Veysel Çamlıbel

Veysel Çamlıbel

Yazarın Tüm Yazıları >

Tarihin İçinden İki Tanık

A+A-

Coğrafyamızda geçen yüzyıldaki olayları yaşayanlar, yaşadıklarını orda burada anlatsalar da, onları büyük ölçülerde kayıtlara düşmeden, yazıya döktürmeden, aramızdan kaybolup gittiler. Böylece bir yüzyılı daha gerilerde bıraktık. Söz konusu geçmiş yüzyıl oldukça önemli olaylara tanıklık etti; iki büyük paylaşım savaşını, bölünen Kürt coğrafyasını, sonrasında dünyayı karşıt iki kutba ayıran 1917 Sovyet devrimini yaşadı.

Bizlere öğretilmiş tarihi geçmişin omurgasını resmi tarih oluşturuyor. Devletlerin resmi bakış açıları, resmi ideolojisi, kuşaklara öğretilenler, hakikatler derin sis perdeleriyle gölgeleniyor, örtülüyor. Hal böyle olunca sözlü tarihin önemi gereğinden çok büyük oluyor; yaşanılanların bizzat yaşananlar tarafından anlatılması, olayların yerel şekliyle, köy köy, kasaba, kent, bölgeler düzeyinde açıklıkla ortaya konulması oldukça gerekli ve değerli oluyor…

Bizler, geçmişimizi, tarihimizi kulak arkası etmiş kuşaklarız. Bizi var eden topraklara tutunan, oradan beslenen köklerimizden önemli ölçülerde uzak düştük. Halkımızın toplumsal, siyasal tarihi, Kürt sözlü edebiyatı, kadim folklorik kültürü önemsemediğimiz değerlerimizin başında geliyor. Masallarımız, destanlarımız, efsanelerimiz, atasözlerimiz, kılamlarımız, stanlarımızdan uzaklaştıkça kimliksizleştik, değersizleştik, kendimiz olmaktan çıktık… Netice olarak, ne başkalarının istediği gibi değiştik, ne de kendimiz olabildik.   

Geçmişi, yaşanılanı kayıt altına alamadık. Yaşayan genç kuşaklar bir öncekilerin yaşadıklarını kayda düşebilselerdi, olup bitenleri yazıya dökebilseler, hafızaya yerleştirebilseler, yerel anlatı ve belgelerden genel bir tarihin gerçeklere uygun haritasına ulaşılabilir, aydınlanmış geçmiş üzerinden özgür geleceğe daha güvenle yürüyebilme imkanını bulmuş olurduk. Çok yazık olmuş. Yanı başımızdan akıp giden büyük akışı, koca ırmağı fark edememiş olmamız, neden sonra fark edip hayıflandığımız hazin bir durumdur.

                                                      *    *    *    *

 

Geçen yüzyılın başlarında Bayazıt’ta / Bazid’de doğup büyümüş, çevrelerindeki olup bitenlere tanıklık etmiş, birçok insanın bilip tanıdığı, genç kuşaklarınsa en aşağısından duyduğu iki insanın anlatılarını nerdeyse 30 yıl kadar önce sesle kayıt altına almıştım.  Bu söyleşiye ‘’İNSAN - TOPLUM - DEVLET ’’  adı ile Gün Yayıncılık’tan yayınladığım kitapta yer vermiştim.  İçten, gönülden kopup gelen bir güzel söyleşiydi bu. Hasan YARDIMCI amca, ABDULLAH BAYDAR Ağabey idi söyleştiğim insanlar. Anlatıcıların anlatım tarzlarını, söylediklerini aslına sadık kalarak aynen, olduğu gibi yansıttım. Birbirlerini oldukça iyi tanıyan bu iki büyüğümüzle ayrı ayrı yaptığım söyleşiyi bir araya getirip sunmakta bir beis de görmedim. Özellikle genç kuşakların bu söyleşiyi önemle okuyacaklarına, hafızalarını anlamlı kılacaklarına inanıyorum. Bu iki büyüğümüzü saygıyla ve rahmetle anıyorum.  

Haklarında kısa bir bilgi;

ABDULLAH BAYDAR; 1914 doğumlu. Rüştiye ( Ortaokul ) mezunu. Bazid / Bayazıt eşrafından. Amcası Şefik Baydar 3 ve 4. Dönem Osmanlı Meclisi Mebusan üyesi. Ardından 1 ve 2. Dönem Millet Meclisi üyesi. Uzunca bir dönem Bazid Belediye Başkanlığı yaptı. DP siyasi kökeninden geliyor.

HASAN YARDIMCI; 1903 doğumlu. Rüştiye ( ortaokul ) mezunu. Bazid / Bayazıt eşrafından Amcası Şevket Bey 1. Millet meclisinde milletvekilliği yaptı. Kardeşi Celal Yardımcı değişik zamanlarda DP hükümetlerinde Milli Eğitim, Adalet, Devlet bakanlıklarında bulundu. 1926 yılında sürülmüş bir aileden. DP kökenli.

                                                      *     *     *     *

SÖYLEŞİ;

VEYSEL ÇAMLIBEL; Hasan Amca, 1903 doğumlusunuz. Önemli olaylar yaşamışsınız. 1. Dünya savaşını hatırlıyorsunuz herhalde, çocukluğunuzu, o günlere dair neler hatırlıyorsunuz?

HASAN YARDIMCI; Doğru, 1903 doğumluyum. Savaş başladığında 10 - 11 yaşındaydım.  Hatırlıyorum, seferberlik ilan edildi. Biz okuyorduk, Rüştiyede. Okullar kapatıldı. O vakitler itiyatlara ‘’ redif ‘’ diyorlardı. Redifler geldiler. Aşiret Alayları vardı o zamanlar, onlar toplandılar. Ruslar taarruza başladı. Bizim eve yakın evlerden komşular bizde toplanmaya başladı, gelin kaçalım dediler… Ruslar geliyor dediler… Mutasarrıf’ a gittiler, o zamanlar Bayazıt mutassarıflıktı. Yok dedi mutassarıf, kaçarsanız sizi örfi idareye vereceğim. Bir süre sonra gidip görüşülmek istendiğinde baktılar ki herkesten önce o kaçmış. Evini kitleyip kaçmış. Millet kaçmaya, cıvar köylere, İran köylerine sığınmaya başladı. Kıştı, o sene çok da kar yağmıştı. Kaçıp gidenler bir gün, beş gün, bir hafta derken, Ruslar da gelip Bayazıt’a yerleşti, öylece kalmaya başladılar. Bundan yüz bulan Ermeni gençler insanlara kötülük yaptılar. Köylere, oraya buraya gidenler çarnaçar evlerine geri döndüler. Ermeniler rahat durmuyordu, bazı insanları yakalayıp Iğdır’a askeri mahkemeye gönderdiler.

Ruslar iyice yerleştiler, ta ki Rusya’da Bolşevik inkılabı oluncaya kadar, o ihtilalden sonra her şey değişti. Rusların çekileceği havadisleri yayıldı. Bayazıt’da ki Rus kumandanı bazı Bayazıtlılara, ‘’ gelin sizi Maku’ ya gönderelim, yoksa, Ermeniler sizi öldürecek ‘’ demiş. Ruslar çekip giderken Ermeniler çok kan döktüler, bir kısım insanları evlere doldurup ateşe verdiler. Kaçıp saklananlar ise kurtuldu. Iğdır istikametine doğru çekip gittiler. Maku’ya, bazı İran köylerine kaçanlar geri döndüler evlerine.

