Akademisyen Serkan Turgut: Kürtlüğünüzü ortaya koyarsanız bedeli ağır olur

Akademisyen Serkan Turgut: Kürtlüğünüzü ortaya koyarsanız bedeli ağır olur

.

A+A-

Jînda Zekioğlu / Gazeteduvar

'Kürt Damgası' kitabı İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Serkan Turgut'la kitabını konuştuk. Turgut, "İktidar ve muhalefet bir tek Kürt meselesinde anlaşabiliyor" dedi

Akademisyen Serkan Turgut'un ‘Kürt Damgası, Etnik Sınırlar ve Başa Çıkma Stratejileri’ isimli kitabı İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Turgut kitabında, Kürtlerin, Kürt olduklarını belli ettikleri, varlıklarını ortaya koydukları, kimseye armağan etmedikleri yerde kriminalize edildiklerinin, baskılandıklarının, şiddete maruz bırakıldıklarının ve öldürüldüklerinin altını çizerken, birebir bunu yaşayan gençlerin anlatımlarını okuyucuya aktarıyor.

Serkan Turgut ile kitabını konuşurken henüz HDP İl Merkezi’nde bir Kürt kadın hayatını kaybetmemişti. Turgut'un çalışmasının da konusu olması nedeniyle buna ortam hazırlayan zemini, Kürt kimliğinin Batı’da varlığını gizleme ya da örtme eyleminin perde arkasını, bir diaspora olarak Türkiye’yi konuşuyorduk. Bu sıralarda gelen faşist saldırı haberi ise, Turgut’un çalışmasındaki verilerin, bugün en taze yanıyla gerçekliğini koruduğunu gözler önüne seriyor.

 

Ara Güler'in çok sevdiğim bir sözü vardır, 'İnsan aslında hayatı boyunca kendi belgeselini çeker' der. İletişim Yayınları'ndan çıkan 'Kürt Damgası' isimli kitabınız esasında sizin de yolculuğunuz olan, Kürt gencinin Ege'deki yansımasını konu alıyor. Sizin belki kendinizle keşfettiğiniz bu kişiselin toplumsala dönüşmesi yolculuğunda, bireysel deneyiminiz neydi?

Haklısınız, toplumsal gerçekliğimiz ilgi duyduğumuz konuları ve cevabını arayacağımız soruları şekillendirebiliyor. Hayatımın ilk on sekiz yılı Kürtlerin çoğunlukta olduğu Tatvan’da geçti. Bir Kürt olarak bunun anlamı, kamu görevlilerini saymazsak, neredeyse etnik olarak homojen bir toplumda yaşamak demek. Sosyoloji lisansı için İzmir’e geldiğimde ise etnik farklılıkları diğerleriyle ilişkisel olarak deneyimleme imkânım oldu. Diyebilirim ki her Kürt genci içerisine doğduğu toplumsal gerçeklik nedeniyle toplumsal kimlikleri düşünmeye, sorgulamaya yazgılıdır. Bu anlamda benim de etnik kimlikler üzerine düşünmem 90’lı yılların karanlık ortamında Tatvan’da başlayıp sonrasında ise üniversite yıllarında sosyoloji koridorunda devam etti. Fakat bu konulara akademik ilgim felsefe öğretmeni olarak önce Tatvan ve Diyarbakır’daki liselerde, sonrasında ise İzmir’deki liselerde görev yaptığım yıllarda oluşmaya başladı. Bu deneyim bana Kürt gençlerinin çoğunlukta ve azınlıkta oldukları toplumsal alanlarda etnik kimlikleriyle ilişkileri üzerine düşünme imkânı sundu. Ayrıca Ege Üniversitesi'nde araştırma görevlisi olarak çalıştığım dönem, bu kez üniversiteyi kazanabilmiş görece daha şanslı bir genç grup üzerinden kimlik üzerine düşünme imkânı yarattı.

Ne demek damgalanmak? İnsan ve tabii toplum, neden bir başkası için damgalar üretir?

