Davutoğlu: PKK'nın fesih kararı tarihi bir fırsat, süreç şeffaf yürütülmeli

Davutoğlu: PKK'nın fesih kararı tarihi bir fırsat, süreç şeffaf yürütülmeli

.

A+A-

Gelecek Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Rûdaw TV’ye verdiği özel röportajda, PKK’nin 12 Mayıs 2025’te yaptığı fesih açıklamasını “tarihi bir fırsat” olarak nitelendirdi.

Türkiye’nin seçilmiş son başbakanı olan Davutoğlu, silahsızlanma, demokratik reformlar ve bölgesel işbirliğiyle sürecin başarıya ulaşabileceğini vurguladı.

Davutoğlu, PKK’nin, sürecin provoke edilmemesi için hızlı ve şeffaf adımlar atılması gerektiğini söyledi.

Davutoğlu, Devlet Bahçeli’nin DEM Partisi ile tokalaşmasının süreci hızlandırdığını, Öcalan’ın soğuk savaş retoriğini aşma çabası gösterdiğini ve bölgesel konjonktürün uygun olduğunu belirtti. Sürecin, dış aktörler veya fırsatçılar tarafından zehirlenmemesi gerektiğini ifade etti.

TBMM’nin sürece aktif katılması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, Cumhurbaşkanı’nın ulusal bir yol haritası açıklaması gerektiğini belirtti.

Ayrıca, Selahattin Demirtaş gibi siyasetçilerin serbest bırakılması ve ana dilde eğitim gibi demokratik açılımların önemine dikkat çekti.

Bölgesel boyutta ise Türkiye, Irak, Kürdistan Bölgesi ve Suriye ile Rojava arasında koordinasyon öneren Davutoğlu, Suriye’nin Kürtleri “eşit vatandaş” olarak tanınmasının önemine dikkati çekti.

Gelecek Partisi’nin Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri için hazırlıklı olduğunu belirten Davutoğlu, 2021-2022’de Van ve Diyarbakır’da düzenlenen çalıştaylarda çözüm önerileri sunduklarını hatırlattı. Sürecin şeffaf yürütülmesi ve kamu vicdanını rahatsız edecek adımlardan kaçınılması gerektiğini vurguladı.

Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu Rûdaw Ankara Temsilcisi Şevket Herki’nin sorularını yanıtladı.

Rûdaw: Gelecek Partisi Genel Merkezi'ndeyiz. Bu röportajımızın konuğu Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu. Ahmet Davutoğlu aynı zamanda Türkiye'nin seçilmiş son Başbakanı. Kendisi Türkiye kamuoyunda  “Ahmet Hoca”, Kürt kamuoyunda da “Serok Ahmet” olarak tanınıyor . Öncelikle yayınımıza hoş geldiniz.

Ahmet Davutoğlu: Hoş bulduk, çok teşekkür ederim. Şeref verdiniz. Sizinle en son Kasım ayında yine bir Erbil ziyaret öncesinde görüşmüştük. Bütün Rûdaw izleyicilerine Kuzey Irak Kürdistan bölgesindeki bütün kardeşlerime selam ediyorum.

Rûdaw: Gündemin en önemli gelişmesi örgütün deklare ettiği silahsızlanma, kendini feshetme kararı. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Sürecin bundan sonraki aşamasında özellikle silahların bırakılması noktasında bir akamete uğramaması için neler yapılması gerekiyor? Bundan sonraki yol haritası nasıl işlemeli?

Ahmet Davutoglu: Şimdi tabii bir kere şunu ifade edeyim. Sizinle burada Kasım ayında Erbil’e gitmeden önce program yaptığımızda Sayın Bahçeli 22 Ekim konuşmasını yapmıştı. Benzer sorular sormuştunuz. O zaman da söylemiştim. Ben bu süreci destekliyorum. Sayın Bahçeli ile birçok konuda farklı düşündük. Bazen kürsülerden benimle ilgili “Serok Ahmet” diyerek istihza gibi kullanmaya kalktı. O zaman da Hep “sersera, serçeva” diye cevap verdim.

