Soprano Pervin Çakar: Benim ülkem dilim

Soprano Pervin Çakar: Benim ülkem dilim

Gazete Duvar'dan Jînda Zekioglu Pervin Çakar ile konuştu

A+A-

Pervin Çakar ile dilini, sesini, yeteneğini, ülkesini, hikayesini ve politik gündemi konuştuk. Çakar, "Bir şair 'Herkes benzer kendi ülkesine' diyordu. Bunu okuduktan sonra kim olduğumu anladım. Tıpkı onun gibiyim. Parçalanmış, yasaklanmış, dili kesilmiş ama onurlu, başı dik. Yıllarca farklı dillerde şarkılar, aryalar, chansonlar, liedler söyledim. Ama kendi dilim... Şu an bütün yolculuğum oraya doğru. Ülkeme, halkıma, annemin çocukluğumu damgalayan şarkılarına doğru..."

Jînda Zekioglu-Gazete Duvar

Çocuklarını masallarla, destanlarla uyutup, sabahları stranlarla, klamlarla uyandıran bir anne ile öğretmen bir babanın, Derikli beş çocuğundan biri Pervin. En yalın haliyle böyle. “Sarı dağlarımız” dediği toprağının çamurundan karılan yolculuğunu müziğiyle, sesiyle, alın teriyle döşedi.
Klasik olanı kabul etmedi. Önüne sunulanlarla yetinmedi. Uzun ve zor olan yolu seçti. Operayı!
Hayata tutunabilmek için garsonluk, çevirmenlik yaptı. Tiyatroyu hissetmek için oyunculuğu tattı. İtalyanca ile operadaki hayatına diğer Avrupalı sanatçılar gibi devam edebilirdi. Pervin Çakar ise Kürtçesini geliştirerek, Kürt müziğinin unutulmaz eserlerini soprano sesiyle okudu. En büyük hayali ise bir Kürt Operası!
Son dönem Kürt müziğindeki gündemi, yeni sesleri değerlendiren Çakar, yeniden yorumlanmayan tarihin yok olmaya mahkum olduğunun altını çiziyor. Genç neslin yeni kadın seslerini de çok başarılı ve özgün bulduğunu dile getiren Çakar, Kürt mizahının da siyasi nobranlık nedeniyle yapılamadığını dile getiriyor.

Pervin Çakar ile, dilini, sesini, yeteneğini, ülkesini, hikayesini ve politik gündemi konuştuk.

Göç hep hayatının bir parçası olmuş. Kendini bir yere, bir eve ait hissedebiliyor musun? Yoksa alıştın mı çoktan?

Yol benim öğretmenimdir çünkü gitmekte olan insanın ufku da bakmakta olduğu perspektif gibi değişikliğe uğruyor. Uzun süre göç ederseniz eviniz sırtınızdaki bohçanız ve ruhunuzun odasına, zihninizin sandığına biriktirdikleriniz oluyor. Her şeyi çok daha incelikle işliyorsunuz kendinize çünkü kaybedeceğinizi biliyorsunuz; sesler, renkler, eşyalar, ruh halleri, sözler, kelimeler, kokular. Bu müthiş bir hafıza imkanı sunuyor aslında. Geçtiğiniz yolların, aştığınız eşiklerin, içinde bulunduğunuz mekanların, dokunmakta olduğunuz eşyaların gerçekten de önemine ve varlıklarının suretlerine tanıklık ediyorsunuz. Hiçbir yere ait değilmişim gibi hissediyorum bazen. Derik… Orada doğdum ama oradaki yaşanmışlığım yazları gidebildiğimiz tatillerden ibaret. Bir memleketten çok ara ara ziyaret ettiğim köklerim gibi.

