Doç.Dr Önen: SSCB, Kızıl Kürdistan’a Türkiye ve İran üzerinde nüfuzunu arttırmak için müsaade etti

Doç.Dr Önen: SSCB, Kızıl Kürdistan’a Türkiye ve İran üzerinde nüfuzunu arttırmak için müsaade etti

Doç.Dr Önen: SSCB, Kızıl Kürdistan’a Türkiye ve İran üzerinde nüfuzunu arttırmak için müsaade etti

A+A-

 

Ermenistan ve Azerbaycan arasında Kafkasya’nın güneyinde bulunan Dağlık Karabağ bölgesinde yaşanan çatışmalar giderek büyüyor. Çatışmaların ölçeği ve kapsamı genişlerken, konvansiyonel araçların kullanıldığı ve uluslararası krize dönüşen Dağlık Karabağ bölgesinin geleceği nasıl olacağı belirsiz. Krizin bir tarafında Ermenistan diğer tarafında Azerbaycan. Krizi yaratan aktörleri destekleyen bölgesel ve uluslararası güçler.  Ama herhangi bir tarafta bulunmayan, ancak krizin tam da merkezinde bulunan Kürtler. 

Ermenistan ve Azerbaycan arasında yaşanan Dağlık Karabağ kriziyle birlikte Kürtler de Kızıl Kürdistan’ı gündeme aldılar. Kızıl Kürdistan ve Dağlık Karabağ arasında nasıl bir bağ var?

Sorumuza gelmeden önce bugün krizin yaşandığı coğrafyanın tarihsel ve sosyo-politik arka planına bakmak gerekir. Çarlık Rusya’nın yıkılmasından sonra iktidara gelen Bolşevikler kendi tahakkümü altında topraklarda yaşayan farklı kimlik ve gruplara otonom sağladı. Tabi burada parantez açmak gerek;

SSCB’nin izlediği bu politika farklı kimlik ve gruplara özgürlük getirmekle beraber bu bölgeleri daha kolay kontrol etmek için böyle bir politika izlediğini görüyoruz. Bu bağlamda bugün krizin yaşandığı coğrafyaya ya da Kafkasya olarak adlandırılan bölgeye baktığımızda bazı şeyler daha net görülebiliyor. Mesela SSCB yani Bolşevikler, 1923’te Azerbaycan topraklarında çoğunluğunun Ermenilerin oluşturduğu Dağlık Karabağ’ı otonom bir bölge ilan ediyor, aynı zamanda Ermenistan toprakları içerisinde bulunan ekseriyet çoklukta nüfusu Azerilerden oluşan Nahçıvan’a da otonom sağlıyor. Burada SSCB tarafından izlenen bu politika aslında Azeri-Ermeni ilişkisini kaygan bir denklem üzerinde normalleştirmek. Çünkü burada Dağlık Karabağ ve Nahçıvan iki taraf için hassas bir durum oluşturuyor. Asıl burada önemli olan Kürtler arasında konsensüs olmadan Kürtler tarafından çokça dile getirilmeden diğer otonom bölgelerle eş zamanlı ilan edilen Kızıl Kürdistan otonom bölgesi. Tabi burada altını çizmek gereken bir konu var: Kürtlerin o dönemde bir konsensüs etrafında birleşip otonom talepleri olmasa da onların o toprakların sahibi olduğu, temel hak ve hukuklarının meşruluğuna halel getirecek bir durum olmadığını belirtmek gerekir.

Yani SSCB Kızıl Kürdistan’ı, Ermenistan ve Azerbaycan arasında bir tampon bölge olarak mı inşa ediyor?

SSCB tarafından hem Ermenistan ve Azerbaycan arasına hem de Dağlık Karabağ ve Nahçıvan arasına bir set olarak Kızıl Kürdistan’ı ilan ediyor. Bununla Ermenistan’ın Dağlık Karabağ, Azerbaycan’ın Nahçıvan üzerindeki etkinliğini azaltmak amacıyla yapıldığı söylenebilir. Kızıl Kürdistan’ın coğrafi konumunu özetlersek ya da harita olarak göz önünde bulundurursak; Kuzeydoğusunda Azerbaycan, doğusunda Dağlık Karabağ, güneydoğusunda yine Azerbaycan, güneyinde İran, batısında Ermenistan ve Nahçıvan ve güneybatısında bir ucu da Türkiye sınırına dayanıyor. Bu da Kızıl Kürdistan’ın sadece Azerbaycan ve Ermenistan arasında bir tampon bölge görevi taşımadığını aynı zamanda jeo-politik ve stratejik olarak özel bir coğrafi konuma sahip olduğunu gösteriyor. Çünkü Kızıl Kürdistan güneyinde İran, güneybatısında Türkiye sınırlarına dayanıyor. Bu da Sosyalist Sovyetler Cumhuriyeti Birliği’nin Türkiye ve İran’da yaşayan Kürtlerin durumunu gözeterek Türkiye ve İran üzerinde nüfuzunu artırmak olduğunu söyleyebiliriz.

