Sait Aydoğmuş

Sait Aydoğmuş

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürdler, Türk’iye Seçimlerinden“Godot’yu Beklerken"

A+A-

Bilindiği gibi, başlıktaki “Godot’yu Beklerken” kavramı, ünlü Fransız yazar Samuel Beckett’in, 1949 Yılında yazdığı ve eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimse veya “şeyi”, her gün bir ağacın altında toplanarak beklemelerini konu alan en önemli absürd bir tiyatro eserinin adıdır. 
Yukarıdaki girişin esasını, Google’deki “Vikipedi, Özgür Ansiklopedi”den aldım.Bunu, Kuzey Kürdlerinin, 23 Haziran’da yapılacak olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri için zirveye çıkan ve yaklaşık yüz yıldan beri de devam eden Türk’iye Seçimlerinden, “demokratikleşme” ile ilgili beklentilerine uyarlayarak irdelemek istiyorum. 
Ancak, “Gotod’yu Beklerken” sürecinin aslı ile Biz Kürdlerinki arasında çok önemli bir farka işaret etmem gerekiyor. Onlar, eylemsizliklerine yenilmişler; biz ise, yıllardır aynı minvalüzere, Türki’ye seçimlerinde, Türk taraflar arasında, kötünün iyisini tercih edip aynı yanlışlarla kendini tekrar eden bir “eylemliliği” sürdüre-durup yeniliyoruz.
Bir “şeyi”yani “Godot’yu Beklerken” hangisi daha iyi: Eylemsizlik mi, eylemlilik mi? Bu soruya, konuyla ilgili tarihsel tutumumuzu irdeleyerek yazının sonunda cevap vermeye çalışacağım.
“Kürd Ulusal Siyaseti/Hareketi ve Türk’iye Seçimleri” başlıklı son yazım*, Türk Egemenlik Sistemi’nde çok partili sisteme geçildikten sonraki seçimlere ilişkin bazı istatistiklerden çıkardığım sonuçlara dayanıyor. Bu sonuçlara göreKürdlerin, Türki’ye seçimlerine katılma oranları, iki dönem hariç, Türkiye ortalamasıyla neredeyse aynıdır. Kürdlerin, Türkiye ortalamasından birkaç puan fazlasıyla daha çok katıldıkları söz konusu iki seçim dönemi ise, 14 mayıs 1950’de, Kemalist ve dolayısıyla da Kürt ulusal ayaklanmalarının katliamlarla bastırıldığı dönemin tek partisi olan CHP’nin yerine, Adnan Menderes başkanlığındaki Demokrat Parti’nin; 1977’de, Süleyman Demirel Başbakanlığındaki Milliyetçi Cephe iktidarlarından sonra, Bülent Ecevit başkanlığındaki CHP’nin iktidara geldikleri dönemlerdir. Bu sonuçlardan, Kürd toplumunun hem Türk’iye seçimlerini hem de Türkiye’nin demokratikleşmesini önemsediğini veya bu yolda bir algıya sahip olduğunu çıkarabiliriz. 

Yine bu sonuçlardan anlıyoruz ki, o dönemlerde Kürdler,günümüzdeki kadar politize ve dolayısıyla örgütlü olmamalarına rağmen, Türk’iye seçimlerine sağcı ve solculukları üzerinden yani ideolojik bir anlayışla değil, daha çokhak ve özgürlükleri, yani “demokratikleşme” beklentileri açısından bakmışlar. Zira, ilkinde sözde sol, sekülerama özde Türkçü modernist CHP yerine,Türkçü muhafazakarlığı temsil eden Demokrat Parti’ye destek verirlerken; 1977’de ise bunun tersine, Türkçü muhafazakarlar (Milliyetçi Cephe Koalisyonları) yerine, tekrar Türkçü modernist (Kemalist) “demokratik solcu”ları desteklemişlerdir.Özetle Kürd seçmenleri olarak, bir zamanlar her on yılda bir yapılan askeri darbe dönemlerini bir tarafa bırakırsak, TC’nin siyasi tarihi boyunca iktidara gelen belli başlı partileri olanCHP, Demokrat Partisi, Adalet Partisi, ANAP, AK Parti arasında “Türkiye’yi demokratikleştirme” umudu ve amacıyla döne durdurmuşuz ve hala da öyle. İktidara kim gelirse gelsin; halimiz değişmemiş ama “umud”umuzu hep korumuş ve içinde bulunduğumuz koşullarda, gördüğümüz muameleye göre, kötünün iyisini hep destekleye durmuşuz.

