Seîd Veroj

Seîd Veroj

Yazarın Tüm Yazıları >

Seîd Veroj/ Yirminci Yüzyılın Başlarında Diyarbekir’de Kürt Siyasal ve Kültürel Yaşamında Cemilpaşazâdelar

A+A-

Seîd Veroj / Kovarabîr

Mevzubahis 20. yüzyılın başlarında Diyarbekir’deki Kürd siyasal ve kültürel yaşamı olunca, ilk sıralarda sayılacak ailelerden biri de şüphesiz ki Cemil Paşa ailesidir. Cemil Paşa ailesi, yaklaşık 400 yıl önce Cizre-Silopi bölgesinden gelip Diyarbekir’e yerleşmiş. Aile üyeleri gerek yazılı ve gerekse de sözlü açıklamalarında, köklerinin Cizre’deki Azizan’lara dayandığını söylemektedirler. Ailenin Diyarbekir’deki en son güçlü reisi 1902’de vefat eden Cemil Paşa’dır. Bu nedenle aile Diyarbekir’de Cemilpaşazadeler olarak tanınır. Cemil Paşa’nın Diyarbekir merkezdeki mal varlığının yanı sıra vilayetin doğu tarafına döşen Ambar Çayı (Çemê Embarê) bölgesinde kontrol ettiği yirmi köy vardı.

Kendisi de bir sürgün ve Şam’da doğan Ferda Cemiloğlu’yla yaptığımız sohbete, Kadri ve Ekrem Cemil Paşa’ların hatıratlarına dayanarak, Diyarbekirli Cemil Paşa ailesinin geçmiş yüzyılda Kürd siyasal, ulusal ve kültürel mücadelesindeki katkılarından bahsetmeye çalışacağız ve özelikle de Cemil Paşa ailesi örneğinden hareketle o dönemdeki Kürd şehir kültürünün bazı özelliklerini hatırlatmaya ve aktarmaya çalışacağız.

Birçok Kürd uleması, münevveri ve büyük aile efradının üyeleri gibi Cemil Paşa’nın çocukları da ilk etapta Abdülhamid’in istibdadına karşı meşrutiyet hareketini desteklemiş. İttihatçılar Türkçülüğe yönelince onlar da diğer Kürtler gibi bu hareketten uzaklaşmışlar. Cemil Paşa efradının Kürt kültürel ve siyasal hareketine katılımı da bu döneme denk gelir. Bu süreçte Cemil Paşa efradından İstanbul’a okumaya giden Ömer, Kadri, Ekrem ve Cevdet Beyler buradaki birçok Kürd aydını ve ulemasıyla tanışarak yeni kurulmuş olan Kürd Tevün ve Terakki Cemiyeti üyeleriyle ilişki geliştirip Kürd mücadelesine katılırlar. Bu süreçten sonra kurulan birçok Kürd örgütünde Cemil Paşa ailesinin mensuplarını görmekteyiz.

Ekrem, Qedrî Cemîlpaşa, Celadet Bedirxan

İstanbul’daki Kürd öğrenciler arasında sabır ve sebatla yürütülen dört yıllık çalışmadan sonra 1912 yılında Hêvî Kürd Talebe Cemiyeti kurulur. Hêvî Cemiyeti’nde üçü kurucu ve üçü de üye olmak üzere altı kişi Cemilpaşazadelerdendi. Ömer Cemil Paşa Hêvî’nin ilk genel başkanı ve Kadri Cemil Paşa da genel sekreteri olarak seçilmiş.[1] Cemilpaşazadelerle birlikte cemiyetin on iki üyesi Diyarbekirli idi.[2] Hêvî Cemiyeti kurulduktan sonra basın yayın alanında yaptığı en önemli çalışma, Rojî Kurd mecmuasını yayımlamasıdır. Süleymaniyeli Abdülkerim’in mesul müdürü olduğu mecmuanın ilk sayısı 6 Haziran 1329 [1913] tarihinde olmak üzere toplam dört sayısı çıkartıldıktan sonra dönemin siyasi iktidarı tarafından yayımı durdurulur. Bu derginin yayımı durdurulduktan hemen sonra cemiyet, Abdülaziz Baban’ın sorumlu müdürlüğünde Hetavî Kurd ismiyle yeni bir dergi yayınlamaya başlar. Hetavî Kurd dergisi de toplam olarak on sayı yayımlanır. Bu arada 1913 yılında İsviçre’de okumaya giden Kürt gençlerinden Cemilpaşazadelerden Ekrem, Şemsettin, Kadri Cemilpaşa ile Babanzade Recai Nüzhat ve Dersimli Selim Sabit’ten oluşan grup Ekrem Bey’in başkanlığında İsviçre’nin Lozan kentinde Hêvî Cemiyeti’nin bir şubesini kurarlar[3] ve bu yurt dışında kurulan ilk Kürd örgütüdür.

