Dersim’de kullanılan zehirli Gazlar Nazi Almanyası’ndan satın alındı (II) – Hüsnü Gürbey & Mahsuni Gül

Dersim’de kullanılan zehirli Gazlar Nazi Almanyası’ndan satın alındı (II) – Hüsnü Gürbey & Mahsuni Gül

Dersim’de kullanılan zehirli Gazlar Nazi Almanyası’ndan satın alındı (II) – Hüsnü Gürbey & Mahsuni Gül

A+A-

Bu makale ve belgeler geçen yıl Dersim Gazetesi’nin Mayıs-Haziran 2019 tarihli 83. sayısında “Zehirli Gaz Belgelerini Açıklıyoruz: Gazlar Almanya’dan, Uçaklar Amerika’dan” başlığıyla çıktı ve hemen sonra birçok yayın organı tarafından iktibas edildi; tarihçiler, araştırmacılar, gazeteciler ve siyasetçiler arasında tartışmalara da yol açtı. Yazının ilk hali ve belgelerin birer kopyası halen Hüsnü Gürbey’in kendi blog sitesinde erişime açıktır (http://husnugurbey.blogspot.com/2019/05/dersimde-kullanilan-zehirli-gazlar-nazi.html). Dersim soykırımının yıldönümü dolayısıyla bunları (uzunluğundan ötürü iki bölüm halinde) yeniden yayımlamakta yarar görüyoruz

Dersim hadisesinde Atatürk’ün rolü

Kemalist yazarlar, Dersim’in, Cumhuriyet’in güzel nimetlerinden yaralanmak istemediklerini, sürekli baskı ve talanla çevreye zarar verdikleri için vurmak zorunda kaldıklarını yazarlar. Cumhuriyet hükümetleri bölgeye uygarlık nimetleri olan okul, yol, güvenlik vs. hizmetleri götürmek istediğini, bundan çıkarları zedelenecek olan feodal unsurlar olan seyit ve ağaların direndiklerini, savaşın halkla değil, bu unsurlarla olduğunu yazıp çiziyorlar. Kısaca savaş, uygarlık ile karanlık, ilericilik ile gericilik arasında cereyan etmiştir, arada birtakım insanlar ölmüşse de bu asilerin direnişin bir sonucudur, çok da abartmamak gerekir. Doğrudur, Dersimliler bir bedel ödediler ama uygarlaştılar aksi halde ortaçağ karanlığından yaşamaya devam edeceklerdi. Mantık budur ve bu mantık bugün de işlemektedir…

Dersim’de olup bitenler gerçekten bu kadar basit midir? Elbette değil. Başta Dersim’de bir direniş, bir isyan asla söz konusu değildir. Hatta Dersimliler Kemalistleri, Osmanlı yönetimine nazaran dine daha mesafeli yaklaştıkları için, ilk başta desteklemişlerdir bile. Fakat niyet başkadır. Kemalistler, İttihatçılardan devraldıkları tek ülkede tek ulus yaratma ülküsüne dört ele sarıldılar. Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri kendi içinde otonom bir yönetim kuran Dersim, Kemalistlerin bu amaçlarına aykırı düşüyordu ve mutlaka ortadan kaldırılmalıydı.

Cumhuriyet yönetimi, 1925 yılında çıkardığı Şark Islahat Kanunu ile ülkede tek ulus yaratmayı, yani Müslüman olan herkesi Türkleştirmeyi hedeflemişti. Bu hedefi engelleyecek herkes ve her şey düşman ilan edildi. Cumhuriyet döneminde Dersim’i bitirme olayı ilk olarak 1926 yılında Dersim’in güneybatısından yer alan Aliboğazı çevresinde yaşayan Koç-uşağı (Koçan) aşiretini tedip ve tenkil hareketi ile başlar.  Dersimli Kürtlerin Erzincan ovasına doğru yayılmasından endişe duyan hükümet 1930 yılında Pülümür’de bir baskın daha yaparak onları sınırlamaya çalıştı. Kesin darbe, 1926-1930 yılları arasındaki Ağrı Kürt isyanı bastırıldıktan sonra vurulacaktı. Dersim hadisesi, Kürtlere vurulan son darbe olacaktı.

