ve yaşayan kimliğini yok saymak, inkar etmek size dayatılır; kendini Türk olarak gör rahat et, başka da yolun yok denilir insanlara.

 

Şimdi Türkiye koşullarında Kürtlerin yukarda ifade ettiğimiz farklı olan konumuna, o çerçevede gelişen kimi toplumsal, siyasal gelişmelere değinelim.

 

A ) Güney Kürtleri yüz yılı bulan siyasal mücadeleyi var olan toplumsal gerçeklikleri üzerinden yürüttüler, kendi sosyal dokuları üzerinde yükselen direnişlerle, kendi özgün siyasal partileri ve siyasal çıkarları ile buluşup sürdürdüler. KDP, beğenelim - beğenmeyelim kökleri halk içinde yaşam bulmuş, siyasetleri yaşam gerçekliklerine oturan böylesi bir partidir. 1940 yılı ortalarında, 2. dünya savaşı koşullarında, İran’ da Komele, İ-KDP, irili ufaklı diğer siyasal oluşumlar sosyal dokuları üzerinden var olmuş siyasal inisiyatifler, partiler, hareketlerdir. Türkiye’ de ise durum önceleri bir yanda tutulursa, Cumhuriyet sonrası oldukça farklıdır; farklı bir rotaya girmiş, farklı bir yol izlemiştir. Cumhuriyet yönetimi döneminde, Kürtlerin kendi tarihleri ve sosyal yaşamları ile örtüşen siyasal parti, siyasal hareketler yaratabilme zeminleri ve imkanları hiçbir zaman olmadı, gerçekleşemedi.

Türkiye’ de farklı Kürt alt kimliklerini / cemaat kimlikleri barındıran Kürt sosyal dokusunun ( feodal – aşiretçi doku ) kendi öz siyasal imkanları ile buluşabilmesi Cumhuriyetin başından itibaren önlendi. Kürtlerin geçmişleriyle, tarihleriyle bağları koparıldı. Kürt kimliğinin, toplumsal - siyasal yaşamının şekillendiği, Kürtçe’ nin, Kürt kültürünün yaşam bulduğu kurumların başında medreseler geliyordu. Önce Kürt medreseleri kapatıldı. Kürtlerin, geçmişleri, tarihleri, sözlü kültürleri, edebiyatları ile olan bağları temelden koparıldı, yazı dili şansının önü kapatıldı. Laiklik adı altında, topluma, halklara ait olan İslam dini devletleştirildi, başka milliyetlere, millet topluluklarına da ait olan İslam dini devletin güdümünde Türkleştirilme yoluna girdi. Türk etnik kimliği bir başına toplumsal – siyasal bir çekim merkezi oluşturamadığından, buna sağlamaya yetmediğinden ’’ Türk İslam sentezi’’ anlayışı bir Türkleştirebilme politikası olarak ısrarla yürütüldü. Diyanet İşleri, İslam’ı Türkleştirmenin başlıca etkili kurumu olarak kuruldu.

Kürtlerin binlerce yıllık baba ata topraklarında geliştirebilecekleri siyaset, partileşme çabaları, böylece kendi tarihinden, doğal dokusundan, sosyolojisinden, sosyal gerçekliğinden koparılıp boşlukta kaldı. Yaşanılan topraklarda özgün Kürt siyasallaşması imkanlarının bütün yolları kapatıldı. Kürtlerin geçmişi unutturulup, geleceği karartıldı. 27 yıllık tek particilik döneminde siyasetin kör tıpayla kapatılan kanalları yaşamı güdükleştirdi. Kürdistan bölgesi kalkınmadan, gelişmeden, siyasallaşmadan uzak tutulup, Kürtler ulusallaşmak imkanlarından uzak tutulunca, Kürtlere, cemaat kimliklerine, dayanışmayı mümkün kılan geleneksel yaşamlarına daha çok sarılmaktan gayri bir yol kalmadı. Kürt halkı; toplumsal yaşamda aşiretleri, kabileleri, aileleri, kısacası alt cemaatleri bir arada tutma misyonunu gören İslami değerlere, onun düzenleyici rolüne daha çok sığınmak zorunda bırakılmış oldu.

1945 sonrasında, dünyadaki demokratik gelişmelerin dayatmasıyla, hepsi de devletten olma, CHP’ den doğma partilerle sözde çok particilik düzenine geçildi. Türk çok partili egemenlik sistemi sorun çözmeyen esaslar üzerinde maharetle oturtuldu.. O güne kadar siyaseten ‘‘ memnu bölge ‘‘ edilen Kürt coğrafyasında 1945 sonrasında da Kürt halkını sahiplenecek siyaset ortamının doğmasına, gelişmesine yol – geçit verilmedi. Düzen partilerin bile orada serbestçe örgütlenmesi, siyasi faaliyet göstermesi fiilen önlendi, yasaklandı. Sonralarda ise devletçi gelenekten gelen her bir parti, Kürt cemaat kimlikleriyle seçimden seçime ilişkiler geliştirerek, onlardan her biri bir bölüm ağayı - beyi - aşiret reisini, isyancı ailelerin kimi yılgın mensuplarını ehlileştirip, parlamentoya taşıdı. Yerel yönetim seçimlerindeyse aşiretler, cemaatler, aileler arası husumet temel bir siyaset tarzı olarak teşvik edildi. Kürt coğrafyasında siyaset halkın bir araya getirilmesine değil, daha çok aralarındaki iç çekişme ve husumetleri teşvik etti, böylece Kürt halkı geleceğe yönelik kendi öz siyasal dinamiklerini yaratabilme şansından mahrum bırakıldı.

 

B ) Kürt aydınları, yetişen Kürt öğrenci gençliği zamanla, özellikle de 1960 sonrası bu yaşanılan olumsuzlukları görüp - düşünüp, bir fasidin, çözümsüzlüğün içinde olduklarını gördüler. Meslek edinmiş ama geleneksel değerlerini koruyan, yeterince donanıp sosyalleşememiş bir kesim diploma sahibi okumuş, meslek edinmiş insanlar, ağaları – beyleri - aşiret reislerinin, kasaba ‘’ ileri gelenlerinin‘’ gelecek vaat etmeyen siyasetlerinin ortağı ve takipçisi oldular. Kürt kimliği ile kendilerini ifade edemeyecekleri siyasetlerde kendi ikballerini aradılar. CHP’ ye karşı DP saflarında siyaset yaptılar. Bir bölüm değişime, gelişmeye açık duran bir takım aydın da, var olan Kürt sosyal dokusundan bir kurtuluş umudunun çıkamayacağını, feodaliteyi, aşiret düzenini aşan bir arayışın ardına düştüler.

