Amerikan İlerleme Merkezi (CAP): ‘Erdoğan Türkiyesi, Biden yönetimi için mayın tarlası’

Amerikan İlerleme Merkezi (CAP): ‘Erdoğan Türkiyesi, Biden yönetimi için mayın tarlası’

.

A+A-

Yeni ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve başlamasıyla Türk-ABD ilişkileri de yeni bir döneme girdi. Halkbank davasından, Rıza Zarrab olayına, Suriye’den S-400 konusuna, Türkiye ile ilgili çok sayıda dosya Biden’ın masasında bekliyor. Selefi Donald Trump’tan çok farklı bir politika izlemesi beklenen Biden’ın Türkiye’yi kaybetmeden dizginlemek için izleyeceği politika mayın tarlasında yürümekten farksız. 

Konuyla ilgili olarak Amerikan düşünce üretme kuruluşlarından Amerikan İlerleme Merkezi (CAP) “2021’de ABD-Türkiye ilişkilerinde alev alma noktaları“ başlığıyla Max Hoffman tarafından hazırlanan geniş çaplı çalışmada iki ülke ilişkilerini derinden etkileyebilecek çok sayıda kriz derinlemesine analiz ediliyor. 

Türkiye’nin ABD ve Avrupa'daki Batılı müttefikleri arasındaki ilişkilerin yaklaşık sekiz yıldır sürekli bir şekilde aşağı yönlü seyrettiğine vurgu yapılan çalışmada Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kurdukları son derece kişiselleştirilmiş yakın ilişkinin sadece yapısal farklılıkları sümen altı ettiğine işaret ediliyor. 

“Başkan Joe Biden‘ın, Trump’ın “bırakınız yapsınlar“ yaklaşımını sürdürme ihtimalinin düşük olmasından dolayı, bu kaynayan anlaşmazlıkların birçoğu 2021'de patlayabilir ve ilişkilerde daha derin bir kopmaya yol açabilir“ ifadeleri kullanılan çalışmada, yeni ABD yönetiminin üslubu ve yaklaşımındaki değişikliğin ötesinde, stratejik kararları ve enerji faaliyetleriyle ilgili izleyeceği yolun önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin yönünü belirleyebileceği ifade ediliyor. 

Türkiye’nin halihazırda Suriye, Irak ve Libya’da askeri operasyonlar düzenlerken, Yunanistan, Kıbrıs, Mısır ve Fransa ile Doğu Akdeniz deniz sınırları ve potansiyel enerji kaynakları üzerinde çatışma halinde olduğu, fakat potansiyel parlama noktalarının bunlarla da sınırlı kalmayabileceğine vurgu yapılan çalışmada bunlar arasında en önemli kriz noktalarından birinin Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400’ler olduğunun altı çiziliyor. 

Türkiye’nin bu silahları tamamen devreye sokması veya ABD yaptırımlarına cevaben Moskova ile daha derin bir işbirliği yapma olasılığının Türk-ABD stratejik ilişkilerini tehdit etmeye devam ettiğine vurgu yapılan çalışmada iki ülke ilişkilerini bekleyen diğer bir tehlikenin ise Halkbank davası olduğu belirtiliyor. 

İran yaptırımlarını deldiğinden dolayı Halkbank’ın alabileceği bir cezanın zaten zayıflamış olan Türkiye ekonomisini ciddi bir şekilde tehdit ettiği aktarılan çalışmada, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın özellikle S-400 ile atacağı adımın ABD'nin diğer konulardaki duruşunu şekillendirebileceği ifade ediliyor. 

Çalışmada iki ülke ilişkilerinin kriz alanları üç kategoriye ayrılıyor:

1) insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü; 

2) Savunma tedariki ve stratejik uyumu 

3) bölgesel çatışmalar ve intikamcılık. 

