Yeni Yıla Girerken Irak’ın Ahvalı

Yeni Yıla Girerken Irak’ın Ahvalı

Kürdler; Irak’ın ihanet yüklü tarihi ve son yaşanan gelişmelerden ders çıkararak parti ve liderlere yatırım yapmak yerine ulusal çıkar ve temel kazanımlarına yüklenmek zorundadır. Bu tercih değil, olmazsa olmaz kabilinde bir zorunluluktur.

A+A-

 

Nizamettin Taş

Irak Başbakanı Adıl Abdulmehdi, gösterilerin yol açtığı iç, dış baskılara daha fazla dayanamayarak istifa etmek zorunda kaldı.

Adıl Abdulmehdi Kürdlere yakın duran bir siyasetçiydi. BAAS diktatörlüğüne karşı geliştirilen direniş yıllarında uzun bir dönem peşmergenin yanında kalmış, ömrünün bir kısmını Kürdistan dağlarında geçirmişti.

Adıl Abdulmehdi; Mele Bahtiyar’ın deyimiyle ‘uzlaşmanın değil, uzlaşmamanın’ başbakanıydı. Hükümet kurma yetkisine sahip partilerden hiçbiri diğerine taviz vermek istemediği için, zorunlu olarak görece daha uzlaşmacı ve herhangi bir tarafın desteğini çekmesi halinde rahatlıkla istifa etmek zorunda kalacak zayıf bir başbakanda karar kılınmıştı. Doğrusunu isterseniz Adıl Abdulmehdi’nin arkasında Kürdlerin dışında hiçbir partinin güçlü desteği yoktu. Kısa süren başbakanlığı döneminde hiçbir icraatına ortam sunulmadı, tersine hükümeti felakete sürüklemek amacıyla sabote edici her pratiğe başvuruldu.

Adıl Abdulmehdi; Kürdler açısından ilk ve muhtemelen son bir fırsattı. Mevcut Iraklı siyasetçiler arasında yakın ve orta vadede Abdulmehdi gibi Kürd sorununun çözümüne yatkın ve çaba gösterebilecek herhangi bir parti lideri görülmemektedir.

***

Kürdler; Irak’ın ihanet yüklü tarihi ve son yaşanan gelişmelerden ders çıkararak parti ve liderlere yatırım yapmak yerine ulusal çıkar ve temel kazanımlarına yüklenmek zorundadır. Bu tercih değil, olmazsa olmaz kabilinde bir zorunluluktur.

Abdulmehdi gibi nispeten tarafsız ve uzlaşmacı bir konumda bulunan bir başbakanın yönetimine dahi tahammül göstermeyen Irak’ta yakın planda istikrar sağlamak oldukça zordur. Yaşanan sorunlar ve kontrol altına alınamayan gösteriler karşısında, hemen tüm Şii partilerinin çözüm yöntemi olarak demokratik sistemden vazgeçerek Saddam Hüseyin benzeri bir diktatörlüğü önermeleri, Irak’ta istikrar ve düzenin neden kısa vadede sağlanamayacağını çarpıcı bir tarzda kanıtlamaktadır. Diktatörlüğün yeniden tesisini sünni Araplar dahi önermezken, şii partilerin en ufak bir karmaşa karşısında panikleyerek tiranlığa heves etmeye kalkışmaları, demokrasi ve ulusal bilinçten ne kadar uzak ve bihaber olduklarını acı bir şekilde hatırlatmaktadır. Binlerce yıldır iktidar deneyiminden uzak tutulan şii partilerinde akıl almaz bir yönetim basiretsizliği yaşanmaktadır. Akıl tutulmasına yakalanan şii partileri kendi sonlarını getirecek ve iç savaşa yol açacak çelişki ve çatışma ortamında debelenmekten adete haz almaktadır. Ateşe koşan kelebekler misali, geleceklerini karartacak belirsizliğe, kendinden geçerek dalmakta herhangi bir beis görmeyen Iraklı şii partiler ve önde gelen siyaset erbabı, durumun vehametini anlayıp sorumlu davranacağına, tarihte meşhur olan Arap palavracılığının bir tekrarını yaşayarak birbirlerini tehdit etmek ve meydan okumaktan başka davranış göstermemektedir.