Ekrem Cemilpaşa

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte bütün Kürd örgütlerinin faaliyeti durdurulur ve Kürd gençleri de değişik savaş cephelerine gönderilir. Böylece zorunlu olarak Hêvî Kürd Talebe Cemiyeti’nin çalışmaları da durdurulur. Savaşın sona ermesiyle 1918 yılının sonlarında İstanbul merkez olmak üzere Seyid Abdülkadir’in başkanlığında Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC) kurulur ve 1919’da da Hêvî yeniden kurulurken Ekrem Cemil Paşa’yı fahri başkan olarak seçerler. KTC’ne bağlı olarak Jîn ve Kurdistan dergileri ile Serbestî gazetesi yayımlanır. İstanbul merkez kurulduktan kısa bir süre sonra, Cemilpaşazadelerin öncülüğünde ve farklı aile ve kesimlerinden gelen diğer kırk şahsiyetin katılımıyla halka açık olarak yapılan geniş katılımlı bir toplantı sonucunda, KTC’nin Diyarbekir’de bir şubesi kurulu. Diyarbekir’deki Kürt ulusalcılarının önemli bir kesimi KTC’nin çalışmalarına katılır. Ancak KTC yayın organı olan Serbestî gazetesinin 479 ve 480. sayılarında, Diyarbekir’deki Kürd kulüplerinin çalışmalarıyla ilgili yayımlanan bir haberden öyle anlaşılıyor ki Diyarbekir vilayet merkezi ve bağlı ilçelerde, cemiyetin kurulması için farklı gruplaşmalar ve girişimler vardır. “Kürdistan Teali Cemiyetinin idari heyeti sorunu çözmek için bir toplantı gerçekleştirmiş[4] ve bu toplantıda Diyarbekir’deki Kürd kulüplerinin çalışmasıyla ilgili olarak şöyle karar alınmıştır: “Diyarbekir şehriyle ilçelerinde teşekkül eden Kürd kulüpleri, hareket şekli ve idare hakkında talimat almak üzere İstanbul Kurdistan Teali Cemiyet genel merkezine müracaat eylemişler ve cemiyet tarafından verilen cevapta, diğer vilayetlerde yapılan teşkilatlar gibi, vilayet dahilinde bulunan kulüplerin vilayet merkezinde toplanmış heyete bağlı bulunması vilayet merkezinin de İstanbul genel merkezine bağlılığı bildirilmiştir.

İstanbul genel merkezi, aynı zamanda Diyarbekir’de müteşekkil iki kulübün birlikte mesai etmesini emir buyurmuştur.”[5]

Qedrî Cemîlpaşa

Merkezin bu kararı ve uyarısı özerine, Diyarbekir’deki çalışmalar birleştirilir. Diyarbekir’de kurulan KTC’nin üç kurucu üyesi; Kasım Bey, Ömer Bey ve Ekrem Beyler Cemil Paşa ailesindendir ve Ekrem Cemil Paşa KTC’nin ilk geçici yönetim kurulu başkanlığına seçilir. Kısa bir süre sonra yapılan olağanüstü kongrede yeni yönetim kuruluna şu şahsiyetler seçilir: “Cemilpaşazade Kasım (başkan), Hamdi Hoca (müşavir) Ganizade Doktor Cevdet (müşavir), Cemilpaşazade Ekrem (ikinci başkan)”, “Cerciszade Kerim (sayman), Cemilpaşazade Ömer (üye), Reşad (üye), Fikri (üye).” Kasım ve Ömer Cemilpaşazadelerin maddi yardımıyla KTC’nin Diyarbekir şubesi tarafından Gazî adıyla bir gazete yayımlanır. Ekrem Cemil Paşa, Muhtahsar Hayatım adlı kitabında bu dönemdeki çalışmaları şöyle özetliyor: “Biz şehirli Diyarbekirlilerin yüzde doksanı cesaretle, azimle, büyük ümitlerle geceli gündüzlü çalıştık. Bu büyük fırsatta Kürdün esaretten kurtulması için hayatımızı feda etmeye çoktan hazırdık.”[6] Bu çalışma ve propaganda sürecinde Kürd halkına moral vermek için, Ekrem Cemil Paşa ve arkadaşları şehir merkezinde Kürd milli kıyafetiyle dolaşırdı.