Yeni bir çare arayanlar çok da umutlu olmadıkları çetin bir yola girdiler. Kimi Kürt aydınları ise 1950 sonlarına doğru kızışan CHP – DP çatışması ortamında Kürt halkının çıkarları adına CHP’ yi ehveni şer olarak görüp, DP’ ye karşı CHP gibi devletçi bir partinin saflarına yaslanma beis görmediler. !960 sonrasında, üniversiteli, liseli Kürt gençliği öğrenci hareketleri gelişti, 1968 üniversite işgallerinde ön sıralarda yer ve rol aldılar. Aralık 1959 yılındaki ‘’ 49’ lar tevkifatı ‘’ Kürt gerçekliğinin fark edilmesi bakımından oldukça önemli bir olaydır. 27 Mayıs askeri müdahalesi; CHP’ nin darbedeki özel çabası, üniversitelerde harekete geçirdiği Kemalist çevrelerle, gençlik ve başta yargı olmak üzere asker – sivil bürokrasisi ile tam bir uyum içinde gerçekleşti.

Şekillenmeye başlayan Kürt öncü kadroları 1960 başlarından itibaren Türkiye’ de belli bir ilgi bulan sol değerlerle ( ki bu sol, özü itibariyle Türk uluslaşmasını / moderleşmesini hedefleyen bir anlayıştı ) , bir süre sonra da Kemalizm’ in sol yorumlarıyla iç içe gelişen sosyalist değerlerle, daha sonraları ise, sosyalizmin onun uluslar arası düzeyde farklılaşan değişik renkleriyle tanıştılar. Kürt geleneksel sosyal kesimleri, Kürt İslam’ı ve muhafazakarlığı ise; mağduriyet siyaseti ile kendisini İslamcı Türk muhafazakarlığı üzerinden DP’ ye bağlamıştı. Çareye, çözüme giden yol neresiydi? Kürt aydın ve yurtsever gençliği için model alınacak, öncelerde yaşanmış bir deneyim de yoktu. Sol kulvara giren, orada yoğunlaşan aydın ve gençler de başka bir yoldan sağlam kılavuzlardan yoksun bir şekilde yürüyüşteydi.. Kürt halkının kendi geleceği, kendisi için koşturduğu belirgin bir siyaseti yoktu, mesele zalimin demokratikleşmeye razı edilmesiydi. Kürt özgürlük arayışı kendisi için bir güç olabilir miydi, halktan kopmadan, onunla buluşup, nasıl bir mecradan akacaktı? Diğer yandan Irak’ta Melle Mustafa Berzan’i ve yürüttüğü hareketin toplumun silkinip uyanmasında, sonuç almada önemli bir şansı, çekiciliği vardı.

Geri ülkelerde de sosyalizm, İslami sosyalizm kavramları konuşulur olmuştu. Arap dünyasında, Suriye’de, Irak’ta Basçılık doğmuştu, Mısır’ da Nasır ise büyük bir semboldü. Manzaraya bakılırsa Türkiye’ de yeni bir dönem başlıyordu. Kürt hak – hukuk - özgürlük arayışlarında, sola da imkan tanıyan siyaset, aydın çevrelerde henüz sözü edilen sosyalist yöneliş Kürt gerçekliğini kabullenipTürkiye siyaset gündeme taşıyabilir miydi? Ama diğer yandan yaman bir paradoks, çekişme vardı sol politikalara meyleden aydın ve gençlerde. Kürt aydın ve gençleri donanımsızdı, ciddi bir asgari birikimden yoksundu. Dil, kültür, tarih, sanat - edebiyat ile ilgileri, iddiaların yetersiz, kendi kökleri üzerinden bir uyanma, aydınlanma yaşayamamışlardı. Bir kere kendileri olamamışlardı. Siyaset onlara göre halkın kurtuluşunda, özgürlüklere kavuşmada nerdeyse tek mücadele yoluydu. Fikir çeşitliliği içinde merak etme, araştırma, bilgilenme / aydınlanma, dil, kültür, edebiyat, tarih, felsefe gibi donanımlı olmayı gerektiren değerler dünyası siyasetin gölgesinde duruyordu. Siyaset belki de birçok başka mücadele biçimlerinin de kapısını aralayacak, ön açıcı olacaktı. İç çekişmelerin, husumetin kaynağı aşiret düzeni, feodalizm aşılabilirdi, kaba bir siyasal karşıtlık, toplumsal çekişme böylesi bir amacı sağlayabilir, bunun için yeterli olabilir miydi ? Oysa dilimiz, bütün sözlü kültürel değerlerimiz, tarihimiz, geleneksel sosyal dokumuzun, tabir uygun düşerse binlerce yıllık bu çeyiz sandığımızın içindeydi.

Feodaliteyi, aşiret yaşamını, onun halkı içten bölen siyasal kültürünü eleştirmek, sonuçta onu aşma gerekliliğini fark edip değiştirmeye çalışmak, elbette doğru bir tutumdu. Ya halkın dini değerlerini küçümsemek, ondan da ötesi kaba din karşıtlığı ne oluyordu? Din ve inanç dünyası toplum ve insan yaşamında doğal ve kaçınılmaz bir realiteydi. Halkımızın doğal sosyal dokusu her şeyden önce bizi biz yapan değerleri içinde taşımakta, korumaktaydı. Hem geri sosyal dokuyla mücadele, hem de varlığımızı, zenginliklerimizi koruyabilmek ve onun üzerinden geliştirebilmek, bu dehşet girift, çelişkili bir meseleydi. Yapılması gereken zor ayıklanır bir meseleydi, sağlam bir bilgi ve donanımı gerektiriyordu. Doğrusu bizler deneyimsiz, donanımsız olarak bunu, bu önemli gerçekliği yeterince anlayamamış, kavrayamamıştık. Geri toplumsal kurumlar, değerlere karşı vaziyet alırken, onunla birlikte, dilimizi, kültürümüzü, tarihimizi önemsemez duruma sürüklenmiştik.

Kürt öncü aydın kadrolar, siyasetten öteye, siyaseti de çepeçevre kucaklayacak Kürt fikir dünyasını oluşturmaya, mülteci Osmanlı Kürt aydınlarının 1930 başlarında Suriye’de başlattıkları, Kürt diline, tarihine, kültürüne yönelik aydınlanma çabalarını bırakılan yerden sürdürmeyi beceremediler. Sosyalizm bizim bakımımızdan kolay anlaşılır, sonuç verici bir mesele olabilir miydi? Siyaset rehberlerimiz Türk solcuları ve sosyalistleriydi. Onlar da başkalarının, batı kaynaklı materyallerin, örneklerin, anlayışların kopyacılarıydı. Bizler de onların etkisindeydik. Uzunca bir süre Türk ‘’ devrimci ’’, ‘’ sosyalist’’ kesimlerine özenen Kürt genç kadrolar kedilerini unutacak kadar Filistin, Vietnam, Küba örneği mücadeleleri yakından izleyip savundular, desteklediler. Kendileri olmadan enternasyonalist olabileceklerini sandılar..

 

C ) Dünyadaki, Ortadoğu’ da ki gidişata da uygun olarak, Kürt özgürleşme imkanlarını sol / sosyalizm kulvarında arayan öncü aydınlar, idealist genç kuşaklar elbette yalnızca solculuktan beslenmediler.Diğer Kürt mücadelelerinden, özellikle 1961 tarihinden itibaren Güney Kürt özgürlük mücadelesinden oldukça etkilendiler. Türkiye’de devlet ayni tarihlerden itibaren soldaki siyaset trafiğini yönetmede, yönlendirmede, hareketleri bölüp güçsüz kılmadaki rolünü oynadı. Sola doğru açılımı ulusal sol çizgide tutmada zorluk çekmedi, bir çok olumlu gelişmeyi önleyebildi. 1960’ ların sonuna doğru, Türkiye’ de solun, sosyalist gelişmenin Kürt sorunu gibi ağır bir sorunu taşıyamayacağı birçok belirtiyle açıklık kazanmaya başlamıştı. Devletçi sol / sosyalist anlayışa milliyetçiliğin keskin zehri sinmişti. Güçsüzleşen derme çatma lokomotif, vagonları, özellikle de oldukça ağır yük taşıyan Kürt vagonunu çekemez oldu. Kürtler, sosyalist etiketi taşıyan ve gelecek vaat etmeyen siyasal tıkanıklığı görmüşler, ulusalcı sola teslim olmuş siyasal hareketlerle artık bir yol ayırımına gelmişlerdi.

Özellikle de 12 Mart 1971 askeri darbesiyle Türkiye Solcuları / sosyalistleri ile Kürtlerin ortak örgütlerdeki hesapları ayrışarak netleşti, yolları ayrıldı. Ardından, sol / sosyalist toplumsal, siyasal değerlerle buluşmuş, kayıpları yanında kendince deneyim kazanmış Kürt aydınları, gençleri yanlışı doğrusuyla kazandıkları sol / sosyalist kültür çerçevesinde, kendi bağımsız örgütlerini kurmaya yöneldiler. Oluşturulan Kürt siyasal yapılarının nerdeyse tamamı solcuydu. Bu örgütler kendi gerçeklikleri konusunda, Kürt sosyal dokusuna yakın durmada, onu kavramada başarısız oldular, kendi dilleri, kültürleri, tarihi deneyimleri, kendi özgün yöntemleri ile siyaset yapmada sıkıntı yaşadılar. Özgün aydınlanma çabalarını, dil ve kültürlerinin uyanıştaki rolünü bir çeşit farkında olmaksızın önemsemediler, hatta küçümsediler. Varsa yoksa tek mücadele yolu siyasetti, tek mücadele örgütü siyasal partiydi.

Bu nedenle de gelişebilme, halkla buluşma şansı daralıyordu. Doğrusuna bakılırsa; örgütleri ayrı, amaçlarında farklı olsalar da, Kürt örgütleri / partileri; büyük ölçülerde Türk sol / sosyalist örgütlerinin, oradaki değişik eğilimlerin benzerleri, değişik versiyonları biçiminde örgütlenmişlerdi. Hayalleri, iddiaları ile konumlanışları, yaptıkları üst üste oturmuyordu. Siyasal kültürleri sorunluydu, uzlaşıcı, paylaşımcı olmaktan uzaklardı. Türk ‘’ yoldaşları’’ gibi kuru – sıkı söylemleri seviyorlardı. Solcu Kürtler edindikleri ben merkezci, kolaycı, çatışmacı kültürlerini büyük ölçülerde bilerek, benimseyerek sürdürdüler. Aynı şeyleri söyleyip farklı yerlerde durdular. Birçok zaman birbirleriyle uğraştılar, ama bir araya gelememek için de kırk dereden su taşıdılar. Bu gün varılan noktadaki Kürt parti girişimlerinin, birlik arayışlarındaki başarısızlığın nedenlerini, büyük ölçülerde bu geçmişte, o sözde sol / sosyalist alışkanlıklarda aranmak gerekiyor.

 

D ) Bu noktada PKK ‘ nin durumuna değinmekte yarar var. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki PKK soğuk savaş ortamında doğmuş, devlet – Kürt halkı arasındaki uzlaşmaz ilişkide bir sonuçtur. PKK’ yi yaratıp besleyen şiddet politikalarıdır. 12 Eylül 1980 ile genişleyen, derinleşen baskı ve sindirme ortamında PKK eliyle karşı şiddet örgütü olarak yaşam buldu. Gerçi PKK’ nin amaca şiddet yöntemleriyle ulaşma anlayışı başından beri vardı; onun ‘’Kürdistan Sömürgedir‘’ tespitiyle uyumlu bir çıkıştı. Devlet – Kürt halkı ilişkisi bilindiği gibi inkar üzerinde bina edilmiş, baskı, korku ve şiddetle sürdürüle gelen bir ilişkiydi. Bu ilişki ancak karşı şiddet metotlarıyla çözülür, bunun için de ‘’ mücadeleyi silahla, silaha dayalı siyasetle, silahlı propagandayla yapmak gerekir ‘’ gibi bir anlayıştan yola çıkan bir çıkıştı PKK’ nin ki….