Ben ilkesel olarak Ortadoğu'nun bütün halklar arasında dostluğun, kardeşliğin, barışın egemen olmasını savunanlardanım.  100 yıl önce bu coğrafyamız bölündü, parçalandı, şehirler bölündü. Aşiretler bölündü, aileler bölündü, Sykes-Picot bizi paramparça etti. Şimdi bu parçaları toplama vakti. Bu parçaları derleyip, toparlayıp, sınırlara saygı göstererek ama sınırları duvar gibi görmeyerek, ekonomik entegrasyonlarla, kültürel yoğun ilişkilerle önümüzdeki dönemin on yılları hazırlamak lazım. Türkiye ile Kuzey Irak-Kürdistan bölgesindeki arasındaki ilişki, bunun aslında güzel bir örneği. Şimdi baktığımızda PKK terör örgütü bütün bu coğrafyada 40 yılı aşkın bir süre varlığını sürdürdü ve sürekli bir gerilimin tabiri caizse ateşini hazır tutan bir konumda oldu.

Öbür tarafta Türkiye'de özellikle 12 Eylül  döneminde yapılan vahim hatalar söz konusu oldu. Kürt kimliğinin reddedilmesi, demokratik hakların kısıtlanması, Kürtçe'ye getirilen kısıtlamalar, yasaklar. Aslına bakarsanız, terör örgütleri otoriter veya diktatör yapılardan beslenir. Otoriter yapıları terör örgütleri gerekçe olarak kullanır. Yani bir otoriter yapıyı meşru kılacak en önemli şey. Ya bakın tehdit var, terör örgütü var. Terör örgütü de “ Ya bakın onlar baskı yapıyor, sen benimle birlikte şiddete bulaş” der. Aynen DAEŞ'la Esad rejimi arasındaki ilişki gibi  bir şey bu.

Peki bu kıskaçtan, bu çıkmaz sokaktan, bu fasit döngüden, kısır döngüden nasıl çıkacağız? Akil insanlar her taraftan bir araya gelecek ve diyecekler ki burada hepimiz kaybediyoruz. Gelin hepimizin kazanacağı bir formül bulalım. Burada da hiçbir önyargı olmadan bu formülün konuşulması lazım. Ben 2013'te çözüm süreci başladığında çok Dışişleri Bakanıydım, herkes biliyor. Doğu  ve Güneydoğu Anadolu'yu adım adım gezdim. Diyarbakır'da konferans verdim ve çözüm sürecine sahip çıktım. Çünkü bunun Türkiye'nin için de, bölgemiz için de doğru olduğuna inanıyordum. Sayın Mesut Barzani Diyarbakır'a geldi, Sayın Neçirvan Barzani Van'a geldi. Çok güzel görüntüler ortaya çıktı.

Fakat PKK o zaman yanlış bir tercihle bu iklimi değerlendirmek yerine istismar etmeye yöneldi ve hendekler, barikatlar kazıldı. Mecburen bir mücadele yürütülmeye başlandı terörle. Halbuki o fırsat değerlendirilseydi bugün yaşanan şey çok önce yaşanırdı. Peki bugünün farkı ne? Bugün daha avantajlı bir konumda olduğumuz kanaatindeyim. Çünkü uç noktalar ilk kez aynı konuda birleşti. Yani teklif bizlerden zaten bizler çözüm süreci benzeri süreçleri hep destekledik. Sayın Bahçeli ve Türkiye'de milliyetçi kanat hep karşı çıktı. Eğer bu teklif, benzer düşünceler bizlerden gelmiş olsaydı ki geliyordu, yine kutuplaşma olacaktı. Sayın Bahçeli ile DEM arasında 1 Ekim'de tokalaşmayla, selamlaşmayla başlayan ilişkiler bence bu sürecin en önemli hızlandırıcı, iğme katıcı unsuru oldu. Daha sonra Sayın Bahçeli ile birçok kez görüştüm. Erbil dönüşü Sayın Bahçeli'ye, Sayın Erdoğan'a Duhok konferansı sonrası izlenimlerimi aktaran ve düşüncelerimi ifade eden mektup gönderdim. Daha Suriye devrimi olmamıştı.

Daha sonra Suriye devrimi olunca da gönderdim. Bunun içinde bütün bu unsurları zikrettim ve bu ivmeyi artırmak gerektiğini söyledim. Sayın Mesut Barzani ile orada yaptığım görüşmeleri de aktardım bu mektupta. Sayın Bahçeli arayarak teşekkür etti ve “sizin devlet tecrübenize ihtiyacımız var” dedi. “Siz bu konuları Türkiye'de en iyi bilen devlet adamısınız” diyerek de iltifatta bulundu. Ondan bu yana da sürekli Sayın Bahçeli ile temas halinde oldum. Bu hafta da tekrar bu fesih kararı sonrasında telefonda görüştüm.

Diğer tarafta DEM heyetiyle defalarca görüştüm. Geçen hafta içinde de uzun bir görüşmem oldu. Tam bu kongrenin feshedilmesi, yani Perşembe günü ilk kararın açıklanmasının hemen öncesinde. Onlara da aynı şeyi söyledim. “Bu sefer fırsatı kaçırmayalım. Madem ki bu uç noktalar birleşti, bizim görevimiz bunu daha da ileri aşamaya taşımak.”

Açık ifade edeyim; 22 Ekim'den sonra uzun süre Sayın Erdoğan'ın sessiz kalması beni de tedirgin etti. Ve hemen hemen her Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığım konuşmada Sayın Erdoğan'a sahiplenme çağrısında bulundum. Dedim “Sakın bunu Sayın Bahçeli ile aranızda bir bilek güreşi gibi yapmayın. Sahiplenin.” Nihayetinde bu konu Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın sahiplenmesi gereken bir konu. Aramızda görüş ayrılıkları  var. Ekonomi, politikalar, siyasi ahlak yasası vs. Ama bu konuda arkanızdayız. Devam edin. Dolayısıyla bütün taraflar da, yakın zamanda da, Tayyip Erdoğan'a da mektup gönderdim o zaman, bu işi devlet katında yürüten yetkililerle de temaslarım oldu. Hepsine çok açık ifade ettim. Bu tarihi bir fırsattır.

Peki şimdi neredeyiz? Evet, fesih kararı doğru. Churchill'in çok sevdiğim bir sözü vardır. Kendi ifadesiyle söyleyeyim İngilizce olarak sonra Türkçe'ye çeviririm. “This is not the end. This is not the beginning of the end. This is just the end of the beginning” Yani bir süreç için diyor ki bu “Bu son değil. Bu, sonun başlangıcı da değil. Bu sadece başlangıcın sonu.”

Fesih kararı açıklamasında Türk kamuoyunu rahatsız eden unsurlar var. Bunu bana söyleyenlere dedim ki bunlar söylenir. Neticeye bakalım. Ben bunlara katılmıyorum. Açıklamadaki bazı görüşler çok sivri görüşler olabilir ama ben neticeye bakarım. Örgüt kendisini tasfiye edecek mi, etmeyecek mi? Bu neticeyi alalım, o açıklamalar unutulur. Herkes kendi mahallesine biraz yüksek dozlu açıklamalar yapar. Sabırlı olmak lazım.

Ama şimdi bir başlangıçtayız. Bundan sonra ne yapmak lazım? Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığım konuşmada dokuz maddede yapılması gerekenleri tek tek  sıraladım maddeleri halinde. Birincisi; Madem ki örgüt tasfiye edilecek , tasfiye ne demek? Örgütün silahlı yapısının tasfiyesi  silahsızlanma demek. Çok gecikmeden ve buradan da çağrıda bulunuyorum ve eminim Kuzey Irak'taki yetkililer de bu çağrıma katılırlar. Geciktiği zaman provoke eden çok kişi çıkar, çok çevre çıkar. Bu anlaşmadan rahatsız olan en başta İsrail. Çünkü bölgede kaos istiyor. Birçok başka aktör olabilir. Bir an önce Iraklı ve Kuzey Iraklı yetkililerin de içinde olduğu, Türk yetkililerin de içinde olduğu bir tören mi dersiniz, bir toplantı mı dersiniz sembolik olarak silahların teslim töreni yapılması lazım. Sonra da silahların nasıl tasfiye edileceğini tespit etmek lazım. Yani silahlar bir yere gömülüp de 5 ay sonra bir provokasyonla çıkarılması halinde Türkiye ve bölge bir daha 10 yıl, 20 yıl bunu konuşamaz.

İkincisi örgütün insan yapısı. Şu andaki örgüt yapısının büyük kısmının  herhangi bir suça karışmadığını biliyoruz. Suça karışmayanların rehabilitasyonu, suça karışanlarla ilgili hukuki formüller, üst düzey yetkililer için ise - bunların sayısı 30 ila 50 arasında değişir - Türkiye’ye müzahir, Türkiye’yi rahatsız etmeyecek bir ülkede denetim altında tutulmaları, bir şekilde bunun çalışmasının yapılması lazım.

Üçüncüsü, bu terör yapılanmaları sadece Türkiye'de değil, dünyada bir finansal sektördür aynı zamanda. Yani 90'lı yıllardabu yapının arkasında büyük ölçüde uyuşturucu ticareti vardı, kara para aklamalar olur, bütün yapılarda var. Dolayısıyla bu örgütün finansal yapısını dağıtmak, networkunu dağıtmak lazım. Bu finansal yapıdan istifade edenler varlıklarını sürdürdükçe tahrik etmeye devam ederler. Çünkü işsiz kalacak. Bunu biz birçok başka şeyde, geçmişte gördük.

Dördüncüsü, Türkiye hükümet çok kapsamlı bir demokratik açılım ilan etmeli. Yani örgütün insan unsuru bir şekilde hayata katılırken Selahattin Demirtaş'ın, Ekrem İmamoğlu'nun, Ümit Özdağ'ın görüşleri ne olursa olsun veya gazetecilerin sadece düşüncelerini ifade ettiler diye hapiste tutulmasının bir tutarlılığı yoktur. Dolayısıyla bütün bu çalışmaların bir demokrasi açılımı ile birlikte tanıtımı ve çözümünün olması lazım.

Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni devreye sokmak lazım. Sayın Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne grubu bulunan veya kamuoyunda etkili bütün siyasi liderleri toplayarak artık bu meseleyi konuşmalıyız. Çünkü hükümet yaptığı zaman bir sınırı var, bir taraf. Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde herkes orada. Ona yönelmeli.

Yedincisi süreç çok şeffaf işlemeli. Sayın Cumhurbaşkanı, ulusal sesleniş mahiyetinde bir konuşma yaparak bütün bu unsurlarla birlikte süreci anlatmalı, yol haritasını ortaya koymalı.

Sekizincisi, sivil toplum kuruluşları. Tabii şehit ve gazi dernekleri çok hassastır. Onları da sürecin içine katacak, onları rahatsız etmeden bir söylem geliştirecek şekilde sivil toplum sürece katılmalı.

Şimdi geliyorum en kırılgan, en önemli şeye. Dokuzuncusu; Mutlaka bunun bölgesel boyut iyi çalışılmalı. Yani Suriye Kürtleri bir şekilde bu denklemin içine girmeli. Kuzey Irak ile Türkiye'nin ilişkileri çok yoğun olduğu için ben orada bir sıkıntı görmüyorum. Irak hükümeti de bunun aşılmasını ister. Orada da bir sıkıntı yok. Talibani tarafının, Süleymaniye tarafının, KDP'nin yaptığı açıklamalarda destek beyan ediliyor. Zaten bu konuda Sayın Barzani'nin ve KDP'nin hiçbir sıkıntısı olmadı. Türkiye ile birlikte davrandı.

Şimdi çözülmesi gereken konu Suriye. Suriye'de örgütsel yapının dağılması ama Türkiye, Şam yönetimi ve Suriye Kürtlerinin demokratik temsilcileri arasında üçlü bir mekanizma kurulması lazım. Üçlü bir mekanizma. Bu üçlü mekanizmayla Suriye Kürtlerinin Suriye yönetimine eşit vatandaşlar olarak katılmaları teminat altına alınmalı. Hiçbir yabancı gücün himayesi kabul edilmemeli. Bu süreçte beni memnun eden, ümitvar kılan husus, dışarıdan bir etkinin olmadan Türkiye’nin  kendi yarasını sarıyor olması, örgütün kendi başına bir karar alıyor olması ve bölgesel faktörlerin, Kuzey Irak, Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Irak, Suriye yönetimi; hepsinin bu sürecin bir şekilde paydaşı haline gelmiş olması. Şimdi Suriye’de mutlaka Türkiye'nin öncülüğünde öyle bir yapı ile Türkiye, Suriye'deki Kürtleri bir tehdit gibi değil, aksine bir fırsat gibi, aksine Türkiye'nin doğal uzantısı gibi görmeli. Suriye Kürtleri Türkiye'yi tehdit edebilecek boyutta değil.

Bu konuda bana son günlerde bu açıklama sonrasında şu şekilde bir şey geldi. Efendim PKK kendini feshediyor ama Irak’ta  feshediyor. Suriye'de yapı devam edecek terör oldu; dedim ki.,; “Coğrafyayı bilmediğiniz için böyle konuşuyorsunuz. Suriye sınırı  Irak gibi değil ki. Kandil ile Türkiye sınırı arasında sıra sıra dağlar, bir sürü vadiler, bir sürü güç unsurlar var. Suriye'de ise, Cezire bölgesi dümdüz ova. Yani Türkiye'nin bir operasyon yapması bir tehdit olduğunda Kandil'e ne kadar uzun sürer. Suriye'de ise hemen bir tehdit varsa durdurabilir, engelleyebilir.”

Bir de arada atladığımı düşündüğüm  bir şey var. Bir de şunu yapmak durumundayız. Mezopotamya Havzası ekonomik entegrasyonu gerçekleştirmek zorundayız . Yani Türkiye, Irak, Suriye arasında ve Kürt halklarının yani Türkiye'deki, Irak'taki, Suriye'deki Kürtlerin de içinde olduğu, Mezopotamya'daki bütün unsurların, Arap, Türkmen, Kürt, Sünni, Ezidi hepsinin içinde olduğu, bir ortak proje geliştirilmesi lazım. Mezopotamya projesi. Bu benim stratejik  derinlikte söylediğim bir kavramdır. Mezopotamya havzası bölünerek barış olmaz. Mezopotamya havzası barış havzası olmalı ve bu sınırlar keskin sınırlar gibi görünmüyor. Dolayısıyla benim zihnimde açık söyleyeyim resim berrak.

Doğru gidilirse, hata yapılmazsa, provokasyonlara kapılınmazsa, bu iş küçük siyasi hesaplara kurban edilmezse, ben ümitvarım. Ümit ederim başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere zaten Devlet Bahçeli'nin bu konuda tutumu daha kararlı, Türkiye'deki siyasi aktörlerin tümü, DEM, Selahattin Demirtaş, İmralı, Öcalan hepsi bizzat bu silahsızlanma eylemini yürütecek olanlar yanlış bir işin içine girmezler ve bu tarihi fırsatı kaçırmazlar.

Rûdaw: Sürecin Başlangıcı için daha çok Sayın Devlet Bahçeli'nin mecliste DEM Parti milletvekilleriyle tokalaşması milat kabul edilir, başlangıç kabul edilir. Hakikaten süreç bu tokalaşmayla mı başladı? Yoksa öncesinde bir ön hazırlık var mıydı? Süreç hangi şartlarda ve nerede başladı?

Ahmet Davutoğlu: Her zaman devlet bürokrasisi, gerek MIT, gerek güvenlik bürokrasisi bu tür senaryoları, bu tür çalışmaları hep düşünür. Hazırlıklı olur. Kendi tecrübemden de biliyorum. Biz güvenlik gerektiğinde, güvenlik, müzakere gerektiğinde müzakere konusunda hep hazırlıklı olduk. Yani devletin bu konuda güçlü bir birikimi var. Türkiye'de Milli  İstihbarat Teşkilatı'nın o tecrübe ve  birikimiyle Sayın İbrahim Kalın'ın ki geçmiş akademik hayattan da biliyorsunuz yakın ilişkimiz olmuştur hep, onunla mülahaza ediyorum. Aynı şekilde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da bu süreçleri yürütmüş bir arkadaşımızdır. Her ikisinin 90'lı yıllara giden döneme kadar tanıdığım bir geçmişleri var. Dolayısıyla devlet kurumları tarafının hazırlıklı olduğu kanaatindeyim. Ama Bürokrasi ne kadar hazırlıklı olursa olsun işi başlatan siyasi iradedir. Götürecek olan da siyasi iradedir. Sayın Bahçeli, hükümette olmadığı halde bu siyasi iradeyi tetiklemiştir. Bu siyasi iradenin ortaya çıkmasının önünü açmıştır.

O gün tesadüf değil. Yani 1 Ekim'de o görüşmenin akşamı yine DEM’le resepsiyonda da görüşüldü. Ben de resepsiyondaydım. İki tarafla da temasımız oldu. Onlarla selamlaştıktan sonra Bahçeli'yle görüştüğümüzde döndü “Sayın Başbakanım sizin devlet tecrübenize bugün her zamankinden fazla ihtiyacımız var” dedi. Basının önünde. Bu yıllar sonra Sayın Bahçeli ile aramızda ortaya çıkan yegane diyalogtu. Yani genellikle beni eleştirir, ben de onu çok eleştirdim. Çünkü siyasettir bu. Bazı yaklaşımları benimsemedim. Basının önünde bunu söylemiş olması herkesin dikkatini çekmişti.

Bunu şunun için söylüyorum; Sayın Bahçeli muhtemeldir ki o günlere gelene kadar kafasında bir kurguya sahipti. Nihayetinde  o da on yılların siyasetçisi.Bahçeli’nin  önü açan bir tavır hazırlığı vardı. Bu anlamda Sayın Bahçeli'nin süreci başlatmış olması ve kullandığı ifadeler, çok cesur açıklamalar ve  bir psikolojik devrim etkisi yaptı. Yani psikolojiyi dönüştürdü.

Tabii onu da kendi çevresinden, daha ulusalcı çevrelerden, milliyetçi demiyorum bakın; herkes kavim sever ama bu işi sabote edecek olanlar Türk ulusalcılarıyla Kürt ulusalcılardır. Ben ulusalcıları ayırıyorum. Çünkü ulusalcılar başka kimlik tanımazlar. Milliyetçiler, vatanperverliktir, herkes kendi hemşehrisini sever, kendi aşiretini sever, kendi kavmini sever. Bunda bir yanlışlık yok. Benim kavmim üstün, ben üstünüm, herkes bana tabi olacak. Benden başka konuşan olmayacak dediğin zaman bu ulusalcılıktır. İkisini ayırıyorum ben. Sayın Bahçeli vatanperver bir milliyetçilik sergiledi. Türk ulusalcıları karşı çıktı.

DEM açısından da onlar da demokrat, vatanperver bir çizgi benimsediler. Ama bazı Kürt unsurları da onları ihanetle suçladı. Şimdi dolayısıyla bizim makul insanların gelecek nesilleri düşünen, kaybettiğimiz gençlere üzülen, Türk genci, Kürt genci kim olursa olsun üzülen insanların ortak çabasıyla bu iş başarılır. Bahçeli bunu tetikledi.

Rûdaw: Sizce Öcalan neden böyle bir karar aldı?

