Kamil Sümbül

Kamil Sümbül

yazar
Yazarın Tüm Yazıları >

GÜNEY BATI KÜRDİSTAN’I (ROJAVA) BEKLEYEN TEHLİKELER-1

A+A-

Bugün Güneybatı Kürdistan’da Kürtler; var olmayla yok olma arasında bir mücadele veriyor. Arap Baharı diye adlandırılan süreç, Suriye’de çok kanlı bir iç savaşa dönüşmüş durumda. Suriye sahası; bölgesel güçlerin farklı ittifak ettiği büyük güçlerden biri ve yereldeki müttefikleri ile diğer güçleri arasında egemenlik savaşı, güç gösterisine dönüşmüş durumda. Bu çatışma ve güçlerin politik vuruşması Güneybatı (Rojava) Kürtlerinin kaderini de etkilemektedir.

 

Kısaca Suriye’nin son yüzyıllık geçmişine bakarsak: Güneybatı Kürdistan 1. Paylaşım Savaşı’nda Fransa tarafından işgal edilmiş, o dönemdeki Ankara Hükümetiyle 1921’de imzalanan Ankara Antaşmasıyla şimdiki mevcut sınır çizilerek Kuzey parçasından koparılmıştı. Güney Kürdistan sınırından taa Akdeniz’e kadar 900 km’lik bir uzunlukta ve genişlik olarak da güneye doğru bazen daralan bazen genişleyen bir bölgeyi kapsamakta. Fransız sömürge yönetiminin ulusal kültürlere dokunmamasından dolayı Kürtçe dergi ve kitaplar sıkça yayınlanmış, Latin harfleriyle uzun bir süre Kürtçe eğitim yapılabilmiştir. Kürt ulusal bilincinin de en yüksek olduğu bir parçadır.

 

Kuzeyden, Kürt direnişlerinin yenilgi ile sonuçlanmasından katliama uğramamak için Güneybatıya binlerce Kürt sığınmışlardı. O dönem ulusal mücadeleyi örgütleyen Kürt ulusal liderlerinin çoğu da buraya gelmişlerdi. Özellikle Bedirxaniler, Cemilpaşazadeler ve diğer Kürt aydınları bu parçada örgütlenip Kürt politik mücadelesini hem örgütsel hem de dil ve kültürel alanda önemli çalışmalara öncülük ettiler. Bu ulusal liderlerin kurduğu XOYBUN örgütü Kürdistan tarihinde özel bir yeri vardır. Mustafa Kemal Türkiye sınırları dışında bulunan 150’likler diye adlandırılanların Türkiye’ye girişlerini yasaklayıp vatandaşlıktan atmıştı. Bu 150 kişinin hemen hepsi, Güneybatı Kürdistan’a gitmek zorunda kalan Kürt aydın ve politik önderleriydi. Bunlar için af bile çıkarılamaz kararı verilmişti.

 

2. Paylaşım Savaşı sonunda Fransa Suriye’ye bağımsızlık statüsü vererek çekildi. Yeni kurulan Suriye Arap Devleti’nde, 1960’lara kadar, askeri darbelerin biri gitti biri geldi. Arap milliyetçiliğinin ilk örgütlenmesi olan Baas Partisi 1945’de bir Hıristiyan Arap olan Mişel Eflak tarafından kurulmuş ve tüm Arapları birleştirmek amaçlanmıştı. 1960’larda Suriye Baas Partisi bir darbeyle iktidarı ele geçirmiş, lideri ise ölünceye kadar Hafız Esad olmuştu.

 

Suriye tıpkı diğer Ortadoğu ülkeleri gibi farklı uluslar ve halkların, farklı inanç grupların birlikte yaşadığı mozaik bir yerdi. İktidar, Hafız Esad ve Baas yöneticilerin çoğu Şii mezhebinin bir kolu olan Nusayrilerin eline geçmişti. Nüfusun yüzde yetmişten fazlası ise Sünni idi. Ayrıca değişik Hıristiyan mezheplerine mensup Asuri/Suryani/Keldaniler, Ermeniler, Çerkezler Dürziler az sayıda da Türkmenler gibi azınlıkların yanında Araplardan sonra en kalabalık grup Kürtlerdi. Suriye yönetimi Kürtlerin varlığını, her türlü ulusal kültürel ve dili resmi olarak yasaklamıştı. Yüzbinlerce Kürdü nüfusa bile kayıt etmemişti.

