Kürtlerde üç Bedî-Üz Zaman Bedi-üz Zaman Saîdî Kurdî (Saîdî Nursî) (III)
Abuzer Bali Han (Araştırmacı yazar)
BEDİ-ÜZZAMAN SAÎDÎ KURDÎ (NURSÎ)
(12 Mart 1878-23 Mart 1960)
Bedi-üz Zaman Saidî Nursî (Saidî Kurdî), 12 Mart 1878tarihinde Bitlis vilayetine bağlı Hizan kazas ve İsparit nahiyesinin NursKöyü‘nde dünyaya geldi. Köken itibariyle dini bir aileden gelir. O, hem Hasanî, yani baba tarafından Hz. Hasan‘a ve anne tarafından da Hüseyni, yani seyyiddir.Osmanlı devletinde Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere „Şerîf“, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere ise „Seyyid“denilen dini inançla değer ve saygı gösterilirdi! „Seyyid“ kelimesi genetik anlamında Hz. Muhammed’in kızı Fatma ve eşi olan Hz. Ali'nin soyundan gelen kimselere denir. Ayrıca siyasi İslam mezhebi olarak da Ali taraftarı olanlar için „Şiî“, Ali'nin soyundan gelenlere de „Seyyid“ ve „Şerif“unvanları halen günümüzde de dini alanda geçerliğini koruyan unvan ve meziyetlerdir…
Bedi-üz Zaman Saidî Kurdî’ninNurs Köyü’nde doğduğu (eski haliyle) ev
Saidî Nursî ilk öğrenimine dokuz yaşında TağKöyü‘ndeki bir medresede başlar. Daha küçük yaşlarda çok zeki olduğu çevresince de sezilir. Eğitimi bu nedenle çok medrese değiştirerek hareketli geçer. Kaldığı yörede bir çok medreseyi kısa aralıklarla devem ederek bu dönemde Kur’an-ı Kerim‘i de hatmedip, çevresince büyük saygı ve sevgi görür. Sonra Doğubeyazıt’tan geçirdiği üç aylık dönemde Şeyh Mehmet Celalî’den ders ve taktirle icazetini dealarak artık ders vermeyi de hak eder!..
Adı geçen bölgenin önemli alimleri o dönemde Bitlis’te biraradaydı. Saidî Nursî, Bitlis’e giderek medrese alimleri ile tanışır. İlmi tartışmalarda dikkatleri üzerine toplar. Bu yapılan toplantılarda üstün zekası ve pratik başarıları ile herkesin takdirini kazanır.Daha on üç yaşlarında aldığı icazetini burada da kabul ettirerek halk ve dini alimler arasında „Bedi-üzZaman“ diyekendisine saygı duyulur!..
Gençliğinde fiziki olarak da güçlü bir yapıya sahip olan Bedi-üz ZamanSaidî Nursî’nin hayatını araştırmacılar üç dönem olarak vurgular. Risale-î Nur’u telif etmeye başladığı tarih olan 1926 yılına kadarki zamana „Eski Said“ 1926’dan 1950’ye kadar olan zamanına „Yeni Said“ dönemi ve 1950’den sonra ölüm tarihine kadar olan zamanına da „Üçüncü Said“ dönemi olarak adlandırılır. Gençlik döneminde sadece dini konular değil, sosyal ve “Kürtlük” konularında da dikkati üzerine çeker! Her üç dönemde de dine ve imana hizmet yönünde zamanın ve zeminin durumuna göre kendisi değişik metodlar uygular.
Gençlik döneminde Van Valisi olan Hasan Paşa, O’nun namını işitir ve Van’a çağırır. Van’da eline geçen olanaklarla kütüphanelerde mevcut olan kitaplarda fizik, kimya, coğrafya, tarih, astronomi, mantık ve felsefe gibi bilimlerle de uğraşarak bilgi sahibi olur. Bu bilgiler O’nun düşünce dünyası hakkındaki önemli değişmelerin de olduğu bir döneme rastlar. Kafasında oluşan bölgesel sorunların da halledilmesi için Van’da fen bilimleri ile medrese bilimlerinin bir arada okutulduğu bir üniversitenin kurulması planını yapar. Bu planını o dönemin İstanbul Hükümeti yetkililerine iletir. Planını takip etmek için de 1907 tarihinde İstanbul’a gider. Hayatında önemli etkisi ve yeri olan bir nevi otel görevini de yapan Şekerci Han’a yerleşir. İstanbul’da „ÜstadSaidîNursî“ yazısı kapıya yazılır. Burada din ve bilim adamları zaman zaman bir araya gelerek sohbetler yapardı. Sohbetlerden çok gelenleröğrenmeleri için bilmediklerini üstada sorular şeklinde yönlendirirlerdi!..