Şiiler aslında ihanet ve güdülmekten ibaret olan tarihlerine yakışır tarzda davranmaktadır. Şaşırtıcı olan yaptıkları değil, binlerce yıllık deneyime rağmen ihanet ve hizipçilikten vazgeçmek için hiçbir çaba göstermeyerek, ne kadar beceriksiz ve yetenekten yoksun kaldıklarını adeta bilerek ve isteyerek sergilemekten zevk almalarıdır. Şii partilerin pratiğine, lümpen ve yozlaşmış davranışlar damga vurmaktadır. Rakip gördükleri partilerin kuyusunu kazmak için kendi ve ülkelerinin mahfına yol açsa dahi her türlü ihanet ve boşa çıkarıcı ayak oyunlarını geliştirmekte hiçbir sakınca görmemektedirler.

Irak’ta; Araplar, binlerce yıldır sergiledikleri ihanet ve debelendikleri kısır döngüden en ufak bir ders almadan “tarih tekerrürden ibarettir” özdeyişini kanıtlamanın peşinde koşmaktadır. Aynı mezhebe mensup olmalarına rağmen siyasette deha olan Farsların bile Iraklı Şii Araplar üzerinde etkide bulunmadığı anlaşılmaktadır. Mevcut tablo, Iraklı şiilerin, Farslardan politika ve yönetim sanatını öğrenmek yerine, genlerine işleyen Arap ihanet geleneğinin kötü bir kopyası olmakta çakılıp kaldıklarını göstermektedir. Tarihleri fitne, ihanet ve yenilgiden ibaret olan Iraklı Şii Arapların yönetim kabiliyetleri bakımından hiçbir yeteneğe sahip olmadıkları, geçmişte olduğu gibi şimdi çok daha pervasızca kısır döngü içerisinde hizipçilik yaparak kendilerini tüketmekten başka maharet göstermediklerine şahitlik etmekteyiz.

Uzaktan bakıldığında akıl almaz gibi görünen bu basiretsiz durum, Şii Arapları yakından tanıyanlar açısından hiçbir biçimde şaşırtıcı değildir. Şii Araplar bir bakıma iğdiş edilmiş, içlerine ekilen fitne ve düzenbazlıktan dolayı yönetimden dışlanarak iktidardan yoksun bırakılmıştır.

Hakaret etmek ve bir daha asla iflah olmaz gibi sığ ve diyalektik mantığa aykırı bir yargıya varmak amacıyla değil, lakin lanetli geçmişlerine sinmiş bu hizipçi geleneğin kolay ve kısa zamanda aşılmasının hayli zor olduğunu belirtmek açısından Iraklı şiilerin tarih boyunca şekillenen güvenilmez, zorda kaldıklarında her türlü ihanete meyilli karakterleri ile ve özellikle de Kerbela’daki uğursuz rollerinin mutlaka bilinmesinde fayda vardır.

Kerbela’yı anlatan bir kitapta hatırladığım kadarıyla, Hz. Ali ile Muaviye ve daha sonra oğulları arasında baş gösteren iktidar savaşında Necef havzasında yaşayan Arapların Hz. Hüseyin’e haber göndererek Irak’a gelmeleri halinde kendilerine ölümüne bağlı ve her türlü desteği vermeye hazır oldukları belirtilmekteydi. Iraklı Arapların ısrarlarına başlangıçta şüpheyle bakan Hüseyin, daha sonra iktidar savaşı ve ortam tehlikeli bir hal almaya başlayınca, ihtiyatı elden bırakmadan gitmek zorunda kalmıştı. Hüseyin’in çevresi Iraklı Araplara güvenilemeyeceği konusunda durmadan telkinlerde bulunuyordu. Hüseyin sonuçta, tedbir amacıyla önden bir ekip göndermiş, kendisi daha sonra yola çıkmıştı. Yaptıkları plana göre önden gidenlerin izlenimlerine göre Hüseyin’in gidişi kesinlik kazanacaktı.

