Berlin, Kiev, Diyarbakır - Aziz Yağan*

Berlin, Kiev, Diyarbakır - Aziz Yağan*

.

A+A-

Aziz Yağan / Nerinaazad

Toprağına statü isteyenler, statü istemese de toplumuna sahip çıkanlar bu gibi süreçlerde nasıl tutum takınırdı? Günümüzde yaşanan krizlere ya da mevcut geriliklere karşı nasıl tutum takınmalı? Bunları düşünmeye, ortak dertler haline getirmeye başlamayan bir toplum dejenerasyona, yerinden olmaya ve asimilasyona karşı güçlü müdür?

 

Sebepleri birbirine benzemeyen ancak süreç, tutum, sonuç, etkileri açısından dikkat çekilmesi gereken üç farklı kent var.


İlki, Berlin savunması. Almanya ikinci dünya savaşından beri profesyonel askerlerden ve teknik üstünlükten oluşan ordusunu güçlendirmemekte ısrarcıydı. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı Almanya’nın bu yaklaşımında kırılmaya neden oldu ve ordunun güçlendirilmesi kararı alındı. Dünyanın en iyi silahlarını üreten, en büyük silah tedarikçilerinden olan Almanya, savunma harcamalarına bir kereye mahsus olmak üzere, anayasa ile güvence altına alınarak, 100 milyar Euroluk ek fon ayıracak. Ayrıca, gayri safi yurtiçi hasıladan savunma yatırımı için yüzde 1.55 yerine en az yüzde 2’sinden fazlası ayrılacak. Bu hazırlığa toplum, siyasi partiler ya da STK’lar “savaşa hayır, savaşa bütçeye hayır, barış yapılsın” demiyor. Sosyal Demokrat Parti de itiraz etmiyor ancak Almanya’nın savunmaya bu kadar harcama yapmasına karşı çıkarak Avrupa ordusu kurulmasını öneriyor.

İkincisi, Kiev savunması. Rus ordusu Kiev’e ilerlerken ve bomba yağdırırken Kievliler hükümetlerinin, devletlerinin savunmaya geçmesine itiraz etmedi, “savaşa hayır, silahlanmaya hayır, barış yapılsın” demedi.

Almanya, Rus yayılmacılığının kendilerine de ulaşacağını ve Suriye’de olduğu gibi yayıldığı bölgeyi terk etmeyeceğini bildiği için ordusunu güçlendirme kararı aldı. Ukrayna ise Rus saldırısına karşı direnişi seçti. Avrupa ise yeni bir paradigmaya kendini hazırlıyor.

Almanya’nın ordu ve Ukrayna’nın direniş kararına vatandaşlarından, partilerinden itiraz eden olmadı. Eğer olursa, Almanya’daki ve Ukrayna’daki toplum tarafından bu itiraz nasıl karşılanır?

Üçüncüsü, ‘Diyarbakır savunması!’ hazırlığı alenen yapılan hendek sürecinde Türkiye askeri operasyon başlatınca hemen hemen tamamı Kürd olan bir kesim Ankara’nın operasyonları durdurmasını dile getirdi. Bunu imzalı çağırılarla, yürüyüşlerle, işyeri boykotlarıyla, kepenk ve kontak kapatmalarla, toplu taşımacılığın durdurulmasıyla somutlaştırdı.

Bölge siyasetçileri, sivil toplum kuruluşları ve aktivistler sürece yanlış yaklaştı. PKK’ye ‘hendekleri kazamazsın’ ya da ‘hendekleri ve kentleri terk et’ denilmesi gerekirken siyasi partiler, stk’lar, aktivistler ‘çözüm süreci’ günlerindeki gibi arabulucu rolüne devam etmeye çalıştılar. Sürecin değiştiğini ve yıkımın gelmesini önemsemediler.

Aralık 1991’de Saddam’ın kimyasal saldırı riski günlerinde şunlar yaşandı: Diyarbakır’dan gitme imkanına sahip insanlar evlerini ve işlerini bırakarak kaçtı. Şehirde sadece yoksullar ve resmi görevliler kaldı. Sahiplerinin “güvenli kentlere” gittiği evler gündüz vakti kamyonlarla soyuldu; bazı soygunlarda komşular bilmeden eşya yüklenmesine yardım etti. Yoksul insanlar karaborsadan yüksek fiyatlarla satın aldıkları naylonlarla evlerinin pencerelerini kapladı, Saddam bandı ile bantladı. Böyle odalarda soba zehirlenmesinden ölen aileler oldu. Saddam tehlikesi geçince kentin varlıklı insanları tekrar ‘vatanlarına’ döndü. 

Köy boşaltmaları, faili meçhuller, 6-8 Ekim, hendekler gibi süreçlerde Diyarbakır ya da bölge risk altındayken tehlikeyi öngören, durdurmaya çalışan, taviz vermeyen, dayanışmayı ve direnişi örgütleyen tanıdığınız kişi, STK ve siyasi partileri sayar mısınız?

Bunca yıl yıkım getiren olayları sayısız kez yaşamış bir toplum nasıl olur da yaklaşanı öngöremez, önlem alamaz, itiraz edemez, direnç gösteremez, çocuklarını, ekonomisini, beşeri sermayesini bırakın güçlendirmeyi korumaya bile çalışmaz?

Almanya ve Ukrayna nasıl güvenliğini tehdit edene ve onun yanında yer alan kişi ve kurumlara karşı durursa, hendeklerde de Türkiye aynı tavrı gösterdi. Bu normaldi.

Anormal olan o sürece, yıktırana ve yıkana karşı çıkan ve toplumunu toprağında, kültüründe, geleceğinde tutma duygu ve iradesine sahip birey, STK ve partilerinin olmaması. 

Toprağına statü isteyenler, statü istemese de toplumuna sahip çıkanlar bu gibi süreçlerde nasıl tutum takınırdı? Günümüzde yaşanan krizlere ya da mevcut geriliklere karşı nasıl tutum takınmalı? Bunları düşünmeye, ortak dertler haline getirmeye başlamayan bir toplum dejenerasyona, yerinden olmaya ve asimilasyona karşı güçlü müdür?

PKK, hendek yerine silahlı çatışmalarını tüm kent alanlarında başlatsaydı ‘otokton’ entelektüellerimiz, varlıklılarımız, aktivistlerimiz, meslek sahibi olup da devlette çalışmayan insanlarımız çatışmalara son verdirici ve PKK’yi aforoz edici eylem ve girişimlerde mi bulunurlardı yoksa 1991’de Saddam’ın kimyasal saldırı riskinde olduğu gibi soluğu Ankara ve İstanbul’da mı alırdı? 

Toprakları yakılıp yıkılırken, insanlarımız, tarihimiz yok edilirken, ekonomimiz ve iç güvenimiz tahrip edilirken, kiminin de “PKK’nin ilerici bir ‘ulusal kurtuluşçu’ olduğunu sanıyorduk.” deme hakkının olmadığını anımsatmak gerekiyor.

Ukraynalılar yaşlı ve çocuklarını Avrupa’ya teslim edip geri dönüyor. Geçmişte ise aynı Avrupa kapılarını Kürdlere sonuna kadar açıp bölgenin boşalmasında pay sahibi olmuştu.

Afganistan’ın başına gelenin Ukrayna’nın başına gelmemesinde, ABD ve müttefiklerinin dikkatli adım atmasında; sağlıklı, makul, aktif ve güçlü bir diasporanın, uluslararası toplum hassasiyetinin de etkisine tanık oluyoruz.

 

KCK döneminde bölgemizi terk edişler bir kez daha ivme kazanmıştı. Elbette insani, maddi ve manevi değerlerimizin bölgemizi terk etmesi, yaşamayacağı hale getirilmesi, terk etmeye zorlanması en az son yüz yılın konusudur. Ancak bu bir gelenek haline gelmeye başladı ve bizim bunu durdurmamız gerekiyor. Bunun yolu da bölgemizi her haliyle kabullenmek, benimsemek, sahiplenmek ve daha iyi olsun diyerek çalışmalar yapmaktır.

 

Bunu da ancak aktivistler, sivil toplum kuruluşları ve sivil siyaset başarabilir. Şimdi başlanırsa kısa ve uzun vadede iyileşme, güçlenme başlar. Şimdi başlanmazsa daha da kötüleşir.

 

Şunu diyebilmemiz gerekiyor: Topraklarımızı terk etmeyeceğiz! Terk ettiysek de modern yaklaşımları topraklarımıza taşıyacağız; geriliğe, zorbalığa, nezaketsizliğe geçit vermeyeceğiz. Bireylerimizin, ailelerimizin huzurunu, konforunu ve refahını tehdit eden, iyileştirmeyen dış ve iç etkilere izin vermeyeceğiz.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.