Ömer Şeyhmus: Rojava’da ‘özerk yönetim’ diye bir şey kalmayacak

Ömer Şeyhmus: Rojava’da ‘özerk yönetim’ diye bir şey kalmayacak

Rojavalı Kürt siyasetçi Ömer Şeyhmus Rûdaw’a konuştu

A+A-

Haber Merkezi- Rojavalı Kürt siyasetçi Ömer Şeyhmus, Suriye istihbaratının Kürt partiler arasındaki çelişkileri iyi kullanarak Kürtlerin bu ülkede güçlü bir muhalefet olmasını engellediğini söyledi.

 

Türkiye’nin Efrin’e yönelik operasyonu sürecinde Rojava Özerk Yönetimi’ne Rusya ve Şam yönetimi ile anlaşma önerisinde bulunduğunu ancak karşı tarafın ABD ile ittifak nedeniyle bunu kabul etmediğini belirtti.

 

Halen İsveç’te yaşayan Kürt siyasetçi, önümüzdeki dönemde Rojava’da Özerk Yönetim’in ortadan kalkacağı öngörüsünde bulunarak Suriye hükümeti ile ortak yönetim önerisini yineledi.

 

Aynı zamanda Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) kurucu üyelerinden biri olan Şeyhmus, Rojava’daki Kürt hareketlerinin geçmişini ve burada yaşanan durum hakkında görüşlerini Rûdaw’a anlattı.

 

Siz Rojavalı bir siyasetçisiniz. Anılarınızda Nureddin Zaza, Osman Sabri ve Mahid Derwiş’ten “hocalarım” şeklinde bahsediyorsunuz. Onlar da Rojava’nın belirli siyasetçileri ama aynı zamanda aydın kimlikleri ile öne çıkıyorlar. Sizce yangisi ön plandaydı, siyasi kimlik mi aydın kimliği mi?

 

Her ikisi de diyebilirim. Osman Sabri hocamız aynı zamanda şairdir. Hamid Derwiş öğrenciydi. Nureddin Zaza da yazar ve aydındı ve o Suriye Kürt Demokrat Partisi’nin ilk lideriydi.

 

Siz 1957’de Rojava’da ilk Kürt siyasi parti olan Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’ni kurdunuz. Ama daha sonra “Kürdistan” ismini çıkarıp “Kürt” kelimesini yerleştirdiniz. Bunun sebebi neydi, Rojava’yı Kürdistan gibi görmemek miydi?

 

Hapisteyken partiyi kuran öncülerden biri de bendim. Tutukluyduk ve o zaman çok kapsamlı tartışmalarımız oldu. Suriye Kürdistanı’nın büyük Kürdistan’ın bir pası olduğu konusunda hemfikirdik. Bu tartışma götürmez tabi. İkincisi rejimin yıkılmasını talep ediyorduk. Her iki sloganın bizim açımızdan ağır olduğunu belirtenler vardı. Tartışmalar sonucunda partinin isminin Suriye Kürt Demokrat Partisi (PDK-S) olarak değiştirilmesine karar verdik. Fakat partinin ismi 1965’teki 2’inci kongrede değiştirildi.

 

Kürt partilerinin tarihinde en çok parçalanma Rojava’daki partiler arasında yaşandı. Bunun sebebi fikir ayrılıkları veya farklı çalışma tarzı mı yoksa Suriye hükümetinin Kürtleri parçalama politikası mıdır?

 

Birkaç farklı faktör vardı. PDK-S 1965’de ikiye bölündü. 1970’te parçalanmayı önlemek için Güney Kürdistan Devrimi’ne, Mele Mustafa Barzani’ye gidildi. Kongreye kadar birleşik bir yönetim kurulması kararlaştırıldı ama kongreye gitmeden üç ayrı parti şeklinde parçalanma yaşandı. Bundan sonra şireze koptu o üç parti kendi daha sonra 32 hizip ve örgüte dönüştü. Sebep elbette şahsi fikir ayrılıkları ve çalışma tarzının farklılığından kaynaklanıyordu. Fakat Suriye istihbaratı Muhaberat da özellikle Esed rejimi zamanında bu çelişkileri iyice kazımayı bildi. Bu şekilde Kürtlerin güçlü bir partiye ve dolayısıyla Suriye’de güçlü bir muhalefet haline gelmesine engel olundu.