Sonra çaldıran Tarafından bir süvari birliği geldi, iki manga Osmanlı askeri çıkıp geldi. Millet merakla etrafına toplandı. Kahraman Ağa adında biri vardı, Ermeniler çekip gittiler, Osmanlı askeri geldi diye 6 – 7 yaşındaki kızını yere yatırıp kurban diye kesecekti. Cahillik işte… Millet araya girip buna mani oldular. Daha sonra bir koyun getirilip kurban olarak kesildi. Osmanlı bayrağı asıldı…

VEYSEL ÇAMLIBEL; Harpten önce Ermeniler vardı Bayazıt’ta, ne yaparlardı, aranız onlarla nasıldı?

HASAN YARDIMCI; Sobacılık, ayakkabıcılık, inşaatçılık, ticaret… Zanaatkar insanlardı Ermeniler… Birçok Bayazıt’lı Müslüman onlardan para alır, ticaret, kürkçülük yapardı. Bitlis’ten, diğer yerlerden mal getirip satıp, onlara olan borçlarını öderlerdi. Yaşlıları çok halim selim insanlardı, fakat gençleri çok rahat durmuyorlardı. Bayazıt’lı Müslümanlar Ermenilerle birbirlerinin bayramlarına gider gelirlerdi. Ramazanda Ermeniler açıkta bir şey yemezlerdi. Müslümanlar da onların bayram ve düğünlerine giderlerdi. Ölüsü olan evin evinin önünde bir Êsüre davul çalınmazdı, her konuda insanlar birbirlerine saygılı davranırdı.

Kötülük yapılan dönemlerde, Ermeni gençlerinin hareket merkezi Van’dı, Van’dan geliyorlardı. İşler eskisi gibi gitmedi, sonradan bozuldu. Ermeniler çekip giderken Ezdiler de onlarla birlikte çekip gittiler… Ezdiler Qerekend ve Masekan, birkaç köyde daha yaşarlardı, onlar da çekip gittiler… Müslümanlığı benimsemiş bazı Ermeni kadınlar gitmediler, Bayazıt’ ta kaldılar. Rus taburu Kızıldıze köyündeydi. Tabura bağlı bir bölük Kanlıköy’de, bir başka bölükse İncesu’daydı. İncesu’daki bölük komutanı çok merhametsiz bir Ermeni idi, yaptıkları kötülüklerden dolayı birçok köylü çoluk çoluklarıyla İran köylerine sığınmışlardı. Feki Eli, Hesoye Rehed, Feki Emere Şeh Xano,Heydo, ismini hatırlayamadığım bir köylüyü kurşuna dizmiş, cesetleri tezek yığınının içine almış ateşe vermişlerdi. Kanlıköy’ de de benzer olaylar olmuştu.

VEYSEL ÇAMLIBEL; Abdullah ağabey biraz sizi dinleyelim. Hangi yıl doğmuşsunuz? Çocuk yıllarınızdaki olaylardan, Bayazıt’tan söz eder misiniz, Ermenilerden,  Ezdilerden, şehirlilerden, köylülerden.

ABDULLAH BAYDAR; 1914 yılında doğmuşum. Savaşın başladığı yıllarda.  Savaş dönemini büyük ölçüde büyüklerimin anlattıklarından biliyorum, onlardan naklen söyleyebilirim. Harbi umumiden önce Bayazıt’ın nüfusu 2000 haneymiş, aşağı yukarı 13 - 15 bin kadar bir nüfusu varmış. Müslüman çoğunluğu yanında Ermeni ve Ezdiler de yaşarmış. Bayazıt köylerinden Masekan, Karakent, Arzep, Korum da tamamen Ermeniler yaşar, tarım ve çiftçilikle uğraşır Bayazıt’ın tahıl ihtiyacını karşılarlarmış. O vakitler Bayazıt mutasarrıflıkmış.

Bayazıt’ın diğer köyleri hayvan koyun besleyen, yazı yaylalada, kışı köylerinde geçiren göçebe köylüleri barındırırdı. Büyük çoğunluğu Celali aşiretine mensup bu kabilelerin belli başlıları  şunlardı; Sori, Qoti, Saki, Hesesori, Keçeli, Keskoyi, vs. bazı başka aşiret ve kabileler…  

Harbi umumu ve sonrasında, şehirli köylü ilişkileri eskiden beri bilinen örf ve adetlerimize göre karşılıklı sevgi ve saygı çerçevesinde yürümekteymiş. Aşiret reisleri Bayazıt ileri gelenlerine, eşrafına saygılı davranırlar, onlar da aşiret reislerini hesaba katar iyi davranırlarmış. Eski idari sistemde vilayet, sancak, kaza ve nahiye diye sıralanırdı. Anlatılanlara göre Bayazıt müstakil sancak statüsündeydi.  

Harpten sonra Ermeniler katliam yapmış, çekip gitmişler, müslümanların bir kısmı kırılmış, bir bölümü de sağa sola göç etmiş, Bayazıt’ın nüfusu 3 – 4 bin civarına inmişti. Biz göçmüş ailelerden biriydik, İran tarafına sığınmıştık, döndük… Bizim şükrü Efendi’nin evinde Ermenilerin yüz kişiden fazla insanı ateşe verdiği söyleniyordu. Bayazıt’ta harabeye dönmüş evler arasında dolaşır oynarken ‘’ ha bak bu insan kafası, bu ayaklarıdır, bu bilmem neresidir ‘’ filan diye biz çocukların insan kemiklerini biri birlerimize gösterdiğimizi hatırlıyorum.

VEYSEL ÇAMLIBEL; Sonra, sonrası Abdullah ağabey..

ABDULAH BAYDAR; Bir zaman geçti. Van’dan bir alay komutanı, bir albay, Hasan Tahsin diye bir miralay geldi, eşrafı etrafına topladı, ‘’ efendim gelin bir mahalli idare kuralım ‘’ dedi. O zaman eşraftan Abdulvahap Efendi ( kendisine ağa denirdi ) rahmetli mutasarrıflığa, rahmetli Şefik bey Tahrirat müdürlüğüne, herkesi kendi kabiliyeti, mesleğine göre bir yere verdiler. Üç ay bu idare etti. Rus treniyle Adil Paşa diye bir zat Osmanlı Meclisi Mebusanından mebus Şefik Baydar’la birlikte Karadeniz üzerinden, Gümrü’den İran’a, oradan da buraya çıkıp geldiler. Mutasarrıf Adil Bey, (  ki o zamanlar mutasarrıfa paşa denirdi ) Adil Paşa yanında bazı memurlar da getirmişti, hakim, savcı, bazı önemli memurlar… O zamanlar Osmanlı nizamı devam ediyordu. Yeniden hükumet teşkilatı kuruldu.