Bu sorunların karmaşıklığı ve değişim hızlarının, kapsamlı öneriler sunmayı zorlaştırdığının altı çizilen çalışmada, ABD‘nin ekonomik ve askeri güvenliği büyük ölçüde Batılı müttefiklerine bağlı bir NATO müttefiki olan Türkiye üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğuna işaret edilen çalışmada, 2019'da Türkiye'nin ilk beş ihracat pazarından dördü ve ilk 10'un sekizinin NATO üyesi olmasına dikkat çekiliyor. 

Herşeye rağmen ABD'nin çıkarlarının, NATO'nun bir parçası olan, Rusya'yı dengeleyen, mülteci sorununu yönetmeye yardımcı olan ve Ortadoğu’da Washington’la çalışabilecek istikrarlı ve demokratik bir Türkiye ile olduğuna değinilen çalışmada şu ifadeler kullanılıyor:

“Biden yönetimi, kendisinden öncekilerin yaptığı gibi, bu temel çıkarlarından dolayı, aşırı cezalandırıcı adımların Türkiye ekonomisini felç ederken, demokrasisini güçlendirmeye çok az faydası olacağı ve Ankara'yı Moskova'ya daha fazla iteceği gerçeğiyle karşı karşıyadır….

ABD veya Avrupa baskısı Türkiye'yi Erdoğan'dan kurtarmayacağı gibi, çizgisini değiştirmeyecek olan Erdoğan baskı altında iken içeride uyguladığı baskıyı da önemli ölçüde hafifletmeyecek. Ancak 2023'te veya öncesinde yapılacak olan seçimde Erdoğan'ın kaybetmesi için gerçek bir şans var. Bu nedenle ABD ve Avrupa, Türkiye'nin daha fazla gerginliği tırmandırmasını önlemek için caydırıcı net kırmızı çizgiler çizebilir ve güvenilir yanıtlar vermek için koordinasyon içine girebilir.”

Yeni ABD yönetiminin neredeyse on yıl boyunca artan gerginlik ve kötüleşen güven duygusunun etkisiyle zayıflamış bir ABD-Türkiye ilişkisini miras alacağına işaret edilen yazıda, “Ankara ile Washington arasındaki ciddi politika anlaşmazlıkları uzun süredir var ve bunların neler olduğu iyi biliniyor. Ana sebepler Erdoğan yönetimi altındaki Türkiye’nin otokrasiye doğru yönelmesi, Başkan Obama’nın Suriye’de güvenli bölgeler oluşturulması fikrine isteksiz yaklaşması ve ardından YPG güçlerini destekleme girişimi ile Türkiye’nin S-400 füze sistemlerini satın alma kararının etrafında dönüyor. Akabinde Erdoğan’ın daha bağımsız bir dış politika izleme çabalarıyla bu sorunlar iyice kök saldı“ deniliyor.  

Çalışmada, ABD yönetiminden birçok kişinin Türkiye’nin bölgesel düzeni yeniden oluşturma girişimlerini pervasızca ve NATO içinde yer alırken Putin ile olan samimi olmasını kabul edilemez bulduklarına da vurgu yapılıyor. 

“Görünüşe göre Türkiye, Rusya'ya karşı birleşik bir cephe oluşturulması temel sorumluluğundan kaçarken, NATO üyeliğinin tüm faydalarını istiyor” denilen çalışmada özellikle Erdoğan’ın Putin ile ilişkilerinin ABD’li politika uzmanları ve devlet görevlilerini Türkiye'ye karşı daha sıkı bir çizgiyi savunmaya yöneltirken, Kongre’deki tutumların daha da sertleştiği ifade ediliyor. 

Trump döneminde Türkiye'ye yönelik yaklaşımın tutarsız olduğu, bu nedenle, Başkan Trump’ın görev süresinin, ABD-Türkiye ilişkilerinin uzun vadede kötüleşmesinde karışık bir ara geçişi temsil ettiği belirtilen çalışmada Ankara için, Trump’ın Erdoğan’a yakınlığının daha geniş ABD yönetimi tarafından tercih edilen politikaları atlatmak veya alt üst etmek için defalarca kullanıldığı aktarılıyor ve örnek olarak da Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye yönelik müdahalesi ve CAATSA yaptırımlarından kaçması gösteriliyor. 

