"KOCAN AŞİRETİNİN SİCİL DEFTERİ: 4. BİR KÜRT AŞİRETİ OLARAK  KOCANLILAR"

"KOCAN AŞİRETİNİN SİCİL DEFTERİ: 4. BİR KÜRT AŞİRETİ OLARAK  KOCANLILAR"

.

A+A-

Cemsi KAYA

KOCAN AŞİRETİ, 1926 HAREKATI, ÖNCESİ VE SONRASI5.BÖLÜM

İkinci Kısım: ŞEYH SAİT İSYANI’NIN BASTIRILMASININ ARTÇI DALGASI OLARAK 1926 ALİBOĞAZ HAREKATI VE KOCAN AŞİRETİ:

 Bu başlığı, Cumhuriyetin Türkleştirme projesi ve Şeyh Sait İsyanı’ndan dolayı, devletin Kocanlılara karşı tavrı şeklinde de ele alabiliriz.

Kemalist rejimin Türk ulus devleti yaratma projesini anlayamadığımzı zaman, Alevi Kürt bölgelerindeki kırım hareketlerini Sünni İslam’ın tarihsel Alevi husumeti üzerinden okuruz. Kerbela’yı sıfır noktası alarak, 1.400 yıllık tarihi  düzçizgisel-linear bir din ve mezhepçilik hattı üzerinden okumak meseleyi açıklamaktan uzaktır.

 

19.yy da uluslararası siyasette “Şark Meselesi“ denilince Osmanlı Devleti ve bu devletin sömürgeleştirilmesi, kontrol altına alınması anlaşılıyordu. (Taner Timur, Osmanlı Kimliği).

 

1516’da İdris-i Bitlisi ile Kürt Mirleri (Çemişgezek Mirliği de bu ittifakın içerisindedir) arasında yapılan anlaşmanın 19. Yy’da Osmanlının merkezileşme politikaları ile tek taraflı bozulduğu söylenebilir. Osmanlı kaynakları Kürdistan’ın yeniden fethedilmesi için seferberlikten  bahsetmektedir.  Bu anlamda Osmanlının Şark meselesi de Kürdistan’ın Osmanlı sistemine yeniden entegrasyonu ya da fethinin tamamlanmasıydı denebilir. Bu fetihin son halkası da  Dersim’di.

 

Öyle ki, Şeyh Said Hareketi’nden hemen sonra ya da aynı dönemde başlayan Dersim raporları sürecinde Şark Meselesi iç  siyasette  neredeyse Dersim meselesiyle özdeşleşecektir.

 

Kocan tedibi  Dersim Sancağı’nın kurulması (1848) ile başlayarak 1938 de sonlanan Dersim Islahatının Cumhuriyet devrindeki  ilk halkası, ilk siftahıdır.

 

TÜRK ULUSU İNŞASININ  KURBANI OLARAK KÜRTLER:

 

Osmanlıcılık, İslamcılık vs. politikalarla koca bir imparatorluk kurtarılamayınca, bu imparatorluğun yıkıntıları üzerinde yeni bir ulus-devlet kuran cumhuriyet kadroları öncülüğünde, Türkçülük ideolojisi temelinde, yeni bir ulus inşası süreci başladı.

 

“Ulus inşası“ diyoruz, çünkü, Anadolu topraklarında, yönetici kadroların isteklerine uyarlı ulus yoktu henüz. Bu ulus yaratılmalıydı. Massimo d´Azgelio`nun İtalya krallığı parlamentosunda söylediği, “İtalya`yı yarattık, şimdi de İtalyanları yaratmalıyız (Hobsbawn, Milletler ve Milliyetçilik) ünlü deyişi Türkiye Büyük Millet Meclisi`nde  “Türkiye Cumhuriyeti`ni kurduk, şimdide Türkleri yaratmalıyız” olarak yankılanmıştı sanki.

 

Türk Milleti ile Anadolu`da yaşayan İslami topluluklar anlaşılmaktaydı. Nitekim bu söylem Lozan antlaşmasında da kullanılmaktadır. Yeni ulusun inşası, Türk etnisi-tabii ki İslamla rezonans halinde-temelinde öngörülmekteydi.