Rusların halen içinde bulunduğumuz Bayazıt’ta büyük bir tren istasyonu vardı, o zamanlar daha Bayazıt aşağı inmemişti. Bu istasyonun bir kolu Karaköse’ye gidiyor, Horasan’da duruyordu. Başka bir kolu da Karakent, Teperız, İncesu’dan İran’a, oradan da dönüp Van’a geçiyordu. İstasyona dağ kadar kereste, malzeme yığılmıştı. Okulumuz yanmıştı, Keresteler, kamışlarla okulumuzun üstü örtüler, kimin eline ne çul geçmişse getirip okula attılar, başladık eğitime. Birkaç yerli hocamız vardı. Adil Paşa yanında iki tane öğretmen getirmişti. Müştak ve Kemal Beyler… İlk gördüğümüz için onların isimlerini ve şahısları bu gün bile gözlerimin önündedir. Bir düzen verdiler okulumuza. Kazım Karabekir Paşa demiryoluyla okul sıraları gönderdi. Yeniden bir nizam kuruluyordu….

VEYSEL ÇAMLIBEL; Şeyh Sait isyanını duydunuz mu, ona dair bildikleriniz, duyduklarınız neler Hasan Amca…

HASAN YARDIMCI; O vakitler tek tük radyo bulunuyordu. Ajans vardı., ajanstan duyduk. Radyo, Şeyh Sait isyan etti diyordu. Harekat başladı, biz merakla radyodan haber alıyorduk, aha şöyle oldu, böyle oldu diye anlatıyordu. Şeyh Sait’i sonunda bazı arkadaşlarıyla yakaladılar, bazı yakınları ona hıyanet etmişti. Hesenan aşireti yürüyüp İran’a geçmek istedi. Hükümet de onları takip ediyordu. Yollarını kestiler, Karaköse’deki aşiretler de peşlerine düştü ta Tendürek’e kadar… Hükümet, aşiretler daha da üstlerine gidemediler. İki gece o insanları kolay kolay giremeyeceği o xılxılelerde, varılmaz yerlerde kaldılar, üçüncü gün de çekip gittiler. Bir kaç tane atları vuruldu. Anlatılanlara göre aç ve perişan idiler. Rivayete göre heybelerinde at eti vardı. İran’a geçtiler ama İran’da onlara ihanet etti. Anlatılanlara göre, Onları çoluk çocuk geniş bir bahçeye almışlar, silahlarını ellerinden almak istemişler, verilmeyince de çatışma çıkmış, bir kısmı kırılmış, bir kısmı vuruşarak yeniden Tendürek Dağı’na dönüp, sığınmışlar…

VEYSEL ÇAMLIBEL; Bu konuda siz neler söyleyebilirsiniz Abdullah Ağabey ?

ABDULLAH BAYDAR; Hasan Ağabey’ in dediği gibi Hesenan Aşireti Muş’tan Tendürek’e, oradan İran’a geçip sığınmak istiyordu. Güya Hasan Yardımcı, babamlar da onları karşılayacaklar diye gitmişlerdi. 200, 300 hane çoluk çocuk gelip İran’a geçince, bizim İran hududunda Kendalbeşk diye bir köy var, dediklerine göre iki tane genç adam köye varıp ‘’ Allah için bir parça ekmek ‘’diye ekmek istiyorlar, içeri alanlar, silahlarını alıp ikisini de sofra üzerinde iken vuruyorlar. Haber alınıyor, gelip görülüyor ki olay doğru. Aşiret Alaylarını tenvir eden Necmettin diye bir binbaşı olay yerine varıyor ki o gençlerden biri ölü, diğeri ise yaralı, ona bir şey yapmıyorlar, yaralı olan da kurtuluyor.

O vakitler bizim tarafta olan Kızıldıze köyünün karşısında, İran hududunda Kilisekent’te çok büyük bir gümrük binası vardı, bu bina 200 deveyi yükleriyle birlikte barındıracak büyük bir mekandı. Geniş bir hisarla çevriliydi. İşte söylenenlere göre 200 – 300 hane Hesenan aşireti, çoluk çocuklarıyla bu gümrüğün bahçesine dolduruluyor, zorla alınmak silahları verilmeyince, denilenlere göre tak tak tak… silahla taranıyorlar…Çoğu , çoluk çocuk ölüyorlar…Söylenilene göre, Ferzende atının üzerinde bağırıyordu, ‘’ Hey Müslümanlar!...Allah için yapmayın, biz din kardeşiyiz.’’ Dinleyen kim?  Ferzende Bey, beş on yakın arkadaşı, ölümden kurtulanlar var yok 40 – 50 kişi, dağlara sığınıyorlar. Duyuluyor ki nahiye müdürü birkaç kadının ırzına geçmiş, haber Ferzende Bey’e ulaşınca, o gece gidip nahiye müdürünü kama ile lime lime kesip öldürüyor. İlk mecliste Van mebusluğu yapmış Hasan Sıtkı bey vardı, nahiye müdürüyle arası olmayan bu zat olayı duyunca, o da korkudan, ne olur ne olmaz diye kaçıp İran’a sığınmış…

O dönemlerde, dahiliye vekili Recep Peker’di yanılmıyorsam, Bakanlar kurulunun kararıyla aşiret alaylarının lağvine, aşiret reislerinin garbe sürgününe karar verildi. Son baharda bu olaylar oldu, mart ayında yarbay Abdurrahman bey’in komutasında bir süvari alayı Bayazıt’a gelmişti ki kar diz boyu, soğuk, kış kıyamet… Ağaları toplayıp mektebe hapsetmişler… Yalnızca Şeyh İbrahim Bey yok. Abdurahman Bey ona ‘’ seni hapsetmiyorum, ne zaman çağırdımsa hazır ol ‘’ dedi. Sebebi nede olsa Şeyh İbrahim Bey bilinen birisiydi, Hamidiye binbaşısıydı. Sakanlı Şeyh Abdulkadir yanında Heci Celal Efendi, Müftü Seyit Muhammed de sevk edilecekler arasındaydı. İşle istismar edildi, ,iş çığırından çıktı. Nahiye kime küsmüşse onu, tahrirat katibi kimi sevmiyorsa onu buna kattı, valinin kafası kime bozuksa onu da sürgün kervanına ilave etti.  Dayım şeyh Abdülbaki, Şeyh Muhammed, şeyh Musıke fukara dillene dilene buradan gitti. Nahiye müdürünün atına ot vermemiş… Olmadık bahanelerle ağaları buradan sürdüler. Yıl 1926…. Diyadin’ den de Bahri Bey, Heyderan Beylerinden birkaç kişi. İbrahim ağa, Fecri Alpaslan’ın dedesi. Ademan aşiret reisi Ehmede Keko, Kör Hüsen Paşa, peş peşe sürgün kervanına takıldılar.

VEYSEL ÇAMLIBEL; Bırayim Ağa, Ağrı İsyanı lideri Biroye Hesıke Teliye yok muydu aralarında?

ABDULLAH BAYDAR; Ağalar içeri alınıp, sürgün edilirken o dışarda serbestçe dolaşıyordu, tüccardı, zengindi.

