Kamil Sümbül

Kamil Sümbül

yazar
Yazarın Tüm Yazıları >

Asimilasyon Belası

A+A-

Biz Kürtlerin önündeki en büyük olumsuzluk, ulusal duygularımızı etkileyen en önemli bela; asimilasyon belasının gittikçe hız kazanıp çoğalmasıdır. Bir kez asimile olduktan sonra, insanın ana dili düşünce dili olmaktan çıkınca, tekrar onu kazanmak çok zor ve zor olduğu kadar da uzun bir süreci kapsıyor.

Nedir bu asimilasyon belası: “Asimilasyon, egemen bir gücün veya çoğunluğun farklı etnik kökene, dile, dine, kültüre vb. değerlere sahip toplumların farklı kültür birikimlerini ve aidiyet duygularını, egemen kültür ve kimlik dokusu içinde eritip yok etme politikası ve bu politikanın uygulanmasına ilişkin tüm eylemleri olarak tanımlamak mümkündür,’’ diyor Osman Aydın, ve “sessiz ölüm’’ diye tanımlıyor.

50 yılı aşkın bir dönemde Kürdistan Ulusal Mücadelesi’nde yer alan örgüt, grup ve yurtsever aydınlar yazılarında ve açıklamalarında hep, Kürt ulusunun uğradığı asimilasyondan bahseder ve sömürgeci Türk devletini bu konuda suçlarlar. Elbette ki asimilasyonu bir politika olarak önüne koyan sömürgeci devlet; Kürtlerin ulusal varlığına ilişkin her şeyi yasaklayıp baskı, şiddet ve katliamlarla asimilasyonu 100 yılı aşan bir çabasıyla gerçekleştirmek istemektedir. Devlet bu politikayı önüne koyarken kendimizin, Kürt örgüt, parti, grup ve aydınların hiç mi günahı yok bu asimilasyonda! Elbette var, önce kısaca sömürgeci devletin asimilasyon politikasının geçmiş ve günümüzdeki uygulamalarını çok kısa açıklamak gerekiyor.

Kürtleri asimile etme politikası İttihat ve Terakki ile başladı. 1. Paylaşım Savaşı sonucu Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar, Asya ve Afrika’da topraklarını kaybedince ellerinde yalnızca Anadolu ve Kürdistan’ın büyük bir bölümü kaldı. Bu topraklarda Türk kökenliler azınlıktaydılar. Balkan ve Kafkaslardan savaştan kaçıp gelen Müslümanları Anadolu ve Kürdistan’a yerleştirmek, bu toprakların kadim halkları olan ve Müslüman olmayanları; Rumları, Ermenileri, Süryani/Keldani/Asurileri ve Yezidi Kürtleri katliama uğratıp tehcir etme politikasını sürdürürken, nüfus olarak kalabalık olan Kürtleri (ki bir milyon civarı Kürt’ü 1. Paylaşım Savaşı döneminde Orta ve Batı Anadoluya tehcir etmiş) ve Doğu Karadeniz bölgesinin kadim halkı olan Lazları da Müslüman olmalarından dolayı Türklük içinde eritip yok etmeyi önlerine koymuşlardı. Alevi inancında olan Kürtleri de Sünnileştirmek amaçlarından biriydi. Böylece yeni Türk devletinde yukarıdan aşağıya Türk ulusu (devlet ulus) inşa edilecek, herkes Türk olacaktı. İttihatçıların bu politikalarını Osmanlı’nın yerine TC’yi kuran kadrolar da aynen günümüze kadar devam ettirmektedirler.