 

1966 ile 1970 yılları arasında siyasetten uzaklaştınız. Bunun nedeni neydi?  

 

Bir grup Kürdistan Demokrat Partisi üyesi ile yurt dışı örgütlerinde birlikte çalışıyorduk. Biz daha çok sol çizgiyi savunuyorduk ve o zaman partiye yönelik eleştirilerimiz vardı. Partinin Kürdistan’ı işgal eden devletlerle ilişki geliştirmesine karşıydık ki o devletler Irak işgalci rejimine destek veriyorlardı. Bu yüzden partiden ayrıldım.

 

Peki Irak ile imzalanan 11 Mart anlaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Bence Kürt halkı açısından büyük bir kazanım ve başarıydı.

 

Suriye’deki Kürtlerin hakları için Esed yönetimi ile diyalog geliştirme gibi bir girişiminiz oldu mu?

 

Bildiğim kadarıyla Kürt hareketleri adına hiçbir resmi heyet gidip Suriye rejimi ile diyaloğa girmedi. Sadece dönem dönem toplum temsilcileri ve aşiret reisleri Şam’a gidip isteklerini sunmuşlar. Bu istekler kimliksizlere kimlik verilmesi ve Kürtçe kurslara izin verilmesi şeklindeydi.

 

Rojava’da Kürt diplomasisi diye bir olgu var oldu mu, özellikle de 1960’lardan sonra?

 

Hiç birimiz diplomasiyi okumuş, diplomasi çalışması yapmış değiliz. Bizler diplomasiyi parti veya devrim temsilciliği yaparken öğrendik, bu yüzden eksiklerimiz çok oldu. Yani parti temsilcilerimizin büyük çoğu profesyonel diplomatlar olmamıştır.

 

Şam’ın Kürtler için özgürlük isteyen hareketlerin tarihinde nasıl bir yeri var? Örneğin sizin de kurucuları arasında yer aldığınız Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Şam’da kuruldu.

 

Şam 1950’lerde yarı demokratik bir yönetime sahipti. Baas iktidara gelmeden önce ilerici bir kanat ülkeye hükmediyordu. Mamosta Hejar, Abdurrahman Zebihi gibi Rojhılat Kürdistanı’ndan Kürt devrimciler Şam’da yaşıyordu. Bedirhanlılar ki 1920’den beri buradaydılar Xoybûn’un kuruluşu ve Kürt basınına katkıları oldu. Şam Kürt siyasi ve kültürel hareketi için küçük bir teşkilat yuvası oldu. Daha sonra Mama Celal (Celal Talabani), Cemal Nebez, Kemal Fuad ve İzeddin Musfata Resul gibi Güney Kürdistan’dan siyasetçiler de oraya göç etti. Onlar da PDK-S’nin kurulmasına yardımcı oldular.

 

Kendinizi radikal bir solcu olarak tanıtıyorsunuz. Nasıl oldu da KYB’nin kurulması aşamasına ve “liberal” çizgiyi savunan bu partiye katıldınız?

 

Evet radikal solcuyum ama Kürdistani bir solculuk bu. Eylül Devrimi’nin başarısız olması Kürdistan’da büyük bir ümitsizlik yarattı. Farklı bir hareket kurup kırılan bu ümidi yeniden yeşertmeyi seçtiğim için YKB’ye katıldım.

 

Partinin ismini kim belirledi?

 

Mam Celal’in önerisiydi.

 

Peki neden KYB’den ayrıldınız?