 

Türk ulusu yaratma politikalarının Türk kökenli topluluklar için anlamı; Etrak-ı-biidrak`a Türklüklerini idrak ettirmekti. Lenin’in  sınıf teorisiyle benzerlik kurarak ifade edersek, kendi kendine Türk’ten kendisi için Türk’e geçiş demekti bu. Türk asıllı-bunlara Türkçe konuşanlar demek daha doğru olur-toplulukların modern ulusa duhuliyeti ya da harmanlanarak yeniden tanımlanması, ağırlıkla eğitim, ulaşım ve askere alınma vb. yollarla başarılabilirken; Türk asıllı olmayan topluluklar için ise bu politika, bu toplulukların Türkleştirilmesi anlamına geliyordu. Türk-dışı unsurların ulusa dahili, şiddet, terör ve asimilasyonla “başarılabiliyordu”.

 Yeni ulus yaratmaya elverişli olmayan “problemli” toplulukların halledilmesi bilinçli ve sistemli merkezi politikalarla gerçekleştirilebilirdi ancak. Topluluklar sıraya dizilerek ve her topluluk sırası gelince tasfiye edilmiştir.

Başlangıçta henüz dini temelli milletin mer`iyette olduğu dönemde, gayri-Müslümler tasfiye edilirken, dini milletten etnik-kültürel ulusa geçiş döneminde ise bu dönemin ihtiyaçlarına cevaben, sıra Müslüman haricîlere gelmiştir. Önce gayri-Müslümler,  sonra gayri-Türkler, ki bunların başında Kürtler gelmekteydi.

 

Osmanlı devrinde hilafetin Müslüman dünyası için bir sadakat odağı olması hasebiyle kısmi ayrıcalığa sahip olan Sünni Kürtler de Türk ulusu yaratma temelli Cumhuriyetin kurulmasıyla bu ayrıcalıklarını  kaybederek Kızılbaş Kürtlerle eşitlendi. Osmanlı devrinde ‘’farklı’’ olan Kürt toplulukları, Cumhuriyet devrinde, görecekleri muamele açısından,  deyim yerindeyse eşitlendi.

 

Türk ulusçuluğu temelinde  kurulan cumhuriyet rejimi, Kürtler için  bir Prokustes yatağı gibiydi. (Burada kastettiğim bir idare tarzı olarak soyut bir Cumhuriyet değil, TC dir elbette)

 Prokrustes yatağı ilk çağ efsanesinde bir hancının yatağıdır. Hancı gelip kendisinde kalmaya mecbur olan herkesi kendi yatağına uydurur. Yolcunun boyu uzunsa keserdi; kısaysa çeker uzatırdı. Her iki halde de yolcu ya ölür ya da sakat, kötürüm kalırdı.

Peki sorunlu olan kimdi burada? Yolcu mu? Hancı mı? İnsanların farklı boylarda olmasından  daha doğal ne olabilirdi?

 

Yüzyıllardan beri aynı topraklar üzerinde iyi kötü, kavgalı barışık yaşamış toplumların  ulusal, etnik, inançsal vs. farklı kimliklerden olmasından daha doğal ne olabilirdi?

 

Suçlu olan Kürtler ve Aleviler değil, Kemalist rejimin tekçi projesiydi. Rejimin imparatorluk bakiyesi üzerinde kurduğu sözüm ona Cumhuriyet elbisesi toplumun önemli kesimleri için çok dar geldi.

Kürtlerin, Kürd ulusal aidiyetleriyle, Alevilerin   inanç kimlikleriyle kendi kadim topraklarında özgürce yaşamasından daha doğal ne olabilirdi?

 

İşte tekçi rejime karşı gelişen Şeyh Sait Hareketi’nin bastırılmasından tutun da Kürdistan’da çeşitli bölgelere ve aşiretlere yönelik lokal tedip veya imha hareketleri de bu politikanın hayata geçirilmesinden başka bir şey değildi.

