AB kuruluşundan geniş Orta Doğu analizi: ABD’den, Rusya’ya, Türkiye’den Kürtlere…

AB kuruluşundan geniş Orta Doğu analizi: ABD’den, Rusya’ya, Türkiye’den Kürtlere…

.

A+A-

Yanlışı ya da doğrusu ile ABD’nin Orta Doğu’dan çekildiği izlenimi verdiği bir yılı geride bıraktık. ABD ve NATO’nun bir geçiş planı ya da uygulanabilir bir bölgesel güvenlik koruması olmadan Afganistan’dan ani bir şekilde çekilmesi, bu durumun temel nedeniydi. Washington’un, 20 yıl boyunca Afganistan’da güvenlik ve yeniden yapılanma için harcadığı trilyonlarca dolarlık çabayı iptal etme ve kesmeye hazır olması, Orta Doğu’daki müttefiklerini endişeye sokmuştu. Biden yönetiminin, Afganistan dışında Orta Doğu’daki müdahalelere sırtını çevireceğine dair söylemleri ise müttefikler arasında rahatsızlığı daha da artırdı.

NATO Karargahında Gelişen Güvenlik Sorunlarından Sorumlu eski Genel Sekreter Yardımcısı Jamie Shea, Avrupa Birliği’nin politika analizi ve düşünce kuruluşu Friends of Europe’da ele aldığı analizinde, “Orta Doğu: Yerlilerin adım atma zamanı mı?” başlıklı kapsamlı bir analiz hazırladı. Shea, 2021 yılı çerçevesinde, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ile başlayan ve Orta Doğu’ya olan ilgisinin azalması ile devam eden süreci, bölgede son bir yılda gelişen olaylarla birlikte kapsamlı bir şekilde ele aldı. 

ABD’nin Orta Doğu’ya ilgisinin azaldığı izlenimi bu durumu tetikleyen diğer faktörlerden biriydi. Öncelikle Irak’tan güçlerini çekeceğini açıklayan Washington, Irak parlamentosunun, askerlerin tamamen çekilmesi yönündeki kararını da görmezden geldi. ABD birlikleri bu süreçte, eğitme görevinin çoğunu NATO’ya devredecekti. Ayrıca Irak’ta geriye kalan IŞİD hücrelerinin yok edilmesi görevi de Irak güçleri ve beraberindeki milislere devredildi.

Yanı sıra Peşmerge Güçlerine… Tıpkı ABD’nin Suriye’de bu görevi yerine getireceğine güvendiği Kürtler ve benzer şekilde motivasyonunu Rusya ve Suriye güçlerinin İdlib’de geriye kalan Esad karşıtı muhalefet güçlerini aşmasını engellemede yatıran Türkiye gibi.

Biden yönetimi şimdiye kadar İsrail-Filistin barış süreci için de harekete geçmedi. Daha önce Trump tarafından Filistin yönetimine kesilen bazı fonları da geri verdi. Ancak İsrail yönetiminin bu süre içerisinde Golan Tepeleri ve Batı Şeria’daki genişleme politikasına da sessiz kalmayı tercih etti. 

“Önceki ABD yönetimleri Orta Doğu’da süregelen krizler nedeniyle dış politikadaki hedeflerinden sapmıştı”

İnsan haklarına odaklanan Biden yönetimi diğer yanda, Yemen’deki İran destekli Husi milislere karşı kullanılan saldırı teçhizatlarını Suudi Arabistan’a tedarik etmeyi bıraktı. Ayrıca Lübnan’daki derin siyasi ve ekonomik krizi, büyük ölçüde Fransa, Avrupa Birliği (AB) ve uluslararası finans kuruluşlarına bıraktı. Göreve gelmesinin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, yeni ABD yönetiminin Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde büyükelçiliğinin olmaması, Ortadoğu’daki düşük potansiyelini gözler önüne seriyor.

Öte yandan ABD’nin bu potansiyeli, çok fazla abartılmamalı. ABD her şeye rağmen hala, Bahreyn’de bir deniz üssü ve Katar’da büyük bir hava üssü ile bölgedeki askeri varlığını büyük ölçüde koruyor. Ayrıca ABD’ye ait savaş gemileri Hürmüz Boğazı’nda İran’a karşı devriye geziyor ve İsrail’in güvenliğine olan bağlılığını her zamanki gibi sürdürüyor.