 

KYB’ye katılmamın amaçları vardı. Bunlardan biri Eylül Devrimin yenilgiye uğramasının ardından Iraklı Kürt devrimcilere yardım etme arzusuydu. 1986’da artık benim yardımıma ihtiyaçları kalmadığı kanaatine verdım. Ayrıca parti içerisinde bir takım yolsuzluk ve yargısız infazlar olduğunu gördüm. Fakat asıl sebep bir şirket adına Irak’tan Londra’ya para aktarma meselesiydi. Başarılı olmamasından beni sorumlu tuttukları için KYB’den ayrılmaya karar verdim.

 

Rojava ve Suriye’deki mevcut durumu kısaca nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Özetle herkes Beşar Esed rejiminin çabuk yıkılacağını bekliyordu ama olmadı. Neden, çünkü Ruslar ve İranlılar Esed’e yardım etti. Suriye’de rejimi yıkmak için büyük çaba harcayanlar ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dı. Bu da Suriye’deki krizin aynı zamanda bölgesel bir kriz olmasını sağladı. Bu durum Rusya ile ABD arasında da büyük soruna neden oldu. Libya’da Muammer Kaddafi iktidarının yıkılmasının ardından Rusya ve Çin, batılıların kendi arzularınca Ortadoğu’da iktidarları yıkmasına müsaade etmeyeceklerini söyledi.

 

Bu bir yönü, diğer yönü de Türkiye Rojava’da Kürtlerin bir statü sahibi olmasından çok korkuyor. Çünkü Güney Kürdistan’da oluşan statüyü hiç hazmedemedi ve kendisi açısından büyük bir tehlike olarak görüyor. Fakat Saddam rejiminin devrilmesi ile durum emir vaki olduğu için bundan büyük kazanç sağlamayı denedi. Kürdistan Bölgesi ile güçlü ekonomik ilişkileri var. Diplomatik ve siyasi ilişkileri de var olmasına rağmen alttan alta bu statünün varlığından rahatsızlık duyuyor. Bu yüzden Rojava’da da benzer bir statünün kurulmasını engellemek istiyor. Çünkü bu gelecekte onlar açısından Türkiye’deki Kürtler açısından da bir tehlike unsuru oluyor.

 

Peki bu durumda PKK faktörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Elbette Türkiye 1984’te PKK’nin silahlı mücadeleye başlamasını kendisi açısından büyük bir tehlike olarak gördü ve tüm gücünü PKK’yi tasfiye etmeye adadı ama bunu başaramadı. Çünkü PKK Kürt halkının meşru haklarından bahsediyordu. Türkiye sorunu barışçıl yollarla çözebilirdi. Turgut Özal ve Erdoğan döneminde adımlar da atıldı ama barış görüşmeleri sonuçlanmadan bitti.

 

Barış Süreci neden durdu?

 

Erdoğan’a çok yakın olan ve daha sonra ondan ayrılan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi dostlarına göre Erdoğan anayasayı değiştirip Türkiye’de siyasal sistemi başkanlığa veya “tek adam” rejimine dönüştürmek ve böylece iktidarını çok daha güçlendirmek istiyordu. Buna karşı çıkan HDP’nin seçimlerde yüzde 13 gibi bir oy alması Erdoğan’ı milliyetçi kanatla yani MHP ile ittifak yapmaya itti. Son dönemlerde Davutoğlu barış sürecinin sona erdirilmesinin arkasında Erdoğan’ın eli olduğunu iddia ediyor.  

 

Ama sürecin bozulmasına neden olan Suruç’ta polislerin öldürülmesi olayını PKK üstlendi?

 

Evet.

 

Öyleyse neden reddetmediler?

 

PKK’liler dünyaya güçlü görünmek için bunu yapmış olabilir. Negatif sonuçları olduğuna bakmadan da bunu yapabilirler.

 

PKK Kürdistan’ın her tarafında bir parti kurdu. Rojava için de PYD’yi kurdu. PYD isminde “Kürdistan” ismine yer verilmediğini görüyoruz. Bu durumu PDK-S’deki “Kürdistan” isminin çıkarılmasına benzetmiyor musunuz?