Peki, bu kadar özel, jeo-politik ve stratejik bir konuma sahip olan bir bölge neden 1929’da Kızıl Kürdistan’ı haritadan sildi?

Birçok faktörden bahsedebilir. Ama daha çok iki faktör üzerinde durmak gerekir. Birincisi, Sovyetlerdeki iktidar değişimi. Ki bence en önemli faktör de budur. Stalin’in başa gelmesiyle Sovyetlerin dış politikasında büyük değişimleri de beraberinde getirdi.  Bu iktidar değişimini fırsat bilen Türkiye ve İran Sovyetlerin Kafkasya veya özellikle Kürt politikası üzerinde etkili olduğu söylenebilir. Çünkü Sovyetlerin batıda Almanya’yla yaşadığı gerginlik nedeniyle doğudaki bölgesel güçlerle küçük tavizler karşılığında ilişkilerini iyi tutmaya çalışıyordu. İkinci faktör ise, -yukarıda da belirttiğim gibi – bu bölgede yaşayan Kürtlerin güçlü politik bir irade etrafında birleşmemeleri. Ayrıca Kızıl Kürdistan’da nüfusun yüzde 75’ini Kürtler oluşturmasına rağmen küçük bir grup tarafından Kürtçe konuşuluyordu. Bu da 6 yıllık otonom sürecinde Kürt kimliğini merkeze almadıklarını gösteriyor. Tabi ki bir de burada yaşayan Kürtlerin mezhepsel olarak Şii olmaları ve bu da öncelikleri olduğu için yine Şii  ve egemen olan Azerilerin yoğun asimilasyon politikaları sonucunda mevcut olan kısmi kimliksel özelliklerini de kısa süre sonra yitirmişler.

Bugüne gelelim… Zaman zaman Ermenistan ve Azerbaycan arasında yaşanan Dağlık Karabağ krizi hiç bu kadar bölgesel ve uluslararası bir krize dönüşmemişti. Neden bugün?

SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden bu iki ülkenin hedefinde Dağlık Karabağ otonom bölgesini işgal etme amaçları vardı. Ermenistan o dönemin uluslararası güçlerinin desteğini almasa da sessizliklerinden faydalanıp Kızıl Kürdistan dediğimiz bölge dahil birçok bölge ve Dağlık Karabağ’ı kontrol etti. Burada parantez açmak gerek, aslında ilk sorunuzun cevabı da burada; Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ı kontrol etmekle yetinmedi aynı zamanda Kızıl Kürdistan dediğimiz coğrafyayı da Dağlık Karabağ’a dahil etti. Kürtlerin Dağlık Karabağ’la Kızıl Kürdistan’ı gündeme getirmeleri bu durumdan kaynaklı. Tekrar soruya dönersek; Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ı kontrol etmesinden sonra Dağlık Karabağ uluslararası hukukta sahip olduğu özelliklerini de yitiriyor. Şunu belirtmem gerek, Ermenistan o dönem her ne kadar uluslararası destek almasa da özellikle Amerika ve Fransa’daki yaşayan Ermeni diasporası ve lobisinden cesaret alarak böyle bir girişimde bulunduğunu söyleyebiliriz. Tabi, Azerbaycan’ın o dönem için bölgesel güç olarak adlandıracağımız Türkiye dışında destek alacak uluslararası bir güç yoktu. Ancak Türkiye sadece moral ve diplomatik destek sağlayabiliyordu o dönem için. 1992’de başlayan ve devam eden süreçte krizi çözmek için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı şemsiyesi altında oluşturulan ABD, Rusya ve Fransa’nın eş başkanlık ettiği yapı olan Minsk Grubu’nun arabuluculuğuyla 1994 yılında Bişkek Anlaşmasıyla geçici olarak Dağlık Karabağ krizi durduruluyor. Peki zaman zaman lokal düzeyde devam eden bu kriz neden bugün uluslararası bir krize dönüşmüş durumda? Şuan uluslararası düzeyde yaşanan konjonktürel durumla alakalı. Birincisi, Ermenistan’ın ABD’de yaşanan seçim süreci nedeniyle Ermeni diasporasının ABD seçimleri üzerinde oluşturacak basınçtan faydalanmak, ikincisi Ermeni diasporasının güçlü olduğu Fransa’nın tekrar küresel bir güç olarak ortaya çıkması. Bunlar Ermenistan için önemli faktörler. Azerbaycan da Ermenistan’ın batı yanlısı hükümetinin Rusya ile yaşadığı sorunu fırsat bilip ve Hazar denizinde bulunan zengin yeraltı kaynakları için Rusya’ya göz kırpması. Bunlar krizin boyutunu belirleyen faktörler.

Ermeni diasporasının güçlü olduğu Fransa ve ABD yönetimlerinin bu süreçte nasıl bir yol izleyebilirler?

Bu iki ülke, Ermenistan’ın kontrol ettiği bölgelere Azerbaycan’ın kontrolüne geçmesini istemezler. 1994’te yapılan Bişkek Anlaşmasının kural ve şartlara bağlı kalınarak yaşanan gerilimin bir an önce bitmesi bu bölge için bu iki küresel gücün en temel politikalarıdır. Bu iki ülkenin, küresel diğer güçlerin ve bölgesel güçlerin tavrından ve politikalarından ziyade Rusya’nın tavrı ve izleyeceği politika önemlidir. Çünkü Rusya kısmi sessizlik politikası sürdürüyor. Bu krizde sesini çok fazla yükseltmiyor.

Rusya neden böyle bir politikayı tercih ediyor?

Rusya’nın buradaki temel politikası krizi lokal düzeyde tutup, iki ülke üzerinde nüfuzunu artırmak. Peki bunu nasıl yapacak? Birincisi, Rusya Ermenistan’ın batı yanlısı hükümetinden rahatsız. Batı yanlısı Ermenistan hükümetin ilk işlerinden biri daha önce Moskova ve Erivan tarafları arasında yapılan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü başındaki kişiyi tutuklaması. Bu durum Moskova yönetimini ciddi anlamda rahatsız etmişti. Buna benzer birçok olayın yaşanması Moskova ve Erivan arasında ikili ilişkilerin gerilmesine neden olmuştu. Rusya’nın Ermenistan hattında yaşanan bu gerginliği Dağlık Karabağ üzerinden avantaja çevirecektir. Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ etrafında bulunan birkaç bölgeyi işgal etmesine göz yumacak. Böylece Erivan’ın batı yanlısı hükümetini Ermenistan kamuoyunda başarısız gösterip, demokratik temayüllerle bu hükümetin gitmesini sağlayacak ve kendisine yakın bir hükümet seçtirecektir. Diğer taraftan Azerbaycan hükümeti üzerinde kısmi bir toprak parçası tavizi nedeniyle nüfuzunu artıracak.  Şunu da belirtmeden geçmemek gerekir; konvansiyonel araçların kullanıldığı bu savaşta veya krizde bölgesel bir savaşın olma olasılığı çok düşük. Çünkü Rusya kendi kontrolü altında bölgelerde istikrarsız bir durumun yaşanmasına asla müsaade etmez.

 Azerbaycan’a açıktan destek veren Türkiye’nin etkisi ne olabilir?

Türkiye, Azerbaycan üzerinden kendi kamuoyuna oynuyor. Daha çok medya üzerinde milliyetçilik dozu yüksek Ermenistan aleyhine psikolojik bir savaş yürütüyor. Tabi ki Türkiye’deki milliyetçi-muhafazakâr hükümet bu krizden olabildiğince nemalanıp 2023’te yapılacak seçimde kendi taraftarlarını konsolide edip, seçimde başarı elde etmek birinci önceliği. Bu nedenle mevcut hükümet ve paydaşları bu krizi tek millet ve iki devlet mefhumu şeklinde kendi taraftarlarına yansıtacaklar. Ayrıca yukarıda da söylediğim gibi Türkiye’nin fiili olarak Azerbaycan’la ortaklaşıp bu krizde saha olmasına ne Rusya ne de uluslararası güçler izin verir.

Son olarak Kürtler bu savaşın ya da krizin neresinde olmalı veya durmalı?

Kürtler, resmi ve hukuki olarak bu savaşın herhangi bir tarafında olması gibi bir durumları söz konusu değil. Kürtler, politik olarak da bu savaşın bir tarafında durmamalı. Ama şunu yapabilirler: bugün bu iki ülkenin yürüttüğü vekalet savaşında katledilen ve mağdur olan Kürtler olduğunu, işgal edilen Kürtlerin vatanı olduğunu uluslararası kamuoyuyla paylaşmalılar. Kızıl Kürdistan hakkında tarihi arşiv ve belgeleri bilimsel yöntemle dünya gündemine taşımak Kürtler için en makul yoldur.

 

Doç.Dr. Ekrem Önen kimdir?

Ekrem Önen, 1960 yılında Rojava’nın Dirbesi (Dirbêsî) kentinde dünyaya geliyor. Aslen Mardin Derikli olan Önen 2 yaşında annesiyle birlikte Derik’e yerleşiyor. İlk, orta ve lise eğitimini Derik’te tamamlıyor. Siyasi nedenlerden dolayı önce Rojava’ya, daha sonra 1982’de Sovyetler Birliği’ne yerleşiyor. Moskova Devlet Üniversitesi’nde Gazetecilik Bölümü bitirdikten sonra aynı üniversitede uluslararası ilişkiler alanında master ve doktora yapıyor. İsveç’e yerleşen Önen, İsveç Kültür Bakanlığı bağlı medya departmanında görevini sürdürmektedir.

Kaynak: https://sonhaber.ch/doc-dr-ekrem-onen-ile-daglik-karabag-uzerine/

Röportaj: Ercan Ekinci

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.