Washington’un gerçekte Orta Doğu’daki dış politika listesinin başında İran’ın nükleer dosyası yer alıyor. Trump, 2018'de ABD'yi Ortak Kapsamlı Eylem Planı'ndan (JCPOA) çektikten sonra, göreve gelen Biden yönetimi anlaşmayı diriltme uğraşına girdi. İran ile diğer beş imzacı güç arasında AB'nin arabuluculuğunda yürütülen müzakereler, geçen yılın büyük bölümünde Viyana'da uzadı. ABD ve İran bu süreçte doğrudan için bir araya gelmeyi tercih etmedi. Ayrıca yeni İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi döneminde, ABD’nin anlaşmadan çekildiği günden bu yana uranyum zenginleştirmede kayda değer bir hız yaşandı. Tahran yönetimi nükleer işleme faaliyetlerinde taviz vermeden önce İran'a yönelik tüm yaptırımların kaldırılmasını talep ediyor. 

“Biden, diğer seleflerinin düştüğü tuzağa düşmeme konusunda kararlı”

Bütün bu gelişmeler bir yana Biden yönetimi diğer seleflerinin düştüğü tuzağa düşmeme konusunda kararlı. ABD geçmişten bugüne Orta Doğu’daki krizlerden dolayı küresel dış politika hedeflerinden sürekli sapmıştı. Clinton yönetimi, dış politikadaki güvenilirliğini İsrail-Filistin ihtilafını çözmeye harcayarak, Oslo’daki barış antlaşmaların başarısına vurgu yapmıştı. Bush yönetimi döneminde Eylül saldırıları ve Irak savaşı döneme damga vurmuş ve Trump yönetimi ise İran’a karşı İsrail ve Basra ülkelerine verdiği desteği ikiye katlamıştır.

Ancak bu seferki ABD yönetimi, Çin’in Hint Pasifik’teki etkinliğine ve aynı zamanda Rusya’nın Doğu Avrupa’daki siyasetine odaklanmaya kararlı görünüyor. Örneğin Pentagon, Ocak ayının başında Rus güçlerinin Ukrayna sınırına yığınak yapmaya başlamasıyla, ABD uçak gemisi USS Harry S. Truman ve güdümlü füze destroyerini Doğu Akdeniz’e konuşlandırmaktan çekinmedi.

“Washington, Orta Doğu’daki etkisizliği diğer güçlerin harekete geçmesine alan açtı”

Kuşkusuz ABD’nin Orta Doğu’ya bu kadar müdahil olma nedeni, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra petrol arzını güvence altına alma isteğiydi. Fakat bu politika, ABD'nin dünyanın en büyük konvansiyonel olmayan fosil yakıt üreticisi ve büyük bir sıvılaştırılmış doğal gaz ihracatçısı haline gelmesinin ardından çarpıcı biçimde değişti. Artık yenilenebilir ve yeşil enerjiye doğru giden bir politika hükümdarlığına doğru bir evrilme hakim.

ABD’nin Orta Doğu’daki görünürlüğünün azalması bölge ülkeleri için bir ilk ve kafa karıştırıcı bir durumdu. ABD, Basra Körfezi’ndeki askeri üsleri ve tatbikatları ile Arap ülkelerine güvence sağladı. 

Washington’un Orta Doğu’da bulunmasına rağmen, bölgeye olan ilgisinin azalması, diğer güçlerin harekete geçmesine alan açtı. Rusya, Suriye’ye müdahalede bulundu ve Akdeniz kıyılarında kalıcı hava üsleri inşa etti. Aynı zamanda Hem Suriye’ye hem de Libya’ya paralı askerler gönderdi ve Mısır ile Sovyetler zamanından kalma ilişkilerini yeniden güçlendirmeye çalıştı. Öte yandan Moskova, Sudan ile liman tesisi görüşmelerini sürdürmeye devam ediyor. 

Diğer yanda İran, Yemen’de Husileri ve Lübnan’da Hizbullah’ı desteklerken, Suriye ve Irak’a vekil güçler gönderdi. Türkiye, Kürtlerle savaşmak için Suriye’nin kuzeyi (Rojava) ve Kürdistan Bölgesi’nin kuzeyine müdahale etti. Rusya ve İran’ın yaptığı gibi Türkiye’de Libya’ya kendi isteklerini yerine getirmek için vekil güçler gönderdi. Çin’in bölgede artan rolü daha az görülse de petrol ve gaz üretimine yönelik yatırımlarını artırarak Orta Doğu hidrokarbonlarının en büyük ithalatçısı haline geldi. 

“Türkiye yüzünü Avrupa’ya karşı bir zamanlar boykot ettiği Orta Doğu’ya döndü”

Orta Doğu halkları, ABD’nin bu ilgisizliği karşısında artık daha fazla oyuncuyla, daha az öngörülebilir ve değişken ilişkilerle çok daha karmaşık bir satranç tahtasının üzerinde duruyor. Bu durum bölgedeki herkesi, geleneksel ittifakları ve ortaklıkları terk etmeye ve oyundaki çıkarlarını yeniden düşünmeye itiyor. Her şeyden önce Orta Doğu’nun bu yeni realitesi, bölgedeki devletleri Washington’dan sinyal beklemek yerine, kararları kendi tekeline almaya ve hızlı hareket etmeye zorladı.

