Şeyhmus Özzengin

Şeyhmus Özzengin

Yazarın Tüm Yazıları >

Kasırganın etkisi, bütün yıkıcı gücü ile devam ediyor!

A+A-

1919 yılına gelindiğinde 1.Dünya savaşı sonlanmiş ve kazananlar meyvelerini toplamaya başlamişlardı. Bu süreç 1924 Lozan antlaşmasına kadar uzar.  Türkler(Osmanlılar), 1. Dünya Savaşı'nda kozunu Alman"lardan yana kullanmiş ve  yenilen taraf olmuşlardı. 1.Dünya Savaşı'na girmeyen ABD her iki tarafın dışında bir güç olarak kalmiş; Rusya ise 17 Ekim Devrimi ile birlikte, girdiği bütün antlaşmalardan çekilmiş ve kendi iç sorunlarına kapanarak, „yeni bir dünya yaratma" ve „yeni bir tarih yazma"yı ilan etmişti.

Kurulacak bir Türk devleti'nin „iki dünya arasında tampon bölge olma" kararı da bu dönemde İngiltere ve Fransa tarafından karar altına alınmişti. Bu dönemde Ruslar'ın elinde bulunan Erzurom ve Kars'da dahil çokça toprağı „Ankara Antlaşması" ile türklere bırakılması ilginç bir karardır. Bu karar metninde ayrica kurdleri konu etmemesi de „Rusların kurd siyaseti" konusundaki „Sykes-Picot" gizli antlaşmasında Kurd topraklarını paylaşma ve bölüştürme siyasetini onayladığının da göstergesidir. Bu gizli antlaşmayı (İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusya) her ne kadar deşifre eden Bolşevikliler olsa da, Kurdistan'ın kaderi konusunda taraf olmuşlardır.

1924 Lozan Antlaşmasına geldiğimiz zaman, „Sykes-Picot gizli antlaşması" sonuçlanmiş ve Lozan'da resmi bir kabul görmüş oluyor. Yani; İngiliz yazar, diplomat ve asker olan Mark Sykes ve Fransız Elçiliği birinci Sekreteri Fransız dostu François Geoges Picot tarafından hazırlanan Ortadoğu bölüşüm ve devlet-manda paylaşım haritası, Sykes-Picot gizli antlaşması, 1924 Lozan'da resmi olarak parlementolarda onay görmüş ve gizli metni resmileşmiştir.

Dolayisiyle  türklerin nasıl bir statüko üzerinde devletleştiklerini iyi kavramamız ve üzerinde kurulduğu gerekçelerin bugün geçirliliğini yitirip, yitirmediğini iyi irdelememiz gerekiyor. 100 yıl önce „Bolşevik devrimi yayılma tehlikesi" nedeniyle „bir tampon bölge" teorisi sonucu İngiltere ve Fransa tarafından onay gören bir türk devleti, bugün bu gerekçeleri tamamen yitirmiş durumda. Dolayisiyle „Nato müttefiki" teorisi de vazgeçilmez bir teori olmaktan çıkmiş durumda. O tarihte Türkler Kürdistan'ın bir kısmını ellerinde bulundurmak için „sirk palyaçosu misali" kimi atalarımızı Türk parlamentosuna Kürd kıyafetleriyle davet etme tarihi zaafına, kurdlerin tekrar düşmemesi çok önemli. Bugün yine Güney Batı Kurdistan Carablus-El Bab ile Musul hatını elde tutmak için baş vurdukları canbazlıklar; Kurdistan üzerindeki emellerinin belgeleri olarak önümüzde durmaktadır.

 Türklerin Kurdistan üzerindeki emellerini boşa çıkarmak için ne yapılması gerekiyor?

Kurd direniş güçleri, Güney Battı Kurdistan'da yeniden „Hevlêr Anlaşması"na dönmeliler: Kurd direniş güçleri arasında oluşturulan „Hevlêr Anlaşması", Türklerin bölgedeki oyunları ciddi şekilde bozan adımlardan biriydi. Çünkü ayri duran bütün Kurd siyasi güçlerini birleştiren ve Türklerin Güney Batı Kurdistan'a müdahalesine yol vermeyen bir amaç hedeflenmekteydi. PYD'nin tek taraflı olarak, bu anlaşmayı red etmesi ve tekçi-dayatmacı bir yol izlemesi, müthiş şekilde türkleri rahatlatmiştir. Eğer „Hevlêr Anlaşması"na göre gidilseydi, kesinlikle Türkler bölgede kurdlerle bir savaşı göze alacak adımları atma zeminleri olmayacaklardı ve „Fırat Kalkanı Operasyonu" adı altında bir işgal hareketine kalkışma cesareti göze alamacaklardı. Bu noktada Güney Kurdistan Bölge Başkanı Sayin Mesut Barzani'nın ne kadar öngörülü bir siyaset yürüttüğünün ve elindeki ajendanın ne kadar sağlam olduğunun göstergeleri olarak önümüzde durmaktadır.

