Yeni Neslin Sevgisi!... İskan Tolun

Yeni Neslin Sevgisi!... İskan Tolun

.

A+A-

İSKAN TOLUN Köln:

Son Makaleler

 

 

İnsan, yazmaya kaptırınca kendini, zamanın nasıl geçtiğinin ayırtına da varmaz. Dosyalarım ara sıra editörden geç geliyor ve “Zamanım boşa gitmesin," diye yeni bir romana başlıyorum. Böylece bazen iki romanı paralel betimlemek durumunda kalıyorum. Yeni Romanım (3 Kafadar'ın Dönüşü) çıkmıştı ve çocuklar:

“Baba bir haftalığına Paris'e gideceğiz, sen de gelsene bizimle," dediler. Paris'ten söz edilince, ışıklarla donatılmış görkeminden, dünyaca ünlü bu meşhur şehrin Eyfel Kulesi'den ziyade aklıma ilk olarak Yılmaz Güney'in mezarını ziyaret etmek gelmişti. Zaten doğum günü olan 1 Nisan'da gidip ziyaret etmek istiyordum, lakin araya bir şeyler girdi, olmadı. Gecikmişti. Şimdi işler azalmış, isabet olmuştu, “Peki," dedim...

 

Heyecanlıydım, çok sevindim, alabildiğine. Mutluluğum, inanılmaz bir raddede. Ve 3 Kafadar'ın Dönüşü adlı romanımın bir parçası haline gelmiş; ta çocukluğumdan beri hayranı olduğum, çok sevdiğim, 70'li yıllarda sinemalarda gösterime girmiş olan bütün filmlerini seyrettiğim ve o tek odamızın boş duvarını boydan boya resimleriyle süslediğim Yılmaz Güney. (Bizimkiler, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ilan edildiği gün, bütün resimlerini duvardan söküp tandırda yakmak zorunda kaldılar, maalesef)

 

Malum, romanlarda kurgular, fantaziler, yaratmalar, abartılar olmalı. Peki ben, bütün bir ömrü cezaevlerinde, sürgünlerde geçirmesine karşın boyun eğmeyen, adı gibi yılmaz bir mücadeleci, sosyalist bir devrimci olan Yılmaz Güney'i nasıl abartabilirim? Onunla ilgili bölüm metnini betimlemeye başlarken uzun bir süre bunu düşündüm, durdum. Attığını vurur, mu diyeyim? Nebahat Çehre'nin kafasında duran bardağa gerçek mermi ile ateş edip vurduğunu herkes bilir.

 

İstanbul'un üç ayrı semtlerinde kurulmuş setlerde mekik dokur gibi gidip gelerek oynadı başrolleri senaryosuz, sadece kafasında kurgulayarak çektiği başarılı filmlere imza mı atmadı?

 

“Vur emriyle" aranan Mahir Çayan ve arkadaşlarını kendi evinin tavanı arasında saklarken, evini aramaya gelen cuntanın komutanıyla dalga geçercesine parmağıyla:

“Oradalar," diye yukarıyı işaret edip gülerek, onları şaşırtan o değil midir?

 

Yazdığı romanı, filmi büyük ödüller almadı mı? Kapalı-yarı açık cezaevlerindeyken yazdığı yazılardan dolayı itham edilip, yüzlerce yıl hapis cezasıyla yargılanırken askeri cuntanın en etkili olduğu bir dönemde yurtdışına kaçmayı başaran o değil miydi? (Gizliden, onulmaz hastalığın teşhisi konulmuştu, bundan dolayı MİT göz yumdu diye teorik bilgiler de yok değildir)

 

İstanbul'a ilk geldiğinde:

“Fatih Sultan Mehmet, yirmi bir yaşında iken İstanbul'u fethetti, ben de şimdilik bir pansiyonun küçücük odasını," diye espri yaptıktan kısa bir süre sonra milyonların gönlünü feth etmedi mi ve çok geçmeden ünü ülke sınırlarını aşmadı mı?

 

Sinemalarda filmleri oynarken rol icabı tuzakların eşiğine gelirken seyircilerden:

“Dikkat et, tuzak var!... Dikkat arkanda biri var, ateş edecek!..." Diye gür nidalar mı yükselmiyordu? Hatta filmin çatışma sahnesini, gerçek bir çatışma ortamı olarak algılayıp, ona yardım etmek için belindeki tabancayı çekerek beyaz perdeye doğru koşup düşman figüranlara ateş mi etmediler, ona ölümüne bağlanmış hayranları?

 

(Çirkin Kral)

Bu dünyadan bir Yılmaz Güney geçti...