VEYSEL ÇAMLIBEL; Hasan Amca, nasıl oldu ağaların 1926 yılındaki sürgünü, sizin aileniz de sürüldü, neler söyleyeceksiniz…

 HASAN YARDIMCI; Ben askerdim o sıralar, jandarmaydım. Bizim tabur komutanımız vaktiyle Bayazıt’ta kalmış, Bayazıt’ın birçok eşrafını tanıyordu. Babası da vakti zamanında orada subaymış. Beni çağırdı dedi ki ‘’ Sana bir evrakı zimmet vereceğim, bölük komutanı yeni gelmiş, etrafı, kimseyi tanımıyor, Gelen emirde, evrakta hükümete karşı kaç silahlı aşiret var, onları tespit edin, hemen gönderin yazılı, yanlış bilgi verirsen seni başka karakola sürerim ha..’’ Ben Şeyh İbrahim Beyi, İsa Beyi yazıp verdim. O zamanın valisi çok namussuz bir adamdı. Vali çok şeyi birbirlerine karıştırdı, Komiserle jandarma kumandanı valiyle birleştiler, işi büyüttüler. Ne yazıp çizdiler ise bizi de içine koydular, hepimizi toplayıp sürdüler. Bir kısmımızı Bursa, İzmir’e, diğer bir kısmını Burdur, Isparta, Manisa, Afyon, Aydına, Trakya gibi yerlere sürdüler… Amcam Şefik Efendi telgrafla beni istemişti, gel diyordu, beni tutuklayacaklarını biliyordu. Remzi Şefik efendiyi ‘’ Hasan’a izin ver Karaköse’ye gidecek ‘’ diye izin almak üzere valiye gönderdim. Gitsin deyince ben yola düştüm, yanında jandarma posta diye geliyor. Diyadin’e varmadan gediği asker sarmıştı. Bir subay beni attan indirdi, küfretti. Elimi kolumu şeritle bağlayacaklardı, yanımdakilerin müdahalesiyle vazgeçtiler. Diyadin’e götürdüler, orada 5 gün kaldım, oradan Bayazıt’a gittik ki babamlar hepsi tutulmuş, mektepte bekletiliyorlardı, beni de yanlarına götürdüler. Ramazandı, orada üç dört gün kaldık….    

Abdurahman Bey diye bir tugay komutanı vardı, Babamlar ona dediler ki; ‘’ göndermeden önce bize haber verin ki yanımıza para alalım, at tedarik edelim.’’ O da olur dedi. Aynı Günün akşamı da yola çıkarıldık. Allah kabul etmesin hükümet binasının önünde bizi topladılar, Dükkanların önü, sokak başları, evlerin üstü hep silahlı askerlerle doluydu. Atlar hazırlanmıştı, Erzurum’lu tabur komutanı İbrahim Bey’in nezaretinde atlarımıza bindik, Diyadin’den sonra Karaköse’ye, oradan da Erzurum’a geldik. Erzurum’dan Trabzon’a, oradan, yük gemisiyle günlerce süren bir meşakatlı yolculukla İstanbul’a geldik. İstanbul’da beş altı gün Ayasofya’da bir karakolda geçirdik. Oradan bizi farklı yerlere dağıttılar. Bursa’ya, İzmir’e, bizim verildiğimiz yer İzmir’di, İzmir Karşıyaka idi. Atatürk’e suikast yapıldığı söylenen zamanlar orada, İzmir’deydik. Bazı kimselerin suçlanıp asıldığı zamanlar oradaydık.

Sonraları, akraba olanlar bir araya gelebilir denildi, Biz oradaki yakınlarımızla bir araya gelmek üzere Bursa’da karar kıldık oraya gittik. Erzurum, Diyarbakır, Bitlis, Van, Mardin, Siirt, Urfa, Muş her taraftan sürgünler vardı. Hazro Beylerinin yanın beş parası olmayan insanlar da, ağa, bey adı altında sürgün edilmişti. Şeyh Abdülkadir Burdur’a verilmişti. İsa Bey ise Manisa’ ya. Herkesi bir yere savurmuşlardı. İsa Bey bizden sonra Bursa’ya geldi. Fakat Şeyh Abdulkadir Burdur’dan kaçıp Ağrı’ya gitti, isyancılara katıldı.   

VEYSEL ÇAMLIBEL; Sürgünler nasıl geçiniyorlardı, paraları pulları var mıydı ?

HASAN YARDIMCI;  Birçoğunun altınları vardı, geçimleri iyiydi. İşyerleri vardı, çocuklarını okutuyorlardı. Geçimlerini sağlamayanlarda çoktu, onlar da çalışıp geçiniyorlardı. Her yerden Sürgünler vardı. Diyarbakır’dan gelen Hazro Beyleri çok zenginlerdi. Atatürk Bursa’ya gelmişti. Hazro beyleri ondan İstanbul’a gitmeyi istediler ve istekleri kabul gördü ve gittiler. Atatürk’e demişler ki; ’’ 1916 yıllarında siz Diyarbakır’da idiniz, sizleri misafir ettik, atlarınızın otunu temin ettik, mükafatımız da sürgün olacaktı demek ki..’’

Cemil Paşazadeleri de Manisa’ya göndermişlerdi. Malatya, Elazığ, Sivas’tan gönderilenler vardı. Batıdaki birçok yer sürgün yatağı olmuştu. Şeyh İbrahim Bey sürgün dönüşünde Beyazıt’a yeniden dönmedi, Erzurum’ a gelip birkaç yıl kaldıktan sonra oğlu Mehmet Bayazıt ailesiyle birlikte İstanbul’a gitti ve oraya yerleşti. Şeyh İbrahim’in isyanla hiçbir ilgisi yoktu, o kendi işiyle meşgul biriydi. İsa Bey de Bayazıt’a döndü. Şeyh Abdulkadir’in ise İran tarafında isyanı destekleyen kuvvetli bir aşireti vardı. İki Zilan’lı Ermeni komiteci vardı, ki bunlar da Ağrı İsyanı’nı destekliyorlardı.

VEYSEL ÇAMLIBEL; Ağrı İsyanı nasıl oldu Abdullah Ağabey?

ABDULLAH BAYDAR; Hami Çavuş adında biri ile bir gurup asker takibata gidiyor Ağrı Dağı çevresindeki köylere. Hami Çavuş yaralanıyor, bir asker ölüyor çatışmada. Haber yayılıyor, Bıroye Hesıke Teliye’nin, Bıro’nun adamları asker vurdu, öldürdü diye… Bıro da Bazid’den Tepebağdan doğru Ağrı Dağı’na geçince, aha deniliyor Bıro da kaçtı. Bıro’nun karısı Rabia, kızı Nesire Bayazıt’ta, burada kaldılar. İşte Ağrı hadisesi böyle başladı. Haziran ayı, 1927 yılıydı, bir piyade alayı geldi, doğruca Ağrı Dağı’na gittiler. Piyade alayı çok geçmeden mağlup oldu, perişan oldu. Alay aç susuz, perişan kalmış dönüyordu; bu günmüş gibi hatırlıyorum, Kayaburun’un oradan hükümet binasına, Kevire Seydo oraya doğru yorgun ve perişan askerler, sıralanmış geliyorlardı. Halk toplanmış, gelenleri seyrediyordu hükümet binasının oradan. Alay kendisini zor taşıyordu, aç, susuz ve çıplaktı. 

O çatışmalarda Bıro’nun kardeşi Ehme de vurulmuştu. Asker birçok silah ve cephane de bırakmıştı, perişan halde dönüyordu. Şeyh Abdülkadir nefiden döndüp geldi, Ağrı İsyancılarına katıldı. Şunu da söyleyeyim; 1926 sürgününün ardından ağaların ailelerini de, çoluk çocuklarını da sürgüne yollandılar. Bu ara Ağrı’ya katılanlar da oldu. İhsan Nuri, Ferzende gibi tanınmış kimseler katıldı. Ferzende, Hesenan Aşireti reisi Kol Ağası Süleyman beyin oğluydu, yaman bir silahşordu, namı büyüktü. Ağrı İsyan’ı böylece büyüdü, kökleşti. Yazın başlayan çatışmalar, kışın zayıflıyordu. Süre süre gelip 1930 yılına dayandı. Bu arada, yanılmıyorsam 1927 ya da 1928 de bir af kanunu çıkarıldı…

VEYSEL ÇAMLIBEL; İsyana karşı aşiretlerin durumu nasıldı?

ABDULLAH BAYDAR; Sakiler, Şemikiler, Iğdır tarafından Temır gibi bir çok cesur adam isyandan taraftı. Hesesorilerin bir bölümü destekliyordu. İsa beyin Koti aşireti, Sori aşireti isyanın dışında kaldılar. Köylülerin meyli olsa da, Bazidiler, şehirliler isyanın uzağında duruyorlardı. Tam bu günkü duruma benzer bir durum vardı ortada.

Alayın bozgunundan sonra, subaylar Bıro’nun karısı Rabia’ya diş bilevliyorlardı, ailesini rahatsız ediyorlardı. Ali efendi onu muhafaza etti. Durumu Bıro’ya bildirdi, gel karına sahip çık diye haber gönderdi. O sıralar Bayazıt’a yeni vali gelmişti, henüz evine de taşınmamıştı, o gece de bizim evde misafirdi. Birden bire tak, tak, tak diye kurşun sesleri gelmeye başladı. Kurşunlar yankılanıyor, her yer çınlıyordu. ‘’ Bıro geldi, karısı Rabia’yı aldı götürdü..Hewar hewar ‘’ diye bağıran bağırana…Belki, Bıro gelmiş karısını çoktan alıp götürmüştü, yeni hewar sesleri geliyordu…Subaylar bu olaylar üzerine Ali efendiye çok hakaret ettiler, vali Ziya Ali Efendiye hakaret edip, onu tepeledi. Çok çektirdiler Ali efendiye…

 

VEYSEL ÇAMLIBEL; İsyanın lideri kimdi Abdullah ağabey? Bıro mu, İhsan Nuri Paşa mı?     

ABDULLAH BAYDAR; Biro idi lider. Ağrı’ya geldikten sonra isyanın kurmaylığını İhsan Nuri yapıyordu. Biro, yani İbrahim Ağa çok ağırbaşlı, çok temkinli, çok yiğit bir adamdı. Ona sonradan Eyüp, Ehme gibi cengaverler gelip yetişti ona…

VEYSEL ÇAMLIBEL; Hasan Amca, Ağrı İsyanı üzerine siz neler söyleyebilirsiniz?

Biz Bursa’da sürgünde iken Ağrı İsyanı başlamıştı. Olayları ajanslardan takip ediyorduk. 1929 da af çıktı, bu afla biz döndük geldik baktık ki isyan devam ediyor. Her gün vukuat var, her gün adam vuruluyor, yol kesiliyor. İhsan Nuri oradaydı, Ermenilerle irtibatı vardı isyancıların. Üç dört tümen asker toplandı Ağrı çevresinde, büyük bir hareket başladı. Hatırladığıma göre 1930 yılıydı, sonbahardı, soğuklar başlamak üzereydi, kış yakındı… İsyan bastırıldı, Ağrı dağıldı.

Bıro ve İhsan Nuri gibi liderler teslim olmadılar, çarpışarak İran’a geçtiler. Ağrı memnu mıntıka olarak ilan edildi. Bıro’nun daha sonra öldürüldüğünü duyduk. İhsan Nuri başka yerlerle irtibatlıydı. Xoybun teşkilatı vardı Suriye’de, onlarla münasebeti vardı. Xoybun teşkilatına ait evraklar daha sonra devletin eline geçmişti. Beni tercüme etmeye çağırdılar, gittim. Evraklarda,’’ O mıntıkalarda aşiretlerin durumu nedir? Kimin ne kadar, hangi silahları vardır, bize bildirin ‘’ diye yazıyordu. İhsan Nuri’nin İsyan devam ederken iki defa Suriye’ye gidip geldiğini duyduk.  İngiliz casusu Lawrens’in de Ağrı’ya gelip gittiği, namaz kıldığını, kendisine şeyhlik payesi verdiğini duyduk. Adı ‘’ Şexê Çadirê ‘’ ye çıkmıştı.

VEYSEL ÇAMLIBEL; Cıbranlı Xalıt Bey, adını duymuşsunuzdur herhalde. Hakında bilginiz var mı Hasan Amca?

HASAN YARDIMCI; Şeyh Sait İsyanından önce miydi ne, asıldı. Subaydı, suçu Kürt olmaktı. Gayet münevver bir adammış söylenenlere göre, büyük bir kitaplığı varmış… Hakkında bir önemli mesele de anlatılır. Cıbranlı Xalıt yakalanır, asılmaya götürülüyor, Kör Hüsen Paşadan yardımıma kırk atlı gönder anlamında, bana kırk altın gönder diye haber ulaştırır. Kör Hüsen Paşa ise mesajı doğru anlamaz, sahiden kırk altın göndermeye kalkar. Kızar Cıbranlı Xalıt ; ‘’ ben onun kör gözüne bilmem ne yapayım ‘’ diye küfür eder, Öfkelenir, kahrolur. Bu olayı Nebizade Mustafa Efendi anlatırdı. O vakitler o bir subaydı. Cıbranlı Xalit’ın asıldığı dönemde  İhsan Nuri Bayazıt’ta merkez kumandanıymış. Sonra taburuyla birlikte Nesturilere sığındı. Bir daha dönmedi. Sonra ise Ağrı İsyanında yeniden ortaya çıktı. İran üzerinden Ağrı harekatına intikal etti. İhsan Nuri’yi son zamanlara kadar İran’a gelip gidenlerden sordum. Çok şişmanlamış dediler, İran’da ona yer ve iş vermişler, çoluk çocuklarıyla kalıyor dediler. Şimdi sağ mı öldü mü bilmiyorum…

VEYSEL ÇAMLIBEL; İsyan bastırıldıktan sonra neler oldu?

