Ömer Gökalp: Kürtlerle Türklerin Barışı –2-

Ömer Gökalp: Kürtlerle Türklerin Barışı –2-

.

A+A-

Ömer Gökalp

Günümüzün siyasetçileri, çeşitli kimlikler etrafında kümelenerek mevzilenmekte. Örneğin, Müslüman kimliği, Kürt kimliği gibi. Sivil toplum kuruluşları da belli bir kimlik gereksiniminden yola çıkıyor. Amaç, geniş bir yelpazeye hitap eder gibi görünmek. Bu yüzden özgürlük, ayrımcılığa karşı duruş ya da insan hakları gibi kavramlarla yollarına devam ediyorlar.

Aslında gereksinim duyulan maske, ülkeyi bölüyor gibi görünmeme kaygısıdır. Üstüne üstlük, bir de evrensel değerlerin kimlikler üzerindeki önceliğinin tartışılmaz olması gerekliliği ekleniyor.

Oysa kimlikler gün gibi ortada duruyor. Onlar yadsınamaz. Demokratik düzenlerin onlarsız var olmaları çok zor. Kimlik grupları, aidiyet, sadakat ve bağlılık duygularını besler.

Ne zaman ki adaletsizliğe karşı duruşta kimliklerini korumaya öncelik veriliyorsa, yani kimlikçilik yapılıyorsa, o zaman demokrasi pratiğinden uzaklaşılmış olunur.

Gözden kaçırmamamız gereken en önemli nokta, yaşadığımız küresel dünyada kültürel kimliğin sistem kurucu ve dönüştürücü bir unsur olduğudur.

Uluslararası siyaset, bölgesel siyaset, ulusal ve yerel düzeylerde bunun yansımaları açıkça görülmektedir. Türkiye, dönüşümün aktörü ve söylemsel olarak merkezi konumda olduğunu hissetmektedir.

Bu durumda, demokratik hak ve özgürlüklerin alanının genişletilmesi, etnik ve dinsel mikro milliyetçilik taleplerine duyarlı olunması gerekmektedir.

Kısacası, kimlik içi değişim ve dönüşümleri görmek, çözüme ulaşmayı kolaylaştırır. Buradan anlaşılıyor ki Kürt sorunu, her alana damgasını vurmuş, değişim ve dönüşüm sürecini hızlandırmış ve yeni taleplerle yüzleşme aşamasına gelmiştir.

Eğer Diyarbakır’a biçilen gömlek sadece ekonomik temelliyse, bu yeterli değildir. Asıl gerekli olan, siyasal bir pakettir. Ortak frekans, demokratik bir ülke ve özgür bir yapının sentezinde buluşmaktır. Herkesin “kendi olma” isteğinin önüne çekilen barikatların kaldırılması gerekmektedir.

Bu arada belirtmekte fayda var: İki millet, özgür katılım, özgür yapı hiçbir zaman tartışılmadı, hep halının altına süpürüldü. Demokratik konfederalizm tartışılmalıdır. Kürt aydınlarının bu konuda suskunluğu dikkat çekmektedir.

Adı konulmayan, kitleden gizlenen sürece "Biz de buradayız" diyerek dahil olmak bir gerekliliktir. İmralı'ya yapılacak bir ziyarete odaklanıp bekleyiş içinde olmak, kolaycılığı terk etmek gerekir.

Kürtler, toplumun her kademesinde bir parçadır. Barış ve karşılıklı saygı, iki halkın da yararınadır. Tartışma alanı ne kadar çeşitlenirse, çözüme ulaşma alternatifleri de o kadar artar.

Sorun, ulu orta "demokratikleşme" veya "Kürt sorunu vardır" gibi kavramlarla geçiştirilemeyecek kadar büyüktür. Artık günübirlik ve geçici çözümlerle giderilemez.

Dünün zaman ve mekân koşulları, bugünün koşullarıyla örtüşmemektedir. Bu mesele, yalnızca Türkiye'yi değil, uluslararası dengeleri de etkileyen bir sorundur.

Öcalan, savunmasında Malazgirt’ten söz ediyor. "Kürtlerin Türkleşmesi ya da Türklerin Kürtleşmesi" kavramlarını ele alırken, aralarında çatışma yaşanmadığını, dost ve kardeş iki halk olduklarını vurguluyor. Ancak, tarih boyunca iki halkın da hem iyi hem kötü günleri birlikte yaşadığı gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Eğer kendi barışımızı kuracaksak, önce geçmişin mutsuzluklarıyla yüzleşmeli, ardından bu acıları birlikte unutarak süreci başlatmalıyız.

Sürekli terörle anılmak neyin nesidir? Terör üzerinden sürekli saldırılar yapılıyor. Terör ve Kürt sorunu neden sürekli birlikte ele alınıyor? Amaç gerçekten çözümse, bu ikisinin arasındaki bağ neden ayrıştırılmıyor?

Bu iki meselenin muhatapları aynı değildir. Kürt sorunu, yönetimsel bir sorundur. Mevcut yönetim biçimi değişmeden, çözümün sağlanması oldukça zordur.

Kürt entelektüel çınarı, merhum Tarık Ziya Ekinci, Lice’den Paris’e adlı anılarında, vatandaşlık açısından Kürt sorununa dair şu değerlendirmeyi yapmıştır:

"Demokratik özerklik, ne Kürt ne de Türk kamuoyunda tartışılmadı. Devletin içinde de tartışılmadı. Sadece dar bir kulvarda ele alındı. Bu, bağımsız Kürt idealinden koparılmak için mi yapıldı? Çoğulcu bir yönetim modeli sunmuyor. Stalinist, totaliter ve baskıcı bir yönetim modelini çağrıştırıyor. Öz savunma güçleri, bir orduyu tarif ediyor. Peki, bu ordu iç ve dış tehditlere karşı mı kullanılacak? Yoksa Kürtlere karşı bir baskı aracı mı olacak?"

Sonuç olarak şöyle diyor:
"Batı, Magna Carta’larla düşünce sistematiğini geliştirirken, Doğu kendi benzerleri tarafından hâlâ zulüm görüyor. Dili yasak, özgürlüğe aç, insan haklarından yoksun bir halk olarak varlığını sürdürüyor."

Ahmet Arif de şöyle diyor:
"Kirvem hallarımı aynen böyle yaz,
Rivayet sanılır, gül memeler değil,
Domdom kurşunu,
Paramparça ağzımdaki."

Bana kalırsa, Kürt sorununun yüzü hep Amed'e dönüktür.
Amed hüzünlüyse, tüm bölge hüzünlüdür.

Kadim şehir, kime kapı açacağını bilir. Bejan Matur’un dediği gibi:
"Bir tek kardeşliğe, dostluğa ve barışa."

Mehmet Uzun da baba topraklarına her dönüşünde mutsuzluğunu dile getirirken, Bejan Matur’un sözlerini hatırlatıyordu:
"Sürüp giden şiddet."

Şiddet sarmalı, gün geçtikçe Kürtleri daha da fazla yıpratıyor. Şiddet üzerinden atılan her adım, Kürtlerin çağdaşlaşmasını geciktiriyor.

Son olarak; sorunun çözümü, sorunu yaratanların sorumluluğundadır.

Kişisel hak ve özgürlükler ile toplumsal haklar iç içe geçmiş durumdadır.

Biri vatandaşlık haklarıyla, diğeri ise topluluk haklarıyla ilgilidir:

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.