PKK’ nin başlangıç kadroları; açık sivil siyasetten çok asker olabilecek, emir komuta ile yürüyen, büyük ölçülerde yoksul, aile düzenleri gelecek vaat etmeyen, çözülen köylülükten, orta sınıflardan gelen, Kürtlükten ziyade tepkici devrimci olmayı öngören, Kürtlerin dışında da ‘’ devrimci ’’ gençlerin katıldığı, kaybedecek şeyleri olmayan kadrolardı. PKK varlığını, gelişmesini şiddet üzerine kurguladı, öyle de yürüdü. Kürt sosyal dokusunun karşıt güçlerinin geleneksel karşıtlıklarından, çatışmalarından çokça yararlandı. Diğer Kürt siyasal oluşumlarını, kesimlerini de hedef aldı. Yerel sosyal güçlerin üzerinde genel bir otorite kurmak gibi bir amaçla hareket etti. Devletin Kürt sorununu kavramada ki küçümseyici yetersizliği, PKK algılayışı, ona karşı yürüttüğü şiddet, halkı da hedefleyen ezme / itaat ettirme yöntemleri PKK’ yi daha da güçlendirdi. Devletin Hamidiye alayları örneği gerçekleştirdiği, Kürdü Kürde kırdırtma aracı olarak maaşa bağlanan, silahlandırılan ‘’ koruculuk ‘‘ ile halk karşı kamplara bölündü, yara büyüdü. Bu tahripkar politikalar şiddeti tek yöntem, PKK’ yi Kürt sorununun çözümünde olmazsa olmaz tek güç konumuna yükseltti. Bu değerlendirme her türlü subjektif niyetten uzak bir realite olarak önümüzde durmaktadır...

Varılan yerde PKK diğer bildik Kürt örgütlerinden oldukça farklı, bir soğuk savaş dönemi örgütü niteliğini değiştirmiş, aşmış değil. Şiddete karşı şiddet yöntemleri benimsemiş bir örgüt olma anlayışını, yapısını büyük ölçülerde koruyor. Devlet derseniz o şiddet metotlarında ısrarcı. Ama şiddetin sorun çözmediğini de görüyor. PKK’ nin değişebilmesi, yenidünya koşullarına uygun, barışçı çözümlere yönelmesi beklenilir. Barışçı siyasal yöntemleri benimsediğini, çözümlerin bu yollarla olacağını, karşılık görürse silahları temelli bırakacağını da ifade ediliyor olması önemli. Şiddete karşı, karşı şiddet bir sonuç. Devlet Kürtleri, eşitliğe dayanan hukuk taleplerini kabullenmiyor, meselenin özü bu. Kürtlerin ısrarlı isteği, devlet Kürtlerin de devleti olarak değişsin, demokratikleşsin, ortak bir vatanda zorbalıktan uzak, eşit halklar olarak gönüllü birlik kuralım, dilimiz eğitim dili, yaşayan kültürümüz serbestçe gelişsin, insanca, adilce yaşayalım diyor. Doğrusu, bu istekler, Kürtlerin gerçeklerle yüzleşen, aşağı çekilmiş, makul, barışçı, demokratik istekleridir. Şu dünya koşullarında bu istekler, gerçekçidir, kabul görmesi mümkündür.

Ama neticede, ortak bir ülkede, bir arada yaşamak zorla olabilecek bir ilişki değildir. Karşılıklı gönüllülüğe dayanan bir ilişki halkların ortak iradesini gerektirir. Türk halkı buna hazır mı? Türk halkının Kürt halkıyla eşit bir statüde yaşama iradesi göstermesi, bu devlet benim, senin, diğer tüm yurttaşların olmalı diyebilmesi, bunun için ortaya bir demokratik irade koyması gerekir kuşkusuz. Buna engeller de bayağı büyük. Türk halkının demokrasi ister gözüken kesimlerinde böylesi bir çaba ve birikim imkanı henüz gözükmüyor. Ortalama bir Türk’ün gözünde, Kürt, tüm diğer etnisiteler, tüm dinden inançtan insanlar, bir bütün toplum ve ülke devlete ait olarak algılanabiliyor hala. Oysa, devlet, hepimize, tüm halklara, farklılıklara, yurttaşlara aittir diyebilmek demokrasi için ön koşuludur. Farklılıkların bir arada yaşama isteği taraflarca istenir, gönüllülüğe dayanırsa gerçek bir birlik olabilir ve bu birlik kalıcı olabilir. Birlik evlilik gibi gönül rızasıyla, karşılıklı evet demeyle ve karşılıklı güvenle yola çıkar. Ama birlikte yaşama yanında boşanabilme özgürlüğü de vazgeçilmez bir hak olarak bilinir, tanınır.

 

E ) PKK’ nin, onunla aynı halk desteğine oturan, yasal – açık bir faaliyet yürüten HEP ile başlayıp daha sonraki partilerle süren ana akım siyasal çizginin Kürt halkını bütünüyle temsil ettiği ya da edeceği elbette söylenemez. Kürt halk potansiyelleri kendisini tek tip bir siyasal hareketle ifade edemeyecek kadar ayrıntılıdır, zengindir. Ama PKK’ nin farklı düşünenlere, davrananlara karşı tutumu da olumlu olmaktan uzaktır. Farklılıkları hazmedememesini, kendisi gibi olmayana şiddete kadar varan tutumunu ise her ne gerekçeyle olursa olsun kabullenmek asla mümkün değildir. Türkiye koşullarında 20 milyon olarak ifade edilen Kürt halkının başkaca siyasal örgütleri, kurumları, farklı sözcüleri de kuşkusuz olacaktır, olmalıdır. Kürt siyasetinde öteden beri federasyon çözümünü tarihsel koşullar, halklar açısından uygun, gerçekçi bulanlar başından beri var olmuştur. Kürt siyasetlerinde, aydınlarında federasyon şeklindeki çözüm sağlıklı gerekçelere, somut verilere dayandırılmamış, altı ve içi doldurulmamış olsa da, gerçekçi bulunmakta ve bu açıklıkla ifade edilmektedir.