1930 Dersim Raporu

1926-1935 yılları arasında Dersim üzerinde çok çalışma yapıldı, çok rapor hazırlandı. Bu raporların içinde en açık ve net olanı 1930 yılında Jandarma Umum Komutanlığı tarafından hazırlananDersim Raporu’’dur. Bu raporda sorunun halli şöyle özetleniyor: “Hulâsa Dersim evvelâ koloni gibi nazarı itibara alınmalı, Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedricen Öztürk hukukuna mahzar kılınmalıdır.’’3 Kürdistan ülkesinin bir sömürge olduğu ve Kürtlere yönelik sistematik asimilasyon uygulandığı daha net açıklanamazdı.

Dersim’e son darbe vurulmadan önce şu tedbirler alındı. 14 Haziran 1934’te Türkiye’yi etnisite esasına göre üç bölgeye ayıran 2510 sayılı İskân Kanunu çıkarıldı. 25 Aralık 1935’te bir nevi özel idare veya sömürge vali kanunu olan 2884 sayılı Tunceli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanun çıkarıldı ve Dersim’in adı Tunceli (Tunç-Eli) olarak değiştirildi. Ardından Birinci Umumi Müfettişlik bölgesi kapsamında bulunan Elazığ, Tunceli, Erzincan ve Bingöl’ü içeren Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu. Bu genel valiliğin başına olağanüstü yetkilerle donatılan General Abdullah Alpdoğan atandı. Alpdoğan Paşa, 1921’deki Koçgiri direnişini gaddarca bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın damadıydı ve aynen kayınpederi gibi çok sert bir asker ve acımasız bir insandı.

1936 tarihinde Dersim’in en stratejik noktaları olarak gösterilen Amutka, Pulur, Karaoğlan, Sin, Heyderan, Danzik ve Burnak bölgelerine karakol yapılmaya başlandı. Dersim yasak bölge ilan edilerek, giriş-çıkışlar özel izne tabi tutuldu. Böylece tam bir ablukaya alındı, ardından silah toplatıldı. Devlet, Dersimlilerin elinde aşağı-yukarı kaç silahın olduğunu tahmin ediyordu ve bunun 9070 adet olduğu varsayılıyordu. Varsayılan bu adedin 7880’ni o yıl toplatıldı. Umum Müfettiş tarafından Alpdoğan’a gönderilen bir yazıda Dersimlilerin “silahtan tecrit edildikten sonra Ermenilerin akıbetine uğrayacakları fikir ve kanaati taşıdıkları” bile tespit edilmişti.4 Buna rağmen Dersimliler sükûnetlerini bozmadılar ama hükümet durmak bilmiyordu.  4 Mayıs 1937’de Bakanlar Kurulu Dersime müdahale kararı aldı. 1937 baharından başlayan süreç, 11 Haziran 1938’de tam bir katliama ve soykırıma dönüştü. 1938’de “yasak bölge” olan Kalan, Kutudere, Kırmızıdağ, Sin, Halvori, Aliboğazı, Laç bölgelerinde binlerce Dersimli, toplu şekilde katledildi. Katliam sonucunda resmi rakamlara göre, 13.806 kişi öldürülmüş, 11.163 kişi de sürülmüştür.  Bu rakamların gerçeği yansıtmadığı, ölü sayısının bunun kat kat üstünde olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Bu süreç içerisinde yüzlerce köy de boşaltıldı. On binlerce Dersimli sürgüne zorlanırken, binlerce kız çocuğu ise asker ailelerine evlatlık verildi.

Atatürk’ün Dersim hadisesindeki rolü

Genelde Aleviler, özelde Dersimli Kızılbaş Kürtleri, Osmanlı’nın dinsel baskısından çok yılmışlardı, Kemalistlerin Osmanlılara nazaran dine daha mesafeli yaklaşımı bu kesimleri hoşnut etmişti. Bu hoşnutluk, çok partili rejime geçildiğinde oya dönüştü. CHP kazandığı bu oy deposunu kaybetmemek için, Dersim olayında Atatürk’ün bir rolü olmadığı, tüm suçun dönemin Başbakanı Celal Bayar’a ait olduğu propagandasını yaptı. CHP ile içli-dışlı olan bazı Ocak Pirleri, özellikle de Hacıbektaş Dergâhı bu propagandaya öncülük ettiler, Kızılbaş Kürtleri kandırdılar, kandırmaya devam ediyorlar.