Şeyh Said direnişi, Zilan Deresi ve ardından Dersim’de yapılan katliamın etkileri Kürdistan’ın diğer şehir ve kasabalarında da duyulduğundan, insanların korku ve geleceğinden endişe tedirginliği duymalarıyla şehir ve kasabalarda Türkçe konuşma artmaya başlamıştı. Böylece devletin istediği de olmuş olup Türkçe yaygınlaşmaya başlamış, yeni doğan Kürt çocukları ile anne/babaları Türkçe konuşup asimilasyona yardım etmişlerdi. Kürt köyleri bu dönem asimilasyondan şehir ve kasabalar kadar fazla etkilenmediler. Bu korku ve endişe 1960’a kadar sürdü. 49’lar olayı ile Kürtlerde bir silkinme başladı. Tam bir tarih veremeyeceğim fakat Kürdistan’ın bazı şehir ve ilçelerinde Türkçe’nin yaygın kullanılması 70-80 yıl gerilere götürmek mümkün. Kendi bölgem olan Diyarbekir şehir merkezinin büyük bölümünde 1960’lı yıllarda Türkçe konuşmak yaygındı, ayrıca ilçelerinden Çüngüş ve Çermik’te Türkçe egemendi. Çüngüş eski bir Ermeni yerleşim yeri olmasından dolayı oraya Türkmenler yerleştirilmişti. Çüngüşlülerin konuştuğu Türkçe ağzı Azarbeycan ve Kerkük Türkmenlerinin konuştuğu Türkçeyle benzerlik göstermekteydi. Çermik Çüngüş’ten biraz farklı bir durumdaydı. Her ne kadar Çermik’in birçok yerlisi olan aileler kendilerini Türk/Türkmen kabul etseler de ticaretle uğraşanların büyük bölümü Kürtçenin iki lehçesini de pazarda, çarşıda konuşabilmekteydiler. Ayrıca birçok yerli ailenin de köyle bir akrabalık bağları vardı. Köylerden ilçeye 1960’lı yıllardan itibaren yerleşenler de hızla Türkçe öğrenmeye başladı.

Türk devleti, kuruluşundan itibaren Kürtleri Türkleştirmek için kullandığı zor ve şiddetin yanında oluşturduğu kurumları, Yatılı Bölge Okullarını, tüm köy, şehir ve coğrafi yerlerin isimlerini değiştirmesi politikası yeterince bilindiğinden bu noktaları geçiyorum. Kendimizin asimilasyon konusundaki yetersizliklerimizi, hatalarımızı belirtmenin burada daha uygun olacağını düşünüyorum.

1960’la birlikte Kürtlerde başlayan canlanma, oluşan kısmi demokratik ortamdan dolayı çıkarılmaya başlanan yayınlarla başlamıştı. 1965’le birlikte örgütlenme çabaları da Kürt aydınları ve öğrencileri arasında başladı. Kürtçenin yasak olması ve ağır cezalarla karşı karşıya bulunmasından dolayı bu yayınlar Türkçe yapılmaktaydı. Sömürgeci devletin bu katı ve baskıcı asimilasyon politikası Kürtlere nefes aldırmak istemezken, iki olay çok az da olsa Kürtlere biraz nefes aldırabilmekteydi. Bu iki olaydan biri Erivan Radyosu’nun Kürtçe yayınlarıdır. Diğeri de Güney Kürdistan’da Mustafa Barzani önderliğinde Irak devletine karşı sürdürdüğü ulusal mücadelenin yankılarının Kuzey Kürdistan’ı etkilemesiydi.

12 Mart 1971 faşist darbesinin Kürdistan Ulusal Mücadelesi’nin geleneksel ulusal damarına bir darbe vurduğunu uzun süredir düşünmekteyim. 1850’lerden 1970’e kadar Kürt hareketleri belirli bir ulusal talep ve haklarını savunan Kürt aydınları, aşiret liderleri ve dini önderlerin öncülüğünde yapılmıştı. Bu kesimin dayandığı ulusal damarın yediği darbeden sonra, Kürdistan Ulusal mücadelesinde sol/sosyalist düşünceler ve örgütlenme anlayışları egemen olunca bir eksen kayması oldu.

1973-74’le birlikte Kürt politik hareketleri yeniden toparlanıp örgütlenmeye başladığında, artık bu politik çalışmaya önderlik edenler ulusal damarı oluşturan geleneksel Kürt egemenleri değildi. Bu kez önderlik edenler; Kürt aydınları, öğrenci kesimi olmuş ve dünya görüşü olarak da sol/sosyalist bir görüşle mücadeleye devam etmeye başladılar. Artık gündemde Kürt ulusal haklarının yanında sol/sosyalist ideoloji de vardı. Yine tüm çıkardıkları yayınlar Türkçe yazılıp çizilmekteydi. Enternasyonalizm, Sosyalist Sistem’deki ayrışma tartışmaların başında geliyordu ve hatta Ortodoks Marksist/Leninist olma yolunda bir yarış vardı. Kürtçe yazıp çizme, politik tartışmaları Kürtçe yapma ikinci plana itilince asimilasyon Kürt aydın ve öğrenciler arasında da kendi elimizle yaygınlaşmaktaydı. Hâlbuki siyasi gruplara önderlik edenler şöyle bir karar alıp; “Herkes anadilini öğrenecek, tartışmalar Kürtçe, yayınlarımızı Kürtçe yapmalıyız” deselerdi, asimile olan ben de dâhil çoğumuz Kürtçeyi öğrenmiş olur ve günlük yaşamımızda rahatça konuşabilecektik.