Bedi-üz ZamanSaidî Nursî,1912 yılında İstanbul’dan tekrar Van’a döner. Kafasında tasarladığı üniversiteyi 1913 yılında "Medresetü’z-Zehra" Üniversitesi adıyla temelini İstanbul Hükümeti adına Van Valisi‘yle birlikte atarlar! Bu haberi Bedi-üz Zaman’ın kardeşiMolla Abdülmecid Efendi de hatıra defterinde: “Büyük bir merasimle Van gölü kenarında Artemit bölgesinde Medreset-üz Zehra'nın temelini atmıştır” diyerek yeri de göstermek süretiyle bu tarihi habere not düşürür!..
Bu projesi daha başlangıçta gerçekleşmeden 1. Dünya Savaşı başlar! O yıllar artık ölüm, kalım mücadelesinin başladığı yıllar olur! Savaşta yetiştirdiği birçok yurtsever talebesi olan gençler şehit düşerler!..
1916 yılında “Kürt Süvari Alayı”nın başında komutan olarak savaşmak için kendini ve savaşçılarını hazırlar. Batı Anadolu’ya savaşa katılmak için yola çıkan Kürt Süvari Alayı yarı yolda geri çevrilir!.Mustafa Kemal Paşa ile tıpkı Çerkez Ethem gibi O’nun da yıldızı hiç barışık değildi!Mahiyetindeki süvari alayı ile Rus ordusuna karşı doğu cephesinde savaşır.
Kürt süvari alayı komutanı SaidîKurdî
Tüm güçlerinin büyük çoğunluğunubu savaşta kaybedince geride kalan adamlarıyla Rus ordusuna esir düşerler! Üç yıla yakın esareti, Rus ihtilalinin olmasından da yararlanarak Rusya’dan kaçarak firar eder. Sibirya, Finlandiya, Varşova ve Berlin üzeri Bulgaristan’ın Sofya şehrine uzun bir yolculuktan sonra varır. Oradan da 1918 yılında ancak İstanbul’a ulaşır…
Bedi-üz ZamanSaidîNursî’nin Osmanlı Hükümeti ile olan ilişkisi pek iyi bilinmez! Ancak 1920 yılında İngilizler İstanbul’u işgal edince Saidî Nursî, işgale karşı tepkisini yayınladığı bir bildiri ve açıklamalarla ortaya koyar. İstanbul’daki faaliyetleri sebebiyle İngilizlerO’nun hakkında idam kararını alırlar…
Bedirhanilerden gelen bir aileden olan Tarihçi Refi Cevat Ulunay, Said Kürdî’nin Osmanlı gizli istihbarat örgütü olan “Teşkilatı mahsusa”nın adına çalıştığını ileri sürse de bu konuda yeterli belgelerin olmadığı da bilinir. Sarayla çalışmış olsa da padişaha sadakatıyla bilinen ve belki de padişah ile de tanışan bir kişiydi. Bu nedenle de olsa Mustafa Kemal ile Said Kürdî’nin daha önceleri birbirlerinden bilgi sahibi olduklarını sonraki sürtüşmelerinde de anlaşılmaktadır!.. Fakat Bedi-üz Zaman'ın "Teşkilat-ı Mahsusa"ya üye olduğuna dair tarihi hiçbir vesika yoktur. Yalnız Padişah Abdülhamid'den "Medresetü’z-Zehra" adlı “Üniversite” isteği bilinir ve müsadesi de o dönemde alınır. Aldığı bu destek savaş nedeniyle temeli o dönemde bölgede olan Osmanlı Devlet temsilcisinin katılımıyla atılsa da yapımı tam olarak gerçekleşemez...