KTC’nin çalışmalarından rahatsız olan İstanbul hükümeti İle Mustafa Kemal’in Heyet-i Temsiliye’sinin ortak tavır ve girişimiyle, önce 4 Haziran 1919’da Diyarbekir’deki KTC şubesi ve peyderpey diğer on dokuz şube de kapatılır. Yaklaşık bir yıl sonra da KTC, bağımsızlıkçılar ve otonomiciler olmak üzere iki gruba bölünür ve bu bölünme sürecinde Ekrem Cemil Paşa bağımsızlıkçı grupta yer alarak Emin Âli Bedirhan başkanlığında Kürd Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti’ni (KTIC) kurarlar. Bölünmeden sonra oluşan yeni durumda, gerek KTC ve gerekse ondan ayrılarak KTIC’ni kuranlar, artan siyasi baskı ve yasaklar altında gerekli başarıyı sağlayamadıkları için tekrar birlik arayışlarına girdiler. Bu arayışın sonucu olarak Kürd milliyetçileri Cibranlı Halit Bey’in liderliğinde bir araya gelip 1922’de illegal olarak Kurdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti [Cemîyeta Pêkanîna Îstiqlala Kurdistanê] ve kısa adıyla Azadî Cemiyeti’ni kurarlar. Kadri Cemil Paşa Doza Kurdistan adlı  kitabında, örgütün Diyarbekir’deki yapılanmasını şöyle aktarmaktadır: “Diyarbekir’de ben, Cemilpaşazade Kasım Bey, Doktor Fuad, dava vekili Hacı Ahti (Bavê Tûjo), Ekrem Cemil ve bazı diğer arkadaşların da iştirakiyle örgütün bir şubesi açıldı.”[7]

Örgütün Diyarbekir şubesi ile Erzurum merkezi arasındaki ilişki Darahênli Tayib Ali aracılığıla sağlanıyordu. İşte yaygın bir söylemle Şeyh Said’in adıyla anılan 1925 Kürd hareketi, Azadi Cemiyeti tarafından hazırlanmıştır. Örgütün Diyarbekir Şubesi 8 Şubat 1925’te Pîran’da gerçekleşen provaktif olayı incelemek ve aydınlatmakla uğraşırken, Diyarbekir’de Cemil Paşa ailesi efradının da içerisinde bulunduğu, Kürtçü olarak bilinen bir grup örgüt üyesi tutuklanır. Zamansız ve hazırlıksız bir şekilde provake edilen hareketin elbette ki başarı şansı mümkün değildi.

Mustafa Kemal’in bastırmasıyla dönemin hükümeti tarafında kurulan İstiklal Mahkemesi, ana davası Diyarbekir’de devam eden Kürd yurtseverleri için bir can pazarı meydanına dönüşmüştü. Tutuklu Cemil Paşa ailesi mensupları, fiili olarak olaylara iştirak etmediği gerekçesiyle hapis ve sürgün cezalarına çarptırıldı. Daha sonra çıkartılan af yasasına rağmen Kürtçü Cemil Paşa ailesi mensuplarının Diyerbekir’e dönmelerine izin verilmedi ve orada yaşayanların büyük kısmı da siyasi baskılar sonucu şehri terketmek zorunda kaldılar. Ekrem Cemil Paşa’nın aktarımına göre; “Cemil Paşa’nın beş torunu, Kadri, Ekrem, Muhammed, Bedri ve Mikdad 1929 senesinde gizlice Diyarbekiri terk ederek Suriye’ye iltica”[8] ederler. Hatın altına (Binxetê) sürülen Cemil Paşa ailesinin bu milliyetçi neferleri, Suriye’de de Kürd ulusal mücadelesinin önsaflarında bulunurlar ve orada Eylül 1927’de kurulmuş olan Xoybûn örgütünün çalışmaları içerisinde yer alırlar.