Kuşkusuz her çözüm önerisi somut siyasal, toplumsal çabalarla, halkın somut katılımı, desteklemesiyle birlikte gerçeklik kazanabilir. Bir şey istiyorum demekle olmaz, yaşamdaki karşılığını bulabilirse, destek görebilirse tutarlı olur. Donanımlı olmanız, dediklerinizi öncelikle halkınıza, taraf halklara, yurttaşlara anlatabilmeniz, onlara benimsetmeniz gerekir. Federasyon istemekle iş bitmez, aksine onu ifadeyle, yapılabileceklerinizin neler olması gerektiğini bir görev ve sorumluluk olarak önünüze koyar. Farklı düşünenlerde olur elbet. Bu işin sonu yok, birlikte yaşanılmaz, boşuna oyalanmayalım, hemen boşanalım diyenler de olacaktır kuşkusuz. Bağımsızlık ilk başta ilgi çeken, heyecan yüklü bir hedef gibi gelebilir insana, tıpkı boşanmayı mutlaklaştıran evliler gibi. Ama kazın ayağı öyle değildir, bu iş o kadar kolay olmaz. İstediğiniz gibi düşünebilirsiz ama mümkün olabilecek olan ise daha farklı başka bir şeydir. Siyaset gerçekleşebilirlik üzerinden yürüyen bir mücadeledir. Yaşamda arzularınız, beklentileriniz daha büyük olabilir ama mümkün olanlar gerçekleşir. Bir başına geçinmeyi, yaşamayı bilmeyenler, yeterince öğrenemeyenler, içerde, zoraki yaşadıkları evde hak hukuklarını arama mücadelesini yeterince yapamayanlar, bunun hakların en aşağısından bir bölümünü gerçekleştiremeyenler alıp başlarını nereye, nasıl gidebilirler?

 

F ) 1950 yıllarından bu yana, Kürt nüfusu giderek artan bir oranda gelişmiş batı bölgesine, büyük kentlere göç ediyor. Bu durum 1980 sonrası ivme kazandı. Göç ettirilme denilen bu tutum, özellikle bir devlet politikası çerçevesinde yürütülüyor; sorunun niteliğini değiştirmek, çözümü bir yanıyla da böylesi bir nüfus kaydırma politikası ile başka bir mecraya almak isteniyor. Her şeyden önce bu, Kürdistan’ı güçsüz kılmaktır, sermayenin, iş gücünün, eğitimli insanların, bilginin, az çok biriken zenginliğin de göçüdür. Göçün nedeni önceleri büyük ölçülerde ekonomikti, insanca yaşama özlemi, insanların çoluk çocuklarıyla geleceklerini garantiye alma ihtiyacından kaynaklanıyordu. 1971, özellikle de 1980 askeri darbeleri sonrası tırmanan şiddet ortamında ise göç artık kitlesel olmaya başladı. Temel belirleyeni ise can güvenliği, mal güvenliği olarak ortaya çıktı, bu güne kadar uzayıp gelen iç savaş ortamı milyonları doğal ikliminden, yaşantısından söküp batıya, metrapollere doğru sürükledi.

Kürtler, 1960 başlarında kadar kendilerini yaşaya geldikleri coğrafyalarıyla, şehir ve kasabalarıyla ifade ederken, 40 yıl içinde sorun özü aynı kalsa da ciddi bir değişim geçirdi. Kürt realitesi toprağa dayalı bir sorun iken, yerinden yurdundan göçen Kürtler bakımından kendisini daha çok Kürt kimlik sorunu olarak da ortaya koymaya başladı. Bu gün Kürt sorunu denilince birbirine bağlı ve fakat farklılık da gösteren iki farklı cephesi / yüzü akla geliyor. Birincisi Kürdistan sorunudur; öteden beri toprağa bağlı olarak kendisini ifade eden, idari ve siyasi olarak kendi kendisini yönetebilme sorundur. İkinci yanını ise; bir coğrafi temele dayalı olmadan, isteği dışında, büyük ölçülerde de zorla başka alanlara göçmüş, büyük kentlerin varışlarında büyük koloniler oluşturmuş, bulunduğu yerde, geldiği iklimin dil ve kültür varlığını, değerlerini sürdüren Kürtlerin kimlik sorununu olarak kendisini ortaya koymaktadır. Bu durum Kürtlerin mevcut durumuna, gelecek beklentisine farklılaşarak yansımaktadır. Sorunu toprağa dayalı olarak yaşayan Kürtlerin gözü Diyarbakır’ dadır. Sorunu kimlik sorunu olarak algılayan Kürtlerin gözü ise ağırlıklı olarak; kimliğiyle saygı gördüğü, dil , kültürel sorunlarına çare aradığı Ankara’ dadır. Bu farklılaşmış durum günümüzde açık bir realiteyi yansıtmaktadır.

 

G ) Kürt sorununun çözümünde Kürtler bakımından görüldüğü kadarıyla merkezde toplanmış otoriter bir idari – siyasi sistem, Kürtlerin inkarını, yok sayılmasını birlikte getirmektedir, çözüm ise ademi merkeziyetçi bir anlayış esas almaktan geçmektedir. Ademi merkeziyetçi bütün ihtimal ve eğilimlerin açık bir ortamda tartışılması için ise, gerçekten bir özgür tartışma ve örgütlenme ortamını zorunlu kılmaktadır. Onurlu ve insanca, refah içinde bir yaşamak her halkın, her insanın hakkıdır. Hiçbir kimliğin diğerinden üstünlüğü düşünülemez, başkasını ezmek ise kimseyi yüceltmez, kimseye nitelik ve şeref de kazandırmaz. Siyasetin ve fikirlerin yönlendiricileri / aktörleri, halk, halklar önünde açıkça görüşlerini ortaya koyabilmeli, tartışabilmeliler. Aktörler her zaman yanlış çözümler de ortaya koyup, bol keseden söyleyip iddialar ortaya atabilirler. Ancak, halkın, halkların katılımı sorunun çözümünü gerçekçi kılar, kolaylaştırır. Siyaset, siyasetçi mümkün olamayanı da söyleyebilir, halk ise gerçekçidir, mümkün ve makul olanı tercih eder. Son sözü de halk söylerse isabetli söyler, çözümün geçerli mührünü o vurur, geleceğini bizzat halkın kendisi belirlerse iş kalıcı olur.

İfade ve örgütlenme özgürlüğü olmadan hiçbir özgürlükten söz edilemez. Böylesi bir asgari iletişim kurma, etkileşme, tartışma ortamında halkların bir birleriyle ortak yaşamış olmalarından gelen alışkınlıkları, müşterekleri, yakınlıkları öne çıkar, dayanışmaları gelişir, gönüllü birliğin, bir arada yaşamanın iklimi oluşur.

Boşanmayı da tartışabilmek evlilikte de olduğu gibi her zaman boşanmayı teşvik etmez, zorunlu hale getirmez. Aksine, evliliğin zaaflarını gidermede, gerekli yeni düzenlemelerle evliliğin kalıcılaşmasını sağlamada etkili olur.

Türkiye koşullarında, Kürt sorununun, siyasal - toplumsal - kültürel aktörlerinde bir yetmezlik, yetersizlik, bir tutarsızlık var. Bu genel bir kanı. Kürt partileri, siyasetleri, sosyolojisiyle, kökleriyle buluşamamış. Kürt siyasetlerini, halk adına değerlendirebilen, eleştirebilen çoğulcu bir Kürt fikir dünyasından, kültür dünyasından yoksunuz. Kürt evinde demokrasi yok. Kürt aydın kadroları, olumsuz alışkanlıklarını terk etmeden, her biri kendince ete kemiğe bürünmeden kolaycılığı tercih ediyor, siyasal birlik peşinde koşar gibi görünüyorlar. Oysa, asıl olan partilerden ziyade, farklı sosyolojik yapıların, farklı kesimlerin, toplulukların, kitlelerin birleştirilmesidir, Belli ölçülerde olsun halka dayanabilmek, siyaset yapıyorum diyebilmek, kitlelerin siyasal birliğini oluşturmak, yaşam içinde, sokakta, şekillenebilir, gerçek bir birlik öyle sözle, masa başında olabilecek şey değildir.

Parti derken, siyasal faaliyet derken her şeyden önce belli siyasal amaçları kuşanmış kadroların halkla / kitlelerle buluşması akla gelir. Bu imkana sahip miyim, değil miyim diye düşünebilmek çok mu zor? Her şey bir anda, kolacı bir anlayış içinde olmaz ki…. Çok zaman geçti, Kürt siyasetçileri belli bir birikim sahibi olabilmeliydiler bu güne kadar. Bunca yıl tecrübe edinmek için yeterli bir süre sayılmaz mı acaba? Böylesi uzun sürede hangi parti, iddialı örgüt, ne kadar başarılı oldu, halkla hangi ölçülerde buluşabildi, bu sonuçları düşünemez mi insan? Yaşam yerinde saymıyor, her şey değişiyor. Kendini aynısıyla tekrar etmekle bir şeyler yaptığını sananlar için başarılı olmak mümkün mü?

Kürt sosyal dokusu, önemli kimi değişimlere uğrasa da, cemaat kimliğini önde tutan bir doku. Kürtlerin hatırı sayılır bir çoğunluğu hala aşiret, kabile, aile, hemşehrilik, onun ötesinde din ve meshep kimliğini önde tutuyor. Ama dünya hızla değişiyor, Köyler boşalıyor, köylülük var olan kültürleriyle kentlere akıyor, teknoloji, iletişim insanların zihnini yoğun bir hareketliliğe yöneltiyor. Kürtler bu rüzgarın etkisinde, ulaşılan yerde önemli tecrübelere sahipler, konumları gereği gerçek bir laiklikten, dünyevi bir yaşamdan yanalar, radikal İslam’ın, radikal meshep çatışmasının mağdurudurlar. Kürt halkı, alevisi – sunisiyle Kemalist muhafazakarlık da dahil, muhafazakar İslam’i partilerin, siyasetlerin destekçisi olmayı ise ne yazık hala önemli ölçülerde sürdürebiliyorlar.

Şiddet ortamında bu muhafazakar doku, doğal coğrafyasından, geleneksel yaşam ortamından koptu, şiddetin önüne katılarak büyük kentlere doğru zoraki göçe zorlandı. Fatura ödemiş milyonlarla ifade edilebilecek kitle bunca yıldır doğal ilişkilerinden, cemaat bağlarından büyük ölçülerde kopmuş, yeni ilişkilere de adapte olamamış bir kesim. İklimini terk edenler, yüksek, yoğun bir asimilasyonun açık hedefinde duruyorlar. Söz konusu kitleler, onların etkiledikleri yüz binler, uzunca bir süredir açık alanda yürütülen kitlesel siyasal mücadeleyle, HEP ve sonrası siyasal hattıyla etle kemik benzeri bir yakınlık içinde oldular. Oradan kopmaları için de inandırıcı, anlaşılır, kabul edilebilir bir neden yok.

Anti PKK çevrelere sormak gerek, aradığınız bu dinamik kesimin dışında bir kitle mi arıyorsunuz? Var mı yolunuzu gözleyen, sesinizi ulaştırabileceğiniz, buluşabileceğiniz, güç alabileceğiniz farklı bir toplum kesimi imkanı? Bu imkan yoksa, herhalde var olan aktif kitleyi ‘’ bakın, benim elim yüzüm nasıl da düzgün, genel geçer doğruları ta ne zamandır yazıp, söyleyip duruyorum ‘’ deyip kapıp alıp götürmeyi mi umuyorsunuz safça ? Baskı, şiddet altında ortak bir kaderi paylaşanlar birbirlerinden kolayca uzaklaşabilir, ayrılabilir mi, bu mümkün mü? Ama mümkün olan bir şey var. Belli rizkleri – acıları yüklenmiş, hareket/ mücadele halindeki kitlelere saygı göstererek, onu aydınlatmayı ve birlik olmayı sabırla sürdürmek, aktif kitleleri çoğaltmak gerekiyor. Öteden beri mücadele içindeki yer tutan kitlelerin ödedikler ağır faturaları görmek, saygı göstererek onları aydınlatmak, olumluluk içinde etkileme çalışmak… Doğru ve mümkün olan bu. İlle de ‘’ o değil, ben, ille de ben…‘’ mi demek gerek siyaset yapmış olmak için? Bu anlayışın aşiretçi husumet kültüründen, kaba aşiret rekabetinden çok farkı bir yanı var mı dersiniz? Yanlış yada eksik gördüğünü, bulduğunu etkileyerek değiştirmeye, dönüştürmeye çalışmak….bu siyaset değil mi?