 

Bunu en net şekilde Şeyh Sait İsyanı’nın bastırılmasının hemen akabinde yapılan mütalaalar ve tedbirlerde görüyoruz. Bu  mütalaalar ve tedbirler  demeti Şark Islahat Planı adı altında programlaştırılıp yasallaştırılarak  çeşitli biçimlerde hayata geçirilmiştir. Her zaman asıl amaç, irtica, şekavet ve derebeylik gibi, çeşitli gerekçelerle gizlenmiştir. Hakimiyet kurulamayan bölgelerde Türklük de inşa edilemezdi.

ŞEYH SAİD, DERSİM VE KOCAN AŞİRETİ

’Bu raporlar ve filhakika o sırada azgınca hareketlerinden dolayı ve bilhassa Şeyh Sait isyanı sırasında aldıkları vaziyet dolayısıyla Koç Uşaklılar üzerine 1926 senesinde bir hareket tertip olundu’’. Bu kararın hayata geçirilmesi için Elazığ Valiliğine Cemal Bardakçı tayin olundu. (DR sa. 237).

Genel Kurmay kaynaklarındaki değerlendirmelerde, Dersimlilerin Şeyh Sait İsyanı dönemindeki tavrı, Muş Beyleri ve Diyarbakır’ın tavrı ile aynı kategori içerisinde alınarak şunlar söyleniyor:

‘’Şeyh Sait özellikle Dersim ve Muş beylerini kendi tarafına çekmeye çalışıyor ve bunlara bu maksatla adamlar gönderiyordu . Eğer Şeyh Sait bu teşebbüslerinde sadece Kürdistan Bağımsızlığı adına ve daha önce girişmiş olsaydı, ayaklanmayı Diyarbakır ve Muş’a bulaştırması muhtemeldi. Fakat ayaklanmanın gayesi dini kurtarmak ve özellikle Osmanlı Halifeliğini yeniden kurmak şeklinde gösterilince, Genç ve Diyarbakır dışında bulunan ve Şeyh Said’in manevi nüfuzu altında bulunmayan Kürt aşiretlerine ayaklanmayı iltifat ettiremedi...

Özellikle bu nokta, ayaklanmaya her zaman eğilimli olan Dersim ve Muş Beylerini bu defa ayaklanmaya sevk etmemişti ‘’ (Gen. Kurm Kürt İsy. sa. 189).

Elazığ ve Havalisi Komutanının yardımı ile Dersim dolayındaki aşiretler ayaklanmaya katılmadılar. (age, sa 196)

Bu dönemde Elazığ Havali komutanının yardımından kastedilen bölgeye gelen Malatya Doğanşehirli Alevi mürşidi  Doğan Dede ile Sarısaltuklu Yarbay Hıdır Emre’nin çabalarıdır.  Dersimlilerin igfal edilmesinde Alevi din  adamlarının ciddi propagandalarının ve caydırıcı rollerinin  olduğu sözlü anlatımlarla da desteklenmektedir.

Kocanlıların bu dönemdeki görece aykırı  tavrı konusunda aşiretin bilge kişilerinden Şahin Demir sanki bir sırrı ifşa edercesine şunları anlatmıştı:

 ‘’Bizimkiler söz verdiler fakat sonradan vaz geçtiler. Kimler söz verdi de vaz geçti? diye sorduğumda, öncelikle Kocan aşiret reisi Seyithan Ağa ve Seyit Rıza’yı saydı. ‘’İçerde cemaat üstüne cemaat yaptılar, dediler ki biz şimdi bunlarla hükümet kurarsak sonradan anlaşamayız, birbirimizin saçını  başını yolarız. En iyisi onlar kendi yoluna, biz kendi yolumuza’’.

Kocanlar Çemişgezek ilçesine saldırmış fakat geri püskürtülmüştü; bunun dışında herhangi bir hareketleri söz konusu olmamıştır. Elazığ Şark İstiklal Mahkemesi’nde aşirete karşı açılan davadaki mahkeme kayıtlarına göre  Çemişgezek’e saldırısında iki sivil (Azmi ve Mustafa) yedi jandarma öldürülmüş, telgraf hattı kesilmiştir.