 

Neyse ki, bütün bunlar biliniyor. Zaten gerçek hayatı bir roman, bir film gibi değil miydi, genç yaşlarda yılmaz bir savaşçı gibi mücadele ederken hayata gözlerini yuman? Evet, acısıyla, tatlısıyla kısacık bir ömrü dolu dolu yaşadı. İşte bundan dolayı, romanın bir parçası hâline gelen Yılmaz Güney'in henüz kağıda dökülmemiş bilinmeyen anılarını abartısız kaleme almayı daha uygun gördüm…

 

Mezkûr romandan birkaç kısa kesit:

“Bak Dersimli kardeşim. Sen kumarhane işletiyorsun, kumar çok kötüdür, yuva yıkar. İyi bir örnek olacağın yerde, kötü örnek oluyorsun. Dersim'de, eşi benzeri görülmemiş bir katliam, soykırım yaşandı ve katliamdan sağ olarak kurtulanlar Türkiye'nin dört bir tarafına savruldular. Eritilmek, asimile edilmek üzere sadece bu Isparta'ya bin aile sürgün edildi ve sen de onlardan birisin. Devrimci bir sosyalist olarak mücadele edeceğine, ya da en azından asimile olmamak için direneceğine, ayırtında olmadan asimilasyon politikasına hizmet ediyorsun," gibisinde hafiften azarlarken, telkinlerde bulunuyordu Yılmaz Güney…

 

Herkes bir şeyler alırken, Komiser Kolombo mahlaslı sivil polis de kesmece bir karpuz alıyor ve kapıda arama yaparlarken, “Bulunmasın,” diye içine bir sustalı bıçak yerleştiriyor, gidiyorlar. “Düşman sahibidir, sustalıyla kendini korur,” diye götürmüştü bıçağı. Ona yaranıp yakın olmak, dost, samimi olmak için olsa gerek.

Oysa, her zaman Yılmaz Güney’de bir, bazen de iki tabanca vardı; duruşma salonlarında da ve hatta hâkimin karşısında bile.

İçeri girerlerken Komiser Kolombo mahlaslı o sivil polis kendinden emin bir tavırla karpuzu yere bırakıp doğrulurken:

“İçinde bıçak var,” diyor, ona yaranmış, çok güzel bir iyilik etmiş gibisinde. Yılmaz, ona dönüp sert bir bakış fırlatarak:

“Demirden korksaydık Trene binmezdik!..” diyor ve gözlerinin içine dikiyor o sert, keskin mi keskin, yalım karası bakışlarını, “İtten post, polisten dost olmaz,” der gibisinde kuşkulu kuşkulu bakıyor ona…

 

Dünyayı ışığa boğan bu güneşli; güzel havadan faydalanarak, iliğinde hissederek, tadını çıkarmak istiyordu Yılmaz Güney, henüz yeni geçmiş olan o zemheri, karakışın ustura gibi keskin soğuğuna nispet, inatla. Bugün gökyüzü tertemizdi; masmaviydi, bir tek bulut bile yoktu, lekesiz ve tepeden, dünyaya doludizgin gülümseyen, sarı sarı, pırıl pırıl ışıklar saçan, tek başına özgür, yapayalnız, koskocaman bir bahar güneşi vardı. Bu harikulade güzel, bol güneşli günde Yılmaz Güney eşiyle, oğluyla birlikte yaya, o sıcacık güneş gibi gülümseyerek gelmişti, iki dirhem bir çekirdek.

 

Otuz yıl aradan sonra Paris'teyim ve otele yerleşir yerleşmez dışarı çıktık. Yılmaz Güney'in mezarını ziyaret etmek için, metroya inip u bahn (Tramvay) ile Pére Lachaise mezarlığına gittik. Yılmaz Güney'in çiçeklerle süslenmiş mezarına bakınca anlatılması olanaksız bir duyguya kapılmıştım. Elimdeki çiçeği bırakabilecek boş bir yeri bulmaktan zorlandığımı sezinledim, bir heykel gibi durmuşum...

 

Neyse ki bu arada çocuklar boş bir yer bulmuşlardı ve baharda ağaçlardan dökülmüş olan tohumları/artıkları elleriyle temizliyorlardı, nihayet çiçeği bırakabildim, derin bir saygıyla. Hayranlarının kağıt parçalarına yazmış oldukları notları, gazetelerden kesilip çiçeklerin üstüne bırakılmış yazıları okudum, uzun bir süre.  Daha sonra yukarıya doğru yüz, yüz elli metre kadar gidip Ahmet Kaya'nın mezarını da ziyaret ettik, çiçekler bıraktık…

 

Yılmaz Güney'in filmleri ile büyüdüm diyebilirim. Onunla ilgili olan her bir şeyi, her zaman merakla takip ediyorum. Bütün eserlerini, romanlarını ve onu anlatan yazıları, kitapları zevkle okuyorum  ve de  defalarca seyretmiş olduğum filmlerini de arada bir hâlâ ilgiyle, zevkle seyrediyorum. Bu her zaman böyle devam edecek. Bu sevgi hiçbir zaman bitmez, gittikçe de artar...