Trump’ın uzak durma yaklaşımının Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki dramatik kargaşayı şiddetlendirdiği belirtilen çalışmada, Türkiye’nin yurtdışındaki daha doğrudan askeri müdahaleleri Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından başladığına işaret ediliyor. 

Çalışmada, “Başkanlık ilişkisini kişiselleştirmeyeceği ve Beyaz Saray’ın Türkiye’ye karşı duruşları ile ABD hükümet bürokrasisinin geri kalanı ve Kongre arasındaki açığı kapatacağı neredeyse kesin olan Biden ile birlikte Trump döneminde izlenen politik eğilimlerin çoğu tersine dönecek. Bu da, muhtemelen, ABD'nin Batı ittifakına olan sadakati azalan bir Türkiye'ye yönelik duruşunu yeniden ayarlayacağı anlamına geliyor“ şeklinde ifadelere de yer veriliyor. 

Biden'ın Türkiye'ye karşı refleks olarak cezalandırıcı bir yaklaşıma kaymasının pek olası görülmediğine de işaret edilen çalışmada Biden’ın Türkiye ile ilişkilerde esas alacağı noktalar da şu şekilde sıralanıyor: 

“Birincisi, Amerikan politikası muhtemelen daha tutarlı olacak. Erdoğan, Beyaz Saray'a yapacağı bir telefonla ABD politikasını altüst edemeyecek. İkincisi, insan hakları, demokrasi ve yolsuzlukla mücadele yeniden gündeme gelecek; Biden bu meseleleri önemsiyor ve onları gündeme getirecek. Üçüncüsü, Biden uzun zamandır Kürtlerin siyasi ve kültürel haklarına sempati duyuyor ve Suriye'de İslam Devleti'ni bozguna uğratan Kürt liderliğindeki kampanyanın düzenlenmesine yardımcı oldu. Muhtemelen Türk hükümetini rahatsız eden Suriye Demokratik Güçlerine (SDG) desteğini sürdürecek. Dördüncüsü, Biden kesinlikle ABD’nin NATO’ya olan bağlılığını ve Avrupa ile daha geniş ilişkiyi güçlendirecektir."

"Ama her şeyden önce asıl soru, Biden yönetimi Ankara'nın alıştığından biraz daha fazla bastırırsa Türkiye'nin nasıl tepki vereceği. Cumhurbaşkanı Erdoğan iddialı çizgisini ikiye katlayarak belki de ilişkilerde tam bir çöküşe neden olacak mı? Yoksa bir uzlaşma yolu arayacak mı?” diye sorulan çalışmada potansiyel alevlenme noktaları da detaylı bir şekilde ele alınıyor. 

Türkiye’deki insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanındaki tablonun kasvetli olduğuna işaret edilen çalışmada, şu değerlendirme yapılıyor:

“Bu tür konularda kolaylıkla gerilim artabilir, ancak ilişkilerde açık bir kopuşun kıvılcımı olması muhtemel değildir. Geleneksel olarak, ABD yönetimleri insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında endişelerini dile getirdiler, ancak sonunda jeopolitik zorunluluklara boyun eğdiler. Biden ve ekibi, şüphesiz, Trump'ın aksine, bu konuları düzenli olarak gündeme getirecekler, bu da muhtemelen Erdoğan'ı üzecek. Ancak yeni yönetimin, bölgedeki krizleri yönetmenin realpolitik zorunlulukları karşısında bu endişelere gerçekten öncelik verip vermeyeceğini tartması gerekecek.” 

Son dinamiklerin yeni soruları gündeme getirdiğine işaret edilen çalışmada, “Türkiye bölgesel meselelerde veya Rusya ile mücadelede güvenilmez bir ortak olarak görülüyorsa, ABD eleştirilerini daha mı doğrudan dile getirecek?” sorusu dile getiriliyor.  

