KAMİL SÜMBÜL: ÇERMİK’E SOL VE DEVRİMCİ GÖRÜŞLERİN GİRİŞİ-1

KAMİL SÜMBÜL: ÇERMİK’E SOL VE DEVRİMCİ GÖRÜŞLERİN GİRİŞİ-1

.

A+A-

Yaşamımda iz bırakan anılar -3-

1960’ların sonlarına geldiğimizde Çermik’te derli toplu bir sol ve devrimci görüşler, çevre ilçeler  Siverek ve Ergani ile karşılaştırıldığında yok denecek gibiydi. 1960’ların ortalarından sonra çok sayıda olmasa da mezun olan bazı öğretmenlerin farklı bir duruşları olduğu göze çarpmaktaydı. Bunlar; İsmet Özden, Ekrem Kılıç, Ebubekir Pamukçu, Osman Bardakçı ve Çermik maliyesinde memur olan Mehmet Ali Esmer Çermik’te ilk kez bazı yenilikleri başlatmanın öncüleriydiler.

Çermik Maliye Müdürlüğünde çalışan Mehmet Ali Esmer öğretmen değildi ama aydın biri olduğu, Çermik’e yeni gelmeye başlayan günlük gazeteleri alıp okuyan, ülke sorunlarını kahvede diğer öğretmenler ve Çermiklilerle konuşup tartışırdı. İsmet Özden’in kaldığı ev nenemin evine bitişikti ve ben yaz ayları hemen her gece nenemin damında uyurdum. İsmet Hoca’nın kaldığı evin damı da bitişik olduğundan nenemle birlikte onlara misafirliğe gittiğimizde çok sayıda kitaplarının olduğunu gördüm. İsmet Hoca’dan kitaplarını okumak istediğimi söyleyince bana Aziz Nesin, Mahmut Makal, Orhan Kemal’in kitaplarından birkaç tane vermiş okumaya başlamıştım. Şimdiye kadar okuduğum  kitaplar; anlamını bilmediğim Arapça Kuranı Kerim, Hz. Ali’nin cenkleri ve okul kitaplarıydı. 1970’lerin başına kadar aydın, ilerici görüşlere sahip olan İsmet Özden’in birden yön değiştirip dinci olması, hanımının kapanması, dinci kesimlerle oturup kalkmaya başlaması beni şaşırtmıştı.

Ekrem Kılıç Çermik’in köylerindendi, her Çermik’e gelişinde elinde bir fotoğraf makinası vardı. Elinde makinasıyla Çermik’in tarihi ve doğal manzaralarını çekmesi ile farklı biri olduğu belli oluyordu. Ekrem Kılıç fotoğraf çekmenin yanında resim yapmayı da sevdiğinden Çermik’in bazı yerlerini bir tabloya çizip boyalamaktaydı. Ekrem Hoca da ilerici görüşlere sahip olmanın yanında Çermik’in ilk ressamı, eğer Nacar Kazım ve Bakırcı Adil’in iki adet eski sulu fotoğraf makinesini saymazsak ilk fotoğraf çekeni unvanına sahiptir. Bugün, yaşlanmasına rağmen hâlâ resim yaptığı gibi Diyarbakır Musiki Cemiyeti korosunu yönetmektedir. Tek gördüğüm eksikliği, Kürtçe anadili olmasına rağmen Kürt sorunu karşısında şimdiye kadar bir tavrını göremeyişimdir.