 

Kürt sorunu yalnız Türk devletinin beka sorunu değil, İran, Irak ve Suriye devletinin de bir beka sorunudur. 1960’lı yılların ortalarında Suriye Baas Partisi’nin Araplaştırma politikasını uygulamak için Arap Kemeri adında bir proje ile Batı Kürdistan’ın sınır boyunca bazı bölgelerini Kürtlerden zorla boşaltıp güneye Suriye çöllerine sürmüştü. Afrin ile Kobani arası, Serêkani ile Grê Spi arasındaki köy ve kasabaları Kürtlerden arındırıp yerlerine bedevi Arapları yerleştirdi. Bu Arap kemeri politikası Türk devletinin de işine gelmiş, en azından çizilen sınırın diğer tarafında iki cep açılıp sadece Arapların olmasını desteklemişlerdi.

 

Güneybatı Kürdistan’da Kürtlerin örgütlenmeleri 1925’lerden sonra Kuzey Kürdistan’dan gelen Kürt aydınlarının da katkısıyla başlamıştı. 1950’li yıllarda S-KDP (Suriye Kürdistan Demokrat Partisi) kuruldu. Yöneticileri tutuklanıp ağır işkencelerden geçirildi. Baas iktidarı, tam bir faşist diktatörlükle Suriye’yi yönetilip tüm halklar üzerinde her türlü baskıyı sürekli kılmış, tek parti diktatörlüğü olduğundan diğer örgütlenmelere fırsat verilmemişti. Kürtler, 1960 ve 70’li yıllarda Baas’ın ve istihbarat örgütü Muhaberat’ın tüm baskılarına rağmen illegal örgütlenmişlerdi. Güney Kürdistan’da Mela Mustafa Barzani önderliğindeki Ulusal Kurtuluş mücadelesinde her zaman arka bahçe olup her türlü lojistik desteği verdikleri gibi, Kuzeyden kaçıp gelenlere de kucak açıp ev ve ekmeklerini yoksul olmalarına rağmen paylaşmışlardır.

 

1970’lerin başından itibaren Kuzey’de yeniden gelişen ulusal hareket, Güneybatı’ya 1920’li, 30’lu yıllarda giden Kürt aydınlarının eserlerini, Kuzey’de vermiş oldukları direnişlerini anlatan anılarını, çıkardıkları dergi ve kitaplara ulaşıp yayınlandı. Böylece nesiller arası bir kopukluk giderilmiş oldu. 12 Eylül 1980 faşist darbesi sonucu bu kez yüzlerce Kuzeyli yurtseverler sınırı geçip Rojava Kürdistan’ına geçtiklerinde, yine Kürt halkı yoksul olmalarına rağmen bu gelenleri bağrına basıp ev ve ekmeklerini paylaştılar.

 

1980’lerin başında Baas diktatörlüğüne karşı tek muhalefet, nüfusun çoğunluğu Sünni olan Arapların Müslüman Kardeşleri örgütüydü. Baas yönetimi bu muhalefeti kanla, katliamla bastırmış. Hama ve Humus şehirlerini yerle bir etmişti. Kürtlere de gözdağı vermek için Amude’de bir sinemada yüzlerce Kürt çocuğunu yakarak katletmiş, ayrıca Kamışlo’da oynan bir futbol maçında ise Barzani lehine slogan atan Kürtlerden onlarcası katledilmişti.

 

Güneybatı Kürdistan’a iltica eden Kuzeyli örgütlerin tümü PKK hariç, buradaki Kürt gruplarla iyi diyalog içinde olup örgütlenme alanlarına saygılıydılar. PKK ise Kuzey’den gelenlerin dışında buradaki Kürtleri de örgütlemeye başladı. Bu örgütlemesi Baas rejimi istihbaratın da bilgisi dâhilindeydi. Suriye devletinin Türkiye ile Hatay ve Su sorunu olduğundan, ayrıca yurtsever Kürt gençlerinin Baas’a karşı tavır almaları yerine PKK tarafından Kuzey’de savaşa gönderilmesi, Baas için bir taşla iki kuş vurma gibiydi. Birkaç yıl sonra PKK dışındaki diğer Kuzeyli gruplar yavaş yavaş Güneybatı Kürdistan’ı terk ettiler. Bölgedeki yerli Kürt örgütleri Suriye istihbaratının baskısı altındayken birde PKK’nın baskısı altında kaldılar.