Literatürde damga terimi itibarsızlaşmış bir sıfata atıfta bulunmak için kullanılıyor. Bu kavramla bir gruba atfedilen belirli özelliklerle, bu grubun değersizleştirilmesi süreci ifade edilmekte. Bu durum, damganın atfedildiği kesimin sosyal kimliğini zedeleyip kendini aşağı ve değersiz görmesine neden olur. 2000’lere kadar Kürtlerin fiziksel varlığı bile tartışma konusu olduğu için Kürtlüğün doğrudan olumsuz sıfatlarla anılması bu tarihten sonraki gelişmelerle yaygınlaşmaya başlıyor. Yani diğer bir değişle Kürt kimliğinin farklı bir kimlik olarak kabulü, bir taraftan da bu kimliğe olumsuz sıfatlar iliştirilmesi sürecini beraberinde getiriyor.

FEDA EDİLEN BİR UNSUR OLARAK: KÜRTLÜK

'Kürt Damgası' ismi, muktedirin gözünden dile getirilmiş bir etiket olması nedeniyle kendi içinde 'damga' kavramını yeniden üretmiyor mu sizce? 

'Kürt Damgası' ismi, damganın yeniden üretilmesine etki edebilir kaygısıyla eleştirilebilir bir isimlendirme fakat durumun vahametini göstermesi ve bu tehlikeye işaret etmesi bakımından önemli. Son yılların politik iklimine hâkim olan siyasal kamplaşma ve iktidar yarışında en çok görmezden gelinen ve feda edilen unsur Kürt kimliği etrafında dönüyor. Bu kimliğin olumsuz özelliklerle birlikte anılmasının sıradan bireylerin gündelik ilişkilerine etkisi görmezden geliniyor. Öğrenciler arasında olumsuz bir sıfata dönüşen bu sözcüğe atfedilen bu özelliklerin Kürtleri ne denli etkilediğini konuşmadan, böyle bir şey yokmuş gibi yaparak sorunu çözebilme şansımız yok. Bugün Türkiye’de, çoğunluktan farklı kimliklere sahip insanlar Türk kimliğine sahip olanların nelerden rahatsız olduğunu, neyi duymak istemediğini tarihsel olandan aktüel olana kadar bilir. Fakat çoğunluğa mensup kişiler yapıp ettiklerinin diğerleri üzerindeki etkisinin farkında bile olmayabiliyor. Çalışmanın sonuçlarını paylaştığım insanlardan bazıları damga bölümündeki yaşantılar için ‘Benim de Kürt arkadaşlarım var ama bunların hiçbirini yaşamıyorlar’ diyebiliyor. Hem de bunu bütün iyi niyetiyle söyleyebiliyorlar. Kitapta göreceğiniz üzere Kürtler yaşadıklarının büyük çoğunluğunu bazen anlaşılmayacağını düşündükleri için, bazen de etnik kimliklerinin politize olmaması için diğerleriyle paylaşmaktan kaçınabilmekteler. Bu nedenle kitabın isminin 'Kürt Damgası' olması çoğunluğa mensup kesimlerin etraflarında olup biteni ayrımcılığa uğrayanın gözünden görmeye bir çağrı olarak okunabilir.

Sınır hem kavramsal hem politik anlamlarıyla değerlendirilmiş kitabınızda. Bu bağlamda, sınırları yeniden belirlemek, değiştirmek, bulanıklaştırmak, tersine çevirmek gibi kavramlar kullanıyorsunuz. Nedir bu Kürt sınırı, onu eğip bükmek ne demektir?