Türkler „Kurdsüz bir Ortadoğu"(!) hayal ediyorlar. Odrtadoğu'ya ilişkin siyasetleri fena şekilde sapa sardı. Önemli olan kurdlerin bunu net görmeleri ve Türklerin işini kolaylaştırma hamlelerinden vazgeçmeleridir. Bu olduğu takdirde, Türkler büsbütün kaybeden taraf olacaklar. Kendilerine „bulunmaz nimet" gözüyle bakan zihniyet, aslında çoktan değer kaybettiğinin ve artık „ne tampon bölge" anlamında anti Komünizm stratejik rölü ve ne de NATO bünyesinde bulunma „garantisi"; onları bölge kasırga yıkıntısından kurtarmayacağı ve bölgede yalnızları oynayan bir barbara dönüştüklerinin henüz farkında değiller. Aslında bu „farkında olmama hali" kurdlerin işini müthiş biçimde kolaylaştırmaktadır.

1991 Körfez krizinden bu yana  salakça işlerden hareketle „kurd Düşmanlığı" üzerinde siyaset yürüten Türk devleti, ciddi şekilde bizlerin işini kolaylaştırmaktadır. Yeterki Türklerin Ortadoğu'ya ilişkin bu hamleleri karşısında topyekün bir siyasi ve askeri duruş gösterebilelim. Türklerin yatırım yaptığı alan „kurdsüz bir oradoğu"! Bu da ABD ve müttefiklerinin Ortadoğu siyaseti ve Kurdlere bakışaçıları ile ilgili ciddi bir tezzat oluşturmaktadır. Kurdlerin bu noktayı iyi görmesi gerekiyor!

Elbette bölgede kurdler için tek tehdit Türkler değildir: Kurdistan'ı tehdit eden bir çok faktor var. Kurd aydını, Kurd siyasetçisi ve Kurd Savaşçısı ne yaparsa yapsın, zihnimizi işgal altına alan Kurdistan'a ilişkin uluslararası statükonün etkisinden kurtarmasıdır. Kurdistan'ı bölen, bölüştüren ve soykırımlarla „meşru bir siyasetin" devamını sağlayan devletlerin ve blokların esaretinden bağımsız düşünmeyi sağlamalarıdır. Kurd aydını, Kurd akademisyeni, Kurd siyasetçisi, Kurd direnişçisi; kendisini mevcut statüko ile sınırlama değil, Kurd ve Kurdistan üzerindeki statükoyu oluşturan sebepleri anlamaya başlaması ve bu statükodan nasıl kurtulacağının siyasetini oluşturması gerekiyor.

Diğer önemli tehditlerden biri de İran devletinin oluşturduğu Şîî siyasettir: İran işgalcı devletinin bölgeye müdahale araçları Şîî siyaseti; Kurdistan'da PKK, YNK-Goran  içindeki bazı kesimlerle yürütmektedir. Buna karşı duyarlı olmak, düşman devletlere karşı duyarlı olmak kadar önemlidir. İran bu yolla „Kurd ortak duruşu"nu zaiflatmaya ve sekteye uğratmaya çalışmaktadır. Bu da kurdlerin uluslararası müttefikleri nezdinde zaif düşürmekte ve ulusal-bölgesel siyasetimizi dumbara uğratmakta, ittibarını düşürmektedir.

Ulusal bazda; bölgede ortak ulusal duruş kurdler için hayati bir duruştur. 100 yıl önce „laletli" atalarımızın içine düştüğü duruma düşmememiz gerekiyor. Ne kurdler 100 yıl önceki kurdler ne de Kurdistan. Ne de bölge ve Düşman devletlerin duru. Önemli olan bunu bilince çıkarmak ve çikarlarımıza göre mevzilenmektir.

12.10.2016

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.