İsmail Beşikçi'nin; "Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı" yazısı üzerine

İsmail Beşikçi'nin; "Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı" yazısı üzerine

Süleymaniye'de „Kurd Ulusal Kimliği" ile ilgili uluslararası bir sempozyom gerçekleşti

A+A-

Şeyhmus Özzengin

İsmail Beşikçi'nin; "Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı" yazısı üzerine

 Bildiğimiz gibi 15-17 Mayis 2016 tarihleri arasında Süleymaniye'de „Kurd Ulusal Kimliği" ile ilgili uluslararası bir sempozyom gerçekleşti. Bu sempozyoma Sosyolog-araştırmacı İsmail Beşikçi hocamız da davetliydi. Değerli bilimadamı İsmail Beşikçi bu sempozyoma İBV. (İsmail Beşikçi Vakfı) başkanı İbrahim Gürbüz ile birlikte katıldılar. İsmail Hocamız, bu sempozyoma bir bildiri sunmuştu. Sempozyomdan sonra İsmail Beşikçi; Süleymaniye ve çevresinde düzenlenen geziye katılıyor. Gezilen yerler; Kurdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'nin direniş liderlerinin, önemli şahsiyetlerin anıt, büst ve mezarları, direniş alanları, Irak Diktatör-sömürgeci devletinin direnişi kırmak, katliamlardan geçirmek için Kurduğu zindanlar, Enfal uygulamaları, topyekün yoketme pilanlarının uygulandığı imha merkezleri. Değerli hocamız bu gezi ile ilgili izlenimlerini, beynimizi zorlayarak, „ulusal hafıza" denilen gerçeği bir şamar gibi yüzümüze vurarak; eleştirilerini yöneltmektedir. Bu açıdan yazı değerli zenginliklerle dolu „Tarih hafızası olmayan toplumlar kaybolmaya mahkumdur" gerçeğini bir kez daha bize hatırlatmaktadır. Yazının bazı bölümleri ile ilgili bir değerlendirme ve hatırlatma ihtiyacı duydum.

Değerli bilimadamı İsmail Beşikçi, „Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı"nı dolaşırken „Müze, Hafıza Neye Hizmet Eder? diye soruyor ve bu merkezi dolaşırken şunları kayt düşüyor: „Tutsakları askıya alma, elektrik verme hücrelerini birer birer dolaştık. Bazı hücrelerde, tutsaklar, kafaları duvarlara çarptırılarak öldürülüyor. Falaka hücreleri çok. Bazı bölümlerde, tutsaklar, sadece kilit altına alınıyor. Su, ekmek hiç verilmiyor. Uyumalarına engel olmak için devamlı gürültü yapılıyor. Daha doğrusu, kayda alınmış gürültü dinlettiriliyor. Bu hücrelerde tuvalete çıkmak da yok... Bu hücreler, sadece, birkaç hafta sonra cesetleri almak için açılıyor. Bu hücrelerde, bu işkenceleri dile getiren heykeller de yapılmış. Bu heykellerin hepsi de sanat eseri... Bu heykeller, işkenceler hakkında sağlıklı bilgiler veriyor. İşkenceleri yakında hissediyorsunuz."

Türk devleti, soruşturma ve askeri karargah soruşturmaları, Diyarbakır zindanı'nda uygulanan „mahkumları islah proğram"ları bir bir gözümün önüne gelmektedir. Bu tezgahların tümünden bizzat geçtiğim için, hepsi gözlerimin önünde canlanmaktadır. Ve bir gerçeği vurgulamadan edemiyorum:Dört parça Kurdistan'da düşmanlarımız ne kadar birbirlerine benzemekte, bizi yoketmek için nasıl ortak proğramlar yürüttükleri görülmektedir diyorum. Kurdistan'ın Doğusunda „Evin Cezaevi", Kurdistan'ın Kuzeyi'nde „Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi" ne ise; Irak Diktatörü Saddam Huseyin'in kurduğu, "Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı"da odur! Hocamız şu benzetmeyle izlenimlerini bize aktarmaya devam ediyor: „Polonya'daki Austwich' soykırım merkezini çağrıştıran hücreler, bölümler de var. Bu bölümlerde tutsakların bazı eşyaları olduğu gibi bırakılmış. Bazı eşyaları da sergileniyor. Tutsakların, üzerinde oturduğu veya yattığı çullar, kumaş parçaları bütün canlılığıyla duruyor."