Uzun sözün özeti; Ağır faturalarla , büyük bir mücadeleleri göze alan halkımızı önemsememiz, onu aydınlatmamız, onunla dayanışmamız, etkileşmemiz gerekiyor. Bu kitle enerjisi şiddet yöntemlerinden kurtulup bir an önce barışçı siyasete doğru evrilmelidir. Bu yüksek enerji, barışçı iklime dönmeli, zayıflamamalı, dağılmamalı, sönmemeli, aksine genişlemeli, büyümelidir. Şu koşullarda hiç kimsenin, parti girişiminin var olan bu kitlenin dışında yakın bir dönem için başka bir kitle gücü yaratabilme şansı gözükmüyor. Gerçek bu. Ama bu mevcut kitleyi barışçı mücadeleye yöneltmek, daha da tutarlı / bilinçli kılmak, büyütmek, genişletmek şansı her zaman var. Şu durumuyla yürüyen halk mücadelesi ile etkileşip sorunları tartışmadan, yanlışlarını, zaafları göstermeden, ortak noktalarda buluşma imkanı aranmadan, değişik platformlarda birlikte iş yapmadan hiç kimse siyaset yapmış olmaz, başarılı da olmaz.

Kürt halkı bakımından, gerekçeler nasıl konulursa konulsun ana akım Kürt siyasal hareketine uzak durmak, hareketli halk kesimlerinin uzağında siyaset yapmak, siyasal birlik aramak doğru değil, mümkün de değil. Buna kimseleri inandıramazsınız. Siyaset herhalde masa başında planlanan, yapılan bir şey değil. Toplum daha iyi bir yaşam için ille de bizim yolumuzu gözlüyor değil. Yaşam zaten bir hareket içerisinde, kalubeladan beri toplumsal mücadelelerin şu yada bu şekilde aktörleri var.. Siyaset, bizden önce var olan, bizden sonra da var olacak olan yaşamın hareketliliği içinde doğup, şekillenip yürüyor. Bir başka husus da şu; bir siyaset aktörünün yanlışı başka bir aktörü kendiliğinden halklı kılmıyor. Sizin ayrıca yaptıklarınız, ettiklerinizle haklı olmanız, işinizi başarmanız gerekiyor.

Siyaset gemisini yüzdürmek için sütliman bir deniz aramak nafile bir şeydir. Yaşam oldum olası hareket halindedir, siyaset meydanı ise fırtınalıdır, dalgalıdır, hele de şu Ortadoğu ortamında. Geminiz, dalgalı, fırtınalı bir denizde rotasını doğru tutturarak yol almak durumundadır. Geminizi, iradenizin dışında gelişen koşullarda, mevcut imkanlarla yüzdürmek, dalgalarla, fırtınalarla boğuşmak, yükünüzü sağ salim bir şekilde istediğiniz limana götürmek, bunu başarmak zorundasınız. Toplum, halklar, sorunlarını çözmeyi esas alır, ideal olanı değil, mümkün olabileceği kestirir, başarısızın olanın yanında olmaz, ardından gitmez.

Doğrusu kimi siyasetçilerimizi, siyasetçi geçineni anlamada zorlanıyor insan. İtiraf edeyim ki ben kendi adıma çok zorlanıyorum. Anlamada zorlandığım siyasetçiler, şu olmazsa, bu olmazsa diye gönüllerince mızmızlanıyorlar.. Görünen o ki; şikayet etmek onlar için iş görememenin başlıca gerekçesi haline gelmiş. Halkın oldukça uzağına düşmüş, bir bölümü ülke dışına iyiden iyi mültecileşmiş siyasal kadroların ne durumda olduğunu, bu insanların, nasıl, nerede hangi halk kesimleriyle, hangi kitlelerle buluşabileceğini düşündükleri ve imkanları yok, somut konumlarına göre düşünme, davranma becerileri yok. Gereksiz bir hırsa esir düşmüş, bir zamanlar halk için yola çıkanlar bu gün ne yazık ki kendilerini, itibarlarını kurtarmanın peşine düşmüş, kendilerini sever, kendilerine hayran hale gelmişlerdir.

Kürtler olarak işimiz kolay değil. Ödedikleri faturalara karşı elde ettikleri devede kulak şeyler. Kürtlerin, son derece ciddiyet isteyen sorunlarına, daha gerçekçi, daha bir yukarılardan, daha geniş bir ufuktan bakmaları, bir üst bilince ulaşmaları gerekiyor. 30 – 40 yıl öncelerinin ortamı değil bu günkü!..Yeni kuşaklar yetişmiş, farklı fırsatlar, imkanlar içerisindeler.Sorun halkın kendisine mal olmuş. İş ve görevler farklılaşıyor, çeşitleniyor. Her hangi bir kişi, ben iyi olanı, gereken her şeyi yapabilirim noktasında olamaz. Mücadelede siyaset tek alan değil, değişik mücadele alanlar var. Kürtlerin bunca fedakarlığa dayanan mücadelesinin somut kazanımları ortada gözükmüyor. Eksiklik mücadelenin niteliksizliğinde. Kürtlere niteliksel bir sıçrama gerek, çoğul, kendisini yenileyen, dünyayla da buluşan zengin bir fikir dünyası gerek. Bağımsız düşünme – davranma alışkanlığı edinmiş özgür bireylere, aydınlara, bir Kürt aydınlanmasına, modernizasyonuna ihtiyaç var. Bir Kürt rönensansın eşiğindeyiz. Kendisini dayatan eksiklik; özgür yaşamayı hak edebilme, kendisini yönetebilme ehliyeti, bunun için de iş bölümü ve kurumlaşma kendisini dayatıyor...