Doğu Dersim’den kimi şahıslar  Hüseyin Doğan’ın igfalatına kapılarak Şeyh Sait kuvvetlerini arkadan vurdular. Sılo Sur ve Wusé Mozık gibi ünlü silahşörler Doğan Dede ve Hıdır Emre  tarafından kullanıldı. Bu konuda yeteri kadar yazılı ve sözlü bilgiye sahibiz.

Kimi mahalli Kemalevilerin-Atatürkçü Alevilerin- Kocan aşiretinin Şeyh Sait isyanında Çemişgezek’te olay yapması, kısmi bir saldırıda bulunmasını olası bir Şeyh Sait müdahalesine karşı bir bariyer oluşturmayı hedefleyen karşı eylem olarak izah etmelerine şaşırmamak gerekiyor.

Türkçü Alevicilik ve şeriata karşı Kemalizmi kalkan görme anlayışının yarattığı neredeyse yüzyıllık tahribat çok derindir;  daha çok takiyye olarak geçiştirilen bu tahribatın  toplumda artık bir rızaya dayandığını  görmemiz  gerekiyor. Sey Rıza’yı Atatürk’le arkadaş yapan zihniyet (burada acı çeken insanlarda kötü niyet aramıyorum) ile Kocanlıların  tavrını Şeyh Sait’e karşı bir hareket olarak lanse etmeye çalışanlar ya da yıllarca Şeyh Sait ile Sey Rıza’yı buluşturup birbirinin elinden lokma  yemeyen bir toplum tablosu çizerek Kürtleri ezelden ebede düşman şeklinde resmedenlerin kimin kuşxanasından beslendikleri açıktır.

Aleviliği Türk ulus inşasında bir enstrüman olarak kullanan  Nevşehir ve Doğanşehir tekkesinin siyasi müritleri ve yüzyıldan beridir ektiği tohumun  meyveleridir bunlar. Memleketi Atatürkçülük Üretim Çiftliği haline getirme ideallerine gün geçtikçe daha sıkı sarılıyorlar.

 

Bu müritlere en doğru cevabı Şeyh Sait İsyanı konusunda bir TV programında Erdoğan Aydın vermişti, Ayeydin: ‘’Her ne kadar Şeyh Sait şeriattan söz etse de onu ‘işte şeriat istiyor’ diye yadsımaya çalışan insanların kafasında canlandırdığının aksine, Şeyh Sait farklı inançtaki insanları ortadan kaldırmaya çalışan bir şeriat anlayışına sahip olan bir insan değil. Yani günümüzdeki tahakkümcü, cihatçı, tekfirci anlayşlarla kıyaslandığında, Şeyh Said’i bunlar arasına koymanın en küçük bir koşulu söz konusu değil’’ diyerek doğru yerde durmaktadır.

ŞEYH SAİD HAREKATINDAN SONRA..

Şeyh Sait Hareketi’nin bastırılmasından sonra bütün bir Kürdistan yeniden mercek altına alınarak  ‘’problemli’’ görülen bölgeler adeta sıraya konularak, sırası gelen tedip ve tenkil edilmiştir.

Düşünülen Dersim tedibi de adeta Şeyh Said Hareketi’nin devamı ve artçı dalgası gibidir. En azından devletin algısı ve meseleye yaklaşımı bu şekildedir. Sadece  Dersim raporlarında  değil, Genel Kurmay’ın diğer belgelerinde de buna dair bilgiler var. 

21 Subat 1925’te Şeyh Said İsyanından dolayı sıkıyönetim ilan edilir. Sıkıyönetimin ilan edildiği yerler Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkari (Gen. Kurm. İsyanlar, sa. 173).

Türk Genel Kurmayı İsyanın bastırılmasından hemen sonra şu tespiti yapmıştır: ‘’Şeyh Sait ayaklanmasının bastırılmasından sonra ayaklanma bölgesinde devam eden temizleme ve ıslahat hareketinin kesin sonucu hala alınamamıştı (Gen Kurm. B. Kürt İsyanlar age.sa 225) ‘’Akabinde ‘’Diyarbakır, Siirt, Muş, Genç ve Dersim illeri ise muhalefet, şekavet, hassasiyet ve ayaklanma belirtileri bakımından daha ciddi bir durum arz ediyordu’’ denilerek belli bölgelere ve aşiretlere yönelik askeri harekat için yeni bir start veriliyordu. (age. Sa 228).