 

2010’lara gelindiğinde Suudi ve Körfez ülkeleri hariç hemen hemen tüm Arap devletlerinde Arap Baharı adı verilen gösteri ve direnişler başladı. 2011’den itibaren de Suriye’de halk rejime karşı ayaklanmaya başladı. Kürt yerleşim yerleri hariç tüm Suriye şehirlerine sıçrayıp rejimi tehdit eder hale geldi. Suriye devleti otoritesini kaybetmeyle karşı karşıya kalınca, Kürdistan bölgesinden askeri güçlerini çekerken orayı kendi ordusundan silahlarla PKK kontrolünde kurulan PYD-YPG güçlerine devretti. YPG kısa sürede askeri olarak güçlenip tüm Güneybatı Kürdistan’da egemen durumuna geldi. Ayrıca Güneybatı Kürdistan’ı bütün olarak değil Kanton adı altında üç yönetime böldüler. Kendisi gibi düşünmeyenlere ve diğer yerel örgütlere her türlü baskı yapınca, bunların bir kısmı Güney Kürdistan’a gitmek zorunda kaldılar. İsim olarak da Güneybatı Kürdistan yerine Kuzey Suriye diye tanımladılar.

 

PYD-YPG önderliğinde kurulan Kantonlar kendi öz yönetimlerini kurup fanatik dinci grupların saldırılarından korurken bir gerçeği de teslim etmek gerekir; Federal Güney Kürdistan, son yüzyılda Kürtlerin ilk kez kendi öz yönetimlerini kurması tüm parçalarda etkisini gösterdiği gibi, Güneybatı Kürdistan Kürtlerini de etkileyip olumsuzluklara rağmen kendi kendini yönetme olayı, onlar için de bir güven kaynağı oldu. Her ne kadar işgalci güç olan Suriye ordusuna bir kurşun sıkılmadan öz yönetimlerini kursalar da tüm Kürtlerde ulusal bağımsızlık duygusunu geliştirmede, Kürtlerin de kendi kendini yönetebileceğine katkıları oldu.

 

Arap Baharı mevcut diktatör yönetimlere karşı kendiliğinden birden patladı. Tüm dünya liberalleri,  demokratları acaba Arap ülkelerinde de değişimler olacak mı, ilgiyle izlemeye başladılar. Bazı Arap ülkelerinde nasıl çok hızlı başladıysa öyle aynı hızla da sonlandı. En uzunu Suriye’de sürdü, hâlâ sürüyor. Nedeni de Suriye aynı zamanda büyük güçlerin çıkar çatışmalarının olduğu bir bölge oluşudur. Ayrıca İsrail, Türkiye ve İran gibi bölge devletleri de işin içerisindeler. İsrail Suriye’nin güçten düşmesi için bir politika izlerken İran ise Şii olmasından dolayı Baas yönetimini destekliyor. Türkiye ise kendisinin desteklediği Müslüman Kardeşler Örgütü’nün yönetime gelmesi için her türlü desteği sunmaktaydı. Arap baharının sönmesinin bir nedeni de; Arap ülkelerinde demokratik bir halk hareketleri geleneğinin, insan hak ve özgürlüklerini savunan ve taleplere sahip çıkacak örgütlein olmaması, bir aşiret veya aşiretlerin mevcut yönetimde olan aşiret ve bölgeyi bu kez kendilerinin ele geçirip, devlet olanaklarını kendi lehine kullanma talebi olunca başarı kazanamadı. Halkın demokratik taleplerini ve özgürlüğü savunacak bir örgütlenme olmayınca, bu hareketlere geleneksel selefi ve fanatik İslamcı guruplar egemen olmaya başladılar. Suriye muhalefet cephesine ilk başlarda olumlu yaklaşan Batılı ülkeler ve demokratik kamuoyu, Halep’te Baas’ın yereldeki memurlarını 7-8 katlı binadan aşağı atarken ki görüntülerle hayal kırıklığına uğradılar. Arap Baharı belki ileride Arap ülkelerinde olabilecek gerçek demokratik hareketlere kaynaklık edebilir.

 

Arap baharının doğurduğu otorite boşluğundan; en fanatik ve acımasız katliamlar yapan IŞİD-DAİŞ örgütü birden sesini en acımasız katliamlarla, bölgede korku salarak duyurmaya başladı. Irak’ın Sünni bölgelerini, kaçak olan Saddam’ın ordusunda görevli subayların da yardımıyla hızla ele geçirdi. Ardından Suriye şehirlerine saldırıp büyük bir bölgeyi ele geçirerek Irak-Suriye sınırını ortadan kaldırıp devletini ilan ettiler. DAİŞ’in en büyük başarısı, hiç zorlanmadan Musul şehrini işgal edip Amerika’nın yeni Irak ordusuna verdiği en modern silahlara ve ekonomik olanaklara sahip olmasıdır. Ardından Şengal bölgesindeki Êzidi Kürtlere saldırıp hafızalarımızda hâlâ canlılığını koruyan katliam ve hakaretler tarihimizin en büyük kara sayfalarından biridir. Musul ve Şengal’den sonra Hewler’e doğru yönelen DAİŞ saldırganları Mahmur bölgesinde Batılı güçlerin hava akını yardımıyla Güney Kürdistan Hükümeti Pêşmergeleri DAİŞ’in saldırılarını durdurdu.

