Yaşam tarzı inanç sistemiyle belirlenir

Yaşam tarzı inanç sistemiyle belirlenir

Bir milletin “yaşam tarzı” o milletin inanç sistemiyle (inanma biçimi, amentüsü) belirlenir; bağlı bulunduğu dini, yönetim politikası, ekonomisi, halkın sosyal durumu ve eğitimi.

A+A-

John Kozy

Fransızlar, 1789 Devrimi sürecinde, genel anlamda din olgusunu, özel anlamda ise Katolik inancını yok etmeyi düşündüler. Ancak, Napolyon 1801’de Papa VII. Pius ile Fransız Devriminin bu girişimine son veren bir Anlaşma imzaladı. Yine benzer bir şekilde, Ortodoks Rusya’da yüksek rütbeli papazlar/ piskoposlar Birinci Dünya Savaşı döneminde, her yerde baş gösteren savaş sürecinde Hristiyanlık/ Ortodoksluk için mücadele etmek yerine, siperlerde yer almak suretiyle, Hristiyanlığın Rusya topraklarında geçersiz olmasına çalışan Rusya Ordusunun zafer kazanması yönünde başarı dilemek için Tanrıya dua etmek üzere kutsal ikonları taşıyorlardı.

Rus Devrimi 1917’de gerçekleşince, yeni kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) dine yasaklama getirdi ve bütün Kiliselerin kapılarına kilit vuruldu. SSCB’nin dağılıp, Rusya Federasyonuna dönüştürüldüğü 1991’e gelindiğinde Kiliselerin kapıları yeniden açıldı ve Rusya Federasyonu halkları Ortodoks Mezhebine olan bağlılıkları gereği, ibadetlerini eda etmek üzere Kiliselere koşmaya başladılar.

Yine benzer şekilde, dini inançların ortadan kaldırılması yönünde atılan adımlar, az düzeyde bir başarıyla, dönemin Çin yönetimi tarafından atılmıştı. Bu durumda, insanoğlunun bir dini inanca/öğretiye olan bu bağlılık ideolojisine nasıl bir açıklama getirebiliriz?  sorusu gündeme gelir.    İnsanoğlundaki bu dinsel ideolojiye bağlılık duygusu o kadar güçlüdür ki, genel olarak erdem/fazilet olarak kabul edilir. İnsanlara “bilim/bilgi için ayaklan” öğüdü pek duyulmaz, ancak, “inancın için başkaldır” sloganı yaygın olarak geçerlidir. İnançların/öğretilerin gerçek bir zemine dayanmadıkları bilinir veya inançların asla bilinmeyecekleri iddia edilir. Bu yönde yapılan tavsiyeler aslında halkın kendisine sunulan dini öğreti konusunda bilinçlenmemesi ve cehaletinin de devam etmesi yönündedir. İnsanoğlunun bir dinsel inanca/öğretiye olan bu derece bağlılığı mutlak bir aptallık niteliğindedir. İnsanın herhangi bir öğretiye iman etmesi, aynı zamanda, yaşamını ne şekilde idame ettiğini de gösterir. 

 Bir milletin “yaşam tarzı” o milletin inanç sistemiyle (inanma biçimi, amentüsü) belirlenir;  bağlı bulunduğu dini, yönetim politikası, ekonomisi, halkın sosyal durumu ve eğitimi. Hiç kimse bir milletin dinsel öğretisini/inancını oluşturan bir uygulamanın/ritüelin diğer bir milletinkinden daha iyi olduğunu söyleyemez. Doğrusu, inanma biçimi/dinsel öğreti insanoğlunun hayatını idame etmesinde çokça belirleyici olmuştur. Öyle ki, insanoğlunun bilime dönük yüzü bile bir inanma biçimi haline gelmiştir. Bilim yalnızca sınırları açık olarak belirlenmiş öğrenme yöntemi gruplarından birisi haline gelmemiş, aynı zamanda, bilimin işleyiş metotları insanoğlunun muhtemel bütün sorunlarına bir çözüm yolu bulunacağı inanışı haline gelmiştir: Hristiyanlık inancında var olan, insanoğlunun Dünya’ya İkinci kez Geleceği inancı gibi…

Ancak, İnsanoğlunun Dünya’ya İkinci Gelişini destekleyecek kanıt henüz gösterilemedi. İnsanın yaşamını idame etmesinde, bilimsel düşünmeye dayalı karar alma süreci daha az belirleyici bir duruma gelirken, insanoğlundaki bir inanca iman etmesi hali daha rasyonel olan bilim yapmasında da itikat haline gelmiştir. Bilim yapma düşünce biçimi içi boşaltılmış bir yöntem ve dine hizmet eder hale gelmiştir. Günümüzde bilim insanları, neredeyse bilgi arayışı uğruna mücadele edecek düzeyde, ideolojik savaşların askerleri haline gelmişlerdir. Bilimsel çalışmaların bu tarzda yürütülmesi insanoğlunun çevresini saran doğayla uyumlu halde kalmasına ve barış içerisinde yaşamasına imkân sağlamıyor. İnsanoğlunun dinsel öğretiye/inanca olan bu derece bağımlılığından yakasını kurtarmaması halinde, Homo Sapiens, yani aklını kullanabilen bir varlık iken, hayatı dinsel öğretilere dayalı insansı bir tür olarak kalmaya mahkûm olarak yaşamaya devam edecektir.   

Ancak, insanoğlunun dinsel bir öğretiye/inanca olan bağımlılığından kurtulması pek mümkün görünmüyor. İnsanın dinsel bir öğretiye bu derece bağlılığı içgüdüsel olsa gerek. Doğrusu, insanoğlunun dini bir öğretiye bağımlılığını içgüdüsel olarak dikkate almak, yedi bin yıldan beri var olan itikadına/ inanmasına açıklama getirilmesinin tek bir yolu olabilir. Bu durumda, insanoğlunun yaptığı bütün dehşet verici eylemlerini, kişisel hataları sonucu olmasından daha ziyade, genellik arz eden karakteristik özelliklerinden dolayı gerçekleştirdiği anlaşılıyor.  İnsanoğlundaki bu aptallığı kendi özünden mi kaynaklanıyor, acaba? diye düşünebiliriz. İnsanın aslında farklılık arz eden dinsel inancı uğruna ayakta kalması, kötülük (ahlak kusuru) olmaktan daha ziyade bir erdem olup olmadığı pek açık değil. Gerçek olduğu bilinen bir durum için savaşım vermek en iyi bir eylem olsa gerek. İnsan topluluğu, insanoğlunun açıkça bildiği gerçek/doğru uğruna savaşım vermiyor; sadece doğru olduğuna inandığı şeyler uğruna savaşıyor ve bu olgu da aynı zamanda çifte ahmaklık oluyor. 

 İngilizce’den çeviren: Nizamettin Karabenk  

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.