Bebekliğimden on yaşıma kadar Karadeniz’deydim. Hırçın ve yeşil; tahammülsüzlüklerinden dolayı Kürtçeyi konuşamıyoruz, geniş göğe rağmen baskılanmış bir ruh hali. Sonra Bismil. Sonsuz bir ova gibi. Bir at var hafızamda, bütün şarkılarda oradan oraya koşuşturan. Lise yıllarımda Diyarbekir’deyim. Kara taşlar içinde aydınlık bir yalnızlık orası benim için. Köklere dönüş belki de. Üniversite okumak için Ankara’ya gittim ardından. Soğuk, kahverengi çoraplı bir devlet memuru, sürekli önü iliklenmiş lacivert bir takım elbise, durmadan mesailerine koşmakta olan insanlar, gri ve geçimsiz. Sonrasında Avrupa, İtalya, Almanya… Bir evi varsa insan ömrünün benimki İtalya sanırım ama ikinci bir ev gibi. O kadar çok yerde bulundum ki kendimi keşfetmeyi unuttum belki de. Kürdistan çıkmıyor ama aklımdan hiç. Bir şair “herkes benzer kendi ülkesine” diyordu. Bunu okuduktan sonra kim olduğumu anladım. Tıpkı onun gibiyim. Parçalanmış, dağıtılmış, yasaklanmış, dili kesilmiş, ama onurlu, başı dik. Yıllarca farklı diller öğrendim, farklı dillerde şarkılar, aryalar, chansonlar, liedler söyledim. Ama kendi dilim. Ana dilim. Konuşurken zorlandığım dil. Şu an bütün yolculuğum oraya doğru. Ülkeme, halkıma, annemin çocukluğumu damgalayan şarkılarına doğru. İnsan gerçekte nereye aittir? Bir eve mi? Bir sokağa ya da şehre mi? Benim ülkem dilim. Varlığımın evi, dilim. Ve ben evi sırtında, kendi ülkesine gitmek isteyen bir salyangozum!

‘BU KÜRT MASALINI SÜRDÜRMEYE ÇALIŞTIM’

Açıkçası sen kalk Mardin’den İtalya’ya git, orada burslu eğitim al, ilk Kürt opera sanatçısı ol… Bunlar zor işler. Tutku şart! Senin motivasyonun neydi? Seni besleyen, domine eden kaynak neydi?

Annem bir masal anlatırdı bize. Karanlıklar ülkesinden aydınlıklar ülkesine gitmeye ve halkı için güneşi getirmeye çalışan bir çocuk, kendisine çamurdan bir eşek yapmış ve onun sırtına binerek yola çıkmıştı. Masal bu ya; her seferinde çamur kuruyunca parçalar birbirinden dökülüp duruyor ve yolculuk aksıyordu. Çocuk hiç yılmıyor ve her defasında yeniden eşeğini yapıyordu fakat güneşe yaklaştıkça çamur toza dönüşüyordu, en sonunda çamuru kendi kanıyla yoğurunca eşeğe gerçekten de hayat veriyordu. Bu sanırım bende hep bir devam etme duygusu, yılmama duygusu yarattı. Ulusal karakterimiz inatçılıktır, bilirsiniz. Benim tutkum aydınlığa, güneşe ulaşma arzusu üzerine şekillendi. Bu hala da böyle. Her Callas’ı, Corelli’yi dinlediğimde kendimi çamurdan bir eşeğin sırtında halkım için güneşi getirmeye giden çocuk gibi düşünüyorum. Çamur benim ülkem. Çıkış noktama sadık olmaya, o topraktan çıkmış biri olarak bu gururu herkesle paylaşmaya ve sanatımla bu Kürt masalını sürdürmeye, aydınlığa ulaşmaya çalıştım.

‘ROMA’DA ARYALAR OKURKEN AKLIMDA YÜCE DAĞLARIM VARDI’

Sahnede, gözleriniz kapalıyken mesela…

Evet, Roma’da, dünyanın en büyük opera gösterilerinde aryalar okurken aklımda uçsuz bucaksız ovalarım, yüce dağlarım vardı. Kürt müziğini inceledim ve sonunda eğitimin aldığım alan ile onu harmanlamanın kuruyan çamuru bir arada tutmaya yarayacağına inandım. Pek çok ressam, yazar, sanatçı kendi kültürünü sanatının bir objesi olarak kullanır veya kültürünün temel duygusunu sanatına yansıtır. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Dünyada bu kadar çok devletsiz, mağdur, acı çeken, dili yasaklanmış, çocukları öldürülen Kürt var; bir tane de Kürt opera sanatçısı olabilsin diye çabaladım. Zorlu yollardan geçtim ama hiçbir zaman daha fazla kazanç ve daha fazla statü elde edebilmek için farklı bir yol denemedim. Kimliğimi görmezden gelerek çok daha kolay bir şekilde aşabileceğim engelleri varlığımı, hakikatimi ortaya koyarak ve insanların beni olduğum gibi kabul etmesini sağlayarak geçtim. Zordu. Çok zor. İnsanın kendi doğrularından, vicdanının sesinden vazgeçmemesi gerekiyor. Öldükten sonra seslerimiz bu dünyada yankılanmaya devam edecek. Bir gün hatırlanır mı bilmiyorum ama benim sesimin hikayesi bu.

Söyleşinin devamı için tıklayın

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.