İlk elden ‘’Beşiri, Garzan , Silvan, Kulp, Sason ilçelerinde askeri kuvvetlerle şiddetli bir tedip harekatı yapılacak . Bu tedip bölgedeki aşiretleri kamilen silahtan arıtmak, asi ve hükümlüleri yakalamakla beraber muhalefet ve direnme durumuna göre yok etme derecesine varabilecek. Bu nedenle de bu iş uzun sürebilir.

Tedip’e konu olan alanlardan birisi de Dersim/Kocan aşireti bölgesi idi.

‘’Aynı zamanda yapılacak harekatın göstereceği gelişime göre Dersim’de henüz hiç bir tedip görmemiş ve daima şekavetlerine devam etmiş olan Koçuşağı aşireti tedip edilerek silahları toplanacak, bundan sonra Hozat ilçesi ve daha sonra Ovacık ilçesi ile uğraşılmak sureti ile en son Doğu Dersim de silahtan arındırılacak’’ deniyor.

Görüldüğü gibi Kürdistan çeşitli bölgeleri itibariyle adeta önce birleştirilmiş, sonra bölgelere ayrılmış ve problemli görülen  bölgeler adeta sıraya dizilerek parça parça tedip edilmiştir. Yani kararın ön mütalaası 1925 te Şeyh Sait İsyanı’nın bastırılmasından hemen sonra yapılmış.

Öngörülen ‘’Dersim harekatı (ki öncelikle Kocan aşireti düşünülüyor bn.) için Elazığ’da 17. Tümen’in piyade alayı ile 5. Tümen’den işe yarar kuvvetler ayrılacak ve bu harekata da Nurettin Paşa memur edilecek’’ (age sa .230) deniyor.’’ Genelkurmay Başkanlığı’nın  düşüncesini öğrenen 3. Ordu Müfettişliği (o devirde sanırım Izzetin Paşa idi bn.) Dersim harekatının yapılış  tarzı hakkında Elazığ ve Havalisi Komutanlığından aldığı mütalaayı 21 Temmuz 1925’te Genelkurmay Başkanlığı’na sunmakla beraber, Raçkotan Harekatı’na dair düşüncelerini de şu suretle belirtmekte idi’’ denerek devam ediyor. (age sa. 232). Anlaşılan o ki tedip kararı için ön mütalaa  1925 Temmuzunda yapılıyor; Şeyh Said ve arkadaşlarının idamından üç hafta sonra.

Kocan Tedibi ile başlaması öngörülen Dersim Tedibi  için öngörülen zaman aslında Eylül 1925 iken askeri ve teknik nedenlerden ötürü erteleniyor. (Gen.Krm.Kürt İs. Sa 237)

 

ŞARK ISLAHAT PLANI 1925

Şark Islahat Planı da hemen bu mütalaaların akabinde hazırlanıyor. Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak’ın nezaretinde Şark Islahat Planı komisyonunun kurulmasına dair gizli kararname hazırlanıyor. (18 Eylül 1925) Komisyonda devrin  İçişleri bakanı M. Cemil Ubaydın, Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt gibi isimler yer alıyor. Plan 24 Eylül 1925’te İnönü Hükümeti tarafından kabul ediliyor (bkz. Ziya Ulusoy, Osmanlı ve Cumhuriyet Devrinde Dersim).

 Ulusoy’un da belirttiği gibi planın ana fikri:

 a)Kürtleri Umum Müfettişlikler biçiminde olağanüstü yetkili sömürge valileri ve komutanlarla yönetmek,

b.) Türk nüfus yerleştirme, sürgün ve zorla asimilasyon yöntemleriyle Kürtleri Türkleştirmektir. Özellikle 13. Madde bunu tanzim etmiştir.