Ebubekir Pamukçu da Çermik’te ilk kez şiir yazan biriydi. Çok okuyan ve zengin bir kütüphanesi olduğu söylenirdi. 1972 yaz ayında üniversite imtihanı için Ankara’ya gitmiştim. Ankara Ulus semtindeki Rüzgarlı Sokakta Çermiklilerin kahvesinde çalışırken kahveye sık sık gelen Ebubekir Pamukçu bir gün 30-40 adet bastırdığı MEZARLIĞI UNUTMAK adlı şiir kitabını bana verip satmamı isteyince ben de kahveye gelen Çermiklilere satmıştım. Kitabın sonunda ise ben de dâhil birçok Çermiklinin ezberlediği BİZ KÜRDÜZ şiiri yer almaktaydı. Ayrıca ailece tanıştığımız, babamın dostları olan bir aileydi. Pamukçu ailesinden birçok genç okuyup öğretmen olup ilerici görüşler taşımaktaydılar. Amcası oğlu Hikmet Pamukçu ise deniz astsubayı olmuş fakat devrimci görüşleri ateşlice savunan biriydi. 1970’li yıllarda Pamukçu ailesinden öğretmenler ve gençleri TÖB-DER (Türkiye Öğretmenler Derneği) ve Kürt grupları içinde aktif olarak yer almışlardı. 1991’de Stockholm’de Ebubekir Pamukçu ile karşılaşınca bir kafateryada oturup uzun uzun sohbet etmiştik. Ben ona cezaevi yaşamımı anlatmıştım. Onu Kürt çevrelerinde göremediğimi söylediğimde bana; Kürt olmadığını Zazalar ayrı bir ulustur demesi üzerine tartışmıştık. Farklı bir yere geldiğini, ortak olarak hemşeriliğin dışında bir yanımın kalmadığını anlayınca haliyle ilişkilerim de zayıflamış oldu. 1991-95 arası çalıştığım matbaaya arada bir gelip çıkardığı Piya dergisini bastırırken selamlaşırdık. Hastalığını duyduğum zaman annem de yanıma gelmişti, birlikte iki kez ziyaretine de gitmiştim.

Çermik’te 1970 öncesi değişiklikte en büyük emeği geçen ise bibim (halam) oğlu Osman Bardakçı’ydı. Osman abi Çermik’e her gelişinde, evlerimiz arası 100 metre kadardı, yanına gidip odasından çıkmaz, getirdiği kitapları okumak isterdim. Diyarbakır yatılı Öğretmen Okulu’nu bitirince ilk tayin olduğu yer Isparta’da Fakir Baykurt’un köyüydü. Ona gittiği yerleri sorar Çermik’in dışında dünya nasıldı hep merak ederdim. Yine dayım oğlu Celal Değirmenci de Diyarbakır yatılı Öğretmen Okulu’nu okumaktaydı. Her Çermik’e gelişinde beraberinde Tommiks, Teksas çizgili kitapçıklarını getirince hemen alıp okurdum. Artık Celal Değirmenci’nin Tommiks, Teksas kitapçıklarının yeni serisini dört gözle beklerdim. Osman abi ise Tommiks, Teksas kitapçıklarının bana bir şey öğretemeyeceğini ısrarla söyler, kendi getirdiği kitaplardan verirdi.

Osman Bardakçı sadece Çermik’te kitap dağıtmayla kalmayıp, kahve köşelerinde zaman öldüren öğretmen ve memurlarla memleket sorunlarını tartışır, TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası)’nın mücadelesini anlatır, Çermik gençliğini voleybol oynamaya özendirmeye çalışırdı. Ortaokulun karşısındaki boş bir arazinin taşlarını birkaç arkadaşıyla birlikte temizlemiş, kendi parasıyla voleybol topu, ağı ve direklerini alıp kurmuş, kireçle de sahanın çizgilerini çizmişti. İlk başlarda ilgi az olmasına rağmen oyuna giderek ilgi artmış, öyle ki voleybol maçına başladıklarında kahvelerin yarısı boşalıp maçı izlemeye gelirlerdi. Ayrıca birkaç takım kurup iddiasına oynamaya başlayınca ilgi daha artmıştı. İddiaları; ya gazozuna, ya fırına bir güveç atmasına, ya da leblebi ve fıstığına oynarlardı. Hemen hemen tüm maçları izlerdim, gazoz içtiklerinde benim için de bir tane alır, avucuma leblebi veya fıstık doldurmayı da unutmazdı. Bazen Herefene yapmak için de oynarlardı. Herefene Çermik’e özgü bir kelimeydi; anlamı ya fırına büyükçe bir güveç atarlar, ya da balık tutarlar, yanına da taze ekmek, rakı ve meze türü şeyler alıp çay önüne gidip yiyip içip eğlenirlerdi. Masrafları ise yenilen takım öderdi. Bu duruma en fazla kahve sahipleri kızmaktaydılar fakat Çermikli öğretmenler, memur ve gençler voleybol oyununa iyice ısınmıştı.

Ortaokulu bitirmiştim, dayımoğlu Celal Değirmenci de öğretmen okulunu bitirmiş ve Çermik’e gelmişti. Bir konuşmamızda Alpaslan Türkeş’in o dönem slogan varı sözlerini söylediğimde sert bir tokat yüzüme vurup, bana: ‘O bir faşist! Sen nasıl onu översin’, diye bağırmış, ben de ağlayarak eve gitmiştim. Bir gün sonra beni çağırmış, bu kez bana bir yabancı yazarın kitabını vermişti. Yazarı Polonyalı Jerzy Kosinski, kitabın adı da BOYALI KUŞ’tu. Kitabı hızla okuduğumda çok etkilenmiştim. Şimdiye kadar okuduklarım Türkiyeli yazarların kitaplarıydı. İlk kez başka dünyaları, oraların yaşamlarını, kültürlerini ve savaşlarını anlatan bir kitap okumuştum. Dünya haritasındaki ülkelerin isimlerini coğrafya derslerinde okumuştum fakat bizden farklı dini inançları, değişik ulusları, İkinci Dünya Savaşı’nı, Yahudi soykırımını öğrenmiş oldum, düşünsel anlamda ufkum genişledi. Kitap, tüm ailesini kaybeden bir Yahudi çocuğu Polonyalı bir köylü evlatlık edinerek ölümden kurtarmıştı. Yahudi çocuğun yaşam mücadelesini anlatan kitap benim şimdiye kadar dini bir açıdan baktığım dar görüş açımı değiştirmiş, başka dünyaların da olduğunu beynime işlemişti. Devrimci fikirleri benimsememde bu kitap ilk adım olmuştu. Ayrıca Celal ağabeyin bana attığı tokat, yaşamımın en güzel ve beni değiştirmeye yarayan bir tokattı. Ellerine sağlık.

1969 son baharında Çermik’te lise olmadığından Siverek Lisesi’nde okumaya başladığımda çok farklı bir ortamla karşılaşmıştım. Lisede okuyan öğrencilerin çoğu sol politik görüşleri savunup tartışmaktaydılar. Lise öğrencileri arasında sol, sosyalizm tartışmaları olduğunda kulak misafiri olmaktaydım. Biz üç kardeş Mehmet Uzun’ların evindeki bir odayı kiralamıştık. Mehmet Uzun hemen her akşam bizim kaldığımız odaya gelir büyük ağabeyimle Türkiye İşçi Partisi’ni, sosyalizmi, kapitalizmi anlatıp konuşurlarken can kulağıyla dinlerdim. Mehmet Uzun okumam için bazı kitapları da bana vermiş, aklımda kalan sadece Erhan Bener’in bir kitabıydı. Lise ikiye devam ederken 12 Mart askeri darbesi olmuştu. Şehir ve kasabaların giriş çıkışında asker kontrolleri vardı. Okulun tatil olduğu günlerde Çermik’e Diyarbakır üzeri giderken bazen Ergani’de iner ya bibim çocuklarına ya da Çermik’te lise olmadığından çocukluk, ilk ve ortaokul arkadaşlarımın çoğu Ergani Lisesi’nde okuduklarından onların öğrenci evlerine gittiğimde hemen hemen tümünün de sol görüşleri savunduğunu, Ergani gençliğinin de Siverek gençliği gibi politize olduğunu gördüm. Sanırım Türkiye’de ilk lise boykotu Ergani Lisesi’nde yapılmıştı. Ergani çarşısında gezerken arkadaşlarım giden üç kişiyi ve ortada yürüyeni bana gösterdiler. Dersimli olup lisede öğretmen olduğunu, sol görüşler konusunda çok bilgi sahibi olup Ergani gençliğini hem lisede hem de kahvelerde çok etkilediğini anlattılar. Dikkatli baktığımda uzun boylu, yakışıklı ve simsiyah pala bıyıklarını ucundan aşağı kıvırmış haliyle etkileyici bir görünümü vardı. Arkadaşlarım bana isminin Kazım Budak olduğunu söylediler. Ergani’ye geldiğimde ayrıca akrabalarıma da uğrar Müslüm Üzülmez bana okumam için kitaplar verip Çermik’e getirirdim. Bekir Yıldız’ın hikâye kitaplarını ilk kez Müslüm’de görmüştüm. Özellikle KAÇAKÇI ŞAHAN kitabını zevkle iki kez okumuştum.

