
Maraş Katliamının 47. yıldönümü arifesinde / Acı bir hatırlatma: Adalet ve hafıza
İnsan şaşar da, beşer de; önemli olan özrü dilemek ve hatayı amasız, şartsız, sürçsüz kabul etmektir. Bu anlamda Sayın Özer’in gecikmiş özrü yine de kıymetli ve diğer siyasetçilere örnek olması gerekir diye düşünüyorum.
Suzan SAKA
Maraş Katliamının yıldönümü arifesindeyiz. Bu yıl, katliamın 47’inci yıldönümü. 9 Aralık 1978’de başlayan ve 26 Aralık 1978’e kadar devam eden, devlet içinde örgütlü yapıların eliyle yalnızca 7 günde gerçekleşen Maraş Katliamı, hâlâ hafızamızda tazeliğini koruyor. Maraş Katliamı, 1970’lerin Türkiye’sinde artan politik kutuplaşmanın ve devlet içindeki örgütlü yapıların bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.
120 kişi vahşi yöntemlerle katledildi, binden fazla insan yaralandı, 552 ev yakıldı, 289 işyeri yağmalandı. Katliamın sona erdiği 26 Aralık günü 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Ama bu önlem, olayların devlet gözetiminde gerçekleştiği gerçeğini değiştirmedi. Kolluk kuvvetlerinin herhangi bir müdahalede bulunmaması, sorumluluğun devletin kendisinde olduğunu açıkça gösteriyor.
O gün annesinin karnında hunharca bıçaklanarak katledilen bebek, bugün 47 yaşında olacaktı. Kim bilir, 47 yıllık ömründe bu dünya üzerinde ne tür izler bırakacaktı? Benzer şekilde, katliamdan sağ kalan insanların tanıklıkları ve acıları, hafızamızın canlı tutulması gerektiğini gösteriyor. Bir insanın, bir grubun, bir sistemin bir “canın” canını alması kadar insanlık dışı bir şey yok değil mi? Kim karar veriyor o insanın, o inancın bu dünya üzerinde yaşamaması gerektiğine?
Ve tüm bu saldırganlıklar, kötülüğü kendine mubah gören grup öbür dünya için yani cennette yatırım yapanlar, vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında gerçekten rahat uyuyabiliyorlar mı? Yoksa biz ve bizim gibi insanların, bu dünya üzerinde her bir canın, her bir inancın, her bir milliyetin, her cinsel eğilimin, sistem tarafından belirlenen “kabul etmeyenlerin” ezilmeden, şiddete uğramadan, öldürülmeden eşit bir şekilde yaşamasını savunan ve mücadele edenler mi çok naifiz? Adalet sağlanmadıkça, hafıza tam olarak korunamaz; bu yüzden Maraş Katliamı’nı unutmamak ve unutturmamak hepimizin sorumluluğudur.
Alevilik de işte bu inançlardan biri… Yüzyıllardır Anadolu topraklarında kadim bir inanç olarak varlığını sürdüren, kendi kaide ve kuralları olan, biricik evreni Hak’ta, Hakkı evrende gören bir inanç. Pir Sultan Abdal darağacında asıldı, Hallac-ı Mansur “En el-Hakk” dediği için derisi yüzüldü. Seyit Rıza, “Ben sizin yalanlarınıza diz çökmedim; bu da size dert olsun” diyerek Elazığ Buğday Meydanı’nda kurulan darağacında sandalyesini kendi itti. Bu inançtan dönmeyen ana-atalarımızın cesur duruşları bize mirastır.
Bir kolektif acı ve haksızlığa uğramanın hesabını kim verecek? En ufak bir fikir belirttiğimizde bulunduğumuz yerlerde, “Ama siz de çok abartıyorsunuz, Cumhuriyet size bunları mı yaptı?” gibi sözlerle karşılaşıyoruz. Ya da tıpkı Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in Çaldıran Savaşı’nda Türk ve Kürtler birlikte savaşmıştır diyerek, Alevilerin öldürüldüğü bu savaşta tarihi gerçekleri anlattığını söylerken, bu tarihi gerçeklerin Aleviler açısından nasıl alındığını ve hangi hassasiyetlere temas ettiğini göz ardı etmesi gibi…
Geçmişte yaşanan bu acılar günümüz siyasetine de yansıyor; işte bu yüzden toplumsal hafızayı ve adaleti savunmak kadar, güncel siyasi sorumlulukları görmek de önemlidir.
Gerçi sonrasında açıklama yaparak Alevilerin haklı mücadelesinde olduğunu söylemesi bir siyasetçi olarak aslında yapması gereken bir davranıştır; yani özür dilemek lütuf değildir. İnsan şaşar da, beşer de; önemli olan özrü dilemek ve hatayı amasız, şartsız, sürçsüz kabul etmektir. Bu anlamda Sayın Özer’in gecikmiş özrü yine de kıymetli ve diğer siyasetçilere örnek olması gerekir diye düşünüyorum.
Fakat yine de toplumsal kardeşliği, barış ve birlikteliği savunan ve bu uğurda bedel ödeyen —ki Ahmet Özer bir seneden fazladır cezaevinde kalarak— Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin, Müslümanların ve daha bilmediğimiz çok farklı etnik ve inanç kökenlilerin oyuyla Kent Uzlaşı kapsamında Esenyurt Belediye Başkanı seçilmiştir.
Ama iktidarın yıllardır Kürt belediyelerine kayyım atamasına ses çıkarmayan ana muhalefet partisinin, geçen sene başlayıp bu senenin başında birçok belediyeye kayyım ataması ve belediye başkanlarının tutuklamasıyla birlikte gösteriyor ki; ezilenler aynı safta yer alarak, farklılıklarımızı ve hassasiyetlerimizi gözeterek yürümemiz gerektiğinin çok somut örneğidir.
Ve bu birliktelik için de işte herkesin hakkını gözeteceğiz. Ancak böyle yol alacağız. Unutmak, bir gün tekrar etmesine davetiye çıkarmaktır; bu yüzden adalet ve hafızayı korumak, yalnızca geçmişin değil, geleceğin de sorumluluğudur.
Kaynak: Artı Gerçek

HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.