Farklı fikir ve çözümlerin etkileşmesi kör rekabet ve husumete değil, birlikte yürümeyi temel alan mücadeleye, iç gelişmeye, olgunlaşmaya, ufku geliştirmeye hizmet etmelidir. Siyaset çok şeydir ama her derde deva bir şey değildir. Siyasetin ötesinde, siyaseti de kuşatabilen Kürt aydınlanmasındaki derin boşluk kendisini açıkça gösteriyor. 300 yıl önceleri Kürdistan’ da aydınlanmanın öncüsü Ehmedê Xanî’dir. Onu şagirtleri izlemiştir. 1930 yılları başında ise, Şam’da, Celadet Bedirxan ve çevresindeki yurtsever kimselerin, aydınların tutuşturdukları Kürt aydınlanması Halk uyanışı ve mücadelemizde örnek alınması gereken önemli bir kilometre taşıdır. Bu gün, Kürt aydınlanma çabaları, bunun kurumsallaştırılması her zamankinden daha büyük bir ihtiyaç olarak kendisini duyurmaktadır.

Siyaset bir dozer iş makinasını andırır, dağ taş demeyip önüne katar ve yürür, kaba aksamları kaldırıp yol döşemenin önünü açar, önemli şeylerin gerçekleşmesine ön ayak olur. Askeri – siyasi güç tabir yerindeyse bir inşaatın kaba aksamını yapmak gibidir. Siyasetin etkin, gerekli, ön açıcı bir disiplin olduğu gerçek ama asıl olan inşaatın incesidir, oradaki kalitedir. Yurt – halk, doğa sevgisi, dil ve kültür tutkusu, sanat edebiyat, geçmişinle / tarihinle buluşma, ince işler kategorisine girer. Özgür düşünce, dil, sanat, edebiyat, araştırma, her türden kültürel çalışmanın üzerinden, siyasetin dar, her şey benden sorulur şeklindeki buyurgan, boğucu gölgesi kaldırılmalıdır. Dil, sanat – edebiyat, tarih, kültür alanı, her bir farklı siyasetin, partinin kendince yürüttüğü bir faaliyet olarak sürdürülemez. Dil, sanat-edebiyat, kültür, bilim, araştırma dünyası, yaşamın ince yanı, kaba siyaset, kuru sıkı ideolojilerin baskısı altındaysa işler iyi gitmiyor demektir.

Kürtler arası her düşünce, her siyasal çözüm önerisi, gayreti, hesaba katılmaya, tartışmaya değerdir. Bağnazlığa, tek tipçiliğe yer olmamalıdır. Hiçbir siyasal çözüm önerisi nereden gelirse gelsin dışlanmamalıdır. Çözümler gerekçelere dayanmak, imkanlar ile birlikte, anlaşılabilir, kabul edilebilir bir formda ortaya konulabilmelidir. Örgütlenmeler, sözler, davranışlar, iletişimi / etkileşmeyi sürdürebilen bir ambalaj içinde, arkası doldurularak sunulmalıdır. Kürt sol siyasetleri, siyasetçileri Kemalist siyaset modelinin derin etkisinde kalmışlardır. Kürt halkının kimlik renkleri, varoluş algılaması şu durumuyla oldukça siliktir. Her kesimiyle Kürt sol siyasetleri Kürt kimlik değerleriyle buluşabilme konusunda geri ve yetersizdir. Halka rağmen halk için siyaset kültürü, toplum karşısında seçkinci konumlanış iflah olmaz bir hastalıktır, Kürt sol siyasetleri üzerine nerdeyse tütün kokusu gibi sinmiştir. Kürt sol siyasal kültürü, örgütsel anlayış, algılayış, iletişim ve tartışma yöntemleri Türk sol modelin bir ikinci nüshası gibidir. Kürt sosyolojisinden uzağa düşmüş Kürt düşünce ve siyaseti yüzünü köklerine, halka dönmeli, Kürt siyaseti ile yaşamın buluşması sağlanmalıdır.

 

SONUÇ OLARAK;

Kürt halk uyanışı / mücadelesi dayatıcı karşı güçler olmadıkça Türk halkıyla eşitlikçi ve gönüllü birlikçi bir ortak yaşamda buluşmak eğilimindedir. Taraflar özgürlük, eşitlikçi, gönüllü birlik çerçevesinde çözümden yana bir irade ortaya koyabilirlerse, Kürt Halkı, diğer halklar ve kimliklerin Türk halkıyla yan yana birlik içinde yaşaması ideal bir çözümdür. Böylesi bir çözüm; güçlü yerel yönetimlere de dayanan, federal bir idari ve siyasal sistemi ifade eder.

Zorla güzellikte, birlikte olmaz; hele şu dünya koşullarında.. Bilgi ve teknolojinin insanı şaşırttığı, ekranların insanları / toplulukları birbirlerinden haberdar kıldığı, bunca etkili, hızlı yürüyen iletişim çağında... Kürtlerde ayrılma isteğini ancak kendisine dayatılan baskı ve şiddet politikaları, kaba zorbalıktaki kabul edilemez ısrar sağlayabilir. İnancım odur ki; özgürlük, eşitlik içinde gönüllü birlik imkanlarını, barışçı siyasal – toplumsal - kültürel mücadeleyi sonuna kadar zorlamak; Türk halkıyla, tüm farklı, ötelenen farklı toplumsal kesimler, kimliklerle buluşmaya, etkileşmeye özel önem vermek, bizatihi Kürt halkını geliştirir, daha da olgunlaştırır ve onu daha ileri imkanlara, mücadelelere hazırlar. Ve böylesi bir kararlılık ve ısrarlı duruş, Kürt halkını daha haklı, daha da dirençli ve güçlü kılar.

 

14 Aralık 2006 / İZMİR

 

 

NOT; Bu makale 12 yıl önce kaleme alındı. Özü değiştirilmeden, üzerinde bazı güncellemeler yapıldı. Değerli okuyucuya bu hususu önemle hatırlamak isterim.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.