Hüseyin’i temsilen gelen ismini hatırlayamadığım yoldaşının Necefe geldikten sonra yaptığı ilk cuma hutbesine on binlerce kişinin katıldığı yazılmaktadır. Bu durumdan ziyadesiyle memnun kalan yareninin Hüseyin’e hemen gelmesi konusunda haber gönderdiği anlaşılmaktadır. Ne var ki, haberin yollanmasının hemen akabinde Emevilerin yaptıkları baskılar sonucu ikinci hutbede gelenlerin sayısının yarıya, daha sonra parmakla sayılacak bir orana düştüğü görülmektedir. Ali ve oğullarına ölümüne bağlı olduğunu öne süren Iraklı Arapların verilen rüşvet ve yapılan baskılara dayanamayarak saf değiştirmesinden cesaret alan Yezid’in, Bağdat valisinin talimatları sonucu daha Hüseyin yetişmeden arkadaşları katledilmiştir. Hüseyin’in durumdan haberdar olması çok geç olmuş ve zaten dönmeye fırsat verilmeden Kerbela’da yarenleriyle kılıçtan geçirilmiş, başıyla top niyetine oynanmıştır. Iraklı Şiilerin Ali, oğlu Hüseyin ve yarenlerinin katledilmesinde doğrudan sorumluluğu bulunmaktadır. En azından; söz verdikleri halde koruyamadıkları, en kritik esnada yalnız bırakarak ihanet ettikleri için sorumludurlar.

***

BAAS rejiminin henüz yıkılmadığı 2001 yılında Bağdat, Babil ve Şiilerin kutsal mekanlarının bulunduğu tüm merkezleri dolaşmıştık. Necef havzasında bulunan tüm kentlerde özellikle kadınların siyah giydikleri gözümüze çarpmıştı. Topluma egemen olan yas havasının Saddam diktatörlüğünden duyulan korku ve baskıdan kaynaklandığını sanıyorduk. Bunu rehberimize sorduğumuzda, tam tersine şiilerin, Kerbela katliamından bu yana  yas tutmak amacıyla siyaha büründüğünü söylemişti.

BAAS rejiminin şiilere zalimce davrandığını tartışmaya dahi gerek yoktur. Fakat şiilere sirayet eden ölü toprağını ve bundan sıyrılmakta zorlanmalarını sadece Saddam diktatörlüğüne bağlamak, Ali ve Hüseyin’in katledilmesindeki rolünü izah etmekten çok uzaktır. İhanetin utancını yas tutarak telafi etmeye kalkışmalarının anlaşılmayacak bir tarafı yoktur. Fakat Irak’ta son yaşanan olaylardan sonra Şii Arapların sadece Ali’ye ihanet etmekle yetinmedikleri, aynı zamanda yas tutmakta ve pişmanlık göstermekte çok samimi olmadıkları ve bunun bilinciyle yaşamadıkları görülmektedir.

***  

Iraklı Şiiler, Farsların tersine tarihten hiç ders çıkarmadan, geçmişte olduğu gibi fitne ve hizipçilik girdabında birbirlerinin kuyusunu kazarak, iktidar olma fırsatlarını giderek tüketmektedir. Yüzlerce yıl Sünnilerin gadrine uğrayan ‘mazlum’ Şiilerin referandum karşısındaki tutumları ve Kerkük savaşında Kürdlere karşı yaptıkları zülüm Saddam Hüseyin ve DAİŞ canavarlığından çok da farklı değildi. Aynı şovenist, saldırgan tavır ve Kürdlerin tüm kazanımlarını yok etmeye yönelik işgal girişimleri Kürdleri bölüp parçalayarak hayata geçirilmeye çalışıldı. Sünnilerin tarih boyunca kendilerine yaptıkları tüm baskı, katliam ve düzenbazlıkları şimdi Şii partileri Kürdlere karşı geliştirmek istemektedir.

Zulüm ile abad olunmaz; tıpkı Sünniler gibi Şiilerin Haşdi Şabi güçlerine dayanarak Kürdlere, Sünni Araplara ve son gösterilerde bizzat Şiilere karşı yaptıkları katliamlara devam etmesi halinde Irak devletinin kanlı iç savaş ve bir daha toparlanmasına imkan vermeyecek tarzda tamamen harap olmasını hiçbir güç önleyemez.

Iraklı Şii partilerin ne istikrarı sağlama ve ne de kendi iradeleriyle iktidar olma yetenekleri vardır.