Müzelerin ulusal hafıza konusunda ne kadar değerli bir tarih görevi yürüttüğünü vurguluyor sevgili hocamız ve ekliyor: "Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı"nda bir de „görev yapan Filistinliler var kayitlarda" diyor ve devam ediyor, „Bu görevlilerin mesleği hakkında 'Halk Ordusunda savaşçı' ibaresi var. İşinin, 'Kadınların şerefine tecavüz' olduğu belirtiliyor. Maaş Bordrolarında böyle ifadeler var." Diyerek bize bir gerçeği hatırlatiyor bir kez daha: „Halkların kardeşliği', 'Halkların dayanışması' boş bir slogan. 'İslam kardeşliği', 'Ümmet kardeşliği' de boş bir slogan. Kürdistan'da yaşanan süreçler, Kürdlere karşı tutumlar bu sloganı her zaman çürütüyor." Dedikten sonra, İbrahim Sediyani'nin, „Bengladeş Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile ilgili yazıları bu bakımdan dikkate değer. Bir Yanım Su, Bir Yanım Ateş Aç Bana Kucağını Bengladeş'ı...hatırlatiyor: „Eritreli gerillaların, Filistinliler, Filistinli gerillalar ile ilgili olarak söyledikleri, Bengal ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten savaşçıların, 'biz kardeşiz, İslam kardeşiyiz, ümmet kardeşiyiz' diyerek Bengal ulusal mücadelesini bastırmaya çalışan, Pakistan Devleti'ni ve Pakistan aydınlarını, 'biz kardeş değiliz, siz bizim ülkemizi işgal ettiniz, dilimizi yasakladınız, böyle kardeşlik olmaz' diyerek bu kardeşlik anlayışını eleştirmeleri dikkate değer bir tutumdur. 'İslam kardeşliği' Doğu Bengal'i (Bengladeş) kandıramamış" dedikten sonra , „ama Kürdleri her zaman kandırıyor." Diye bir gerçeği şamar gibi, ulusal gerçekliğimizin yüzüne vuruyor ve daha da ekliyor: „Kürdleri baskı altında tutan devletlerin hepsi de İslam devletleri.

Bu bakımdan, Müslüman Bengal halkının, Müslüman Pakistan devletine karşı verdiği ulusal kurtuluş mücadelesi, Kürdlere yol gösterecek, Kürdlere ilham verecek çok önemli bir mücadele. Bu ilişkilerin bilincine varmak da önemlidir." Tavsiyesinde bulunuyor. Değerli hocamız tekrar müzedeki izlenimlerine dönerek; „ikiyüzbin civarında Kürd, ( 200 bin) 1983-1988 arasında yok edilmiş. Müzede, Enfal'e ilişkin belgeler, belgeseller, fotoğraflar, sesler, görüntüler... etkili bir şekilde sunuluyor. Kürdistan'da, Enfal'in nerelerde, ne zaman yaşandığına dair haritalar da hazırlanmış. Haritalarda, bazı alanlarda, meydana gelen kayıpları görmek de mümkün. Enfal ile gerçekleşen Kürd soykırımının, Güney Kürdistan'ın her tarafına yayılmış olduğu rahatça izlenebiliyor." Kaydını düşerek, bize ulusal müzelerin ne kadar önemli olduğunu ve bir ulusal bilinçle korunması gerektiğini hatırlatmaktadır.