Günümüzde Artan Politikleşme ve Örgütlenmeye Rağmen Temel Durum Aynı… 

Kürd ulusal bilincinin ve ulusal anlamda politizasyonun yatay olarak (kitle arasında) hayli arttığı ve bunun çok yaygın/etkili bir örgütlenmeye (PKK, HDP ve çevre örgütlerini kastediyorum) dönüştü(rüldü)ğü günümüzde, bu gelişmeler, dikey olarak güçlü ulusal demokratik talepli siyasal bir taraf olmak/yaratmak yerine, tam tersi neticelerle sonuçlanmış bulunuyor. PKK ve çevresi, kör bir siyasal şiddet eşliğinde,en radikal siyasal talepler ile Kürd ulusal dinamizmi üzerinde hegemonyasını kurduktan sonra,tüm ulusal taleplerden vaz geçerek, “Türkiye’nin demokratikleşmesi”ni biricik siyasal hedefi haline getirmiş bulunuyor. Bununla da kalınmamış; örgütsel alanda da bunun gereği yapılmış; siyasal ricat, örgütsel ricat ile de pekiştirilerek, doğası gereği Kürt ulusal dinamizminin en kitlesel ve dolayısıyla etkili alanı olan meşruiyet temelli açık/legal alandaki örgütlenmeler (HDP ve önceli partileri kastediyorum), Türkler ile sözde ortaklaştırılmış ve fakat özünde Kürdler, ayrı/bağımsız örgütleriyle kendi kendilerini yönetme süreciyle ilgili girişim ve deneyimlerinden sonra, yeniden şövenist Türklerin ve solcularının yönetimine sunulmuştur.Ve tabii tüm bu olumsuz uygulamalarla Kürt ulusal dinamizminin, Türk’iye seçimlerine özel olarak daha bir angajesini sağlanmıştır.Bu angajman, seçimlerle kazanılan belediyeler üzerinden sağlanan mali rantlar, Türk Parlamentosu’nda ve Kürdistan’daki belediyelerde yaratılan mevki ve makamlarla (siyasi rantlarla) daha bir pekiştirilmiştir.
Oysa, Kürd Ulusal Hareketinin, her ulus gibi, şu veya bu statü ile uluslaşmasını pekiştirecek devletleşme gibi temel bir siyasal amaca ve bu amacı gerçekleştirecek örgütsel özne/lere sahip olması ve bu öznelerin, Türk Devleti ve siyaseti ile ilişkilerinde, ideolojik değil, ulusal çıkar amaçlı bir “Kürt tarafı” olarak birlikte davranmaları gerekiyor.
Kürt ulusal dinamizmi, neredeyse iki yüz yıldır, dört parçada da nice ağır bedeller karşılığında bunu gerçekleştirmeye çalıştı, çalışıyor ve fakat özellikle sömürgecilerinin, katliamlar dahil, politik müdahaleleri nedeniyle özellikle Kuzeyli Kürdler, bırakalım kendi temel ulusal amaçlarını gerçekleştirmeyi, kendileri için örgütsel-siyasal özne/ler bile yaratamadılar, yaratamıyorlar. Konuyla ilgili ısrarlı teşebbüsleriyle zorla bastırılıp yok ediliyor ya da zaman içinde ehlileştirilerek kendileri olmaktan çıkarılıyor ve giderek başta sömürgeciler olmak üzere, başkaları için araçsallaş(tırıl)ıyor.

Tarihteki ve özellikle günümüzdeki araçsallaş(tır)ma,özellikle Kürd ulusal sorunun çözümünün, stratejik olarak Türkiye’nin demokratikleştirilmesine tabi kılınması üzerinden yapıldı, yapılıyor.

Türkiye’nin Demokratikleşmesinin Kürd Ulusal Sorununun çözümüyle ilişkisi

Kürdler, Türkiye’de demokratikleşme meselesine, siyasal bir sorun olan Kürd ulusal sorununun çözümünü, otomatik olarak sağlayacak bir mesele olarak değil; onu kolaylaştıracak önemli bir mesele gibi bakmalı; mücadelelerinde, Türk taraflarla/güçlerle ilişkilerinde, seçim vb. tercihlerde, bu dikkat ve değerlendirme ile davranmalıdırlar. Zira, siyaset ve demokratikleşme denkleminin belirleyici olanı siyasettir ve dolayısıyla siyasal sorunların çözüme kavuşturulmaları demokratikleşmeyi sağlarken, çözümsüz kılınmaları ise, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, demokratikleşmekten uzaklaşmaya neden oluyor. TC’nin kuruluşu sonrasındaki Koçgiri, Azadi, Agiri ve Dersim hareketleri, Kürd ulusal sorununun siyasal çözümü perspektifi ile oluşup uygulanan siyasal teşebbüslerdir ve bilindiği gibi tümü de ağır ve vahşi katliamlarla bastırılmışlardır.  Kürd ulusal hareketi, bu ağır ve vahşi katliamların 1940’lı, 50’li yıllarda “ölüm sessizliği”nden sonra,  1960’lı ve özellikle 70’li yıllarda,  anılan aynı perspektifle yeniden dirildi ve nihayet bu süreç de bir başka türlü  tasfiye edilerek bastırıldı, bastırılıyor.
Cumhuriyet sonrası Kürd ayaklanma dönemlerinin aksine, günümüzde, Kürdler olarak, tarihimizin en politize olmuş koşullarını yaşıyoruz ve bunun yarattığı güçlü kitlesel bir örgütlenme söz konusu. Daha önce de belirtildiği gibi mücadeleye, kör bir siyasal şiddet eşliğinde “Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan” amacıyla başlayan bu örgütlenme, söz konusu radikal amaç ve yöntemle Kürt ulusal dinamizmi üzerinde hegemonyasını kurduğu oranda, giderek tüm ulusal amaçlarından vazgeçip “Türkiye’yi Demokratikleştirmek” için siyasal şiddet uygulaması ile baş başa kalmış durumda.  Kısacası, tarihteki tekrar, bu defa silahlı bir yenilgiye uğratılmakla değil, siyasal bir ehlileştirme ile gerçekleştirilmiş bulunuyor. TC’nin, PKK’yi ehlileştirme sürecinde, asıl siyasal amaç gitmiş ve fakat “araç” (siyasal şiddet kullanan örgüt) kalmış durumda. Ve üstelik bu “araç”, şimdilerde Kürd ulusal sorununun çözümü yerine amaç olarak benimsenen “Türkiye’nin Demokratikleşmesi”ne hizmet etmek bir yana, Türk Egemenlik Sisteminin daha bir otoriter, totaliter hale getirilmesinin de biricik bahanesi görevi görüyor.
PKK ve HDP geleneği, temel siyasal amaç olarak benimsediği “Türkiye’nin demokratikleş(tiril)mesi” stratejisinin bir  gereği olarak,  temel politik belgelerinde  ve söylemlerinde kullandığı  “Demokratik Cumhuriyet”, “Demokratik Ulus”, “Ortak Vatan” kavramlarında olduğu gibi,  artık Kürd ve Kürdistan’a ait uluslaşma ve devletleşmeyi ima eden, amaçlayıp savunan tüm kavram ve belirlemeleri, siyasal “defterinden” silmiş bulunuyor. Oysa bilinmelidir ki, Türk Egemenlik Sistemi’nin, başka milletlerin yok edilmeleri üzerinde oluşturduğu vatan edinme ve ulus yapma yöntemini tökezleten; “Beka” yolunda, sistemin adeta boğazında kalıp nefesini tıkayan tek mesele, Kürd ulusal sorunu ve mücadelesidir. Böyle olduğu içindir ki, Türk Devleti ve toplumu için travmatik bir paranoya haline gelen bu sorun, eşitlik temelinde çözülmeden, Türkiye’nin ve dolayısıyla Türk toplumunun zihniyetinin demokratikleşmesi mümkün değildir. 

Özcesi, esas olarak, Türkiye demokratikleştirilerek Kürd ulusal sorununu çözüme kavuşturmak yerine; öncelikle, Kürd ulusal sorunu çözüme kavuşturularak Türkiye’nin ve dolayısıyla Türk toplumunun zihniyetinin demokratikleştirilmesi gerekmektedir.

Bu nedenledir ki Kürdler, tüm parçalarda, sorunlarının ne tür bir statü ile çözüme kavuşacağını bu güden tam anlamıyla ön göremezlerse/bilemezlerse bile, her zaman, öncelikle sorunun bir millet ve ülke (toprak) sorunu olduğuyla ilgili temel yanını/amacını, açıklıkla ve ısrarla belirtip savunmalıdırlar. Dolayısıyla da bu amacı ifade eden “Kürd” ve “Kürdistan” nitelemelerini içeren kavramları siyasal mücadele ve söylemlerinde özellikle kullanmalıdırlar. Oysa, Kuzey Kürdistan’da, günümüzün hegemonik hareketi olan PKK ve HDP geleneğinin politikası, tüm bu belirlemelerin tersinedir ve dolayısıyla da Türk Egemenlik Sistemi tarafından ölçülüp biçilip, özenle uygulanmakta olan entegrasyonist bir politikadır.

Bu, geçmiştekilere oranla daha “ince” ve dolayısıyla karmaşık olduğu için, çaresi/çözümü de zor bir “yenilgi”dir ve üstelik mevcut algısıyla halkımızın çoğunluğu tarafından da destek görmektedir. İşin, “ince, karmaşık ve zor” tarafı da budur.

Sonuca gelirsek, “Godot’yu Beklerken” eylemsizlik yerine, yüz yıldır belli yanlışlarla sürekli tekrarlansa da eylemlilik, kesinlikle daha evladır. Zira insanlar/toplumlar, yaşamın tüm alanlarında, düşüncelerine uygun olarak gerçekleştirdikleri eylemliliklerinden dersler çıkararak ilerler. Ama yüz yıldır, neredeyse aynı yanlışı tekrarlamanın anormalliğini de artık sorgulamak zorundayız. Türk taraflar arasında seçimlerde ve diğer benzeri alan ve ilişkilerde tercihlerde bulunmak, kendimiz için, davamız için siyasal ve örgütsel özne isek politik olarak rasyoneldir; değilsek, sonu siyasal ve kültürel asimilasyondur, entegrasyondur ve giderek Türkleşmektir; özcesi siyasal olarak ölümdür.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.