Osman AYDIN: Bize Benzeyen Bir Örnek

Osman AYDIN: Bize Benzeyen Bir Örnek

.

A+A-

Osman Aydın

Kastilya kraliçesi (Katolik İsabel) lakaplı I. Isabella önemli bir tarihi kişiliktir. İktidarı sırasında İspanya'nın birliğini sağlamanın ötesinde Christoph Kolumbus 'u yeni coğrafyalar keşfetmesi için görevlendirerek, bir sömürge imparatorluğunun temellerini atmıştır.

Christoph Kolumbus Amerika coğrafyasına vardığında burayı Hindistan zannetmiş ve burada karşılaştığı yerli halka bu nedenle İndiana ismini vermiştir.

Avrupalılar Kuzey Amerika kıtasına ilk kez geldiklerinde Meksika’nın kuzeyindeki Kuzey Amerika’da yaklaşık 10 milyon Kızılderili’nin yaşadığı tahmin ediliyor.

1500 yılındaki dünya nüfusu 500 milyon olarak tahmin edilmektedir. Aradan geçen 500 yılda dünya nüfusu yaklaşık 16 kat artarken, bu Kızılderililer’in nüfusunun günümüzde 160 milyon olması gerekirken Alaska’da yaşayan Kızılderililer ile birlikte Amerikan Nüfus İdaresi’ne göre, 1 Temmuz 2007 tarihi itibarı ile ancak 4,5 milyon kadardır.

Peki nereye gitti bu kadar yerli nüfus?

ABD’nin kurulmasından sonra, federal hükümet ile Kızılderili kabileler arasında 100 yılı aşkın bir süre devamlı süregelen bir savaş dönemi yaşandı. Bu savaşın temel nedeni Kızılderililere ait coğrafyanın beyaz Avrupa kökenliler tarafından güce dayalı işgalidir. Tıpkı Kürdistan’da olduğu gibi.

Sürgün, iskân, kıyım ve asimilasyon konusunda onlarla benzer bir tarihin sahibiyiz.

Günümüzde ABD’daki Kızılderili nüfusunun yaklaşık yüzde 90’ı Mississippi Nehri’nin batısında yaşamaktadır. Bunun anlamı eski coğrafyalarından koparılmış olmalarıdır.

Neden böyle?

Bunun nedeni, 1830 yılında çıkarılan “Kızılderili Tehcir Yasası” (Indian Removal Act) dır. (Bizdeki 1934 yılında çıkarılan 2510 sayılı İskân Kanunu gibi.)

Bu yasa, Avrupalı göçmenlere yer açmak için Mississippi nehrinin doğusunu Kızılderililer’den arındırmayı amaçlıyordu. Bu kanunun çıkarılmasından sonra Atlantik sahili eyaletlerindeki yaklaşık 100 bin Kızılderili zor kullanılarak ülkenin orta kesimlerine sürüldü.

Bu yasal ve yönetsel uygulamaların alt yapısı ve temelleri, devletin yargı gücü tarafından hazırlandı.

1823 yılında Amerikan Yüksek Mahkemesi, federal hükümetin yerlileri ile ilgili toprak politikasının temelini kuran bir içtihad ortaya koydu. Adli tarihte ünlü olan Johnson v. M’Intosh davası, bu konuda bir dönüm noktasıdır.

Bu davanın konusu, Kızılderili bir kabilenin mensubu biri ile Amerikan hükümetinden toprak satın alan iki çiftçinin aynı arazi üzerinde mülkiyet hakkı iddia etmesi mücadelesini içeriyordu. Sonuçta Yüksek Mahkeme önüne gelen davda , Kızılderililer’in topraklarını yerleşimcilere satamayacaklarını, çünkü o toprakların hukuki sahibi olmadıklarını, sadece meskunu (yerleşikleri) oldukları yönünde karara bağladı. Yüksek Mahkeme, bu kararın gerekçesinde vardığı sonucu, Avrupa’nın 300 yıllık keşif doktrinine “discovery doctrine”ne, yani “keşfettiğin toprak senindir” anlayışına dayandırdı.

İnsanoğlunun çok şey atfettiği, büyük beklentiler içinde olduğu ve kutsadığı hukuka daha yakından baktığımızda, hukukun güçlüler tarafından bir saldırı silahı, güçsüzler tarafından ise bir savunma kalkanı olarak kullanılmaya çalıştıklarını görürüz.

Gerçekte hukuk nedir?

To be or not to be!

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.