22.01.1946’da doğu Kürdistan’da Mahabad şehri başkent olmak üzer Kürdistan Cumhuriyeti ilan edildiğinde, Kadri Cemil Paşa’nın başkanlığındaki bir Xoybûn heyeti, ilan edilen cumhuriyete destek vermek için Mahabad’a giderler. Kadri Cemil Paşa bu konuda alınan kararı şöyle aktarır: “Suriye’deki bütün Kürd yurtseverleri Mahabat başkent olmak üzere ilan edilen Kürd Cumhuriyeti’nin kurulmasından çok büyük bir memnuniyet duymakta idiler. İsteğim üzerine ve arkadaşların onayı ile, Cumhuriyet Hükümeti ile ilişki kurmak için Mahabad’a gitmeme karar verildi.”[9] 6 Eylül 1946’da başlayan yolculuk sekiz gün sürer ve Cumhuriyetin başkenti olan Mahabad’a vardıktan bir hafta sonra, reisicumhur Pêşewa Qazî Muhammed tarafında kabul edilir. Kadri Cemil Paşa reisicumhur Qazî Muhammed’le yaptığı görüşmeden sonra, Pêşewa izlenimlerini şu cümlelerle aktarmaktadır: “Etrafındaki vakar ile karşısındakine derin bir hürmet hissi veren, gözlerinde zeka fışkıran olgun insan.”[10] Bu görüşmeden sonra, Pêşewa’ya takdim ettiği 21 Eylül 1946 tarihli istirhamnamesinde şöyle bir öneride bulunmaktadır: “Kürdlerin yaşadığı vatanın bütün parçalarında zatı âlinizin yolgöstericiliği ile demokrasi temellerinin iyi ifade edildiği bir program ve gizli bir teşkilatın hazırlanarak canlandırılması gereğine ben ve temsil ettiğim arkadaşlar kani bulunmakatayız.”[11] Kadri Cemil Paşa Mahabad’da bulunduğu on beş günlük süre çerisinde Cumhuriyetin birçok kurumunu ziyaret eder ve önde gelen kadrolarıyla tanışır. Bu ziyaret esnasında tanıştığı Kürdistan Cumhuriyeti’nin Genel Kurmay Başkanı Mustafa Barzani’yle ilişkiler daha sonraki mücadele sürecinde gelişerek devam edecektir. Aynı zamanda Cumhuriyetin resmi yayın organı olan Kurdistan gazetesini de ziyaret eder ve gazetenin 92. Sayısında  “Qedrî Beg Cemîl Paşa Pîyawekî Nîştimanperwerî Kurd”[12] başlığı altında kısa yaşam hikayesini ve mücadelesin anlatan bir makale yayımlanır.

Diyarbekirli Cemil Paşa ailesinin bu milliyetçi yurtsever damarından kısaca bahsetikten sonra, şehir ve kültürel yaşamlarından bahsetmemek büyük bir eksiklik olur. Yaşam tarzına ve toplumsal ilişkilerine baktığımızda, ailenin hem aristokrat ve hem de halkla bütünleşen bir özelliği olduğu görülür. Şehirdeki yaşamları mevzubahis olduğu zaman, şüphesiz ilk olarak Cemil Paşa konağı akla gelir. Cemil Paşa konağı bir şato, saray veya kasr görünümünde devasa bir yapı olup inşası aşamalı olarak tamamlanmış ve ilk bölümünün ne zaman yapılmaya başlandığına dair elimizde kesin bir bilgi yoktur. Konağın tamamlanmış hali iki yüz küsur yıllık bir geçmişe dayanır ve bu tarihi eser bütün ihtişamıyla bugüne kadar ayakta kalabilmiş ve günümüzde yeniden restore edilerek Kürd şehir kültürü ve yaşamının çok önemli bir abidesi ve tanığı durumundadır. Cemil Paşa konağında “yirmiden fazla hanım, yirmi kadar hizmetçi ve işçi, otuzdan fazla çocuk vardı. Cemil Paşa konağında dengbêjler, çîrokbêjler, tamburvanlar ve bılurvanlar eksik olmazdı, 24 saat aile fertleriyle birlikte yaşardılar ve onların yeri bambaşkaydı. Konakta birkaç Süryani katibin dışında çalışan diğer hizmetçilerin tümü Türkçe bilmeyen köylülerden oluşmaktaydı. [13]