Sosyal bilimlerde giderek önemli bir kavram haline gelen sınır kavramı en genel düzeyde, iki farklı anlam dünyasını birbirinden ayıran hayali çizgiler olarak düşünülebilir. Bu özelliğiyle “etnik sınırlar”, bazı insanları ve grupları içine alıp diğerlerini dışarıda bırakan çizgilerdir. Bunlar eşitsizliklerin yeniden üretilmesinde ve iktidarın oluşturulmasında önemli bir rol oynarlar. Etnik sınırlar biz ve onlar ayrımıyla, üyelerine sundukları kültürel repertuarla bireylerin söylemsel ve pratik çerçevelerini şekillendirir. Kitapta Kürt gençlerin eşitlik talebiyle etnik sınırları oluşturma süreçlerini anlamaya çalışıyorum. Etnik sınırlar sadece sizden olmayanı değil kimlerin size dâhil olduğunu da gösterir. Bu kapsamda Kürt gençlerinin en çok kendi grupları içerisinde sınırlar oluşturmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Kürt gençleri etnik gruplarını yeniden tanımlayarak diğerleriyle aralarında ortaklıklar oluşturmaya var olan damganın etkisini azaltmaya çabalıyorlar.

 

Kürt Damgası - Etnik Sınırlar ve Başa Çıkma Stratejileri, Serkan Turgut, 231 syf., İletişim Yayıncılık, 2021.

'HER KÜRT BİR MÜCADELENİN PARÇASI'

Etnik sınırların tarihselliğine eğildiğiniz bölümde, 'Kürt kimliğinin etnikleştirilerek damgaya dönüştürülmesi' tanımını kullanmış ve incelemişsiniz. Bu meselenin etnik olmadığı varsayımını neye dayandırıyorsunuz? 

Bu çalışma, sıradan insanlara ve mikro alana odaklanmaya çalışsa bile hiçbir eylem boşlukta ortaya çıkmıyor. Düşüncelerimizin ve eylemlerimizin gerisinde bunu mümkün kılan tarihsel bir arka plan, ulusal bir bağlam söz konusu. Bu nedenle kitabın bir bölümünde tarihsel çerçeveyi oluşturmaya çalışıyorum. Bahsettiğiniz Kürt kimliğinin etnikleştirildiği ifadesini de bu tarihsel gelişmelerin bir sonucu olarak ifade ediyorum.

Kürtlük tabii ki farklı bir etnik kimlik fakat etnikleştirme derken başka bir duruma göndermede bulunuyorum. Etnikleştirme ya da ırksallaştırma kavramları, etnik ve ırksal farklıklara olumsuz bakış açısını ifade etmek için kullanılan kavramlar. Bir toplumda belirli bir etnik gruba yüklenen sosyal anlamlar, eşitsizliği doğuracak bir meşrulaştırmanın parçası kılınıyorsa orada bir etnikleştirme durumundan bahsedilebilir. Kürtlüğün etnikleştirilmesine en önemli örnek Kürtlüğün gittikçe fiziksel bir görünümü de içerecek şekilde tasvir edilmeye başlanmasıdır. Son yıllarda yapılan bazı çalışmalar birçok insanın zihnindeki Kürt imajına önyargıların ve stereotiplerin hakim olmaya başladığını gösteriyor. Bunlar belirli fiziksel özelliklerden giyim kuşama, modern değerlerden uzak olmaktan ahlaki olarak gelişmemişliğe kadar uzanan geniş bir repertuar oluşturmakta.

Bu çalışmada, Batı'daki 'Kürt damgası' üzerine ayrımcılık deneyimlerini de dinlemiş ve aktarmışsınız. 'Etnik göstergelerden rahatsızlık' 'vatana bağlılığın sorgulanması' ve diğer ayrımcılık türevleri başlıklandırılmış. Psikolojik yanına eğildiğimizde, varlık gösterememeyi nasıl yaşamış bu genç arkadaşlar? 