Değerli sosyolog-araştırmacı İmail Beşikçi tarihe bu kayıtları düşerken, bir kez daha bize dönük eleştirilerini de ihmal etmiyor. Gurup bilinci, parti-partizanlık bilinci ile ulus ve ülke bilinci arasındaki çarpıcı gerçeği de örnekleriyle önümüze sürüyor. Adeta, „Kurdler siz bilirsiniz"(!) dercesine: „Süleymaniye'de, caddelerde, sokaklarda dolaşıyorsunuz. Çeşitli alanlara, yol kavşaklarında asılan pankartlara, resimlere fotoğraflara bakıyorsunuz. Lokantalarda, otellerde, duvarlara asılan fotoğrafları inceliyorsunuz. Bunlarda, Mesut Barzani ile ilgili hiçbir görüntü, iz yok. Fotoğraflarda görülen siyasetçiler arasında, Başkan Mesut Barzani'ye, Başbakan Neçirvan Barzani'ye ilişkin bir iz, görüntü göremiyorsunuz. Yerel basında, gazetelerde, Başkan Mesut Barzani'ye, Başbakan Neçirvan Barzani'ye ilişkin bir haber, bir yazı, bir fotoğraf görülmüyor. Otellerde, lobide, odalarda, magazin dergiler var. Bu dergilerde de Kürdistan Demokrat Partisi'ne siyasetçilere ilişkin bir yazı fotoğraf vs. göremiyorsunuz. Lokantalarda da durum böyle..." „Abdüsselam Barzani'ye, Şeyh Ahmed'e, Mele Mustafa Barzani'ye ait bir görüntü bir iz göremiyorsunuz."! Düşmanın bize, kültürümüze ve varlığımıza koyduğu yasak ve unutturma proğramlarını anlamak mümkün. Onlar düşman ve bizi yoketmek istiyorlar.

Ama Kurdün Kurd'e koyduğu yasak ve hafızadan silme anlayişini nasıl yorumlayacağız? Bu anlayiştan bir ulus çıkar mı? Örgüt bilinci, parti bilinci ve lider bağlılığı, ulusal bilinc ve ülke bilincinin önüne geçmiş durumda. Biz bunu kırmadan sağlıklı bir şekilde; herşeyin üstünde duran „ulus ve ülke" bilincini başköşeye, her sınıf ve tabakanın, her inanç ve eğilimin ortak birleşkesi olarak kutsayamayiz, bu mümkün değil.

Değerli araştırmacı, daha önce Bahdînan ve Hevlêr ile ilgili izlemini de ekliyor: „Hewler, Bahdinan ziyaretlerinden hatırlıyorum. Buralarda da sadece, Kürdistan Demokrat Partisi'ni, Mesut Barzani'yi, Neçirvan Barzani'yi parti ileri gelenlerini görüyorsunuz. Dergilerde, gazetelerde, televizyonlarda, radyolarda, hep böyle bir anlayış sergileniyor. Celal Talabani ile, İbrahim Ahmet ile, Kürdistan Yurtseverler Birliği ile YNK'li siyasetçilerle ilgili bir görüntü bulmak zor." Dedikten sonra Kurdistan'ın Kuzeyi'ne dönüyor ve şu eleştereleri tekrarliyor: „Ana akım Kürd siyasal hareketlerinden bir de PKK'dir.

PKK Kürd Bayrağı'nı tanımamaktadır. Kürd/Kürdistan tarihin kendisiyle başlatıp, Kürdistan Demokrat Partisini de Kürdistan Yurtseverler Birliği'ni de kabul etmek, tanımak istememektedir. Bunları, 'ilkel', 'ilkel milliyetçi' bulmaktadır. Örneğin, Başkan Mesut Barzani, PKK medyasında her zaman küçümsenerek, aşağılanarak gündeme getirilmektedir." Dedikten onra: Sonra Kuzey Kurdistan'la ilgili bir notu daha ekleyerek, haklı eleştirilerini bize sunuyor büyük bir sabırla: Kurdistan'ın Kuzeyi'nde , „iki satır bile Kürdçe konuşamayan, Kürdçe bilmeyen, öğrenmek için çabası da olmayan gençler vardı. Bunlar, Kürd dilini gündeme getirenleri, Kürdçe konuşalım, Kürdçe yazalım vs. diyenleri, araştırmacıları, ırkçılıkla, milliyetçilikle, ilkel milliyetçilikle suçlarlardı. Böyle bir ortamda, Kürdlük'ün bilincine varmak, elbette mümkün olmaz.

Kürdlük bir Kürd değeridir. Kürd dil ve kültürünü baskıdan kurtarmak, Kürd dilinin yaşamak, yaşatmak anlamına gelir. Kürdlüğü küçümsemek aşağılamak ise devletin değeridir, Türk solunun değeridir. Böyle anti-Kürd bir tutumun Kürd hareketine yansıması, dikkate değer bir süreçtir." Diyerek, önemle bizim içimize sızan, ulusal değerlerimizi kemiren, yokeden „kayda değer" tehlikelere karşı durmamızı tavsiye ediyor ve ekliyor: „Bir Kürdlük bilinci, ulus bilinci, Kürdistan bilinci olduğunu söylemek zor.

Örgüt çıkarı, parçacı çıkar bilinci daha önde. Bu kadar yoğun ve baskının, zulmün, derin baskının ve zulmün, Kürd ulus bilinci, Kürdlük bilinci Kürdistan bilinci yaratamaması çok şaşırtıcı." Hayretlerini dillendirmekten kendini alamiyor değerli Araştırmacı-Sosyolog İ. Beşikçi. „Kürdlerde, doğal olarak bir refleksin harekete geçmesi gerekli değil midir" sorusunu şu paragrafla izah ediyor: „Saddam Hüseyin'in bu işkence merkezlerini neden kurduğu, kararlı bir şekilde kullandığı çok açıktır. Kürdleri öldürmek, yok etmek için... Kürdleri, dilleriyle, kültürleriyle, ülkeleri Kürdistanla birlikte yok etmek için... Kürdlere düşman devletlerin, Kürdleri yok etmek için çok kolay bir şekilde, birleştikleri de görülmektedir. O zaman, Kürdlerde, doğal olarak bir refleksin harekete geçmesi gerekli değil midir? Ölmemek, yaşamak, yaşatmak için birleşmek, bir güç olmak... Bu niye olmuyor? Çok şaşırtıcı bir durum. Kürdler neden birbirlerine taviz vererek güç olamıyor? Halbuki, Kürdler'in, birbirlerine verdiği taviz, sonuçda, Kürdleri/Kürdistan'ı büyütür. Birbirlerine taviz vermedikleri zaman ise, devlete/devletlere taviz vermek durumunda kalıyorlar. Bu da her zaman onur kırıcı oluyor." Gerçeğinin ne kadar hayati olduğunu vurguluyan sayin hocamız, gurupsal kamplaşma ve gurup çıkarlarının öne ıkarılması ile ilgili ulusal bilincimizi nasıl yaralandığını şu paragrafla nottaliyor: „İdeolojik yaklaşımlar, 'bizden olanlar- bizim taraf', 'bizden olmayanlar- karşı taraf' ayrımına götürür.

Bu anlayışta bütün çaba, 'bizden olanlar- bizim taraf' için ortaya konur. 'En doğru siyaseti biz yapıyoruz, en doğru olan biziz, herkes bizim etrafımızda toplanmalıdır.' denir. Bizim etrafımızda' toplanmayanlar için, baskı-zulüm her şey yapılarak, etkisiz hale gelmeleri sağlanır. 'Bizden olanlar'ın gelişmesi, yükselmesi için her şey yapılır. 'Bizden olmayanlar'ın ayağına çelme takıp düşürmek, hatta onu çalışamayacak duruma getirmek de vardır." Diyerek, bir kez daha Kurd aydınları, Kurd yazarları, Kurd basını, siyaset dünyası, sanatçısı/şairi için: şapkanızı önünüze koyun ve düşünün! Eğer devletleşmek ve bu zulümden kurtulmak, medeni dünya uluslar ailesinin bir parçası olmak istiyorsanız, bu hastalıklara karşı savaşmalısınz dedirtmektedir.


 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.