HASAN YARDIMCI; Zilan deresi hadisesi çıktı. Çok kan döküldü. Zilan deresi cesetlerle doldu, kurtulanlar analarından yeni doğmuş gibi oldular. Nebizade Mustafa Efendi vardı, o subay emeklisi bir Bayazıt’lı idi. Onun dükkanında bir gün, Zilan katliamında bulunmuş bir subay geldi, ben de tesadüfen oradaydım. Dedi ki; ‘’ Zilan’da çok zülüm yapıldı, bu yapanların çoğu Rumelin’ den gelen subaylardı. Anadolu’dan gelenler böyle zulümler yapmadılar ’’ devamla şöyle anlattı o subay; ’’Gidip gördüm ki bir kadın kanlar içinde yatıyor, çocuğunu da göğsünün üstüne bırakmışlar, el attım çocuğun koluna, kopmuş kolu elimde kaldı…’’ Ve o subay bunu anlatırken çocuklar gibi hıçkırarak ağladı. Bu anlatılanları kulaklarımla duydum.

Karaköse’den Bayazıt’a Nidayi isimli bir tugay komutanı tayin edilmişti. Çok merhametsiz, zalim bir adamdı. Halkın arasına karışır, camiye de gelir, namaz da kılardı. Bir gün namaz sonrası belediye başkanı Mustafa Efendiyi yanına çağırıp ‘’ duydum ki sokak köpeklerine zehirli ilaç verip öldürüyormuşsun, köpeklere yazıktır, o ilaçları Kürtlere verin Kürtlere …’’ dedi.

Ağrı isyanı dağılırken, ana baba günü yaşanırken, Seyit Resul diye bir köylü, dört arkadaşıyla birlikte saklanıyorlar. Kış kıyamet… Güngörmez köyü cıvarında bir müsademede yakalanıyorlar. Çok merhametli bir alay komutanı varmış, bunları öldürmeyin demişse de oradaki başka subaylar adamları orada öldürmüşler. Başlarını kesip tugay komutanı Nidayi’ye getirmişler. Bu kesilen kanlı başları ağaçlara asılıp günlerce Bayazıt’ta teşhir ettiler. Sonra bu zalim adamın tayini Ankara’ya, oradan da Van’a çıktı, zulmü hiç unutulmadı, hep nefretle anıldı.  

VEYSEL ÇAMLIBEL; Ağrı İsyanının akıbet nasıl oldu Abdulllah Ağabey?

ABDULLAH BAYDAR; Salih Paşa, Salih Omurtak Ağrı eteklerine büyük bir yığınak yaptı. 1930 yılı sonu, soğuklar başlamış. Ağrı’da ses seda yok. Artık çatışma yok. Musa, Şeyh Abdulkadir , onlar iltica ettiler İran’a. Bıro teslim olmadı. Birkaç ay İran’ı uğraştırdı. O dağlarda da öldürüldü. Belki de İran’dan vurup amacı Irak’a geçmekti. Herhalde İhsan Nuri Paşa ile beraberlerdi. İhsan Nuri, Ferzende gibi liderler İran’a iltica ettiler. O kış kıyamette, yüzlerce insan bataklıklarda hayatını kaybetti. Bıro, Gürcübulak köyü cıvarındaki dağlara vurdu. Ölümü bir efsane oldu, dengbêjlerin dillere düştü… Böylece ağrı Dağı’nın ateşi söndü. Ağrı İsyanı bitti.

VEYSEL ÇAMLIBEL; Bayazıt yukarda iken ne zaman aşağı inmeye karar verdi, ne zaman indi?

ABDÜLLAH BAYDAR; Daha önce anlatmıştım, Mutassarıf Adil Paşa gelmişti Bayazıt’a. Arkasından Balıkesir’den tayinen gelen Sabri bey mutassarıf oldu. Oğlu Hadi bey bizim hocamızdı. Ovadaki istasyona, bu günkü ortaokul binasına dağ gibi malzeme yığılmıştı. Sabri Bey verilen direktife göre şehri aşağı indirmeye çalışıyordu. Şöyle yapacağım, böyle yapacağım diye anlatıp duruyordu. Bayazıt’lılar kararsızdı. Ova büyük, Iğdır’da olduğu gibi pamuk ekeriz, pirinç ekeriz diyenle vardı. Bu serin yerden cehennem sıcağına niye inelim diyen de. Mutassarıf Sabri Bey azledildi, başka bir yere gönderildi. Nalbentzadeler, Muharemgiller gibi üç beş aile birkaç evle, birkaç dükkanla sınırlı kaldı aşağı inenler. 1927 yılında, Vali Ziya zamanında, Bayazıt isyan sebebiyle cezalandırılmış kaza yapılmış, bir büyük köy durumunda olan Karaköse ise vilayet haline getirilmiş, Bayazıt Karaköse’ye bağlanmıştı. 1934’te İstanbul’daki Bayazıt ile karıştırılmasın diye adı Doğubayazıt olarak değiştirilmişti. 1938’de Bayazıt çoğunluğun isteğiyle ovaya indirildi. İndirildi ve lakin, ama bu arada 2. Cihan savaşı başlamıştı. Açlık yoksulluk, kıtlık almış başını gidiyordu. Herkes asker, askerlikse yıllarca sürüyordu. Şehir de yeni yerleşiyordu…

VEYSEL ÇAMLIBEL; Hasan amca, 1938’lerde, dünya savaşı ortamında Bayazıt’ta durum nasıldı?

HASAN YARDIMCI; Alman harbi başladığında, İngilizler, Ruslar iki ayrı koldan İran’a girdiler. Ruslar bizimle İran arasındaki hududa kadar gelip dayandılar. Birkaç küçük çatışma da oldu hatırladığım kadarıyla. İsmet Paşa Türkiye’yi harbe sokmadı. Hudutlarda casusluk faaliyetleri vardı. Kimse kimseye güvenmiyordu. Herkes birbirinin nefesini dinliyordu. Bir yandan da Kıtlık, yoksulluk, sefalet vardı. Nurettin Berköz diye bir paşa vardı Bayazıt’ta, huduttaydı o da casusların peşindeydi. Iğdır’da da Hüsnü Bey diye bir görevli. Senin Seyat Ağabeyinin meselesi de o zamanlara rastlar. O zamanlar Irak Kürtleri arasında da bir huzursuzluk vardı, Rus tarafında da casusluk faaliyetleri vardı. Azerbaycan’da, Tebriz ‘de kaynaşmalar başlamıştı. Kürtler de İran’da hak alma peşindeydi. Milli Emniyet vardı Iğdır’da. Hüsnü bey diye bir müfettiş vardı o teşkilatın başında. Herkesin kulağı birbirinin üstündeydi. Kimse kimsenin ipiyle kuyuya inmiyordu. Hududun iki yanında aşiretler birbirlerinin koyunlarını talan ediyorlardı. Her gün bir vukuat vardı. Diğer yandan da açlık, yoksulluk başını almış gidiyordu.

ABDULLAH BAYDAR; O tarihlerde İran’ la aramızdaki sınır boyunca, bilhassa Van hududunda bu gibi cerd, talan olayları çoktu. O meşhur 33 – 34 insanın yok yere katli o zamanlara rastlar. Muğlalı Paşa emir veriyor, sorgusuz sualsiz, günahsız o kadar insan kurşuna diziliyor. Bu olayın hesabı CHP veremedi. DP iktidar olunca ancak el attı meseleye, nihayet Muğlalı Paşa hapsedildi, suçlu görüldü, hüküm giydi, hapiste de öldü.