Orta Doğu’daki bu yeni realite, etkisini göstermiş gibi görünüyor. Bir zamanlar Beşar Esad’ı, kendi halkını katletmek ile suçlayıp, asla görüşmemek üzere yeminler eden Birleşik Arap Emirlikleri, Şam büyükelçiliğini yeniden açma kararı aldı. Libya’da eski diktatör Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam Kaddafi, ertelenen seçimlere cumhurbaşkanlığı adaylığını koydu. 

Bu reel politikaya Türkiye’yi de örnek gösterebiliriz. Türkiye, bir zamanlar Müslüman Kardeşlerin rolü üzerinde etkileri ve siyasi İslam’dan dolayı boykot ettiği Orta Doğu ülkeleri ile yeniden ilişki kurdu. 

BAE’deki büyükelçiliğini yeniden açan Ankara, ticari ilişkiler üzerinde bir dizi yeni anlaşmaya da imza attı. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Muhammed Mursi hükümetini devirdiği için iletişim kanallarını kapattığı Sisi hükümetine yıllar sonra kapılarını yeniden açtı. Çok değil, daha geçen hafta Erdoğan, Şubat ayında Suudi Arabistan'ı ziyaret etme planlarını açıklayarak, Suudi istihbarat ajanlarının 2018'de İstanbul'da Suudi muhalif Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinden bu yana, iki ülke arasında uzun süredir devam eden kan davasını bir kenara bıraktı. 

Filistin davasına uzun süredir verdiği destekle bilinen Erdoğan’ın İsrail baltasını gömdüğü bile konuşuluyor. Erdoğan’ın diplomasideki ani değişimleri artık – insan hakları şartlarının hiçe sayıldığı - hızlı ekonomik kazanımlar umuduna dayandığı yaygın olarak biliniyor. Türkiye ekonomisi, yerel para biriminin değer kaybetmesi ve enflasyonun %’36’ya çıkması ile hızla yokuş aşağı gidiyor. Erdoğan bu duruma çare bulmak için kendisine daha katı olan Batılı ülkeler yerine, yüzünü Basra Körfezi ülkelerine döndü.

“Diğer ülkeler de asgari maliyetle, demokratik kurumlara karşı harekete geçme zamanının geldiğine karar verdi”

Ortad Dğu’daki bazı kritik geri dönüşler ise Körfez’de yaşandı. Geçen Aralık ayında, BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı, Cumhurbaşkanı Reisi ile Körfez’deki deniz güvenliğini görüşmek üzere Tahran’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Ayrıca Suudiler, 2018’de diplomatik ilişkilerini kesmesinden bu yana ilk kez İranlılarla Bağdat’ta gizlice bir araya geldi. Ayrıca, Müslüman Kardeşler ve radikal İslamcı hareketlere verdiği destek nedeniyle Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) tarafından uzun zamandır dışlanan Katar’ın bu örgüte dönüşüne yeniden izin verildi. Ayrıca KİK’in uzun zamandır ertelediği birleşik toplantısını gerçekleştirmesi ile Suudi Prensi Muhammed Bin Selman, bu durumdan istifade Cemal Kaşıkçı cinayeti ile sarsılan imajını yeniden inşa etmek için KİK üyesi ülkeleri önceden ziyaret etti.

Bu yeni realitede, krizlere karşı Ortadoğu zihniyetini devreye sokanlar sadece Bin Selman, Erdoğan veya Esad gibi otoriterler değil. Diğer bölgelerdeki ülkelerde (Sudan, Tunus…) demokratik kurumlara karşı minimum maliyetle hareket etme zamanlarının geldiğine karar verdi. Tunus Devlet Başkanı Kays Said, geçen Temmuz ayında olağanüstü hal ilan ederek, seçilmiş parlamentonun yetkilerini elinden almak için bir darbe gerçekleştirdi. Amacı, Nahda Hareketi içindeki ılımlı İslamcılar da dahil olmak üzere siyasi İslam'ı açıkça etkisiz hale getirmekti. Sudan’da eski Cumhurbaşkanı Ömer el Beşir’in devrilmesinin üzerinden 3 yıl geçtikten sonra ordu, partiler ve Başbakan Abdullah Hamduk arasında yapılan güç paylaşımı anlaşmasını bozdu ve darbe ilanını duyurdu. 

Bu ülkelerde otoriter yönetimlerini ilan eden ve komşularına karşı konumlarını desteklemek için taktiksel manevralar yapan güçlü liderlerin görüntüsü, muhtemelen çoğu gözlemcinin yeni süreç için umduğu bir şey değildi. Araplar, İranlılar ve Türkler arasındaki diyaloglar ve pratik işbirliğinin önünde duran engeller kalkıyor olsa bile, henüz yeni pragmatist ruhun bölgedeki krizlerden herhangi birine çözüm bulduğu söylenemez. 