4-002.JPG

Olaylar gerçekten böyle mi gelişmişti? Atatürk’ün Dersim hadisesindeki rolü neydi?

İlk başta, böyle bir sorunun sorulması bile abesle iştigaldir. Nedeni ise,  o sıralar ülke tek parti rejimi ile yönetiliyordu, partinin ve rejimin başında ise Atatürk bulunuyordu. Ülkenin hâkim-i mutlakı olan Atatürk’ten izinsiz ülkede kuş bile uçmazdı. Dersim hadisesinde Atatürk sadece haberdar değildi, bu katliam için bizzat emir veren, planlar yapan kişiydi. Trabzon’daki müzede, Atatürk’ün üzerinde çalıştığı harekât planı rahatlıkla görülebilir. Atatürk harita üstünde birliklerin gideceği yerleri belirlemişti. Bunun öncesi de var. En net açıklaması 1 Kasım 1936 tarihinde TBMM açılışında yaptığı konuşmadadır. Atatürk 1 Kasım 1936’da Meclisin açılışında yaptığı konuşmasında şunları diyecekti:

“Dâhili işlerimizden en mühim bir safha varsa o da, Dersim meselesidir. Dâhilde bulunan işbu yarayı, bu korkunç çıbanı, ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam geniş salahiyetler verilmelidir.”

Arşivde bulunan 4 Mayıs 1937 tarihli bir ek belge (ek 4) aynen şöyle:

1937 YILINDA YAPILAN TUNCELİ TENKİL HAREKÂTINA DAİR BAKANLAR KURULU KARARI/GAYET GİZLİDİR.

KARAR

Başvekâlet Kararlar Müdürlüğü/Sayı: 4 Mayıs 1937

Son günlerde Tunceli’de vukua gelen hadiselere dair raporlar 4.5.1937 tarihinde Atatürk’ün ve Mareşal’in huzurları ile tetkik ve mütalaa edilerek aşağıdaki sonuca varılmıştır:

1.Toplanan kuvvetlerle Nazimiye, (okunamadı), Aşağı (okunamadı), Sin, Karaoğlan hattına kadar, şedit ve müessir bir taarruz hareketi ile varılabilir.

2. Bu defa isyan etmiş olan mıntıkadaki halk toplanıp başka yere nakil olunacaktır. Ve bu toplanma ameliyesi de köylere baskın edilerek hem silah toplanacak, hem bu suretle elde edilenler nakledilecektir. Şimdilik (2000) kişinin nakli tertibatı hükümetçe ele alınmıştır.

Mülâhaza: Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kâmilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.

Not: Malatya’dan ve Ankara’dan gönderilen kuvvetlerin cepheye vasıl olmaları ve cephedeki kuvvetlerin ufak tefek talimleri ve istirahatleri ve bundan başka Diyarbakır’dan gelecek taburun tavzifi, bütün bunlar düşünülerek, bir hafta sonra, yani 12 Mayısta ileri harekete başlanabileceği anlaşılmaktadır.

Not: Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır.

Aslı gibidir/imza (Belge, 9)

5-002.JPG

Atatürk’ün son başbakanı ve Dersim hadisesinin önemli mimarlarından Celal Bayar şunları anlatır: “Şimdi, Mareşal Erkan-ı Harbiye Reisi (Genelkurmay Başkanı), ben başbakanım, Atatürk malum….Üçümüz Dersim’de yapılan büyük ordu manevralarındayız. Manevranın da sonuna gelmek üzereyiz. Üçümüz bir arada ‘ordunun emniyeti bakımından strateji ne olmalıdır?’ onu görüşüyoruz. Oradaki her şeyi biliyorlar. Hatta şahsen casusları bile biliyorlar, Dersim’in o halde kalırsa her zaman ordunun emniyeti bakımından tehlikeli olacağını görüyorlardı. O sırada biz konuşurken, Dersimlilerin jandarma karakollarımızdan üç-dört tanesini bastıkları haberi geldi. Atatürk’le göz göze geldik. Birbirimizi anlıyorduk. Atatürk benim yüzüme baktı ‘ne olacak?’ dedi. Anlıyorum, orada emniyet tesis edilecek. Ne olursa olsun bana hitap edecekler. Hükümet reisi benim. ‘Anlıyorum bana hitap edişinizin manasını’ dedim. Atatürk; ‘sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız Dersim’i dedi ve vurduk” (Tercüman 17 Eylül 1986)

