Kürdistan’ın Özgürlük Mücadelesi ve Dış Tasarımların Gölgesi
Soğuk Savaş döneminde ortaya atılan Sosyalist Kürdistan düşüncesi, ilk bakışta Kürt milletinin kendi öz iradesiyle gelişmiş bağımsızlık arayışı gibi görünse de, gerçekte uluslararası dengelerin ve özellikle NATO, Gladio yapılanmasının stratejik planlarının bir parçasıydı.
Lozan Antlaşması ile millet iradesi yok sayılan Kürtler, sonraki süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin geleneksel inkâr ve asimilasyon politikalarıyla yüzleşirken, bu kez de küresel blokların ideolojik projelerine konu edildi.
Sosyalist jargon, Kürt toplumunun tarihsel gerçeklerinden ve toplumsal dokusundan değil, daha çok Batı ittifakının Ortadoğu’ya dair mühendislik hesaplarından beslendi. Böylelikle Sosyalist Kürdistan, Kürt milletinin özlemlerinden ziyade Soğuk Savaş’ın ideolojik kutuplaşmasının ürünü olarak sahneye sürüldü.
Benzer biçimde, Dini Kürdistan fikri de farklı bir dönemin tasarımı olarak öne çıktı. 12 Eylül 1980 darbesiyle Türkiye sadece siyasal partilere ve toplumsal muhalefete değil, aynı zamanda halkların toplumsal dokusuna yöneldi.
Sol düşünce tasfiye edilirken, dinin araçsallaştırılması ön plana çıkarıldı. Kürt milletinin sosyalist yönelimleri bastırılmak istenirken, bunun karşısına bu kez dini söylem ikame edildi. Böylece Kürtler, bir yandan sol-sosyalist proje’ye, öte yandan dini proje’ye sıkıştırılarak kendi özgün iradesinden ve tarihsel sosyolojisinden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Bu yönelimlerin her ikisi de Kürtlerin özgürlük arayışını temsil etmekten çok, Türkiye’nin iç politik hesaplarının ve uluslararası güçlerin bölgesel çıkarlarının yansımasıydı.
Kürt milletinin tarihsel mücadelesi bu tür dış tasarımlara rağmen kendini göstermiştir.
Örneğin, 1925’teki Şeyh Sait İsyanı, Kürtlerin hem dini hem ulusal kimliklerini koruma çabası olarak ortaya çıkmış, ancak hem Türkiye devletinin hem de uluslararası güçlerin müdahaleleriyle bastırılmıştır.
1937–38 Dersim Direnişi, Kürt milletinin coğrafi, kültürel ve toplumsal gerçekliğiyle özgürlük arayışının başka bir somut göstergesidir; burada da merkezi devletin modernizasyon ve kontrol politikalarıyla milletin özgün iradesi karşı karşıya gelmiştir.
1920, 30’larda Azadî hareketi, Kürtlerin hem toplumsal hem de siyasi özerklik taleplerini ifade eden bir girişim olarak, dış destekli projelerden bağımsız olarak Kürdistan’ın kendi dinamiklerinden çıkmıştır. Bu örnekler, Kürt milletinin özgürlük mücadelesinin, dış merkezli ideolojik tasarımlardan ne kadar farklı ve köklü olduğunu gösterir.
Oysa Kürdistan gibi kadim bir coğrafyada bir milletin kurtuluş mücadelesine önderlik eden bir lider, kendi kişisel ideolojik saplantılarıyla değil, milletinin sosyolojisini, tarihsel hafızasını ve uluslararası dengeleri doğru kavrayarak hareket etmek zorundadır. Kürtlerin toplumsal yapısı, aşiret gelenekleri, farklı dini–mezhebi renkleri, kültürel çeşitliliği ve yüzyıllara dayanan direniş hafızası göz ardı edildiğinde, ortaya çıkan liderlik tasarıları köksüz kalmaya mahkûmdur. Liderlik, bireysel ütopyaların gölgesinde değil, kolektif iradenin ışığında anlam kazanır. Eğer bir önder, ısrarla Ben sosyalist bir Kürdistan istiyorum ya da Ben İslami bir Kürdistan istiyorum diyorsa, burada sorgulanması gereken şey, bu söylemlerin gerçekten halkın iradesini mi yansıttığı, yoksa Gladio’nun ve Türkiye devletinin belirli dönemlerde biçimlendirdiği politikaların yeniden üretimi mi olduğudur.
Türkiye devleti ve NATO, Gladio ekseni, Kürt milletinin özgürlük mücadelesini denetim altına almak için farklı dönemlerde çeşitli projeler geliştirdi. Ancak asıl trajedi, bu mühendisliklere gönüllü ya da farkında olmadan alet olan kadroların ve liderlerin, kendi halklarının gerçekliğini kavrayamaması oldu. Kürt milletinin tarihsel hafızasına, kültürel kodlarına ve toplumsal sosyolojisine yabancı kalan; dış merkezli tasarımları kendi halkına dayatan her girişim, kısa vadede güçlü görünse de uzun vadede başarısızlığa mahkûmdur.
Aklıselim sahibi bir önder, yanılgısını fark edip halkının tarihsel dokusuna göre davranır; çünkü gerçek liderlik, şahsi fantezilerle değil, milletin varoluş sorumluluğunu omuzlamakla mümkündür.
Kendi kişisel tercihlerini halkının gerçekliğinin önüne koyan kişi ise tarihe mutlaka kaydolur; fakat lider olarak değil, körleşmiş, dogmatik ve halkına yabancılaşmış bir liderlik hastası olarak anılır.
Kürt milletinin kurtuluş mücadelesi, şahsi ütopyalara değil; toplumsal iradeye, tarihsel hafızaya, Kürdistan’ın sosyolojik çeşitliliğine ve stratejik akla dayanarak ilerletilmelidir. Aksi takdirde özgürlük söylemi, dış güçlerin laboratuvarında üretilmiş yapay projelere indirgenir ve bu milletin özlemleri bir kez daha ertelenmiş olur.