Irak devletinin kaderini çoğunluğu elinde bulunduran Şiiler değil, Amerika ve İran arasında sürmekte olan güç savaşı belirleyecektir.  

Kürdlerin bu savaşta, Don Kişot gibi hemen İran İslam cumhuriyetine cephe alması, ilişkilerini kopararak düşmanlık yapmasının bir manası yoktur. Ancak Kürdler, saf tutmada tercihlerini İran ve yandaşlarının cephesinde değil, çıkar ve geleceklerini bağladıkları batı değerlerinin temsilcileri konumunda bulunan koalisyon güçlerinden yana koymak zorundadır.

Kürdlerin desteğini almayan hiçbir tarafın savaşı ve iktidar mücadelesini kazanma şansı yoktur. Kürdler; stratejik konumunu bu sefer iyi değerlendirmek zorundadır. DAİŞ örgütüne karşı verilen savaşta tüm dünyanın destek ve hayranlığını kazanan Kürdlerin, referandum, Kerkük ihaneti ve Rojava’da nasıl kaderine terk edildiğini unutmamak gerekir. Kürdler, hem Irak iç siyasetinde ve hem de ABD, İran kapışmasında öncelikle kendi kazanımlarını garantiye almak, geliştirmek ve hedefine ulaştırmak zorundadır. Kürdlerin nihai amacı referandumda kararlaştırdıkları gibi bağımsızlıktır. Ne ki, referandumda görüldüğü üzere bağımsızlık için şimdilik ne uluslararası ve ne de bölgesel koşullar müsaittir. Kürdlerin bağımsızlık hedefinden vazgeçmesi mümkün değildir, fakat bunun koşullarını şimdilik yakalayamıyorsa, o zaman konfedere Irak’tan yana tavır koymalıdır. Federasyonu işlevsiz bırakan Kürdler değil Irak’tır. Irak’ın boşa çıkardığı federal sistemi Kürdlerin yeniden istemesinin hiçbir mantığı ve geçerliliği yoktur. Kürdlerin asgari hedefi artık konfedere bir Irak’tır. Bu hedefi kim kabul ediyorsa Kürdlerin Irak’taki yeni müttefikleri onlardır.

Referandumun akamete uğraması ve Türk devletinin Rojava’nın bir kısmını işgal etmesinden dolayı Kürdistan’da karamsarlık havası egemendir. Fakat yaşanan tüm ihanet ve yıkıma rağmen, içinden geçilen koşullar, Kürdistan açısından, bağımsızlık hayallerinin tükendiğine değil, tersine, geçmişten çok daha ileri düzeyde, devlet kurma veya en azından konfederal bir sistemi kabul ettirme zeminin yakalandığına işaret etmektedir.

Her şeyden önce DAİŞ örgütüne karşı tüm insanlık adına kanını döken Kürdlere, devletler düzeyinde olmasa bile dünya halkları nezdinde muazzam bir sempati duyulmaktadır. Türk devletinin Rojava saldırganlığı karşısında batı kamuoyunda Kürdlerin ihanete uğradığı konusunda oldukça duyarlı bir tavır gelişmeye başlamıştır. Bugün artık halkların ağırlıklı bir bölümü insanlığın aslında Kürdlere minnet borcu olduğunu kabul etmektedir. Bu diyetin ödenmesi Kürdlerin devlet olma talebinin karşılanmasıdır. Ne var ki DAİŞ savaşı döneminde Kürdleri övgüye boğan devletlerin tavrı tam aksine olmuş, referandum döneminde Kürdistan’a sırt çeviren Amerika, daha sonra Türklerin Rojava işgaline yeşil ışık yakarak suç ortaklığı yapılmıştır.