Belgelerin kanıtladığı ve Celal Bayar’ın da açıkladığı gibi, Atatürk, bölgede görev yapan casusları dahi tanıyacak kadar işin içindedir. Kutsal devlet refleksidir; Türkiye’de Kürt ve azınlık hakları söz konusu olduğunda sağıyla, soluyla, demokratı, muhafazakârıyla, ırkçısı ve İslamcıyla bir olup aynı tepkiyi gösterirler. Dersim hadisesinde de, Atatürk ve İnönü’nün yanında muhafazakâr Celal Bayar ile İslamcı Mareşal Fevzi Çakmak da vardı.

Özür dilemek bir basirettir, Türkiye bu basireti gösteremediği içindir ki demokrasi yolunda ilerleyemiyor ve kendi iç sorunlarını demokratik bir ortamda çözüp halkıyla barışamıyor. Hep bölünme korkusuyla yaşıyor…

Dersimde, on binlerce masum insan katledildi. Toplu katliamlara girişildi. “Bir insanı bir mermiyle öldürmek pahalıya mal olacağı için daha az maliyetle daha çok insanı nasıl öldürebiliriz” diye toplu katliamlara yöneldiler. Nazilerden alınan Chloracetophenon ve İperit vs. gazları kendi yurttaşına karşı acımasızca kullanarak toplu katliamlar gerçekleştirdiler.

Dersim’de yaşananlar soykırım mı değil mi?

Dersim’de işlenenlerin bir insanlık suçu olup olmadığına, Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmesinin 2. maddesine bakarak karar vermek en isabetli olanıdır.

Soykırım Sözleşmesi’nin 2. Maddesi, “bu sözleşme bakımından ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri soykırım suçunu oluşturur” ifadesiyle başlar ve suç teşkil eden fiilleri şöyle sıralar: “a) Grup üyelerini öldürmek, b) Grup üyelerine ciddi bedensel ve zihinsel zarar vermek, c) Grubu, fiziksel varlığının kısmen veya tamamen yok olmasına yol açacak hayat şartlarına tabi tutmak, d) Grup içinde doğumları önlemek amacıyla önlemler almak, e) Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla nakletmek’’.5

BM Sözleşmesi soykırımı böyle tarif eder. Sözleşmenin 2. Maddesinin a, b, c, e şıklarına bakıldığında ve Dersim’de yapılanlarla karşılaştırıldığında, ehl-i vicdan ne görürse gerçek odur. Türkiye Cumhuriyeti Dersim’de soykırım suçu işlemiştir; yapması gereken birilerini koruyup inkâr etmek değil, işlenen suçu kabul etmek, Kürt ve Dersim halkından özür dilemektir.

Dersim’de soykırım suçu işlenmeye devam ediliyor:

12 Eylül Askeri darbesinden sonra Kızılbaş Dersimlileri İslamlaştırmaya girişildi ve askerlerin denetiminde “irşad” toplantıları başlatıldı. Başta kız çocukları olmak üzere çocukların İmam Hatip okullarına zorunlu kayıtları yaptırıldı. 1984 yılında Kürt Özgürlük Hareketinin ivme kazanmasıyla Dersim’in kırsal kesimi tamamen boşatıldı. Dersimde ana dilde eğitim ve öğretim yasağıyla birlikte halen sürdürülen kültürel vb. yasaklarla soykırım suçu işlenmeye devam ediliyor…

Kaynakça:

3. Jandarma Umum Kumandanlığı Raporu (1932), Kaynak Yayınları, 2010, İstanbul 4. Aslan Şükrü; Sahi, Devlet Dersim’e Giremiyor muydu?  Kürt Tarihi, sayı:17, Mart-Nisan 2015 5. Fernandes, Desmond, Kürt ve Ermeni Soykırımları: Sansür ve İnkârdan İkrara?, Çev. Attila Tuygan, Pêri Yayınları, 2013, İstanbul

Belgeler:

Belge 9, BCA BMGMK [katalog numarası yok]   

Avrupa Forum

 

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.