O dönemde Edirne‘den Kolordu Komutanı olarak Kürdistan‘a gönderilen Mustafa Kemal Paşa, Bitlis'te, 16 Kasım 1916 tarihinden 14 Ocak 1916 tarihine kadar bölgede araştırmalarını yapar. Sonra Diyarbakır’da uzun süre kalarak Dersim’de aşiret reis ve seyitlerle de birkaç toplantı da yapar. O’nun sadece bir uzman asker değil, bir istibaratçı da olduğu bu bölgedeki ilişkilerinden anlaşılmaktadır. O zaman padişaha hizmet eden ve sadık bir adamı olan Saidi Nursî ile Mustafa Kemal Paşa’nın birbirlerini tanıdıkları varsayımdan da öteye gider! Atatürk’ün Cumhuriyetin kurucusu olarak da ilk işi 1925 yılında isyan etti diye Şeyh SeyidEfendi‘yi29 Haziran 1925’te Şark İstiklal Mahkemesi tarafından idamına karar verilerek, Diyarbakır Dağkapı Meydanı‘nda 50'ye yakın arkadaşı ile birlikte astırır!
Daha sonraları da Seyid Rıza, biri oğlu olmak üzere 6 yakın arkadaşı 15 Kasım 1937'de Elazığ'da asılarak, sonra da cesetleri tıpkı Şeyh Said ve arkadaşlarının yakılarak yok edildiği gibi mezarları dahi geride bırakılmaz!..
Bedi-üz ZamanSaidî Nursî’yi cumhuriyet yönetiminde idam edilip, sonra da cenazesi Şeyh Said ve Seyid Rıza ve arkadaşları gibi yakılmamışsa da, ölümünden sonra yakılanların cesetleri gibi O’nun da tabut ve cesediyle uğraşılarak kendisinden önce asılanlar gibi bir mezar yeri bile kendisinden çok görülmüştür!..
Said Kürdî’nin Barla’da sürgün cezasını çekerken, bir sabah erkenden Atatürk ve beraberinde olan Beyşehir Eminiyet Müdürü O’nunla son bir görüşmenin olduğundan da bahsedilir. Yapılan görüşmede Atatürk, O’na :” Bu inadından vaz geç! Van’da açacağın üniversiteye tüm olanakları sağlarız!” der. Saidî Nursî (Saidî Kurdî) de tıpkı Sinoplu Diyojen gibi O‘na:”Bana gölge yapma! Senden başka ihsan istemem!” der. Atatürk de kendisine:”Daha akıllanmamışsın! Kal burada, tüm ömrünce“ diyerek Barla’dan kayık ile tekrar Beyşehir‘e geri döner! Çünkü Bediüz Zaman Saidî Nursî (Saidî Kurdî)’nin sürgün edildiği yer bilinçli seçilen bir bölgeydi. Bu köyün o zamanlar yolu, yordamı yoktu. Bedi-üz Zaman Saidî Nursî’nin ilişkisi sadece o bölgedeki Barla halkıylaydı! Barla halkı O’nu sevmiş ve bağrına basmıştı! Bir de gelip, giden talebeleri O’nun yazdıklarını gizlice alıp götürürlerdi. Bilinen odur ki hayalindeki „Üniversite“yi hiç bir zaman kuramadı! Türkiye’nin her tarafında kendisine inanan sayısı kabarık olan Türk ve Kürtlerden oluşan inaçlı bir „Nur cemaati“ni geride bırakarak vefat etti. Fakat dünyanın her tarafında kendisinin düşüncelerini paylaşan inananlar oldu. Eski Sovyet Devletlerinde kitapları müslümanlar arasında elden ele dolaşarak, binlerce okuyanı ve kitaplarının da büyük rakamlarla baskı yaptığına tanık oldu!.. Artık O’nun için kara günler de doğduğu topraklardan uzak, yad ellerde başlamıştı. Vatan hasreti her şeyin üstündeydi! Bu yıllar O’nun „Bedi-üz Zaman Saidî Nursî” adının artık Türkiye’de Kürtlüğünden dolayı “Bedi-üz Zaman Saidî Kurdî“ye de dönerek her iki ad da O’nun için saygı duyulan adlar olur. O’nun hayatında önemli bir yeri olan Beyşehir Gölü’nün kenarındaki Barla köyünde 1926’dan 1934 yılları arasında tam 8 yıl kalır. Kaldığı yer 2 odalı mütevazi bir evdi.O evin önünde büyük bir ağaca yaptırdığı çardakta da bazan dinlenip, yazdığı da oluyordu.