Hüsamettin Turan

Hüsamettin Turan

Yazarın Tüm Yazıları >

Uluslararası Anti-Kürt Nizam ve Güney Kürdistan Deneyimi

A+A-

 Hüsamettin Turan

İsmail Beşikçi’nin literatüre kazandırdığı “uluslararası anti-Kürt nizam” kavramsallaştırması, 20. yüzyıldan itibaren Kürt milletinin sistematik biçimde statüsüz bırakılmasını açıklayan temel bir çerçeve sunmaktadır.

Bu nizam, 1920’de kurulan Milletler Cemiyeti’nde şekillenmiş ve Yakın Doğu’da Kürtlerin statüsüzlüğünün kurumsallaşmasıyla birlikte kalıcı hale gelmiştir.

Büyük Britanya ve Fransa’nın mandater sistem aracılığıyla bölgeyi yeniden dizayn etmesi, Türkiye ve İran’ın ise Kürt bölgelerini baskı ve asimilasyon politikalarıyla denetim altına alması, bu düzenin oluşumunda belirleyici olmuştur.

1945 sonrası Birleşmiş Milletler’de de aynı yaklaşımın sürdüğü, Kürtlerin uluslararası sistemde kolektif hak sahibi bir millet olarak tanınmadığı görülmektedir.

Bununla birlikte, Kürtlerin statüsüzlüğü meselesi sadece 20. yüzyılla sınırlı değildir. 19. yüzyılın son çeyreğinde Şeyh Ubeydullah Nehri’nin Osmanlı ve İran’a karşı başlattığı milli özgürlük mücadelesi, bu bağlamda erken bir örnek teşkil eder.

Ubeydullah, dönemin büyük güçleri olan Britanya ve Rusya ile diplomatik temaslar kurmaya çalışmış, ancak Kürtlerin bu iki imparatorluk tarafından da yok sayıldığını görmüştür. Bu durum, “anti-Kürt nizam”ın aslında 19. yüzyıldan itibaren işleyen bir siyasal düzen olduğunu göstermektedir.

1920’de imzalanan Sevr Antlaşması, Kürtlerin uluslararası planda ilk defa gündeme geldiği bir moment olsa da Lozan Antlaşması’yla bu ihtimal tamamen ortadan kaldırılmıştır. Lozan, Kürt milletini bölgesel devletlerin sınırları içinde statüsüz bırakan ve uluslararası sistemde yok sayan yeni düzenin hukuki temelini oluşturmuştur. Dolayısıyla “uluslararası anti-Kürt nizam”, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını sürekli olarak engelleyen bir mekanizma olarak işlemeye devam etmiştir.

Bu zincir, 20 Mart 2003’te ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Irak’a müdahalesiyle ilk defa kırılmıştır. Saddam Hüseyin rejiminin yıkılması, Baas Partisi’nin, Irak ordusunun ve istihbarat aygıtının tasfiye edilmesiyle birlikte, Kürtlerin uzun süredir sürdürdüğü mücadele yeni bir evreye girmiştir.

2005 Anayasası ile kurulan Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Kürtlerin 1920’den bu yana ilk defa uluslararası hukukta ve bölgesel siyasette tanınan bir statüye kavuşmasını sağlamıştır.

Bu gelişme, Beşikçi’nin vurguladığı mutlak statüsüzlük düzenine istisna oluşturmuş, Kürtlerin Ortadoğu’da giderek özerk bir güç haline gelmesinin yolunu açmıştır.

Güney Kürdistan’daki bu statü, kısa sürede sadece bölgesel değil, uluslararası dengeleri de etkilemiştir. Kuzey, Doğu ve Batı Kürdistan’daki Kürtler için bir umut kaynağı olmuş, ulusal bilincin yeniden canlanmasına katkı sağlamıştır. Ancak aynı zamanda, bölgesel devletler ve küresel güçler açısından ciddi bir rahatsızlık yaratmıştır.

Türkiye ve İran, farklı dönemlerde KBY’ye karşı baskı politikaları yürütmüş; Batılı devletler ise Kürtlerin kazanımlarını kendi stratejik çıkarları çerçevesinde destekleyerek kırılgan bir ilişki zemini kurmuştur. Bu süreçte, bölgesel aktörlerin Kürt statüsünü zayıflatmak için taşeron örgütleri devreye soktuğu ve iç parçalanmaları körüklediği de gözlemlenmiştir.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ortaya çıkışı, sadece Irak sınırları içindeki Kürtler açısından değil, tüm Kürt coğrafyası için stratejik bir dönüm noktası olmuştur. Kuzey Kürdistan’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin sert güvenlik politikalarına rağmen KBY’nin varlığı, Kürtlerin kendi kimliklerini koruma ve ulusal haklarını talep etme konusunda bir moral ve meşruiyet kaynağı işlevi görmüştür. KBY’nin resmi kurumları, parlamentosu, bayrağı ve diplomatik ilişkileri, Kürtlerin devletleşme yönündeki tarihsel taleplerini somutlaştırmış ve Türkiye’deki Kürt hareketinin politik söylemini etkilemiştir.

Doğu Kürdistan’da, yani İran’daki Kürt bölgelerinde, KBY’nin varlığı yine benzer bir etki yaratmıştır. İran’ın merkeziyetçi ve baskıcı yapısına karşı alternatif bir model olarak görülen KBY, Kürtlerin bölgesel özerklik ya da federasyon taleplerini güçlendirmiştir. Her ne kadar İran devleti, askeri ve ideolojik yöntemlerle bu etkileri sınırlamaya çalışsa da, Güney’deki statü Doğu Kürtleri için sürekli bir referans noktası olmuştur.

Batı Kürdistan’da, yani Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerinde ise KBY’nin deneyimi doğrudan ilham kaynağı olmuştur.

2011 sonrası Suriye iç savaşında Kürtlerin kendi özerk bölgelerini inşa etmeye yönelmeleri, Güney Kürdistan’da 2003’ten itibaren gelişen kurumlaşmadan bağımsız düşünülemez. Güney’deki model, Batı Kürdistan’daki farklı siyasi hareketlere hem ilham hem de karşılaştırmalı bir çerçeve sunmuştur.

Böylelikle KBY’nin kurulması, Kürt milletinin dört parçada yürüttüğü mücadelenin ortak paydasını genişletmiş ve ulusal hareketlerin bölgesel sınırları aşan bir perspektif kazanmasına katkıda bulunmuştur.

Bu etki, sadece siyasal değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal boyutlarda da hissedilmiş; Kürtlerin kolektif kimlik bilincini güçlendirmiştir. Kürtlerin Güney’de elde ettikleri statü, hem tarihsel bir kazanım hem de sürekli tehdit altında olan kırılgan bir konum olarak değerlendirilmelidir.

19. yüzyılda Ubeydullah Nehri’nin yalnız bırakılması ile 21. yüzyılda KBY’nin karşı karşıya kaldığı uluslararası baskılar arasında yapısal bir süreklilik vardır. Bu bağlamda Kürt milletinin önündeki temel görev, tarihsel olarak ilk defa elde edilen bu statüye sahip çıkmak ve uluslararası anti-Kürt nizamın yeniden tahkim edilmesine izin vermemektir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar