
Doğan Ceren: Hafızanın tanığı
Doğan Ceren kendi sınırlarından çıkmasını başarıyor, yaşadıkları, tanık oldukları ile arasında bir mesafe yaratmıyor ve bir dönemi birlikte yaşayan insanların belleğini ortaklaştırıyor.
İnsanın varoluş hikayesinden söz ediliyorsa, bir şekilde mekâna ve zamana kendini kabul ettiren birey ve toplumların mücadelesinden söz ediliyor demektir.
Varoluşumuza rağmen, varlığımızı tartışıyor, toplumsal kimliklerimiz kabul görmüyorsa, varlıkları inkâr edildikleri yaşamları boyunca kimliklerine, aidiyetlerine tutunarak, kendilerini yeniden oluşturmak isterler. Türkiye’nin sosyo- kültürel siyasal tarihi her anlamıyla, farklı kültürlere, ötekilere tahammül etme bilincinde, aydınlık bir bilinç olduğu söylenemez.
Bir toplumun belleğinin biriktiricileri ve taşıyıcıları edebiyatçılardır; zira hayaller olmadan ne bilimin hareketliliği, ne de deneyselliği söz konusu olmaz. Yazarlarını, sanatçılarını koruyan ve onların hayal dünyalarına, üretimlerine katkı sağlayan ülkelerin demokrasisinin temelleri sağlamdır.
Uzun yıllardır İsviçre’de yaşayan Doğa Ceren ile hayatı, sanatı, mülteciliği (oluşunu) konuştuk. Çocukluk travmalarından cezaevi yıllarına, sürgünden İsviçre’deki özgürlük deneyimine… Doğan Ceren’in yaşamı, bireysel bir hikâyeden çok bir halkın belleğine de işaret ediyor.
Ceren, Türkiye’nin ilk ilk askerî darbesinin gölgesinde dünyaya gelirken, yaşamının ilk yıllarından itibaren hem toplumsal hem de bireysel olarak derin kırılmaların tanığı olur. Kürt ve Alevi bir aileden olması ülkenin çalkantılı siyasal atmosferi, onun hayatının seyrini belirlemeye başladı.

Tek kelime Türkçe bilmeden başladığı okul yılları, her Kürdün payına düşen ve öğrenciliğin ilk yıllarında sınıf duvarlarının daha anlamlı olduğu çocukluğun bire bir örneğini yaşıyor.
Ötekileştirmenin çetin yolculuğu Cumhuriyet'in doğusundan eksik olmadı hiç. TToni Morrison’nun dediği gibi “Kendi kabilemizden olmayanı dışlama, düşman belleme, aciz, yetersiz ve yönlendirmeye muhtaç addetme eğilimimizin çok uzun bir tarihi var” diyerek bu oluşumun tarihsel sürecinin uzunluğuna işaret eder (Morrison, 2021, s. 17).
Elbistan’da Alevilere yönelik saldırılar, iş yerlerinin yağmalanması, zorunlu göçler ve gizlice sürdürülen ibadetler… Bütün bunlar onun belleğinde bir travmadan çok daha fazlasıydı. Ailesinin Maraş’tan İskenderun’a, oradan Mersin’e sürüklenmesi, ona kimliğini gizleyerek yaşamanın ne demek olduğunu öğretti. Ülke 1968 kuşağının etkisiyle çalkalanırken, işçi grevleri ve Kürt hareketinin yükselen talepleri Doğan Ceren’in gençliğine önemli etkiler bırakır. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, bir kuşağın üzerinden silindir gibi geçti.
Yılmaz Güney’in filmleri ona yeni ufuklar açarken, sol hareketle buluşturdu. ( Ancak bu yolun bedeli ağır oldu: İşkenceler, aylarca süren sorgular ve yıllarca süren cezaevi hayatı… Cezaevinde yazmaya başladığı şiirlerin çoğu aramalarda kaybolurken, yazmak, onun için hem direniş hem de hayatta kalma biçimi haline gelir. Tahliye sonrası özgürlük yanılsaması kısa sürdü. Askerlik bahanesiyle yeniden baskılarla karşılaşır.
Ağır hastalıklarına rağmen askere alındı; askerlik yaptığı sırada dolabında bulunan sol içerikli bir şiir kitabı ve dinlediği kaset yüzünden çeşitli tehditlere maruz kaldı. Polis takibi ve fişlemeler arttığında, hayatının en zor kararını verdi, eşini ve üç çocuğunu geride bırakıp İsviçre’ye sığınmak zorunda kaldı. İsviçre, ona insanca yaşamanın ne demek olduğuna dair geniş bir perspektif sundu.
“Bireysel bir suç işlemediysen özgürce yaşamak ve düşüncelerini korkusuzca ifade etmek” diyordu. Türkiye’de hiç tadamadığı bu özgürlük, metinlerine doğrudan yansıdı.
İçinden geçtiği çağa Türkiye özelinde sızarken, büyüyen bu çatlağa deri olmaya çalışır. Fakat bu sızış gündelik yaşamın ayrıntılarından, dönemin politik-sosyolojik gelişmelerine kadar her yanıyla ele almaya çalışır Ceren.
Ceren’in şiirlerinde aşk, insan sevgisi, doğa şiddet ve savaş karşıtlığı ön planda. Hafızamızdan eksilmyen ve İlkay Akkaya’nın seslendirdiği “Ah Sensiz” şarkısının sözleri de Ceren’e aittir. Çocukluğunun travmatik izleri sık sık satır aralarında görünür. Aşk, onun için sevginin yoğunlaşmış biçimi olarak ayrıcalıklı bir temadır. Ve şiirlerinde gür bir sese erişir aşk. Mülteci olma duygusu ise yalnızca ilk yıllarda birkaç şiirle sınırlı kalmış olsa da yüreğinin derinliklerinde kaynağı kurumayan bir yalnızlığa benzetir. Ancak yeni bir coğrafyada ve kültürde zamanla yerini daha evrensel bir bakış açısına bırakıyor şiirleri.
Ceren için edebiyat, yalnızca bireysel bir uğraş değil, aynı zamanda toplumsal hafızayı geleceğe taşıma mücadelesidir. “Kalbini Göz Kılanlar“ adlı antolojisi, görmezden gelinen görme engellilerin sesini tarihe taşır. Osman Aydın, Pervin Cemil ve Mehmet Elbistan biyografileriyle Kürt halkının özgürlük mücadelesine emek verenlerin mirasını gelecek kuşaklara aktarır.
Şiir ve kültürel araştırmaları dışında fotoğrafçılıkla ilgilenir. Çektiği kareler, yalnızca birer anı değil; insanlık suçlarıyla yüzleşmenin araçlarıdır. İşkence aletlerinin sergilendiği müzeleri, toplama kamplarını, soykırım anıtlarını fotoğraflar. Bu görselleri çeşitli platformlarda paylaşarak, hafızayı diri tutmaya çalışır. İnsanlığa ve doğaya yaşatılan ve hep daha fazlasını hissettiğimiz ve ayrıca bunları kanıtlamak zorunda olduğumuz bir çağda yaşıyoruz. İşte bu ve benzeri noktalarda sanat veya sanatsal faaliyetlerin bu anlamda dokunuşu insana güç veriyor. Ceren bu noktada önemli çalışmalarını sürdürüyor.
iki ciltlik bir kitap çalışmasına dönüşmek üzere. İsviçre’de göçmen toplulukları yakından gözlemleyen Ceren, özellikle Ortadoğu ülkelerinden gelenlerin entegrasyon sorunlarına dikkat çeker. Ona göre çözüm, basit ama etkili adımlardadır: komşularla selamlaşmak, dostluk kurmak, birlikte kahve içmek, sinemaya gitmek, doğada yürüyüş yapmak…
Doğan Ceren’in sanat anlayışı, hümanizm, özgürlük, hafıza ve direniş kavramları üzerine kuruludur. Ona göre yazmak, tarihe not düşmek, insanlığın acılarını ve sevinçlerini kayıt altına almaktır. En büyük özlemi, insanların kimliklerinden ötürü sürgün edilmediği, şiddete maruz kalmadığı, doğanın hoyratça talan edilmediği bir dünyadır.
Doğan Ceren kendi sınırlarından çıkmasını başarıyor, yaşadıkları, tanık oldukları ile arasında bir mesafe yaratmıyor ve bir dönemi birlikte yaşayan insanların belleğini ortaklaştırıyor. Zira, hatırayı şimdi de canlandırmak, onu bir yere yerleştirmek için daha önce de sözünü ettiğimiz gibi şeylere veya başkalarına ihtiyacımız var.
Doğan Ceren’in yaşamı, bireysel bir serüvenin ötesinde, bir halkın belleğini edebiyatın diliyle taşıyan bir tanıklıktır.

HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.