1916 Kürt Tehciri ve İttihat ve Terakki’nin İskân ve Nüfus Politikaları (1913-1918)
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu yapısını köklü biçimde sarsan ve demografik dönüşümleri devlet eliyle hızlandıran bir dönemin adı oldu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC), 1913 Babıali Baskını ile elde ettiği siyasal iktidarı yalnızca yönetimsel bir araç olarak değil, Osmanlı topraklarında homojen bir “ulus-devlet” inşasının başlangıcı olarak değerlendirdi. Bu yeni ideolojik doğrultu, Türk olmayan unsurların farklı yöntemlerle tasfiyesini hedefliyordu: gayrimüslimler için yok etme ve sürgün, Müslüman topluluklardan Kürtler içinse zorunlu iskân ve asimilasyon politikaları.
Celal Temel’in 1. Dünya Savaşı Yıllarında 1916 Kürt Tehciri ve İttihat Terakki’nin İskân ve Nüfus Politikaları (1913-1918) başlıklı kapsamlı çalışması, bu sürecin boyutlarını belgelerle ortaya koymaktadır.
Temel, yalnızca Kürtlerin 1916’daki tehciri ile sınırlı kalmayıp, Osmanlı siyasal hayatında II. Meşrutiyet’ten itibaren yaşanan özgürlük arayışlarını, İTC ve muhalifi Hürriyet ve İtilaf Fırkası (HİF) arasındaki ideolojik ve örgütsel rekabeti de tarihsel bağlamı içinde değerlendirmektedir.
İTC’nin ideolojik dönüşümü, imparatorluğu Osmanlıcılıktan Türkçülüğe taşıyan sürecin merkezinde yer aldı. 1913 sonrası özellikle kongrelerde alınan kararlarla, imparatorluk toprakları içinde yaşayan uluslar iki gruba ayrıldı: Müslüman olmayanlar (Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Yahudiler) tasfiye edilecek, Müslüman olan Kürtler ise zorunlu iskân, sürgün ve asimilasyon politikalarıyla Türkleştirilecekti. Bu yaklaşım, ulus-devlet modeline geçişte bir tür “demografik mühendislik” olarak işledi.
1915 Ermeni Tehciri dünya kamuoyunda büyük yankılar uyandırmış, Osmanlı Devleti’nin imajı ağır eleştiriler almıştı. Buna karşın, hemen ertesi yıl 1916’da gerçekleştirilen Kürt tehciri neredeyse tamamen sessizlikle karşılandı.
Temel’in de dikkat çektiği gibi, Kürtlerin yaşadığı zorunlu iskân uluslararası gündeme taşınmadı; Kürtlerin Müslüman oluşu ve Batılı devletlerin stratejik hesapları bu sessizliğin en önemli nedenleri arasındaydı. Bu durum, Kürtlerin yaşadığı acıların görünmezleşmesine, tarihten silinmeye çalışılmasına yol açtı.
Tehcire dair tanıklıklar, bu sürecin bir kitlesel trajedi olduğunu gözler önüne serer. Açlık, soğuk ve hastalık yüzünden yollarda yaşamını yitiren çocuklar, annelerin kollarında açlıktan uyuklayan bebekler, tipilerin ve fırtınaların ortasında yığılıp kalan yaşlılar…
Hizanlı Kemal Feyzi’nin betimlemeleri bu felaketi güçlü bir dille aktarır: “Bosfor’un beyaz yalılarında sakiler kadeh sunarken, Kafkas’ın karlı ve buzlu eteklerinde memeleri üstünde yavrusu uyuklayan anneler, anne kucağında meme emen yavrular, açlıktan ve yokluktan yollanıyorlardı.”
Kürtçe bir deyim olan De welede xû davejin (analar çocuklarını bırakıp gidiyor) bu sürecin toplumsal hafızada nasıl sembolleştiğini açıklar.
İTC’nin Kürt kimliğini yok sayma ve asimilasyon politikaları yalnızca sürgünlerle sınırlı kalmadı; aynı zamanda sahte akademik üretimlerle de desteklendi.
“Dr. Friç” imzasıyla yayımlanan Kürtler: Tarihi ve İçtimai Tetkikatı adlı eser, aslında bir uydurma çalışmaydı. Habil Adem (İsmail Naci Pelister) tarafından kaleme alınan bu kitap, Kürtlerin Türk kökenli olduğu tezini işliyordu. Ancak “Dr. Friç” adında bir Alman akademisyenin var olmadığı ortaya çıkınca, Osmanlı-Alman ilişkilerinde küçük çaplı bir diplomatik krize dahi yol açtı. Bu olay, Kürtlerin kimliğini inkâr etme girişimlerinin nasıl aldatıcı yöntemlerle yürütüldüğünü gösteren çarpıcı bir örnektir.
Siyasal süreklilik açısından bakıldığında, İTC’nin mirası Cumhuriyet’in kurucu kadrolarına taşındı. İTC, Mütareke döneminde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Cumhuriyet’in kuruluşunda Cumhuriyet Halk Fırkası, ardından CHP olarak sürekliliğini korudu. HİF çizgisi ise Damat Ferit Paşa, Kazım Karabekir gibi muhafazakâr aydınların önderliğinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, ardından Serbest Cumhuriyet Fırkası; 1950’de Demokrat Parti; sonrasında Adalet Partisi, Anavatan Partisi ve günümüzde Adalet ve Kalkınma Partisi olarak varlığını sürdürdü. Böylece Osmanlı’nın son yüzyılındaki iki ana siyasal çizginin Cumhuriyet dönemine ve günümüze uzanan sürekliliği izlenebilir.
1916 Kürt tehciri, Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülüş sürecinde yalnızca bir demografik müdahale değil, aynı zamanda Kürt milletinin ulusal kimliğini hedef alan bir politikanın parçasıdır.
Bu tehcir, Kürtlerin tarihsel hafızasında derin bir yara olarak kalmış, aynı zamanda modern Türkiye’de uygulanan inkâr ve asimilasyon politikalarının erken evresi olmuştur.
Celal Temel’in çalışmaları, bu tarihsel gerçekleri belgeleriyle ortaya koyarak Kürt tarih yazımına önemli bir katkı sunmaktadır.