Cemil Paşa ailesinin çok önemli ve ayırt edici özeliklerinden biri, kendi dönemiyle kıyaslandığında diğer büyük Kürd ailelerine nispeten okuma, yazma ve eğitim düzeyinin oldukça yüksek olmasıdır. Kendisi de Münich Üniversitesi’nin elektrik mühendisliğinden mezun olan Ekrem Cemil Paşa’nın aktarımıyla; “Cemilpaşaların oğulları, kızları ve torunlarının hepsi okumuşlardı. Cemil Paşa’nın bir tek ümmi evladı yoktu.”[14] 1912-1913 yıllarında Cemil Paşa ailesinden Cevdet, Kadri, Ekrem, İbrahim ve Şemsettin olmak üzere beş kişi Avrupa’da okumaktaydı. Ailede eğitim anlayışı, fırsat eşitliğine dayanıyordu. Çocuklar okul tercihinde eşit muamele görürdü; okul çağına gelindiğinde hep birlikte aynı okula gidilir. Süryani okulu seçilmişse hep birlikte oraya gidilir ya da ermeni okulu seçilmişse yine hepsi oraya kaydedilirdi.

Cemil Paşa konağındaki sosyal yaşam, işleyiş ve temel prensipler ne idi? Bu konuda söylediklerimiz içten bir bakışla ve kendisi de sürgünde doğan Ferda Cemiloğlu’yla yaptığımız dostane bir sohbete dayanmaktadır.

Ferda Cemîloğlu

Ferda Hanım, ailenin kültürel değerleri, sosyal yaşam ve temel prensiplerinden bahsederken çok dikkat çekici bazı özellikler ortaya çıktı. Yazının buradan sonraki kısmında, konaktaki geleneksel kültürel yaşamı özetledikten sonra yazıyı bitirmeye çalışacağım.

Elbette genel olarak Kürd kültüründe olduğu gibi, Cemil Paşa ailesinde de misafir ve misafirlik, çok önemli kavramlardır ve bu konuda herkesin katiyen uyması gereken kurallar vardır. Gerek Diyarbekir’de gerekse hattın alt kısmında sürgünde iken, ailenin kapısı herkese açıktı, halkın her kesiminden eve misafir olanlar vardı. Siyasetçiler, kaçakçılar, kadın kaçıranlar ve kan davalı olanlar gibi her kesimden insan gelirdi. Misafirleri karşılamada bütün aile fertlerinin uymak durumunda olduğu üç temel kural vardı: Birincisi, hiç kimse gelen misafirlere adlarını sormazdı; kincisi, kimsin ve nereden gelmişsin ve üçüncüsü de ne zaman gideceksin soruları asla misafire yönetilmez. Bu soruları misafirlere sormak yasaktı ve bunlar Cemil Paşa ailesinin yasalarıydı.

Cemilpaşazadelerin diğer bir özelliği ise, geçici misafirler hariç, sürekli olarak yüzden fazla insanın beraberce yaşadığı ailedeki kolektif iç ekonomik ilişkilerdir. O evde kim doğmuş ya da kim yaşıyorsa, herkes ihtiyacı kadar konak kasasından yararlanır. Konakta herkesin ulaşabildiği çekmeceli mavi bir masa vardı ve her ayın birinde o çekmeceye belirli miktarda para konulurdu; okula gidenler, çarşı ve pazara gidenler, mutfak harcaması yapanlar, harçlık ihtiyacı olanlar herkes ihtiyacı kadar o çekmeceden para alırdı. Ay sonlarına doğru çekmecede para kalmadığı zaman, cebinde fazladan parası olanlar tekrardan çekmeceye para koyardılar ta ki ayın birine yetişene kadar.

Konakta yaklaşık otuz çocuk vardı ve bu çocuklar erkek-kız karışık olmak üzere üç gruba ayrılmıştı. Çocukları hızlı bir şekilde toplamak ve yönlendirmek için düdük kullanılırdı. Gümüşten ve özel nakışlarla süslenmiş olan düdük, konak içerisinde çocuklardan sorumlu olan kim ise, gerekli durumlarda onun tarafından kullanılırdı. Cemil Paşa konağı çok büyük ve kalabalık olduğu için, gerektiğinde burada yaşayan çocukların her birini ayrı ayrı bulup çağırmak pek kolay olmuyordu. Gerekli durumlarda ve özellikle de yemek zamanında, okul ve derse başlama saatlerinde gerekli mesaj bu düdükle çocuklara iletilirdi. On iki yaşına basan erkek çocuklar genellikle usta bir binici eşliğinde cirit oyunu öğrenirler. Çocuklar her yaz tatilinde yaklaşık iki-üç aylarını mutlaka köyde geçirirler.