12 Mart darbesinin baskıları devam ederken gazetelerde ve halk arasında bir Deniz Gezmiş efsanesi de dolaşmaktaydı. Sıkıyönetimce arananların resimleri duvarlara yapıştırılmış, içlerinden biri Siverekli Necmettin Büyükkaya idi. Siverek ve Ergani’den çok sayıda insanların tutuklandıklarını duymaktaydım. 30 Mart 1972 Kızıldere’de Mahir Çayan ve 10 arkadaşının askerle çatışmaları dilden dile dolaşmakta içlerinden biri de Diyarbakırlı Ömer Ayna olunca ilgi ile izlenmekteydi. Denizlerin asılıp idam edilmeleri kafaları karıştırmış, şimdiye kadar anarşist diye anılan bu gençler halk arasında ilgi çekmekteydi. Ayrıca komşu ilçemiz Çüngüş’ün köklü ailelerinden biri olan Yıldızhan’lardan biri Niyazi Yıldızhan’ın Ankara’da Jandarma Genel Komutanı olan Kemalettin Eken’e suikast düzenlemesi olayı da halk arasında konuşulmaktaydı.

Osman Bardakçı Diyarbakır’ın Kulp ilçesine tayinini aldırmıştı. Kulp’ta bir Çermikli öğretmen daha vardı Mahmut Aktaş. Denizlerin idamını kınayan konuşmalarını duyan Kulp jandarma komutanı olan kıdemli başçavuş Mahmut Aktaş’ı karakola getirip işkence yapmıştı. Osman Bardakçı bunu duyunca karakola gidip Mahmut’u serbest bıraktırıp evine kucaklayarak getirmişti. Mahmut Aktaş’ın yüzü gözü kan içinde, sırtında dipçik darbeleri ayakları falakadan şişmiş bir haldeydi. Osman Bardakçı birkaç gün evinde misafir edip yaralarının verdiği acıyı hafifletmeye çalışmış, baş çavuşun 5. sınıftaki oğlunu sınıfta bırakıp Mahmut’un intikamını aldığını bizlere anlatmıştı. Mahmut Aktaş yediği bu darbeler karşısında daha bilenmiş gibi devrimci mücadeleye sarılmış, Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nde okurken 1975’e kadar Diyarbakır’da okuyan faşist öğrencilerin önüne geleni dövenlerden biriydi. Ayrıca Diyarbakır’da 12 Mart sonrası ilk öğrenci derneği olan DYÖD’ün kurucularından biri olup sonradan DDKD hareketinin militanca bir savunucusu ve kadrosu olmuştu.

1971 Mayıs ayında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuyan bibimoğlu Nurettin Değirmenci’nin askeri yönetimce tutuklandığını duyunca, tüm ailece üzülmüş ve merak etmiştik. Babam o sırada Ankara’daydı ve yeğeni Niyazi Değirmenci (Nurettin abi’nin büyük ağabeyi) ile birlikte İstanbul’a gidip ziyaret günü Selimiye kışlasına gitmişlerdi. Ziyaret saatini kaçırdıklarından içeriye alınmamışlardı. Babam kapıda nöbetçi olan bir astsubayı tanımıştı. Babam Urfa’ya buğday, bulgur almaya gider ve Çermik’te satardı. Buğday aldığı tüccarlardan birinin kardeşi olan astsubayı defalarca Urfa’da görmüştü. Babamı görünce astsubay yakın ilgi göstermiş, babam durumu anlatınca; yalnız seni götürüp görüştürebilirim, söyleyince babam görüş kabininde Nurettin abiyi görmüş Ankara’ya geri dönmüşlerdi. 68 kuşağından olan Nurettin abi THKP-C davasından Mahir Çayan gurubuyla birlikte yargılanmış aylarca içerde kalıp sonradan tahliye olmuştu. Çermik’te ise kahvelerde bazı dedikocu kişiler; ‘Çermik’ten de bir anaşit (anarşist) çıktı’, diye ailemize karşı dedikodu yapıp aleyhimizde konuşmaktaydılar. Nurettin abi’nin babası ve babamın üvey kardeşi aynı zamanda eniştesi olan Faho amca kahveye pek gitmediğinden yapılan dedikodular babamla amcamın kulağına gitmekteydi. O dönem Çermik’te anarşist demek; başıbozuk, namusu olmayan, komünist, halkın huzurunu bozan, devlet ve millet düşmanı, dinsiz ve imansız olarak biliniyordu.

(Yazı uzun olduğundan ikiye böldüm, devamı gelecek)

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.