Damgalanmış kimliklere sahip olmanın bireylerin yaşamına ve kendilerini anlamlandırma süreçlerine ne ölçüde etki ettiğini tam olarak saptamak mümkün değil. Çünkü her bireyin bu süreçle başa çıkma kaynakları aynı değil. Bazı bireyler gruplarına iliştirilen damgadan büyük oranda etkilenirken, bazıları bu süreçten görece etkilenmemiş olabiliyor. Bireysel farklılıklar ve sahip olunan kaynaklar bireylerin damgayla ilişkisini farklılaştırabilir. Genel olarak söyleyecek olursak, bu gençler olumsuz özelliklerle anılmaya başlanmış bir kimlikle azınlıkta olunan bir toplumsal ortamda var olmaya ve akranlarından farklı olarak etnik kimliklerine iliştirilmiş olumsuz özelliklerle de başa çıkmaya çalışıyorlar. Bu anlamda her bir birey büyük bir mücadelenin parçası diyebiliriz. Alan verilerine bakıldığında bu gençlerin yok sayılmaktan tutun fiziksel şiddete uzanan geniş bir skalada onur kırıcı söylem ve uygulamalarla karşılaştıklarını görüyoruz. Bu gençler, 100 yıllık bir Cumhuriyet tarihinin ve etnik çatışma süreçlerinin yüklerini sırtlarında taşıyan, her gün siyasal saiklerle kutuplaştırılmaya çalışılan bu meseleyi mikro alanda gündelik çabalarıyla müzakere etmeye çalışan insanlar. Bu sıradan insanların eşsiz çabası olmasa inanın çoktan bölünmüş bir toplum olurduk.

 

Nasıl bir çaba bu ve damga/ayrımcılıkla başa çıkma stratejileri nedir? 'Kendini ele verme' tanımı üzerinden açıkladığınız bölüm, Batı'da büyüyen birçok gence çok tanıdık gelecek.

Literatürde buna destigmatizasyon stratejileri deniyor, yani damgalanan kimlik mensuplarının bu damgayı etkisiz kılmak için başvurdukları retorik ve stratejik araçların tümü. Kitapta, Kürt gençlerin onur kırıcı söylem ve uygulamalarla karşılaştıklarında ya da karşılaşmamak için neler yaptıklarını analiz etmeye çalışıyorum. Bunlardan en yaygını kaçınma stratejisi olarak ifade ettiğim durum. Kürt öğrencilerle yaptığımız görüşmelerde bu kişilerin, okul ortamı gibi etnik olarak karma ortamlarda ya da yeni tanıştıkları insanlarla ilişkilerinde Kürtlüklerinin ya da Kürtlükle ilişkili göstergelerin kendilerine engel oluşturabileceğine ilişkin güçlü bir kanaate sahip olduklarını görüyoruz. Özellikle etnik aidiyeti ilk etapta fark edilmeyen öğrencilerin etnik kimliklerini, onların deyişiyle “ele vermeme” kaygısı içerisinde olduklarını görüyoruz.

Bunun diğer bir versiyonu ise sıkıntı yaratabilecek konulardan kaçınma isteği. Görüşmeciler, Kürtlerin toplumsal gerçekliği hakkında konuşmanın Kürt olmayı daha tehlikeli hale getirdiğini belirtiyorlar. Bu nedenle grup içi ve grup dışı ayrımı yaparak iki farklı ortamda konuşulabilecek konuları birbirinden ayırmaktalar. Kullanılan sözcüklerden yapılan şakalara, siyasi konulardaki tutumdan etnik meselelere bakışa, birçok konunun paylaşımı grup içi ve grup dışına göre birbirinden farklılık göstermekte.

'KÜRTLÜĞÜNÜZÜ ORTAYA KOYARSANIZ BEDELİ AĞIR OLUR'

Bu yanıyla Kürt toplumu için Türkiye'nin batısında diaspora olmak, Türkiye dışında diaspora olmaktan daha zor diyebiliriz sanki? 

Türk ulus devletleşme süreci milli kimliği inşa ederken Türklüğü hem yurttaşlık hem de etnik bir akrabalık bağına göndermede bulunarak tanımlar. Etnik akrabalıktan pay alamamış kişilere ise milli kimliğin bir parçası olmaları için “Ne mutlu Türküm diyene” sözünde görüldüğü üzere bir davet söz konusudur. İşin sıkıntılı tarafı bundan sonra başlıyor. Eğer siz bir Kürt olarak etnik farklılığınızı ortaya koymaya başlar, dahası bu farklılığınıza ilişkin siyasal haklar talep ederseniz bu farklılığın bedeli oldukça ağır olacaktır. Böyle bir talepte bulunmayan Kürtler için de açıkçası kolay bir süreç söz konusu değil.