"Aslen Türk olup Kürtlüğe mağlup olmaya başlayan bervech-i âtî Malatya, Elaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Behinsi (Besni), Arga (Akçadağ), Hekimhan, Birecik, Çermik, vilayet ve kaza merkezlerinde hükûmet ve belediye dairelerinde ve sair mücessesat ve teşkilâtta, mekteplerde, çarşı ve pazarlarda Türkçeden maada lisan kullananlar evâmir-i hükûmete ve belediyeye muhalif ve mukavemet cürmile tecziye edilirler." (Madde 13) (Ümit Fırat, Bianet)

Kocan aşiretine yönelik tedibin  Şark vilayetleri için öngörülen  ıslahat planının bir parçası olduğunu Dersim Raporlarında açıkça görülüyor.

Burada Şark Islahat Planının  amacının, Koçan aşireti üzerine hareket kararı verilmesinin baş yürütücüsü  Vali Cemal Bardakçı’nın hazırladığı rapor’a dair DR ‚ ‘‘bu rapordan çıkan netice‘‘ bölümünde hayata geçirilmeye çalışıldığı belirtildiğini  net bir şekilde görebiliyoruz. Kocanlıların azgınca hareketleri ve bilhassa Şeyh Sait İsyanı sırasında aldıkları vaziyet dolayısıyla tertiplenen harekatın Kocanlılar üzerine az çok tesir ettiğini belirttikten sonra, ‘‘Asıl maksat ise şark vilayetlerinde ve bu meyanda Dersim’de de esaslı ıslahat olduğundan, bu gayeye imkan nispetinde tedricen vasıl olmak gayesiyle ilk adım olmak üzere 1927 senesi sonlarında 1.Umum Müfettişlik teşkilatı vezifeye sevk olundu‘ (DR sa 238) deniyor.

 

Bütün bunların amacı devlet otoritesinin tesisi ve Türkleştirmedir.

1926 da Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü, İngiltere’nin Ankara elçisine şunları söyleyecekti:

‘’Kürtlerin durumu söz konusu olduğunda kültürel düzeyleri ve anlayışları o kadar kıttır ki, bu yüzden bunların genel Türk siyasi yapısına asimile edilmeleri mümkün değildir. Amerikan Hintliler gibi (Clerk, bununla Bakan’ın Amerikan Kızılderililerini kastettiğini söylüyor) yok olacaklardır. Zira yaşam için gerekli ekonomik mücadelede Kürt bölgelerinde yerleştirilecek çok daha ileri ve kültürlü Türklerle rekabet edemezler.’’ 

Genel olarak Şark meseleleri nasıl çözülüyorsa Türk rejimi de kendi Şark meselesini öyle çözecekti. Bunun yolu tedip, asimilasyon ve kırımdı.

 

1925 Şeyh Sait İsyanının arkasından gelen ve lokal tedibe uğrayan bölge ve aşiretlerin  Kocan aşireti  dışındakileri Sünni Kürt  bölge ve aşiretleridir. Burada özellikle Kocan tedibinden bir yıl sonra Mustafa Muğlalı tarafından yürütülen Pêcar Tenkil Harekatını zikretmek yeterlidir. 

Pêcar Tenkili ile ilgili Yusuf Ziya Döger’in  yayınlanan çok önemli çalışmasına bakılabilir. Bu kitabı özellikle Dersim meselesine inanç  zaviyesinden bakanların  okumasını salık veririm;  Kemalist rejimin bu coğrafyadaki esas meselesinin dini kimlik ve aidiyetlerle değil etnik-ulusal aidiyetlerle olduğu çok net bir şekilde görülecektir. Bu rejim kimimizi mağaralarda fare gibi zehirle  boğarak, kimimizi samanlıklarda yakarak sadece acı geçmiş kaderimizde değil, gelecek/atideki ortak aidiyetimizi elinde olmayarak bize ifşa ettirmiştir. Onlar bizim bir ve aynı halk olduğumuzu biliyor da biz ne kadar bunun idraki içerisindeyiz?

Kemalizmin dini yoktur; Kemalizm kendisi bir dindir ve bu dinin adı Türkçülüktür.

[1] Genel Kurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, Kaynak Yayınları

[2] Şeyh Sait’ten Dersim’e , Aytekin Ersal 2015

[3] Péçar Tenkil Harekatı 1927, Yusuf Ziya Döger, Nûbihar Yayınarı 2016

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.