 

PKK Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra parti ve organlarında “Kürdistan” ismini ikinci plana itti. Paradigmasının, ideolojisinin değiştiğini açıkladı. Milliyetçi bir bakışa sahip olmadığını ve “demokratik ulus” adını verdikleri teoriyi savunmaya başladı ki bilimsel ve teorik olarak da mümkün değil. Fakat Apo bunu farklı gerekçelerle formüle ederek “Mezopotamya halklarına barış ve kardeşlik getirebilirim” diyor ve dolayısıyla Kürtlerin ulus devlete ihtiyacı olmadığını savunuyor. 

 

Rojava’ya karşı yürütülen savaş Kürtlerin stratejik hatalarından mı kaynaklanıyor ya da dış faktörler o kadar güçlü de Kürtler mi karşılayamıyor?

 

İç ve dış faktörler birbirleri ile bağlantılıdır. Fakat aslında en büyük sorumluluk Kürt hareketlerin omuzuna düşüyor ve biz tarihte başımıza gelen felaketlerden ders çıkarmamışız. Aynı hataları tekrar ediyoruz. Çünkü biz ulusal çıkarların önüne hizbi ve zümre çıkarlarını koyuyoruz.

 

Kanton sistemi önerisinin size ait olduğu ve bunu desteklediğiniz söyleniyor. Bu doğru mu?

 

Hayır bu benim değil kendilerinin önerisiydi. Ben Suriye’deki Kürt bölgeleri için ademi merkeziyetçiliği önerdim. Çünkü Kürt bölgeleri birbirinden kopuk üç bölgeden oluşuyordu. Ama onlar kantonu daha uygun buldu.

 

Türkiye Fırat’ın doğusuna operasyon başlattığında Rojava yönetimi Rusya ve Suriye hükümetleri ile oturmayı seçti. Sizce bunu neden Efrin operasyonu döneminde yapmadılar? 

 

Türkiye Efrin’e saldırdığında onlara Ruslar ve Şam yönetimi ile anlaşmayı ve Suriye ordusunun sınırlara gelmesini kabul etmelerini önerdim. Fakat maalesef çok geç harekete geçtiler. Efrin elden gitti. Ama ilk günden bunu yapmış olsalardı bu kadar ağır kayıp olmazdı.

 

Yani şimdi sıfırdan mı başlayacaklar?

 

Hayır bulundukları konum sıfır değil. Suriye hükümeti eskisi kadar güçlü değil ve Kürdistan üzerinde eskisi kadar tehlike arz edemez. Fakat özerk yönetim diye bir şey kalmaz, Kürtlerin bölgeyi rejim ile birlikte idare etmesi gerekecek.

 

Kürdistan Bölgesi Başkanlığı ve Parlamentosu’nun tavrını nasıl görüyorsunuz?

 

Bu durumda tavırları çok yerinde ve doğrudur. Türkiye’nin saldırısına karşı tutum aldılar ve arabuluculuk yapmayı önerdiler. Kaldı ki Kürdistan Bölgesi geçmişte de Türkiye ile PKK arasında arabuluculuk yaptı.

 

PKK’nin tavrına yönelik eleştiriler var. Buna ne diyorsunuz?

 

Ben de PKK ve kuzey Kürtlerinin tavrını yetersiz buluyorum. Kendi kitlesi ile daha geniş bir tepki ortaya koyabilirdi. Newroz için Diyarbakır’da 2 milyon insanı bir araya getirenlerin bu durumda Ankara ve İstanbul’da insanları sokağa dökebilmeleri gerekiyordu. Kürt kentlerinde büyük gösteriler yapılarak hiç olmazsa Türkiye’yi bununla meşgul edebilirlerdi.

 

Rojavalı partileri birbirlerine yakınlaştırmayı amaçlayan herhangi bir çaba var mı?

 

Evet bir çaba var ama maalesef birbirlerine yaklaşmıyorlar. Çünkü hizbi düşünüyorlar. Ben bir halk kongresi kurulmasını, kongrede bir heyet oluşturulup parti ve hareketlerle görüşme yapılmasını önerdim.

Bu röportaj ilk olarak Rûdaw’da yayınlanmıştır.

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.