 

Bu kapsamda şunu söyleyebilirim, Kürt kimliğini sembolik bir öğe olarak kabul edip bununla ilgili hiçbir talepte bulunmaz, Kürtlerin hak ve özgürlükleriyle ilgili hiçbir sıkıntı yaşanmadığını savunursanız işiniz kolaylaşabilir. Kolaylaşabilir diyorum çünkü bu kişiler bireysel olarak damgadan kurtulsalar bile her an itibarsızlaştırılabilir bir kimliğe sahip olduklarının bilgisi ve gerilimiyle yaşamak zorundadırlar. Bu kişilerden sürekli olarak vatana ve millete bağlılıklarını kanıtlamaları beklenecektir. Yani sistem bu insanları bitmeyen bir sınavda tutuyor diyebilirim. Yıllarca Kürt siyasetine muhalefet edip iktidarın yanında kalmaya çabalayan kişiler bile milliyetçi söyleme basit bir eleştiri yapmaya kalktıklarında birdenbire bu kişilerin Kürtlüğü hatırlanmaya ve itibarsızlaştırılmaya başlanabiliyor.

'Siyasal elitler' kavramınız da dikkat çekici. Kürt meselesini, başa çıkılması gereken bir 'sorun' olarak gören bu 'siyasal elit'leri kim olarak tanımlıyorsunuz? Onların gözünden nedir Kürt meselesi ya da onların tanımıyla Kürt sorunu?

Devleti yöneten siyasal elitler değişmekle birlikte Kürt meselesine bakış yapısal bir dönüşüm geçirmemiştir. İki binli yıllara kadar Kürtlerin fiziksel varlığı bile inkâr ediliyordu. Hiçbir ilerleme olmadı demiyorum fakat meseleye bakışta paradigmal bir dönüşüm yaşanmamıştır. Kürtlerin belirli bir bölgede çoğunluğu oluşturmaları ve sayıca büyük bir grup olması, siyasal elitlerin bu kimliği milli bütünlüğe tehdit olarak görme alışkanlığını sürdürmesine gerekçe olmuştur. Siyasal elitlerin gelebildiği en ilerici nokta Kürtlerin fiziksel varlığının kabulü olabildi. Sonrasında ise rahatlıkla, artık Kürt sorunu bitmiştir denilebildi. Çünkü onlara göre sorun, bir önceki iktidar odaklarının ‘Kürt yoktur dağlı Türkler vardır’ yaklaşımındaydı. Oysa “tanınma” durumu, yani belirli bir etnik kimliğin diğerleriyle eşit haklara ve değere sahip olduğunun kabul edilmesi ve buna uygun düzenlemeler yapılması çok önemlidir. Çünkü “tanınma” durumunun yokluğu, materyal eşitsizlikler yaratma ve bunları yeniden üretme potansiyeline sahiptir. Kürtlerin sınıfsal olarak alt gruplarda yoğunlaşması ve eğitimsel süreçlerde yaşadıkları sıkıntıların altında bu etnik kimliğin gerçek bir “tanınma” yaşamaması gerçekliği vardır.

'İKTİDAR VE MUHALEFET BİR TEK KÜRT MESELESİNDE ANLAŞABİLİYOR'

Kürt damgası kavramının güncel politikadaki izlerini nasıl görüyorsunuz? Bireyden topluma, varlık gösterebilmek ve bu 'mesele'ye göğüs gerebilmenin yolunu nasıl tarif edersiniz? 

Bakın, Kürtlüğe iliştirilen damga o kadar belirgin hale gelmiş ki bugün siyaset alanında, iktidar ve muhalif partiler bir tek Kürt meselesinde ortaklaşabiliyor ve Kürt siyasal hareketiyle yan yana gelmekle birbirini suçlayabiliyor. Kürtlerin büyük çoğunluğunun oy verdiği bir partiyi teröre özdeş kabul ettiğiniz zaman topluma bu partiye oy verenlerin de terörist olduğu mesajını verirsiniz. Bu, toplumsal barışa zarar verir. On yıllardır sıradan Kürt yurttaşların azınlıkta oldukları kentlerde saldırıya uğradıklarını, linç edildiklerini duyuyoruz. Ne yazık ki siyasal saiklerle ekilen nefret tohumları insanlarımızın canına mal oluyor. İşin vahim tarafı, damgalanan gruplarla en korkunç olaylarda bile empati kurulmaması. Bazı görüşmeciler öldürülen kişiler Kürtlerse arkadaşlarının üzüntü duymayabildiklerinden yakınıyorlar. Yani giderek insani reflekslerde bile etnik aidiyetlerin belirleyici olduğu bir topluma dönüşüyoruz. Kürt gençleri, bireysel olarak değil fakat bir Kürt olarak kendilerine değer verilmediğini düşünüyorlar. Artık kaybedilecek zaman kalmadığını düşünüyorum. Gerçek bir toplumsal barış yaratmaktan başka bir çaremiz yok ve bu belki de savaşmaktan bile daha zor bir süreç. Unutmamak gerekir ki toplumsal barış uzun erimli bir süreç ve toplumun bütün kesimlerinin sahiplenmesiyle mümkün olabilir ancak.

 

Bu söyleşiyi gerçekleştirdiğimiz sıralarda, İzmir’de bir Kürt kadın öldürüldü. Çalışmanızın da bir parçası olması nedeniyle, ne düşündürüyor size?

Perşembe günü İzmir HDP binasını basan bir saldırgan, daha önce hiç görmediği, tanımadığı genç yaşta bir kadın çalışanı, Deniz Poyraz’ı katledebiliyor. Öncelikle buradan kendisine rahmet, ailesine, HDP’ye ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Toplumsal barışa kast eden korkunç bir olay bu. Umarım alışılageldiği gibi münferit bir olay olarak gösterilip tek bir kişinin eylemi olarak üstü örtülmez. Çünkü yaptığım çalışmada da sıklıkla gençlerden duyduğum şey, kendilerine karşı gerçekleştirilen ayrımcı ve onur kırıcı eylemlerin cezasız kalacağı, mesele etnik kimlikleriyle ilgiliyse mağdurken suçlu konumuna geçebilecekleri inancı.

'İZMİR’DE YAYGIN BİR ANTİ-KÜRT REPERTUARIN VARLIĞINI DA BİZE GÖSTERDİ'

Neden İzmir?

İzmir gibi seküler ve demokrat kimliğiyle öne çıkan bir şehrin bu türden ırkçı saldırılarla gündeme gelmesi çoğu kişiyi şaşırtıyor. Ayrıca şehrin sicilinin de bu tür olaylarda kabarık olduğunu biliyoruz. Geçmiş yıllarda İzmir ve Kürt düşmanlığı konusu, kapsamlı tartışmaların odağında olmuştu. Bu kapsamda da seküler kesimin Kürt düşmanlığı, neoliberal koşular ve göç sonrası entegrasyon gibi birçok özgül duruma işaret edildi. Dahası yapılan çeşitli akademik araştırmalar İzmir’de yaygın bir anti Kürt repertuarın varlığını da bizlere gösterdi. Fakat son yaşanan olayın İzmir’in özgüllüğüyle ilişkili olduğunu düşünmüyorum. İktidarın devamının muhalefetin bir araya gelmemesine bağlı olduğu düşüncesi ve bunun da Kürt siyasal hareketinin şeytanlaştırılmasıyla mümkün olacağı varsayımı, son yıllarda HDP’ ye topyekûn bir saldırı stratejisini devreye sokmuştur. Siyasal iktidar bütün aygıtlarıyla HDP ile terör arasında bir bağ oluşturmaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur. Birçok insanın kafasında HDP ve HDP’yi desteleyen kesimler terörle damgalanmakta. Bugün yaşadığımız ve bugünden sonra yaşayabileceğimiz olaylar böylesi bir zeminin sonucu olarak görülmelidir.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.