Amerika’nın peşi sıra yaptığı bu ihanetten döndüğüne dair henüz güçlü emareler yoktur. Irak’ta İran ile zorlu bir mücadeleye giren Amerika’nın Kürd politikasında hala çok ciddi belirsizlikler bulunmaktadır. Trump başta kaldıkça ABD’nin politikasına bel bağlayarak adım atmanın hayli riskli olacağını belirtmeye gerek yoktur. Kürdlerin Amerika’nın yaklaşımı konusunda ihtiyatlı davranmasının anlaşılır nedenleri vardır. Fakat Ortadoğu’da ABD ve Rusya dahil hiçbir devletin yaptığı planlamaların olduğu gibi hayata geçmediği, kısa sürede aşılarak çöpe atıldığı ve esas itibariyle zorunlu şartların dayatmasıyla harekete geçildiğini unutmamak gerekir. Ortadoğu geçiş sürecini yaşamaktadır, hiçbir stratejinin daha uzun süre tutma şansı bulunmamaktadır. Bu açıdan Trump’ın tutarsız yaklaşımına bakarak ABD konusunda hemen olumsuz bir yargıya varmak doğru değildir.

Amerika’nın kaypak ve Avrupa’nın oportünist, çıkara dayalı yaklaşımlarına rağmen, tamamen terk etmek istedikleri Rojava’ya yeniden dönmek zorunda kalmaları, Kürdlerin geçmişte olduğu gibi haraç mezat satılamayacağını, bölgesel koşullar, yaşanan çelişki ve çatışmaların buna izin vermeyeceğini göstermektedir. Geçmişin tersine batının Ortadoğu’da İsrail ve Kürdistan’dan başka bir müttefiki yoktur. Kürdlere yapılacak her hainlik, bumerang gibi dönüp dolaşıp kendi çıkarlarını vurmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır. Kürdlerin bir kez daha satılması, sadece Amerika’yı temel üslenme merkezinden yoksun bırakmayacak, aynı zamanda hiçbir stratejik müttefiki kalmayan koalisyon güçlerinin Ortadoğu’da tutunamayarak, neticede tamamen terk etmesine neden olacaktır.

Amerika egemenlik mücadelesinde, Ortadoğu gibi stratejik bir coğrafyayı kaybetmek istemiyorsa, birçok açıdan İsrail’den daha fazla Kürdistan’a destek vermek zorundadır.

Batının referandum döneminde Kürdlere sırtını dönerek, Abadi gibi hırsız bir şaklabandan yana tavır koymasının artık hiçbir gerekçesi kalmamıştır. Amerika şayet Irak’ı terk edip gitmek niyetinde değilse, şu gerçeği bilmek zorundadır: Mevcut durumda Amerika’nın Irak’ta Kürdlerden başka kayda değer tek bir dostu yoktur ve İran saldırıya geçtiğinde saf değiştirecek güçlerin başında şu anda destek verdikleri ve yandaş bildikleri güçler olacaktır. Batı yanlış politika izlediği ve Kürdistan’da gerekli hazırlıkları yapmadığı için İran saldırıları karşısında Irak’ta tutunma şansına sahip değildir. İran sonuçlarından korktuğu için saldırmamaktadır, yoksa bir gece içerisinde tüm Amerikan askerlerini vurma ve Irak’tan çıkarma gücüne sahiptir.

Amerika düşmanlarının deyimi ile ya ‘Irak’tan kaçıp gidecek’ ya da Kürdistan’ı temel üs merkezi haline getirecektir. Bunun başka alternatifi yoktur.

Amerika; Irak gibi, Kürdlerden başka hiçbir dostunun olmadığı, yapay, sunni bir devleti destekleyerek sadece İran İslam cumhuriyetini güçlendirmektedir. Kürdlerin bağımsızlık girişimlerini boşa çıkaran ABD kendisini İran saldırıları karşısında sığınmak zorunda kalacağı temel üslenme merkezinden yoksun bırakmaktadır. Devletler hukukuna göre Irak’tan onay alınmadan Amerikan askerlerinin Kürdistan’da üslenmesi mümkün değildir. Referandumu desteklemeyerek Kürdistan’da kalışını da zora sokan Amerikan’ın bu tavrından vazgeçmemesi halinde bölgeyi tümden terk etmek zorunda kalacağını hatırlatmaya dahi gerek yoktur.

Devlet çıkarları ve müttefikliğin suyu yüzü hürmetine Kürdler feda edilmeye devam edilirse, Amerika ve Avrupa devletleri sadece Ortadoğu’yu terk etmek zorunda kalmayacak, aynı zamanda bölgeyi Rusya, Çin, İran ve Türk devletlerine kaptırarak, kaçınılmaz olarak ve telafisi mümkün olmayacak şekilde hakimiyet savaşında ağır darbe alacaktır.