1970’li yıllarda örgütlenen Kürt aydın ve sol gruplarını burada suçlamak istemiyorum, fakat ben de o dönemin içinden gelen biri olarak kendimizde büyük bir eksikliğin olduğunu düşünüyorum. 1972 ortalarına kadar kendimi Türk görmekteyken sol düşünceleri benimsememle birlikte Kürt olduğumu kavramaya başladım. Devletin yüz yılı bulan bu katliam ve asimilasyon politikası Kürtlerin bünyesinde, hafızalarında büyük tahribatlar yaratmıştır. Asimilasyonun bu kadar yoğun olmasının psikolojik ve sosyolojik nedenleri muhakkak vardır. Umarım Kürt sosyolog ve psikologları bu konuda araştırmalar yapıp bünyemizde yaratılan tahribatları analiz ediyor/ederler.

Toplum olarak asimilasyonun bünyemizde yarattığı tahribatı bire bir yaşayan insanlardan biriyim. 1969-70-71 yıllarında Siverek Lisesi’nde okurken, tüm okul öğrencileri, kahvelerde ve kaldığım mahallede herkes Kürtçenin iki lehçesini konuşurken ve yaş itibarıyla da çok rahat öğrenebilecekken hiç ilgi duymamıştım. Yine 1972’de kaldığım Elazığ’ın Maden ilçesinde tüm akrabalarım Dimîlî konuşurken yine çok rahat öğrenebilecekken ilgi duymamıştım. 1970’li yıllarda ise sol/sosyalist ideolojiyi kavrayıp kendi çapımda mücadele ederken de, her ne kadar Kürdistan Ulusal Mücadelesi’ni savunsam da Kürtçe öğrenmeyi önüme koymamıştım. Tartışmalarda en iyi Türkçeyi konuşmak, düzgün Türkçe yazıp okumak seçeneği karşısında yine Kürtçe öğrenmeyi hep ileri bir tarihe erteliyordum. 1980’de Mamak Askeri Cezaevi’nden Diyarbekir 1 Nolu Askeri Cezaevi’ne getirilmiş ve kısa bir süre sonra da yapımı yeni biten meşhur 5 Nolu’ya taşınınca koğuşta zamanımızı iyi değerlendirmek için çalışmalar yapmaya başladık. Koğuşta bir grup arkadaş ben de dâhil Kürtçe bilmiyorduk. Çoğunluk ise Kürtçe konuşmayla birlikte yazı dili ve gramer olarak bilmiyorlardı. O dönem sorumlu arkadaş olan İkram Delen Kürtçe öğrenmenin önemini vurgulayıp iki grup oluşturmuştu. Birinci guruba bilmeyenler, ikinci gruba ise yazı dili ve grameri öğrenmek isteyenler için oluşturup çalışmaya başladık. Eğer 12 Eylül darbesi altı ay daha geç gelseydi Kürtçe konuşup yazmayı öğrenmiş olacaktık.

Gerek beş buçuk yıla yakın cezaevi yaşamım, sonrasında İsveç’e gelmeden önce Kürtçeyi öğrenmem mümkün değildi. Sürgün cezası, işkencelerin yarattığı tahribatlar, konsantrasyon sorunu, endişe içinde yaşayarak Kürtçe öğrenemezdim. Fakat İsveç’e geldikten iki yıl sonra her türlü Kürtçe kitapların basıldığı APEC Yayınları’nda çalışmaya başlamam benim için bir fırsattı. Geçen yıllar içinde Kürtçeyi günlük konuşma düzeyinde öğrenirken bir türlü düşünce dilim olamıyor, yazı yazamıyordum. Bir kere asimile olduktan sonra yeniden düşünce dili olarak ana dilini kavramak kolay değildi. Asimilasyonun zihinlerde yarattığı tahribatları bütün yönüyle detaylıca araştırmanın mücadelemiz açısından çok yararlı olacaktır.

1980’le birlikte sömürgeci devletin baskı ve şiddete dayanan asimilasyon politikalarının yanında birde teknoloji asimilasyonuyla Kürtler karşılaştı. 1975’lerden sonra Türkçe televizyon yayınlarının köylere kadar yaygınlaşması, ardından bilgisayar ve mobil telefonlarının Türkçe programlanıp her köşeye ulaşması, Kürtlerin asimilasyona karşı elini kolunu bağlamış gibi oldu. Alternatif olarak Kürtçe TV kanalları, Kürtçe bilgisayar programları ve Kürtçe mobil telefonlarını zamanında yapamadık/kuramadık. Devletsizlik ve kurumlarımızın olamaması bu gelişen teknoloji karşısında ana dili savunmak, çocuklara öğretmek zorlaştı. On yıl önce gittiğim bir köyde çocuklar tek kelime Türkçe konuşmazken on yıl sonra gördüğüm manzara ise korkunçtu; çocuklar köy sokaklarında Türkçe konuşup ellerinde akıllı telefonlarla oyun oynamaktaydılar.