Bu ülkeler, Afganistan’da tırmanan insani krize yanıt veremedikleri gibi Taliban yönetimindeki yeni Kabil yönetimi ile nasıl ve hangi koşullar altında çalışacaklarına da karar veremediler. Ayrıca yeni rejimi tanıma yoluna da gitmediler. Dahası İran destekli Husilerin, Suudi Arabistan’a silahlı insansız hava araçları ve roketler ile saldırması ve Aden Körfezi açıklarında BAE kargo gemilerini kaçırmasıyla, Yemen’deki çatışmalar hiç olmadığı kadar sert ve uzun geçiyor. Bölgede yaşanan insani kriz ve çatışmaların sonlanmasına dair bir çözüm için henüz bir adım atılmadı.

“Arap devletlerinin birbirlerine karşı oynaması muhtemel”

Lübnan’da hükümetin aylardır müzakere yolunu tercih etmemesi ve Hizbullah’ın, Beyrut’taki patlamayı soruşturmakla görevli yargıcın görevden alınması çağrısı ile başlayan çatışmalar derin bir krize kapı açıyor. Libya’daki seçimlerin ertelenmesi de bölgedeki krize ayrı bir darbe indirdi. Son olarak Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Ramallah’taki Filistin hükümeti, seçim süresinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen yasadışı bir şekilde görevde kalmayı sürdürüyor. 

Araplar ve bölgedeki diğer ülkeler artık, Ortadoğu’nun kalbinde yanan bu krizleri çözmek için bir sorumluluğa sahiptir. Şuan için bir işbirliği ruhu veya Orta Doğu’nun gelecekteki güvenliğini korumaya dair büyük bir vizyon yok. Zengin ülkeler, BAE’de sürmekte olan Dubai Expo veya Katar’ın Dünya Kupası turnuvası ile kendilerini tanıtabilirler ancak bir çatışma ortasında istikrar adası olmayı amaçlamak başarılı bir dış politikanın kanıtı değildir.

Güvenlikleri için yıllarca ABD, Rusya ve Avrupa’ya bel bağlayan Arap devletleri artık kendilerine güvenmenin acı gerçeği ile yüzleşecek. Bu sorumlulukla birlikte inceleme ve soruşturmaların da geleceği aşikar. 

Bütün bunlara ek olarak bölgedeki ülkelerin dış müdahaleleri henüz bir çözüme kapı aralamadı. Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi, sınırlarının dışında veya içinde Kürtlerle uzlaşmasına olanak sağlamadı. Suudi Arabistan ve BAE’nin Yemen’e müdahalesi yalnızca insani durumu daha da kötüleştirdi. Lübnan başbakanının 2020’de Suudiler tarafından gözaltına alınıp tutuklanması ve komşusu Suriye’den gelen mülteciler ile durumu iyice kötüleşen ülkeyi istikrara kavuşturmaya yardımcı olmadı.

Rusya, Çin, İran ve Türkiye, Orta Doğu'dan ayrılan Amerikalılar ve Avrupalılar tarafından bırakılan boşluktan yararlanmak için acele ederken, Arap devletleri muhtemelen birbirlerine karşı oynanacak ve kendi köşelerine sıkıştırılacaklar.

“Bölgeye yardım bahanesi ile gelen güçler, ABD ve AB’nin oynadığı rolü oynayamazlar”

ABD ve AB, bölgedeki çatışmalar, yerel halkın nankörlüğü ve karmaşadan dolayı Orta Doğu’yu listelerinden çıkarmayacak. Bölgeye yardım bahanesiyle gelen ve sömürü düzenini sürdürecek olan güçler, ABD ve AB’nin tek başına oynayabileceği istikrar sağlayıcı rolü oynayamazlar. 

Washington ve Brüksel, bölgeye yalnızca yeniden yapılanma ve insani yardım yapmakla kalmıyor, aynı zamanda Arap devletlerinin KİK veya Arap Ligi gibi kurumlarını güçlendirmelerine de yardımcı oluyor. Bundan dolayı bölgede geçici ateşkesler yerine davranış biçimleri de göz önüne alınarak kalıcı anlaşmalar kök salmalıdır. 

Sonuç olarak, ABD ve AB’nin yeni Orta Doğu için, gözü dönmüş müdahalelerden uzak, hayal kırıklığına uğramış geri çekilme kararlarının ötesine geçen bir stratejiye ihtiyacı var. (Bölgenin acı gerçeklerini gören, demokratik güçleri destekleyen ve ekonomik-sosyal entegrasyonu teşvik eden bir strateji.)


⇔ Çeviri: PeyamaKurd 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.