 

DAİŞ Suriye topraklarının yarısından fazlasını ele geçirip kuzeye Güneybatı Kürdistan’a yönünü çevirdi. Yaptığı vahşi katliamlarla bölge halkları üzerinde korku salmış, katliamları tüm dünya televizyonlardan izlenmekteydi. Katliama uğramaktan korkan sivil halk yerlerini, yurtlarını terk ederek büyük çoğunluğu Türkiye sınırına doğru yöneldi. DAİŞ stratejik olarak önemli gördüğü Kobani bölgesine saldırıya geçti. Rojava Kürtlerinin askeri örgütü olan YPG bu İslamcı katilleri durdurmak için canla başla savaşıp tüm dünyanın saygısını kazandılar. Direnişleri kızıyla, genciyle, yaşlısıyla Kürdistan tarihinde önemli bir duruş sergilediler. Fakat askeri güçleri, silahları yetersizdi. Kürt düşmanları ise başta Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ellerini ovuşturarak: ‘’Kobani düştü düşecek’’ açıklamalarını yapmaktaydı. Kürt direnişçilerinin ağır silahlara ihtiyacı vardı. Kuzeyde Türkiye sınırı kapatmış sadece sivilleri mülteci olarak kabul etmekteydi. Güney Kürdistan Federe Bölgesi Başkanı Sayın Mesut Barzani tüm Batılı liderlerle temas kurarak Kobani’ye yardım göndermek için destek istedi. Kendisinin ağır silahları göndermek istemini yaptığı çabalar sonucu Amerika yöneticilerine kabul ettirdi. Amerika Türkiye’nin tümden karşı çıkmasına rağmen zorlayarak, ağır silahlarla bir gurup Pêşmergeyi Kuzey Kürdistan üzerinden Kobani’ye gönderdi.

 

Yardım konvoyu Kuzey sınırından içeri girdiğinden Suruç’a Kobani’ye giriş yapıncaya kadar tüm Kuzey Kürtleri geçiş yollarına dökülüp sevgi ve saygı ile, ulusal coşku ile, güller atarak dayanışmalarını göstermesi, Kürt tarihinde ulus olma bilincinin en yüksek noktaya gelişinin bir göstergesiydi. Pêşmergelerle birlikte ağır silahlar Kobani’ye girince savaş dengesi üstünlüğü Kürtlere geçti. Kısa bir süre sonra da DAİŞ Kobani’den çıkartılarak ilk büyük darbeyi Kürtlerden yemiş oldu ve bir daha Güneybatı Kürdistan’a saldırmaya cesaret edemedi. PYD-YPG güçleri teker teker DAİŞ’in işgal ettiği tüm Kürt köy ve yerleşim yerlerini kurtarmaya başladı. Özellikle Kürt kadın askerlerinin kahramanca direnişleri tüm dünyanın saygısını kazandı. DAİŞ’e karşı Kürtlerin başarısı en fazla Türkiye devletini endişelendirdi ve bağlı olduğu NATO üyeliğinin arkasına sığınarak provokasyonlara başladı. Özellikle Hatay’ın güneyindeki İslamcı gruplara her türlü ağır silahları gönderip desteklemeye, Hatay ve Gaziantep’te Arap mültecilerden bir silahlı güç kurup eğitmeye başladı.

 

PYD Kanton adı altında kurduğu özerk yönetiminde, diğer Kürt örgüt ve gruplarını yasaklayıp baskı yapmaya başlayınca, bir kısım Kürtler Güney Kürdistan’a sığınmak zorunda kaldı. Kanton yönetiminde Arap  aşiretlere gösterdiği esnekliği diğer Kürt gruplarına göstermeyip tekçi, antidemokratik bir anlayışla yönetmeye başladılar. Diğer Kürt gruplarının tarihi 70-80 yıla dayanmasına rağmen YPG aynı Kuzeyde PKK’nin izlediği bir politikayla diğer guruplara düşmanca yaklaşmaktaydı. DAİŞ tehlikesi ise devam etmekteydi. Afrin’in güneyinde bulunan İdlip’te fanatik dinci gruplar toplanmaktaydı. Türkiye bu dinci grupları desteklerken Kürtlere karşı Arap mültecilerden bir askeri birlik kurup eğitmekteydi. Rusya ve İran mevcut yönetimi destekleyip yıkılmaktan kurtarırken, Türkiye ise Baas yönetimini devirmek için dinci grupları USA’nın da yardımıyla eğit donat pratiği ile hazırlamaktaydı.

Devam edecek

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar