Celâl Temel

Celâl Temel

Yazarın Tüm Yazıları >

Memduh Selim’in kaleminden, yüz yıl önce Kürd kadını

A+A-

Celâl Temel

 Birinci Dünya Savaşı sonrası 1918 yılında, Kürd Aydınları, İstanbul’da Seyid Abdülkadir’in liderliğinde, Kürdistan Teali Cemiyeti adıyla önemli bir örgütlenme oluşturmuştu. Dönemin dikkat çeken tüm Kürd Aydınları bu cemiyet içinde yer aldı veya destek verdi. Cemiyet, çeşitli faaliyetlerle birlikte, Jîn, Serbesti ve Kürdistan gibi dergi ve gazeteler de yayımladı.

Bu cemiyetin desteğiyle, 1919 yılında Kürd Kadınları Teali Cemiyeti de kuruldu. İlk başkan, Esma Emcum Yamulki Hanım’dı. Bu cemiyetin kuruluşu, Kürd Aydınları arasında büyük sevinç yarattı. Jîn dergisinde, konuyla ilgili çeşitli yazılar yayımlandı. Bu yazılardan birini de aynı zamanda derginin sorumlularından biri olan Vanlı Memduh Selim Bey yazdı. Jîn dergisinin, Mart 1919 tarihli 14. sayısında yayımlanan, Kürd Aydınlarının yüz yıl önce, kadına bakışını gösteren bu önemli yazının sadeleştirilmiş hâli aşağıdadır. Yazıldığı tarihi de göz önüne alarak, dikkatle okunmasını dilerim.

       “KÜRD KADINI (HANIMI)

       Medeniyetin bir ölçüsü de kadının toplumdaki yeri ve ulaştığı başarılardır. Medeni milletlerde kadın, gerçekten o milletin yarısıdır; erkeğin sahip olduğu her çeşit hak ve ayrıcalık, saygınlık ve önem, hatta bazen fazlasıyla kadınlara da cömertçe verilir.

       Gelecek nesillerin temelini kadınlar kurar; kadınları iyi yetişmemiş, analıkgörevlerini takdir etmeyen milletler öksüz demektirler. İlkel kavimlerde bile kadınların erkekler üzerine özel bir nüfuzu vardı. Bu nüfuzu, değişik şekillerde, bir nevi kavimlerin tarihinde, ezcümle Arapların ilkellik döneminde görürüz; kadınların mesela savaşta erkekleri yüreklendirme göreviyle görevlendirilmeleri, hatta yaralılara bakmaları bir çeşit nüfuzdur. Kadını pek fena ve hor gören, insanlık zümresinden saymamaya kadar varan toplumlar da olmuştur ve vardır.

     Şurası muhakkaktır ki kadının Müslümanlıkta sahip olduğu yer ve haklar, bugün kendisine lâyık görülmeyen yerden pek yüksek ve bugün kendisine lâyık görülmeyen haklardan pek geniştir. Din işlerine aklı erenlerin ve din bilginlerinin görevi, dinsel hakları esirgemek değil, bu hakları zamanın gereklerine göre genişleterek ve yeniden düzenleyerek kullanılmasına engel olmamaktır.

      İslam’da kadın haklarının, dinin temel kurallarına aykırı olarak ne kadar yanlış anlaşıldığını, bugün de ne kadar yanlış uygulandığını anlamak için, değişik Müslüman milliyetlerin değişik tabakalarındaki kadını incelemek yeterlidir zannederim:

      Hepsi aynı dine bağlı bulunan Kürd, Türk, Arap, Çerkeş, Arnavut kadınlarından her biri bugün nasıl birbirine benzemeyen, bazen de birbiriyle zıt şartlar ve durumlar içinde yaşıyorlarsa, aynı soyun köylü, şehirli gibi tabakaları da birbirinden ayrılan yaşam biçimleri gösterirler. Dinin emirleri genel ve istisnasız iken neden aynı dinin mensupları arasında aynı dinsel niteliğin uygulamasında bu ölçüde farklı bir ‘başkalık’ vardır? Bu konuda, mesela kıyafet konusunu ele alarak diyelim ki, neden Müslüman Arnavut kadını, Müslüman Kürd kadını, Müslüman Türk kadını, Müslüman Arap kadını, Müslüman Çerkez kadını başka başka şekillerde örtünüyor ya da bazısı örtünmeyi başka şekilde anlayarak bizim istediğimiz biçimde saklanmıyor? Şimdi, bunlardan bazıları hakkında, ‘Müslümanlığın emirlerine ya da belirleyici geleneklerine uymuyorlar’ mı diyeceğiz?

      İşte bu farklardan ortaya çıkıyor ki, kadının bugünkü değişik yaşam biçimlerinden, herhalde Müslümanlığın asıl amacına uygun düşmeyenleri çoktur; başka bir deyişle, bu biçimlerden olsa olsa ancak bir tanesi Müslümanlığın emrettiği ve gösterdiği usule uygundur, yani doğrudur; öbürleri yanlıştır. Çünkü dinin bir gerçekten ibaret olması gerekir. Gerçek ise birdir, çeşitlilik kabul etmez. O halde, Müslüman kadınlardan bazılarının kıyafetlerine bakarak, ‘Dinin emrettiği biçim zamana göre budur, diğerleri şeriata ve dine uymamaktadır.’ demek zorunda kalırız. Acaba bu, hangi Müslüman kitlenin ya da kitlelerin kıyafetidir ki zamanın gereklerine en çok uyar ya da tümüyle uygun düşebilir? Bu soruya, belki aşağıdaki sözlerimiz az-çok bir cevap verebilecektir.

       Burada, asıl konuyla ilgili olmayan bir sorun ortaya çıkıyor: Acaba İslâm dini milliyetlere ne kadar mevki veriyor? Onların milli bütünlüklerini korumalarına müsaade ediyor mu? Yoksa dine aykırı olan yönlerin değiştirilmesinden sonra mı milli geleneklerin yaşamasına izin veriyor? Yoksa milliyetleri büsbütün din kazanı içinde kaynatıp milli varlıklarını unutturma gayesi mi taşıyor? Bu sorulara, daha yetkili olanlar buyurup cevap versinler.

      Ben yalnız şunu diyeceğim ki, dine bağlılıkları herkesçe kabul edilen Kürdler her şeyi ulusallaştırmalardır. Bu kadar inançlı ve dinlerine sağlam biçimde bağlı olan bu ulusun dinsel ödevlerinin her yönünde bu asimilasyonu (ulusal özümsemeyi) görmekteyiz…

     Konuyu buraya kadar getirdikten sonra Kürdlüğe geçelim: Asıl konuyla ilgili olmayan yukarıdaki sözlerimizde, ‘Kürdlerin dine bağlılıkları herkesçe kabul edilmektedir’ dedik. İşte biz, bu kadar dindar olan bir toplumun kadınlarının durumunu çağımız gereklerine pek uygun buluyoruz. Bu durum, çağdaşlaşmak isteyen ve başta aydınları olduğu halde bu amaca doğru yürüyen Kürdlük için o kadar elverişlidir ki, yenileşen bazı milletlerde ve mesela Türklükte olduğu gibi ayrıca çapraşık bir kadın meselesi doğmasına imkân yoktur. ‘Aman, bu kadın açık-saçıktır, öteki erkeklerle konuşuyor, şu örtünmeye uymamıştır.’ gibi dedikodulara kaynak olabilecek durumlar Kürdlük toplumunda mevcut değildir.

       Kürd kadını esasen serbesttir, evinin hakimidir; örtünmenin Müslümanlığın belirleyici gelenekleri dışındaki gereksiz bağlarından özgürdür; erkeklerin de içinde bulunduğu sosyal yaşama, saygın bir konuma sahip olarak karışmıştır. Biraz daha yukarı tabakaya bakarsak bir kadınlar saltanatı da görürüz. Zaten çağımız, kadınların da saltanat hakkını onaylamaya yanaşmadı mı! Kürd kadını, erkeklerle olan sosyal ilişkilerinde kocasının, yanı erkeğinin görevini de görür; örneğin misafir kabul eder, erkek gibi bizzat ağırlar.

      Kürd hanımının üstün ve seçkin bir özel karakteri de vardır. Size gerçek bir örnek arz edeyim:

      Koca evde olmadığı bir vakit, Kürd olmayan yabancının biri gelir. Yaz günüdür. Genç Kürd hanımı, misafire evin önündeki ağacın altında yer yapar ve usule uygun olarak yemek ikram eder. Misafir yemeğini yerken, genç hanımı arzusuna uygun görür ve yemeği unutmak ister. Hanım ciddiyetini bozmaz. Misafir de yemeğini bitirir. Şimdi kendisinde daha çok ümit uyanmasın mı! Şımarır. Ahlakı gibi pazıları da güçlü olan genç hanım, bu nankörü hemen yanındaki ağaca bağlar. Misafir orada bekleyedursun, akşam evin ağası gelir, hayretle sorar:

- Bu kimdir?

Hanım:

- Senin malını çalmak isteyen birisi.

- Hırsızlığa mı gelmiş? Kim bağladı?

Hanım:

-Evet, senin ırzını çalmak istedi, ben de öyle bağladım.

     Kürdün namusluluk duygularını kabartan bu olay karşısında bu hırsızın yaşamını kadının şu sözleri kurtarır:

    - Sabahtan beri böyle çektiği ceza yeter; ötesini bana bağışla. (Bu olayı, geçmiş olduğu bir Kürd köyünde işitmiştim. İstanbul'un yüksek okullardan birisinde ünlü bir tarih bilgininin güvenilir bir kaynaktan duymuş olduğunu belirtmesi, olayın oluşunu bir kat daha doğrulamıştır.)

      Bu, yüksek bir karakterin sağlamlığının olağan bir örneğidir. Böyle örnekler Kürdlük toplumunda o kadar çoktur ki genele yaklaşır. Ve ne bir Kürd koca ya da baba, karısından ya da kızından kuşkulanarak, ‘Ben evde bulunmadığım zaman sakın içeriye kimseyi almayasın.’ hele, ‘Sakın yüzünü göstermeyesin, yoksa seni döverim, öldürürüm.’ diye bir sınırlamayı hatırına getirir ya da uygulamaya kalkışır; ne de bir Kürd kadını, elde etmiş olduğu bu geniş hürriyeti kocasının ve ailesinin aleyhine kullanmaya savaşır. Bu sosyal bir dengedir ve bir medeniyet başarısıdır ki Kürd milleti için herhalde değerli bir varlık sayılır.

       Bundan başka, Kürd kadını, çocuğunun mutlak ve tek eğiticisidir. Her Kürd çocuğunun ruhunda, anasının eliyle ve ruhuyla karıştırılmış pek çok ve güçlü bir karışım vardır. Bu nedenle Kürd kadınları ile erkekleri, birbirlerine öylesine yakın bir karakterin sahibidirler.

      Birden fazla kadınla evlenmeyi de Kürdistan'da mensupları pek az olan bir sınıfın birkaç ferdine mahsus, boşamayı ise genellikle Kürdlerde yok denecek kadar azdır. Karısını boşayan bir erkek ve boşanmaya müstahak görülen bir kadın, aile ve yaşıt arkadaşları arasında kazanacağı nefretle, pek çok kez bir daha evlenememeye ve hele kadın bir daha koca bulamamaya mahkûmdur.

        İşte Kürd kadınının doğal durumu, günümüzün gereklerine bu ölçüde uygundur. Eksik olan bir şey varsa, milli alışkanlıklardan doğup, yazılı olmayan milli gelenekler içinde gelişen karakter belirleyici bu terbiyenin, aydınlatıcı kurallarla ve çağdaş öğretim kuralları ile de olgunlaştırılıp taçlandırılamamış olmasıdır.

       Bu eğitim kurallarını, bu öğretim kurallarını uyguladığımız gün, Kürd kadınının erdem derecesini, yetiştirdiği çocukların nasıl imrendirici bir vatan temeli kuracaklarını göreceğiz. Bu geleceğin pek uzak olmadığına inanıyoruz.

Vanlı Memduh Selimbegî “

GELECEK YAZI: EFSANE BİR KÜRD KADINI, GÜLNAZ HANIM

kurd-kadini.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.