Cemil Paşa konağında mimari olarak haremlik ve selamlık bölümleri vardı ancak bu ayrım onların muhafazakârlığından kaynaklanmıyordu. Kadın ikinci sınıf muamelesi görmüyor ve pasif durumda değildir. Ferda Hanım bu durumu şu örnekle açıklamaktadır: “Diyarbekir’deki diğer bazı büyük ailelerin fotoğraflarına baktığımız zaman, hepsinin erkeklerden oluştuğun görürüz, içlerinde hiç kadın yoktur. Bizim ailenin 1875’te çekilmiş bir fotoğrafına bakarsanız, kadın ve erkeklerin birlikte fotoğraflarda yer aldığını görürsünüz. Fotoğrafta Cemil Paşa ve on bir oğlunun yanısıra üç kızı da resmide yer almaktadır.”[15] Aynı durum mülk paylaşımı ve mirasta da geçerlidir, mülk sahibi oldukları zaman; hamam, han ve evler kadınlar adına kaydedilir. Kadınları evlendiği zaman, onları ekonomik olarak korumak ve sahiplenmek için, ilkelden önemli derecede mücevher takı olarak hediye edilir ve kime ne verilmiş ise de Diyarbekir’in tanınmış zadegan ailelerden şahitlerin gözetimi ve imzasıyla kaydedilir. (Bu kayıt belgelerinden bir tanesi Ferda Cemiloğlu’nda mevcuttur). Ayrıca Cemil Paşa ailesinin kurduğu vakıfta yalnızca kadınlara yardım amacıyla maaş verilirdi. Zannediyorum böyle bir yapı ve yaklaşım çok az yerde bulunabilir. Bu durum da Kürdlerin kültüründen kaynaklanıyor. Bunlar pek bilinmez ya da çok az bilinir çünkü Cemil Paşa ailesinin efradı kendilerinden pek bahsetmek istemiyorlar.

Ailenin diğer bir özelliği de, her zaman takı ve mücevherleriyle birlikte yaşarlardı. Mücevherler altın, gümüş ve yakut gibi değerli madenlerden oluşurdu. Takı şeklinde sipariş edilenlerin bir kısmı özerinde yerel ve ulusal semboller bulunurdu. En dikkat çekici olanı da, Diyarbekir yöresine özgü yeşil akrebin sembol olarak işlendiği takılardır. Coğrafik yön belirlediği söylenen yeşil akrep, sadece Diyarbekir’de yaşar ve şehir kültürünün sembolü haline gelmiştir. Cemil Paşa konağı temizlenip onarılınca bu akreplerden bir tanesi bulundu ve Dicle Üniversitesi’ne götürüldü ancak kimse bundan bahsetmek istemedi. Burada dikkat çekici olan şey, Cemil Paşa ailesi bu yöresel yeşil akrebin unutulup kayıp olmaması için, onun resmini mücevherlerine nakşedip takı olarak kulanmışlar. Bu pahalı mücevherler, aynı zamanda hazır bir nakit kaynağı olarak da değerlendirilirdi. Başlarına bir şeyler gelirse bir avantaj sağlamakta ve ihtiyaçlarını karşılayabilirdi.

Konakta tütün ve sigara kültürü, dikkatlice incelenmesi gereken diğer bir konudur. Tütün Kürdistan’da ve Diyarbekir kültüründe çok önemli bir yer edinmiştir. Her büyük evde tütün için özel bir bölüm bulunur, orada farklı özellikte tütün çeşitleri vardır ve o bölümde bulunan tütünler bir yıllık, iki yıllık, üç yıllık, …. ve on yıllık olmak üzere ayrı ayrı korunur. Bu tütünler sanki burada nadasa bırakılıp yıllanması bekleniyor. Öncelikle on yılını doldurmuş olan tütün kullanılır ve ondan sonra sırasıyla yılına göre dokuz, sekiz, yedi yıllık diğer tütünler tüketilir. Tütün odası ve tütün çeşitleri beli bir nem derecesinde korunur ayrıca tütünler sert, yumuşak, kuru ve nemli gibi özelliklerine göre ayrıştırılır.