HASAN YARDIMCI; Ağabeyin Seyat’ın meselesine geleyim. Bana gelip söylediler, bende gelip baban Şahameddin Efendiye söyledim, dedim ki; ‘’ bak Seyat İran’a bazı arkadaşlarıyla gidip geliyor, kötü dedikodular yapılıyor haklarında, onu bir daha oralara bırakma ‘’ dedim. Bizim bu taraflarda kıtlık kıran vardı, sizin bir sürü koyunlarınız telef olmuştu. İran’da hayvan derisi alınıp satılıyordu. Seyat bu derileri satmak için İran’a gidip geliyordu.

Maku’da Rusların casusluk merkezi vardı. Akrabanız, amcanın damadı Mecit, ki babası Ağrı İsyanına katılmış cesur bir adamdı, İbrahim, Şevket diye birkaç arkadaşı ile gidip geldiler, en sonunda yakalanıp divanı harbe verildiler, Erzurum’da hapse attıldılar. Seyat’ın sebebiyle de ailenizi çoluk çocukla birlikte sürgüne gönderdiler. Seyat arkadaşlarıyla birlikte Erzurum’da hapisti, oradan kaçtı, İran’a geçti. Sizin ailenizi sürmeden önce kaymakama çıktım. ‘’ emir gelmiş, yalnız onu ve çocuklarını göndereceğiz. ‘’ dedi kaymakam. Lakin jandarma kumandanına kalsaydı, sizin yanınızda, bütün akrabalarınızı da sürecekti. Kamyon tedarik edildi, gidip köyden evinizi yüklediler, biz de gelip Bayazıt’ polis karakolunun önünden sizleri uğurladık. İşte sizin ailenizin başına gelenler de böyle oldu.

ABDULLAH BAYDAR; Seyat benden on yaş kadar küçüktü. Çok cevval, sevimli bir çocuktu. Delikanlılığına gelince, yakışıklı, hoş sohbet, şakacı bir adamdı. O yıllar kötü yıllardı, kıtlık vardı, harp vardı. İran İşgal edilmişti. Sizin koyunlarınız da kırılmış telafat görmüştü. Deriler ise İran’da para ediyordu, Seyat daha yeni delikanlı olmuştu, alışveriş yapmaya, ticareti öğrenmeye  gidiyordu İran’a. Ne olduysa birkaç arkadaşıyla tutuklandı, vay Ruslarla ilişkiye girmişler, vay şöyle olmuş böyle olmuş denilip kuyruğuna bir sürü şey bağladılar. Ondan sonra da ailenizin  ve Seyat’ın başı dertten kurtulamadı. Ailenizi 1943 yılı sonbaharında İç Anadolu’ya sürdüler, Seyad da Erzurum’da cezaevinden kaçıp İran’a geçti, kaybolup gitti….

VEYSEL ÇAMLIBEL; Abdullah ağabey, sürgün dönüşümüzde,1950 sonrası sizleri ve babamı hep bir arada gördüm, diğer arkadaşlarınızla birlikte fark ettim, Demokrat Partiliydiniz. Büyük bir mücadele içindeydiniz. Nasıldı o CHP ve DP’li yıllar?

ABDULLAH BAYDAR; Tek Parti devri bir tahakküm, bir diktatörlük devriydi. Jandarma, tahsildar baskısından insanların nefesi kesilmişti.1945 sonrası işler bir parça yumuşar gibi oldu. Dünya savaşı bitmiş, siyasette hesaplar az da olsa değişmişti. Celal Bayar, Menderes, Koraltan CHP’den kopup ayrıldılar. Çok partili sisteme razı oldu İsmet paşa. DP kuruldu. 1946 seçimleriyle CHP varlığını korudu. O öyle bir seçimdi ki, açık rey, gizli tasnif esasına göre yapıldı. Kaymakam, jandarma komutanı, nahiye müdürü, bir bütün devlet erkanı sandık başındaydı. Fukara köylü oyunu nasıl kullansın? DP’ye oy verenlerin oyları iptal ediliyor, CHP’nin hanesine yazılıyordu. Ama işler 1950 seçimleriyle değişti. Büyük bir çoğunlukla DP iktidar oldu. CHP için tam bir hezimet oldu. İnsanlar serbest bir hayata, hürriyete, adalete susamışlardı. 1926 sürgünü, daha sonraki sürgüne uğramış, acı çekmiş, CHP’den zülüm görmüş aile varsa hepsi oylarını DP’de toplamışlardı. Köylü ürkerek çarşıya pazara iniyordu. 1954 seçimlerinde ise CHP ancak 30 mebus çıkarabilmişti. 1957 sonrasında ise siyaset, DP - CHP rekabeti sırat köprüsünün üzerinde cereyan etti sanki. DP nasıl iktidardan düşürülebilir, onun hesabı yapılıyordu. İsmet Paşa, devleti kuran benim, ordu benim arkamda, sen istediğin kadar sandıktan çık, güç bende, iktidar benim, benim dediğim olacak diyordu sanki. Sonra ise olanlar oldu…

VEYSEL ÇAMLIBEL; siz bu konuda neler söylemek istersiniz Hasan Amca?  

HASAN YARDIMCI; CHP devri zor bir devirdi. Eziyetin büyüğünü köylüler çekti. Tahsildar soyuyor, jandarma dövüyordu. Köylü şehre çok mecbur olmadıkça inmek istemiyordu. Yakanda bit var, ver 5 lira, Kürtçe konuştun ver 10 lira. Yasak ve zülüm çoktu. Hayvanlara el koyma, orada burada otlatma yasağı, yaylalara çıkma yasağı. Şehre korkarak gelen köylü Kürtçe konuşamıyor, ancak elleriyle işaret ederek isteğini dile getiriyordu. Halk devlet memurlarından nefret eder duruma gelmişti. Herkes mebus adayı olamıyor, devletin gösterdiği adaya vatandaş gidilip oy veriyordu. O vakitler muktehipsani vardı, onlar gider mebus olacakları seçerdi. Yoksa belli bir yaştaki her insan seçmen olamazdı. O sıralar İran’da da benzer bir uygulama vardı. Farsca dışında Azerice, Kürtçe orada yasaktı, konuşan cezalandırılırdı. Orada İran şahı yapıyordu bunu, bizde de İsmet Paşa…

VEYSEL ÇAMLIBEL; 1930 – 1940’lı yıllarda şehirliler baskı görmüyor muydu?

HASAN YARDIMCI; Şehirliler daha insaflı bir baskı ve eziyet görüyorlardı. Jandarma sivil memurlara göre daha zalimdi. Şehirliler yarım yamalak da olsa az çok Türkçe biliyordu, memurlarla alışverişte meramlarını anlatabiliyorlardı. Kürtçeye baskı çoktu. Şehir esnafı, beyler, ağalar, aşiret reisleri ile iyi geçinip, köylüyü ise hor görüyor, ‘’ onlara Kurmanc ‘’ diyip kendince aşağılıyorlardı. Köylülere çürük domates, çürük sebze meyve atıp alay ediyorlardı. İbrahim Ağazade’ye, bizim Mümtaz efendinin babasına şakadan takılır sorardık; ‘’ İstanbul’a ticaret için giden Bayazıt’lı eşrafa oradaki tüccar Kürt diyor, Bayazıt’a geliyoruz, kendimize Bayazıt’lı, köylüye ise Kürt diyoruz, bu nasıl bir şey dede’’ derdik.’’ E ku usa dıbejın ev tolteji ne kure min  / böyle söyleyenler cahil, soysuz kimselerdir oğlum ‘’ derdi.