 

Ama  Yılmaz Güney'e karşı yeni neslin sevgisi bambaşkadır, bizi aştı kanısındayım. Artık gençler onu yüreklerine kazarcasına dövmesini vücutlarına kazıyorlar.  Ernesto Che Guevara'nın devrimi, insanlığa olan katkısı biliniyor; bu yadsınamaz. Ama dövmesi moda olmuş gözüyle bakılıyor gibime geldi. Zira konuştuğum pek çok (yerli-yabancı) genç, onun kim olduğundan bihaber, sadece bir özgürlük savaşçısı olduğunu beyan edebildiler. Fakat, Yılmaz Güney'i seven gençler youtube'ta filmlerine ulaşabiliyorlar ve böylece hayranlıkları daha da perçinleniyor.

 

Sadece bir filmini izledikten sonra, hayran kalıp koluna dövmesini kalbine kazarcası işleyen Batmanlı Faruk'un (Duisburg, Öz Urfa kebap salonu'n garsonu) Yılmaz Güney'e olan hayranlığı oldukça dikkatimi çekti. Dersimli, Devrim adında bir arkadaşı onu evine davet edip videoya kaseti takıyor: Umutsuzlar adlı film…

 

O günden sonra Faruk, Yılmaz Güney'e hayran kalıyor ve odasının duvarlarını, tıpkı benim gibi resimleriyle donatıyor. Batmanlı Faruk bununla da yetinmiyor elbette, ilk fırsatta koluna dövmesini kazdırıyor…

 

Faruk gibi daha nice gençlerle konuştum, hepsi de taparcasına bir sevgiyle Yılmaz Güney'i sevdiklerini beyan ettiler. “Mezarına gideceğim, gittim, bir daha gitmek istiyorum," gibisinde sorularımı yanıtlıyorlardı. Hatta, sadece mezarını ziyaret edip çiçek bırakmak için binlerce kilometre yol kat edip gelen arkadaşlarından, akrabalarından, tanıdıklarından söz edenler de yok değildi. Hatta ve hatta mezar taşlarını yıkamak için gelen grupların olduğunu da anlattılar. İki arkadaşın Yılmaz Güney için başlattıkları tatlı sohbete doyum olmadı:

Biri, “Çirkin kral," bir diğeri ise, “Yakışıklı Kral," diyordu…

 

Konunun dışına çıkmayayım derken yine ajanslara onlarca iç karartan haberler düştü:

Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi. Yüzlerce, hatta binlerce suçsuz aydın, yazar, gazeteci, politikacı, akademisyen ceza almış içerde yatarken, suçsuz biri daha ceza aldı. Onun suçsuz olduğuna herkes gibi ben de inanıyorum ve en kısa zamanda düşüncesinden dolayı hapis yatanların, özellikle de hasta tutsakların özgürlüğüne kavuşmasını canı gönülden istiyor, diliyorum...

 

Enflasyon, hayat pahalılığı hat safhadayken sınır ötesi operasyonlar kesintisiz devam ediyor ve bu operasyonlarda Kimyasal Silahlar da kullanılmıyor değil. Ve gel gör ki, Kimyasal Silahların kullanıldığı bölgelerde gaz maskelerin yasak olduğu söyleniyor. Normal maskelerin artık takılması zorunlu, hatta karakteristik bir eşya hâline geldiği bir dönemde, Kimyasal Silahların kullanıldığı bölgelerde gaz maskelerin yasaklanması hangi vicdana sığar? Olacak bir iş mi bu? Tarihte, böyle bir zorbalık, vicdansızlık, adaletsizlik yok. Bu, hiçbir diktatörlük döneminde, ne görülmüş, ne de duyulmuştur. Ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi Irak hükümeti Şengal'e sevkiyat, yığınak yapıyor. Dünya kamuoyunun Ukrayna'ya karşı yürütülen haksız savaşa gösterdikleri duyarlılığı bütün haksız savaşlara, katliamlara, işgallere, tehditlere karşı göstermelerini diliyor, umuyorum.

 

Savaş, katliam, tahdit, enflasyon, hayat pahalılığı, geçim derdi olmayan özgür bir dünyada gönenç yaşamak dileğiyle!...

1 Mayıs İnsanlık Alemine Kutlu Olsun!...

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.