1990’lı yıllarda devletin baskı ve şiddetinin yanında Kürdistan Ulusal Mücadelesi için dağlarda eylem koyanlar, yaptıkları birçok yanlış eylemler sonucu binlerce köyün boşaltılıp yıkılması, milyonlarca Kürt’ün Anadolu’nun batısına yerleşmeye zorlanması ayrı bir hızlı asimilasyona uğrama sonucunu doğurdu. Köyleri yanıp yıkılanların çoğu batıdaki büyük şehir varoşlarına yerleşip yaşama tutunurken, onların yeniden geri gelmesi  çok zordur.

Sanırım beş yıl önceydi, Diyarbekir Kitap Fuarı’na katılan APEC Yayınları sorumlusu açmış olduğu standında eski bir arkadaşı ile karşılaşmış. Arkadaşı ile 1970’li yıllarda aynı politik grupta birlikte olmuşlar; arkadaşı 12 Eylül faşist darbesi ile tutuklanıp yıllarca cezaevinde yatan biriydi. Kürtçe konuşup hal hatır sormadan sonra Kürtçe çocuk kitaplarına bakan arkadaşı; “Bunların Türkçesi yok mu, benim çocuklar Kürtçe bilmiyor,” diye açıklamada bulunur. Yayın sorumlusu bu olayı bana anlattığında “kafasından kaynar sular dökülmüş” gibi olduğunu anlatmıştı. Sevgili İsmail Beşikçi Hoca’nın asimilasyon tehlikesi karşısında biz Kürtlere verdiği öğütlerden biri de; “Asimilasyonu engellemek için evinizi çocuklarınıza okul yapmalısınız” demişti. Kürtçenin eğitim dili olması kısa vadede gözükmediği gibi bunun mücadelesini vermenin ilk önemli adımı çocuklarla evde Kürtçe konuşmaktan geçmektedir. Okula başladıklarında zaten Türkçeyi zorunlu öğrenecekler.

Kürt politik gruplar, geçmişte uzun vadeli hedeflerini kısa vadeli hedeflerin önüne koymuşlardı. Hâlbuki ana dilde eğitim talebi haklı, hayati ve insani bir talep. Kendimizin geliştireceği mücadele yöntemleri ve uluslararası destekle rahatça kazanıla bilinir bu. En önemli talebimiz Kürtçe üzerindeki yasakların kaldırılması olmalıdır. Kürtçe üzerindeki her türlü yasağın kalkması, eğitim dili olarak başlaması mücadelesi asimilasyonu frenleyecek önemli bir etken olacaktır.

Asimilasyon demek:

-Kendi ulusal değerlerimize yabancılaşmak demektir.

-Ana dilde konuşma ve yazmanın unutulması demektir; bir ulusun geleceğinin tümden kötü bir şekilde etkilenmesi demektir.

-Türkçe bilmeyen analar Türkçe konuşan çocuklar yetiştirmesi ile geleceklerini köreltmektir.

-Toplum olarak ulusal kişiliğimizin parçalanıp dejenere olması demektir.

-Asimilasyon fiziksel jenosit değil ama dil, kültür ve yaşam biçimimize karşı bir jenosittir.

-Kültür olarak, eğitim ve bilimsel çalışmalarda, sanatta körelmek demektir.

-Yaşadığı vatan topraklarına sahip çıkamamak, kolayca terk etmek demektir.

-Ana dilini öğretmediğimiz çocuklar büyüdüklerinde asimilasyonun ne demek olduğunu anladıklarında anne/babalarından nefret etmesi demektir.

-Egemen ulus asimile olanı sadece yararlandığı ölçüde kabul eder, ama hep ikinci sınıf olarak görür. İşine gelmediği zaman posası sıkılmış lüzumsuz bir şey gibi bünyesinden atar.

Sonuç: Bu nedenlerden dolayı öncelikli hedefimiz; çocuklarımıza Kürtçe öğretmek ve Kürtçenin eğitim dili olarak başlaması çabası olmalıdır. Franz Fanon’un şu sözü kulaklarımıza küpe olmalıdır: “Sizi sömürgeleştirenlerin sizde yarattığı en büyük yıkım, zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır.”

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar