Kazıklanmanın dinmeyen acısı
Aşağıdaki yazı 2013 yılında yazıldı ve şimdi hatırlamadığım bir yerde de yayınlanmıştı. Trajedi ve komediler ile dolu siyasetin aktörlerinde bir değişim yok. Her şey yeniden daha bir karikatörize edilerek tekrarlanıyor. O günlerde aktüel olan bu yazı önemini koruyor. Bu nedenle yeniden yayınlamakta yarar var.
Ali K Yıldırım
Önce yaşanmış olan bir hikâyeden başlayalım...
Rahmetli dedem, bir kış günü evde canı sıkılınca, Ankara Emek Mahallesi’ne komşu köylülerden Memo’nun odun ardiyesine bir haber duyma umudu ile gider. Evlerde telefonun olmadığı o günlerde, memleketten gelen ziyaretçiler bu konuda en iyi kaynağı teşkil ediyorlardı.
Zavallı ihtiyar ardiyeye vardığında Memo, güzelce kızarmış, leziz bir tavuğu iştahla yemektedir. Ardiye sahibinin sofraya buyur etmesini, canı çok çekmesine rağmen “Sağ ol, tokum, biraz önce yedim.” diyerek geri çevirir dedem. Ne yapsın, gururuna yediremez adamcağız...
Aradan fazla bir zaman geçmeden dedem oradan ayrılır, daha önceden gözüne kestirdiği bir tavuk lokantasına gider. Tavuklar nefis bir şekilde takıldıkları şişte dönmektedirler.
Dedem parayı verir ve aldığı bütün bir tavuğu yemeye başlar. Tereyağında kızartılmış köy tavuğuna alışmış olan ihtiyar, tavuğu yedikçe daha fazla pişman olur. Bir zamanlar Vita yağının kullanıldığı yemeklerin tadına dahi bakmadığını hatırlayıp iç çekmesi pek işe yaramaz. Verdiği paranın ziyan olmaması için “kadere” katlanır; kendini zorlayarak saman tadındaki tavuğun sonunu getirir.
Bir ara eski günleri hatırlar. Babası öldürüldüğünde on dört yaşındadır. Evin en yaşlı erkeği olarak annesi, üvey annesi ve dört kardeşinin sorumluluğu artık onun omuzlarındadır. Ev yakılmış, hayvanlar da dâhil her şey talan edilmiş. Yağmadan geriye yine de epey bir altın kalmıştır, daha doğrusu saklanabilmiştir. Ev bark yeniden kurduktan sonra, resmî otoritelerce teşvik edilen soygunculardan korunmanın başka bir çaresi olmadığını düşünerek, 1920’lerin sonlarında 270 İngiliz altınını bozdurup 7000 lirayı bankaya yatırır dedem. Kaç sene sonra kontrol ettiğinde parasının enflasyon karşısında pul olduğunu fark eder. Kendi kendisine “Neler gördük.” dedikten sonra bir of çeker. Üç yüz erkek tokluyu “iyi fiyat vererek” veresiye olarak alan Diyarbakırlı celep “tüccarın” kendisini ve ortaklarını dolandırması karşısında tavuğa ödenen bedel bir hiçtir.
Fakat o günler eskide kaldı. Şimdi artık o bir ihtiyardır. Ne emeklilik, ne eş, ne de para var, ne de çalışacak güç kalmıştır. O nedenle tasarruflu olması gerektiğini düşünür. Dışarıda yemek yeme yerine, eline geçen para ile çok sevdiği kız kardeşime altın almayı tercih ederdi sevgili dedem.
Berbat tattaki bayat tavuğu sonuna kadar yemesi karşısında, kendisini suçlu hisseden dedem nihayetinde eve geri döner. Teyzem, onun pek keyifli olmadığını, burnunu ikide bir yukarı çekmesinden anlar. “Kalé, ne oldu da senin hiç keyfin yok?” diye sorar. Dedem “Li lé, hiç sorma, bugün öyle bir kazık yedik ki! O d... Memo tavuk yiyordu...” diyerek başından geçenleri anlatır.
Teyzemin “Ben de sandım, ne olmuş?” demesi üzerine dedem, biraz da kendi kendisini teselli etmek için, “Zaten o kazığı iki sene önce yiyecektim de vazgeçtim...” diyerek devam eder.
Bugün aynı mesele: Öcalan ile süren görüşmeler, birkaç sene önce yenilmeyen “kazığın” şimdi mi yenileceği sorusunu akla getiriyor. Belki de bu iş bitmiştir de biz farkında değiliz.
Peki bu on dört senedir ölen canlar? Ya öncesi...? Sorumluluk kime ait ve kim ailelere tazminat ödeyecek? “Ortaklar”, ölümlerden sorumlu olarak buna adaletli bir karar veremez. En iyisi, yurtiçi ve yurtdışından bağımsız kuruluşlara başvurup onların yardımını istemek.
Bence tazminatı devlet vermelidir.
Öcalan’a “ortak” olması nedeni ile verilecek en iyi ceza; PKK, BDP de dâhil olmak üzere Kürt siyasal yaşamının demokratikleşmesine müsaade ederek; devletin Öcalan üzerindeki, onun da Kürtler üzerindeki vesayetine son vermektir. Bu konuda Kürtlere büyük sorumluluk düşüyor.
Demokrasiden ancak gücünü haksızlıktan alan diktatörler ve diktatörlerin partnerleri korkarlar. Zira gerçek bir demokrasi böylelerinin sonudur.
10.02.2013
D. Yıldırım
Bugüne ait (27 Ekim 2025) bir ekleme ile bitireyim:
1997 yılında Fatih Altaylı'nın Öcalan ile yaptığı röportajı PKK neden şimdi yayınladı?
1997'de de aynı şeyi söylediklerini göstermek için mi?
1997 sonrası gelişmelerde devletin isteklerinin belirleyici olduğunu, yani “döğüşün” danışıklı olduğu imasında bulunmak için mi?
Bu nedenle suçlu varsa iki tarafta aranmalı demek için mi?
Böylece Öcalan'a tepki gösteren ulusalcı kesimlere “Durum sizin bildiğiniz gibi değil.” diyerek onları teskin etmek için mi?


YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.