Biden’ın politikalarının rengini belirleyecek ilk karar verme noktasının, Ermeni diasporasının, Kongre'nin ve Türk hükümetinin 1915 zulmünü bir soykırım olarak adlandırıp adlandırmama konusunda yaptıkları güçlü lobi faaliyetlerinin bir kez daha doruğa çıkacağı 24 Nisan Ermeni Anma Günü olabileceğine işaret edilen çalışmada, Başkan Obama’nın daha önce bu konuyu açık bir şekilde onaylamaktan vazgeçtiği, dolayısıyla Biden’ın bu konuda sözünü tutması durumunda Ankara’dan çok sert bir tepki alacağının altı çiziliyor. 

Başkan Biden ilk yılında "özgür dünya uluslarının ruhunu ve ortak amacını yenilemek için küresel bir Demokrasi Zirvesi'ne ev sahipliği yapma" sözünü yerine getirmesi durumunda iki ülke arasında yeni bir alevlenme noktasının daha doğabileceğine işaret edilen çalışmada, “Türkiye, en iyi ihtimalle, geriye doğru giden bir demokrasidir. Biden sözünü tutarsa ya Türkiye davet edilmeyecek – bu da Ankara'da öfke uyandıracak - ya da eksikleri nedeniyle Biden yönetiminin sert eleştirileriyle karşı karşıya kalacak, bu da Erdoğan ve destekçilerinden yine benzer bir öfke duygusu uyandıracak. Böyle bir zirve, Türkiye’nin demokratik kimliğinde sürekli bozulmanın olduğu bir yıl içinde gelebilir” deniyor. 

Ankara’nın daha çok AKP’yi eleştiren kitleler tarafından kullanılan sosyal medya ile ilgili acımasız bir yasayı 2020'de yürürlüğe koyduğu belirtilen çalışmada, ancak muhalefeti bastırmanın yanı sıra, yasanın öncelikle ABD şirketlerini hedef aldığı, Türk hükümetinin Kasım ve Aralık 2020'de para cezaları uygulamaya başladığı ve bu durumun da yeni bir alevlenme noktası oluşturabileceğine vurgu yapılıyor. 

2021'de zirveye ulaşması muhtemel bir diğer bir kriz noktası ise  devlete ait Halkbank'ın ABD'nin İran'a uyguladığı yaptırımlardan kaçınma davası olduğu ve 1 Mart'ta davanın başlamasının planlandığına işaret edilen çalışmada, “Mahkeme başkanı aynı delillere dayanarak zaten Halkbank yöneticisi Mehmet Hakan Atilla'yı mahkum etmiş ve Halkbank’ın davayı erteleme çabalarını reddetmiştir” deniyor.  

Fransız bankası BNP Paribas’ın da daha önce benzer yaptırım ihlalleri nedeniyle, Fransız hükümetinin müdahalesine rağmen 8.9 milyar dolar para cezasına çarptırıldığı, aynı mahkemenin bu kez Halkbank davasıyla ilgilendiğine işaret edilen çalışmada, “Para cezası veya başka bir ceza, ne zaman verilirse verilsin, Ankara'dan öfkeli bir tepki geleceği kesindir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, davayı düşürmek için Obama ve Trump yönetimleri nezdinde lobi yapmak için hatırı sayılır bir kişisel çaba harcadı ve bunu bir iç siyasi gurur noktası haline getirdi. Bu, Türk cumhurbaşkanını geri dönülmez bir konuma düşürdü: Geri adım atarsa, içerideki konumu kötüleşir. Cezayı ödemeyi reddederse Halkbank ABD kurumları aracılığıyla finansal işlem yapmaktan men edilebilir” deniyor. 

Bazı gözlemcilerin, Türkiye’nin maruz kaldığı çaresiz ekonomik koşulları ve 2023’e kadar planlanan bir seçimin olmamasının, Erdoğan’ın hem yurt içinde hem de yurt dışındaki yaklaşımının yumuşamasına yol açabileceğini umduğu da belirtilen çalışmada bu düşüncenin yanlış olduğu şu ifadelerle dile getiriliyor:

“Bu fikri öne sürenler, Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak'ın hoşgeldin işareti olarak maliye bakanlığı görevinden istifa etmesine, Erdoğan'ın Biden hakkındaki uzlaşmacı yorumlarına ve ‘kendimizi Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz’ şeklindeki yorumlarına bağlıyor. 

Türkiye, dış finansman için çaresiz durumda. Hukukun üstünlüğündeki bir gelişme, ihtiyatlı yatırımcıları rahatlatabilir. Ancak bu, hem son dönemdeki Türk eylemlerini hem de uzun yıllara dayanan öncekilerini görmezden gelen arzulu bir düşüncedir. Başka bir deyişle daha önce yapılan 'Erdoğan, seçim bittiğine göre ılımlı olacaktır' argümanının yanlış çıkmasıyla kanıtlanmış bir durumdur.”

Bu akıl yürütme çizgisinin, AKP'nin himaye sisteminin yapısal gerçeklerini, yerleşik yolsuzlukları ve onu sürdüren dost kapitalizmini görmezden geldiğine işaret edilen çalışmada, “2021'de erken bir seçim ihtimal dahilinde olmasa da, ekonominin böylesine korkunç bir formda olması ve Erdoğan'a desteğin azalması, Erdoğan'ın koalisyonunun temel dinamikleri ve muhalefetin seçim koalisyonundaki fay hatlarında oynama çabaları onun devam eden sertliğine işaret ediyor” şeklinde ifadeler kullanılıyor.  

Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın MHP'li aşırı milliyetçi koalisyon ortaklarına hem seçim ve parlamento açısından ve hem de devlet aygıtının idaresi için her zamankinden daha fazla bağımlı olduğu öne sürülen çalışmada, Erdoğan’ın milliyetçi kanadından vazgeçmeden Kürt sorunundaki duruşunu yumuşatamayacağı, bu nedenle, Türkiye'deki hukukun üstünlüğü veya insan hakları ikliminde anlamlı bir iyileşme olasılığının belirsiz olduğunun altı çiziliyor. 

Kürt sorunu ile hukukun üstünlüğünün genel olarak kötüleşmesi arasındaki bağlantıyı kısa ve öz bir şekilde Erdoğan‘ın Aralık 2020'de yaptığı bir konuşmada, “Yargı işine müdahale etmek bana düşmez, ancak Selahattin Demirtaş gibi bir teröristin sözde haklarını  korumayacağız” diyerek bizzat dile getirdiği aktarılan çalışmada, ekonomik krizin Erdoğan’ı yumuşatacağı yönündeki argümanın doğruluğunun da kanıtlanmadığı şu ifadelerle dile getiriliyor: 

“Türkiye, 2018 kur krizi ve ağır ekonomik yavaşlamaya rağmen yurtiçi ve yurtdışındaki agresif politikasını daha da artırarak sürdürdü. Kovid-19 salgınının ve derinleşen ekonomik krizin bedellerinin Erdoğan'ın temel hesaplamasını değiştirmesi olası değil ve eğer bir şey olacaksa da, azalan halk desteği karşısında yalnızca daha büyük bir iç baskıya yol açabilir.”

“Ne ABD ne de Avrupa Birliği (AB) Türkiye'yi Erdoğan'dan kurtaramaz; tüm dış eleştirilere karşı meydan okuyan biri (Erdoğan) olduğunu ortaya koydu” denilen çalışmada Türkiye demokrasisinin, Batı’dan dolayı değil Erdoğan yüzünden yaşam desteğine ihtiyaç duyduğu ve yalnızca Türklerin demokrasilerini yeniden canlandırabileceği ifade ediliyor, ancak yine de Biden yönetiminin, Türkiye'deki insan hakları ve sivil toplum aktivistleri için ABD'nin retorik ve maddi desteğini canlandırması gerektiğinin altı çiziliyor.

Çalışmada, “ABD Küresel Magnitsky Yasası kapsamındaki yaptırımlar gibi cezalandırıcı araçları daha az tercih etmeli ve sivil topluma destek, kamu diplomasisine yeniden yatırım ve desteğe yönelik retorik bir değişim gibi yapıcı araçlara daha fazla odaklanmalıdır“ ifadeleri de kullanılıyor. 

Türkiye'nin Rus S-400 hava savunma sistemlerini satın almasının iki ülke ilişkilerindeki başlıca sorun olmayı sürdürdüğüne işaret edilen çalışmada özetle şu ifadeler kullanılıyor:

“Trump’ın görev süresinin bitimine yakın onayladığı CAATSA yaptırımları her ne kadar en hafifleri olsa da savunma analisti Metin Gürcan’a göre yaptırımlar, Türkiye'nin savunma ithalatının yüzde 40'ını etkiliyor ve bu da üçüncü tarafları Türkiye ile işbirliği yapmaktan caydırabilir. Hemen yıkıcı olmasa da, bir veya iki yıldan fazla sürerse çok zararlı olabilirler. O halde genel olarak, yaptırımlar, ABD'nin konuyu ciddiye aldığını ve daha ileri gitmeye istekli olduğunu ifade etmek için Türkiye'ye bir uyarı niteliğindeydi; Türkiye’ye F-35'lerin satışının reddedilmesi ve genel programdan planlanan ihraç, bugüne kadar yapılan en önemli cezalandırıcı eylemler olmaya devam ediyor.” 

Çalışmada Biden’ın S-400’ler konusunda izlemesi gereken politika konusunda ise şu tavsiyelerde bulunuluyor:

“Bu nedenle Başkan Biden, Rusya ile tam bir müttefik olup olmayacağına veya Rusya ile ikili oyuna devam edip etmeyeceğine karar vermesi için Türkiye'ye baskı yapmalıdır. Ankara, NATO’nun S-400’le ilgili endişelerini görmezden geldi ve konuyla ilgili ABD’nin temel kırmızı çizgisini geçti. Türkiye NATO üyeliğine ve ittifak uyumuna değer veriyorsa, S-400'leri toplayıp, başka Rus sistemleri satın almamayı taahhüt ederek rotasını tersine çevirmelidir. Bu yönde bir karar verilinceye kadar ABD, Erdoğan'ın artık görevde kalmayacağı bir gün geleceğini bilerek ilişkiyi dondurmaya ve o zamana kadar temel kurumsal bağları korumaya çalışmalıdır.”

Çalışmada krizi azaltma çabasının bir parçası olarak, ABD’nin Türkiye’den gelen çalışma grubu önerisini yeniden gözden geçirmesi gerektiği de ifade ediliyor. 

“Erdoğan’ın Türkiye’nin savunma sanayii ve güç projeksiyon yeteneklerini geliştirmekten gurur duymasına karşın, bu sonuç Türkiye için çok zararlı olacaktır” denilen çalışmada şu ilginç noktalara da vurgu yapılıyor:

“Kongre şimdiye kadar Türk F-16 filosunun yenilenmesini engelledi ve Türkiye’nin F-35 programına katılımını engellemek için de baskı yaptı. Ancak Türkiye’nin askeri muharebe düzeninin neredeyse tamamı Batılıdır ve genellikle Amerika menşelidir. İlişkiler daha da kötüleşirse, rutin bakım ve yedek parça gibi mevcut faaliyetler için silah ihracatı ruhsatları iptal edilirse, Türkiye’nin askeri hazırlığı, askeri olarak aşırı genişlediği ve mali olarak sıkıştığı bu zaman diliminde çökecektir.”

Çalışmada S-400'ü satın alma kararının, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, silahlı kuvvetlerle ayrıntılı bir istişare yapılmadan verilmesinin, Erdoğan'ın hesaplarında iç siyasi ve ideolojik kaygıların üstünlüğüne işaret eden daha fazla kanıt sunduğu da öne sürülüyor.

Enerji konusunun, 2021'de alınacak büyük kararlarla Türkiye’nin stratejik uyumunu etkileyen bir diğer faktör olduğu da belirtilen çalışmada şu görüşler dile getiriliyor:

 “Türkiye’nin enerji ithalatına bağımlılığının farkında olan ABD bu durumu tarihsel olarak anlamış ve daha önceleri Türkiye’nin Kafkasya üzerinden Hazar Denizi kaynaklarını hem Türkiye hem de Avrupa pazarına ulaştırmak için bir güney enerji koridoru inşa etme çabalarını desteklemiştir... 

Akkuyu’da Rusya’nın inşa ettiği nükleer enerji santralinin 2023 yılında tamamlanması bekleniyor. Tamamlandığında, santral Rusya'ya Türkiye’ye gerçek bir nükleer seçenek sunabilir; Rusya, işleyişinden ve güvenliğinden sorumludur ve Türkiye ile ilişkiler ciddi şekilde bozulursa bu cephede üstü kapalı bir etkiye sahip olacaktır. ABD, Türkiye’nin Rusya’ya enerji bağımlılığını derinleştirme kararından pek memnun değildi, ancak Ankara ve Moskova siyasi ve askeri bağları derinleştirmeye başlayana kadar mesele ikincil kabul edildi.”

Akdeniz sahili ve Ortadoğu çevresinde meydana gelen pek çok vekâlet çatışmasının, bölgesel alev alma noktaları olasılığını daha az tahmin edilebilir kıldığı da belirtilen çalışmada, şu değerlendirme yapılıyor:

“Erdoğan, Türkiye'nin kendi başına bir güç olması gerektiğini düşünüyor ve daha iddialı, tek taraflı bir rota belirledi - 2016'dan bu yana askeri anlamda bu durum giderek daha da artıyor. Haksız bir şekilde Türkiye'nin aleyhine kurulan bölgesel bir düzeni düzeltmesi gerektiğini savundu ve bu anlamda temelde intikamcıdır... 

Yukarıda tartışılan stratejik enerji konularından bu bölgesel intikamcılığa en doğrudan geçiş Doğu Akdeniz'dedir. Anlaşılabilir şikayetleri olsa da, Türkiye’nin saldırgan taktikleri son yaşanan çatışmaların sebebi.” 

En son 2017'de yapılan yeniden birleşme görüşmelerinin çökmesiyle, Kıbrıs konusunda onlarca yıldır süren anlaşmazlığa da bağlı olarak Türkiye’nin ada açıklarındaki tartışmalı sulara bazen savaş gemileri eşliğinde sondaj gemileri gönderdiği ve düellolu askeri tatbikatları teşvik ettiğine de işaret edilen çalışmada, uluslararası petrol şirketlerinin sondaj çalışmalarının 2021'in ortalarına kadar askıya alındığı, ancak herhangi bir faaliyetin yeniden başlamasının bu yıl için olası bir parlama noktasını beraberinde getirebileceği ifade ediliyor. 

Neredeyse tek başına sabrıyla AB ve Türkiye arasında diplomatik kanalları açık tutmaya çalışan Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in bu yıl görevini bırakacağı ve Eylül'deki Almanya seçimlerinin tabloyu değiştireceği de ileri sürülen çalışmada, “Türkiye, Almanya'daki Türk diasporası ve Ankara ile yaşanan çok sayıdaki kriz göz önüne alındığında, seçim kampanyasında önemli bir sorun olacak ve bu tür endişeli iç kampanyalar, kısıtlı diplomatik manevralara nadiren yardımcı oluyor” deniyor.  

İdlib ve Kıbrıs'taki gelişmelerde Türkiye’nin daha derin müdahalelerde bulunmasının yanı sıra, Doğu Akdeniz’deki aktörlerden herhangi birinin Libya potasını karıştırması durumunda da Türkiye açısından yeni kriz alanlarının açılabileceğine işaret edilen çalışmada, “Türkiye veya Rusya Libya'da doğrudan bazı kayıplar yaşarsa, potansiyel olarak - en azından siyasi ve ekonomik açıdan - AB ve ABD'yi içine alan yeni bir krizi kolayca tetikleyebilir” deniyor. 

Suriye’nin son on yılın en kanlı ve en çetin çatışması olmaya devam ettiği ve ABD-Türkiye geriliminin ana kaynağı olduğu da belirtilen çalışmada çatışma ve bununla bağlantılı mülteci krizinin Türkiye'nin iç siyasetini derinden etkilediği, bu konuda ABD politikasına duyulan güvensizliğin de öfkeyi artırdığı ifade ediliyor. 

Suriye’nin hem doğusunda ve hem de batısında Türk-ABD ve Türk-Rus ilişkilerini derinden etkileyebilecek iki bariz alev alma noktası bulunduğu da belirtilen çalışmada, Erdoğan’ın Suriye'nin kuzeyinde, Türk idaresinde veya etkilenen bölgelerde yaklaşık 6 milyon insanın yaşadığı bir Sünni Arap-Türkmen kuşağını etkili bir şekilde yarattığı ifade ediliyor ve “Türkiye’nin intikamcılığı bir teori değildir; bu bir gerçektir” deniyor. 

Türkiye'nin kuzeydoğuda yapacağı herhangi bir askeri harekatın, ABD ve Avrupa'dan öfkeyi ve olası yaptırımları tetikleyeceğine işaret edilen çalışmada, Suriye rejimi ve Rusya'nın İdlib'e yönelik bir hamlesinin, Halep'ten beri görülmeyen ölçekte bir insani felakete ve muhtemelen Türk askeri müdahalesine yol açacağı belirtiliyor. 

Türkiye’nin uluslararası toplum tarafından haklı bir şekilde terkedilmesi ve Erdoğan’ın siyasi çaresizliğinin belirsiz sonuçlar doğurabileceği, ayrıca Türkiye-Yunanistan sınırında yeni bir mülteci krizi beklenebileceği de öne sürülen çalışmada özellikle muhtemel bir Rus saldırısının (Suriye) Rusya-Türkiye ilişkilerini baltalayabileceği, daha fazla S-400 satın alma veya başka bir savunma işbirliği şansını sekteye uğratabileceği ifade ediliyor. Çalışmaya göre Suriye, potansiyel bir alev alma noktası olma konusunda herhangi bir sıkıntı yaşamıyor. 

“Türkiye’nin ABD ve Avrupa ile ilişkilerinde daha derin bir yarık oluşturmadan 2021’i atlatması için ustalıklı diplomasi, biraz şans ve çok sayıda oyuncunun geri adım atmasını gerektirecek” denilen çalışmada ABD’nin bir şeyler değişene kadar Türkiye ile ilişkisini genel olarak dondurması öneriliyor. 

“Türkiye’nin dış politikasında değişimi getirebilecek konuların başında ise Türkiye ve Rusya’nın ayrıldıkları konulardan biri üzerine kavga etmeleri veya ekonomik krizin daha da derinleşmesidiri. Bu durumda Ankara taviz vermek zorunda kalır veya bir sonraki seçim siyasi değişim getirir” denilen çalışmada, “Nitekim Batı'daki pek çok kişi, Erdoğan'dan bir gün sonrasına hazır olmak bilinciyle işleri bir arada tutmayı umuyor... Ancak bizzat Erdoğan'ın Türkiye'yi gündem oluşturmaya zorlama alışkanlığı var ve bunu Doğu Akdeniz, Libya, Suriye veya Kafkasya'da gerginliği artırarak kolayca yapabilir. Bu yıl olayları yönlendirecek olan Erdoğan’ın eylemleridir. Saldırgan çizgisinin yurtiçi ve yurtdışında ağır bedelleri var, ancak siyasi zorunlulukları ve kişisel geçmişi, anlamlı tavizler vereceğine inanmak için çok az neden sunuyor“ deniyor. 

Erdoğan’ın taviz vermemesi durumunda her iki taraf için de daha sancılı yeniden düzenlemeler geleceğine işaret edilen çalışmada, “ABD, Ankara’nın iddiasına ve Erdoğan’ın Türkiye’nin geleneksel Batılı müttefiklerinin isteklerine çok az saygı göstererek bağımsız bir rota çizme ısrarına uyum sağlamaya devam etmek zorunda kalacak” şeklinde ifadeler kullanılıyor.  

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.