Sigara hazırlanıp içilirken dikkat edilen en önemli özellikler, onun hijyeni ve aromasıdır. Sigara yapımında yaprağı yapıştırmak için özel bir yapıştırıcı ve fırça kullanılırdı. Bu yapıştırıcı zamk, ayvanın yenilmeyen çekirdek kısmı suda kaynatılarak hazırlanır ve aynı zamanda sigaraya da bir aroma tadını verir. Bu Diyarbekir’e özgü bir kültürdür. Ayva sadece bu alanda kullanılmıyordu, Diyarbekir kültüründe önemli bir yeri vardır; kış meyvesi olarak saklanır, kavurmaya katılır, tatlısı yapılır, sirkesi yapılır. Ayrıca sigara içiminde, çok değişik ve kıymetli madenlerden yapılmış ağızlıklar kullanılırdı. Kadınların kullandıkları ağızlıklar da vardı ve sigara içiminde parmakların sigara dumanın etkisiyle sararmaması için bazı ağızlıkların parmaklıkları da vardı. Ağızlıklar kadar tütün kutuları, çakmak ve kibritlikler de işlemeli değişik kıymetli madenlerden olup çok orijinal idi. Tütün kapları içerisine özelliklerine ve çeşitlerine göre hangi bölgelerden geldiklerini belirtmek için, renkli çubuklar dikilirdi. Tütün kapları özgün bir karıştırıcı

Sonuç olarak mevzu bahis Diyarbekir’deki elişlemeciliği ve sanatkarlık olduğu zaman, elbette ki konakta kullanılan ve değerli madenlerden yapılmış bu baha biçilmez kıymetli takı ve eşyaların çoğunun Diyarbekirli Ermeni ustaların emeklerinin ürünü olduğunu hatırlatmak gerekir.

Deng Dergisi, sayı: 119, Eylül 2020

[1] Ekrem Cemil Paşa, Ekrem Cemil Paşa, Muhtasar Hayatım, Beybûn Yayınları, Ankara 1989, r. 20

[2] Majmîsanij, Yirminci Yüzyılın Başında Diyarbekir’de Kürt Ulusçuluğu (1900-1920), Weşanxaneyê Vateyî, İstenbol, 2010, r. 40

[3] Kadri Cemil Paşa [Zinar Silopi], Doza Kurdistan,  Özge Yayınlatrı,  Ankara,1991, r. 35

[4] Serbestî, no: 479, 28 Nisan 1919

[5] Serbestî, no: 480, 29 Nisan 1919

[6] Ekrem Cemil Paşa, Ekrem Cemil Paşa, Muhtasar Hayatım, Beybûn Yayınları, Ankara 1989, r.

[7] Kadri Cemil Paşa [Zinar Silopi], Doza Kurdistan,  Özge Yayınlatrı, Ankara,1991, r. 85

[8] Ekrem Cemil Paşa, Muhtasar Hayatım, Beybûn Yayınları, Ankara 1989, r. 61

[9] Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopi), Doza Kurdistan (Kürd Milletinin altmış Yıllık Esaretten Kurtuluş Savaşı Hatıraları), Özge Yayınları, Ankara, 1991, r. 176

[10] Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopi), Doza Kurdistan (Kürd Milletinin altmış Yıllık Esaretten Kurtuluş Savaşı Hatıraları), Özge Yayınları, Ankara, 1991, r. 177

[11] Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopi), Doza Kurdistan (Kürd Milletinin altmış Yıllık Esaretten Kurtuluş Savaşı Hatıraları), Özge Yayınları, Ankara, 1991, r. 179

[12] Qedrî Beg Cemîl Paşa Pîyawekî Nîştimanperwerî Kurd, Kurdistan, no: 92, Mahabad, 11ê Rezber 1325

[13] Ekrem Cemil Paşa, Muhtasar Hayatım, Beybûn Yayınları, Ankara 1989, r. 11-12

[14] Ekrem Cemil Paşa, Muhtasar Hayatım, Beybûn Yayınları, Ankara 1989, r. 8

[15] Ferda Cemiloğlu, Röportaj (Sohbet), Diyarbekir, 15.12.2018

Önceki ve Sonraki Yazılar