VEYSEL ÇAMLIBEL;  Siyaset nasıl yürüdü sonraları Abdullah ağabey?

ABDULLAH BAYDAR; DP – CHP Çekişmesinden askeri darbe çıktı. 27 Mayıs 1960 yılında asker darbe yaptı. Bu darbenin arkasında CHP ve zorbalık zihniyeti vardı. Yassıada’da divanı harp kuruldu, çoğu DP destekçisi, taraftarı olan nüfus sahibi kimseler toplandı, göz altında tutuldu. Bunlardan 55 kişi Ağa adı altında Sivas’a gönderildi. Menderes, Polatkan, Zorlu Yassıada’ da idam edildi. Yassıada’da birçok insana ceza verildi. Siyasete yeniden kan ve acı ve gözyaşı bulaştı.

VEYSEL ÇAMLIBEL; 1950 yıllarında nasıldı, Bayazıt’taki siyasi mücadeleniz, kalitesi nasıldı?

ABDULLAH BAYDAR; Celal Yardımcı, Kasım Küfrevi, Halis Öztürk milletvekillerimizdi. Celal Yardımcı bakandı. Uzun yıllar maarif, adalet, devlet bakanlığı görevlerinde bulundu. Doğrusunu isterseniz bizim mücadelemiz mahalli çıkarlara, kıskançlıklara dayanıyordu, bu ıstırabı çekenler bu durumu iyi bilirler. Köylü mecburen DP’yi tutardı, şehirdekilerin de çoğu CHP’li idi.  Mahali çekememezliklerimiz büyük olduğu için mücadelemiz de büyüktü. Nusret Efendi CHP’liydi, Allah rahmet eylesin, ‘’ top da bizim, tüfek de bizim, siz bize nasıl karşı çıkarsınız ‘’ derdi ikide bir. Gerçekten 27 mayıs hadisesinde o top ve tüfekle DP’yi devirip iktidara oturdular.

Sonraları o top – tüfeğe rağmen, halk DP’nin devamı olan AP’yi 1965 yılındaki seçimle yeniden hükümet yaptı. Birçok suni parti de kurulup söndü. Daha sonra AP birkaç seçim daha kazandı. Ta ki iş gelip bir askeri darbe daha yapılanıncaya kadar.12 Mart 1971 ile yeniden top tüfek darbesi oldu, siyasetin yolu yeniden karardı.

VEYSEL ÇAMLIBEL; 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 askeri darbeleri, hepsi de DP – CHP siyasetleri arasındaki bir mücadele miydi Abdullah Ağabey?       

ABDULLAH BAYDAR; Öyleydi. 27 Mayıs aşağıdan yukarı oldu. Genelkurmay başkanı bile yargılandı. 12 Mart’ ta ise yukardan yapıldı. Meclis darbecilerin baskısı altına girdi. Faruk Gürler kendisini reisicumhur seçtirmek istedi, olmadı. 1980’de ise malum olduğu üzere Evren paşa yönetime el koydu. Emir komuta içinde, yukardan aşağı yapacağını yaptı. Vatan millet sözü çok edilse de, her şey bir kürsü makam hırsıyla yapıldı. 

VEYSEL ÇAMLIBEL; Sonuç olarak askeri darbeler, insanlara, memlekete ne kazandırdı? Sizin pencerenizden durum nasıl görünüyor Abdullah ağabey?

ABDULLAH BAYDAR; Hiçbir şey kazandırmadı. İşleri temelli bozdu. Bu son darbe ile bazı şeyler kazanılacak iddiası vardı. Ama daha da beter işler yapıldı. Bilhassa köylerde çok büyük baskı ve mezalimler oldu. Silah araması, adam araması, bilmem ne!... Silahı olmayan para verip, silah satın alıp, yakasını kurtarmaya çalıştı. İnsanlar yok yere karakollarda işkence gördü. Kürtçe yeniden baskı altına alındı. Hapishaneler doldu, taştı. Açık, gizli çok suçlar işlendi. Köyler, köylüler temelli mahvedildi.

Bir gün adamın biri matbaaya gelmiş’’ seni arıyorlar’’ diye bir haber aldım. Kenan Paşa döneminde… Gittim, baktım kelle kulağı yerinde biri… Selam, aleykümü selam… selamlaştım, oturduk… Buyurun dedim. Ağırbaşlı olan adam ’’ oğlum Bayazıt’ta subay, onu görmeye geldim ilçenize ‘’ dedi adam. Oradan buradan konuşurken bir ara Evren Paşayı, yaptıklarını nasıl buluyorsunuz? ‘’ falan dedi. Ben senin ağabeyinim, Ben kolayca fark ettim bu adamın niyetini, asıl maksadını. Şöyle girdim söze; ’’ Atatürk, İsmet Paşa gibi değilse de Kenan Paşa’nın yaptıkları onların yaptıklarından aşağı değil ‘’ dedim. ‘’ Kenan Paşayı çok beğeniyorum ’’dedim.’’ Yalnız bir şey var…’’ dedim, ‘’ İsmet Paşa koskoca bir harp kazandı, cumhuriyetin kuruluşuna hizmet etti. İnsanlar çocuklarına İsmet adı koydular, sonra onun jandarmalarını görünce, tahsildarlarını görünce İsmet paşa mı diye yaka silktiler, bin pişman oldular daha sonraları. ’’ Halka; ‘’ ben bu memleketi 2. cihan harbine sokmadım, bu iyiliğimi unutmaz, oyunu yeniden bana verir’’ falan diye düşünüyordu İsmet Paşa.  Ne oldu? O kadirşinas halk onu 1950 seçimlerinde unutulmayacak bir şekilde cezalandırdı…

Ha, bakın dedim; ‘’ Evren Paşa şimdi jandarmasına, polisine sahip çıkmazsa, milleti felakete götürür. Adam tebessümle dinliyordu beni. Ben onu anlıyordum, o da beni. Neyse çayını içti, çok geçmedi, hatır isteyip çekip gitti. Ben senin ağabeyinim, her zaman hakikat neyse ondan yana oldum. Söz altında kalmadım.

VEYSEL ÇAMLIBEL; Peki, 1980 sonrası yakamıza yapışan, halkı canından bezdiren şu şiddet ortamı üzerine, onun hakkında ne diyebilirsiniz?

ABDULLAH BAYDAR; Bu seferki öncekilerden oldukça farklı. Bu soru zor bir soru, cevabı da çok zor bir cevap olur. Bunu açık ve gerçek olarak ne sen ve ne de ben kolayca cevaplayabiliriz. Zamanla daha iyi anlaşılacak, kavranacak, öyle cevaplandırılacak bir olay… Hükmü tarihe bırakalım, doğrusunu o söylesin…

VEYSEL ÇAMLIBEL; Hasan Amca, Abdullah ağabey sizleri yordum, ikinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.