Rojava’da, Kürdlere ihanetin eşiğine gelen ve askerlerini geri çekme kararı alan Amerika’nın son anda gitmekten vazgeçerek sınırlı bir alanda da olsa yeniden konumlanması, bölgesel tüm baskılara rağmen Kürdistan’dan yana tavır almaya başladığını göstermektedir. NATO müttefiki Türk devleti ile restleşmeden çekinmeyen Amerika’nın bundan sonra Irak gibi İran’ın güdümünde bir devleti desteklemesinin akla yatkın hiçbir sebebi bulunmamaktadır.

İran - Amerika kapışmasının Irak’ta gerçekleşmesi halinde, kendini düşman çemberinde bulan Koalisyon güçlerinin Kürdistan’a çekilmekten ve burayı geri cephe durumuna getirerek saldırmaktan başka bir seçeneği yoktur. Aslında bu gerçeği tüm Amerikalı komutanlar teslim etmektedir, fakat başta ABD başkanı ve bazı kurumların henüz bu çizgide olduğunu söylemek için erkendir.

Amerika Ortadoğu’yu terk etmek istemiyorsa eninde sonunda Kürdistan’ı stratejik müttefiki olarak kabul etmek ve tıpkı bir zamanlar İsrail’e verdikleri desteğin bir biçimini Kürdistan’a sunmak zorundadır.

Kürdlerin Kerkük ihaneti ve Rojava’daki zor durumdan dolayı karamsarlığa kapılmasının manası yoktur. Ortadoğu genelinde yaşanan çelişki ve çatışmalar, Irak, İran, Suriye, Yemen ve diğer pek çok ülkenin giderek yıkıma doğru sürüklenmeleri eninde sonunda Amerika ve Avrupa devletlerinin Kürdlerin desteğini almaya muhtaç hale getirecek ve her türlü desteği vermek zorunda bırakacaktır. Kürdlerin devletleşmesi önünde bariyer oluşturan İran ve diğer bölge devletlerinin kendileri batının hedefi durumuna gelmektedir. Müttefiklerini kaybetmemek ve devlet çıkarları adına her seferinde Kürdleri feda eden batının artık bu bahaneye sığınmasının hiçbir gerekçesi kalmamıştır. Daha şimdiden birçok cephede köprüleri yıkan İran ve Türkiye’nin bundan sonra başta Amerika olmak üzere batı ile eski ilişkileri yakalaması oldukça zordur.

İran savunmasını kendi ülkesinde değil, Şii nüfusunun yaşadığı Lübnan, Yemen ve özellikle de Irak ‘ta yapan bir strateji izlemektedir. Amerika’nın İran ile kapışma cephesi ağırlıklı olarak Irak sahasıdır. Irak’ta Amerikan askerleri birçok noktada konumlanmasına karşın, halk ve devlet desteğinden tamamen yoksundur. Şu anda dost gibi davranan birçok gücün savaş esnasında Amerikan kuvvetlerini arkadan vurmaması için hiçbir neden bulunmamaktadır. Amerika Araplara güvenerek Irak’ta kalamaz. Belirtiğimiz gibi ya Irak’ı terk etmek zorunda kalacak, ya da Kürdistan’a dayanmak zorunda kalacaktır. Kürd yönetimin tüm bu gerçekleri dikkate alarak şimdiden hazırlanması ve buna göre yeniden yapılanması gerekmektedir.

Sanılanın aksine Kürdistan açısından bağımsızlık koşulları daha önce değil, asıl şimdi ortaya çıkmaktadır. 

Yeni bir yıla girerken, bölgede, Kürdistan’ın yeniden devlet kurma hayallerini diri tutan stratejik değişimler yaşanmaktadır. Şimdi umutsuzluk zamanı değil, yirmi birinci yüz yılın ilk çeyreğinde, Kürdistan’ı Ortadoğu’nun yeni aktörü olarak tarih sahnesine sürmenin ve bağımsız bir devlete kavuşmak için heyecanla yeniden ayağa kalkmanın vaktidir.

Bu yazı ilk olarak Nerina Azadda yayınlanmıştır.

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.