Ahmet Davutoğlu: Şimdi geçmiş çözüm süreci dönemlerinde tabi Öcalan'ın yaptığı konuşmalar bana da gelirdi. Bakan olarak, başbakan olarak neler söylediğini, zihin yapısının nasıl çalıştığını etüt ederdim. Yani ben sadece Öcalan'la ilgili değil, muhatap olduğum kim olursa olsun karşıma bir yetkili oturduğunda, birisiyle tanıştığımda ya da resmi bir görüşme öncesinde görüşeceğim kişinin  bütün kişisel profilini çıkarırım. Bir akademisyen olarak araştırma merakım dolayısıyla da bütün networkunu, zihni nasıl çalışır bunu anlamaya çalışırım. Bu ne bileyim Alman başbakanı Merkel'le kurduğum ilişkide de veya  Putin'le görüştüğümüzde de Amerikan başkanlarıyla da hep böyle. Bunu yapmak durumundayız.

Şimdi baktığımızda o zamanki kayıtlardan, devlet görevlileri yaptığı görüşmelerden, o 2013'teki süreçte, zihnimde hiç tanışmadığım, görüşmediğim halde bir zihniyet analizi yapacak bir şeyi var. Tabii uzun bir tutukluk dönemi, soğuk savaş döneminin retoriği. Ama bu retoriği aşma çabası. Soğuk savaş bitti.  Bu yapılar soğuk savaş ürünü yapılar. 12 Eylül de soğuk savaş ürünü. Bu yapılar da soğuk savaş ürünü. Şimdi bu soğuk savaş ürünü zihniyetten dışarı çıkma çabası var Öcalan'da. O zaman da vardı. Dünyayı okuması vesaire tecrübe ve nihayet yaptığı şeylere baktığımda bir Özal’la yapılan tecrübeyi, o zaman silahları bırakmak için yapılan çalışmalar 93'te atıfta bulunuyor. Rahmetli Özal'dan sonra Rahmetli Erbakan'ın yaptığı çalışmalar. Daha sonra çözüm süreçleri. Birçok sürecin başarısızlığının arkasında birilerinin bunu karıştırdığı kanaati bende hakim.

Şimdi artık hepimiz, tabii biz onlara göre, aramızda biraz yaş olsa da baksanız, Devlet Bahçeli ile takriben herhalde Öcalan'ın yaşları birbirine benzer. Takriben yakındır. Hepimiz aslında bir potadayız ve bir miras bırakacağız. Geriye nasıl bir miras bırakacağımız sorusudur önemli olan. Ve eminim bütün siyasilerde belli bir olgunluğa gelmiş siyasilerde, eylem adamlarında bu önem taşır. Geriye ne bırakacağım? O açıdan da ben bunun bir şans, herkesin son şans olduğu kanaatindeyim. Yani Sayın Bahçeli'nin Allah uzun ömür versin İnşallah herhangi bir sağlık sorunu olmaz ama hepimiz artık o potaya girdik. Geriye ne bırakacağımızı düşüneceğiz. O zaman da geride kalanlar daha önce yaşadıklarımızdan ders çıkararak yol almamız lazım. Ümit ederim bu dersler çıkarılır.

Rûdaw: Sizin Başbakanlığınız döneminde de benzer bir girişim oldu, fakat arzu edilen bugünkü netice en azından alınamadı. Bir kıyas yapacak olursanız o gün koşulları zorlayan neydi? Bugün bölgesel anlamda koşulları daha olanaklı kılan gelişmeler nelerdir?

Ahmet Davutoğlu: Şimdi bu DEM heyeti ile rahmetli Sırrı Sürreya Önder geldiğinde onlarla konuşurken Sırrı Süreyya Bey dedi ki, beni de duygulandıran bir şeydir o ifadeleri, “Sayın Başbakanım, biz buraya diğer liderlere, İmralı'dan aldığımız mesajları aktarmak üzere geldik. Ama size, sizi dinlemek üzere geldik. Geçmişte yaşadığımız tecrübeden sonra bize ne tavsiye edersiniz?” Ben de kanaatlerimi söyledim. “Bakın, 2013 yılında yapılan hataları düşünmemek lazım” dedim.

Neydi yapılan hata? Bir kere alınan karar süratle hayata geçirilmeliydi. Şimdi onun için diyorum, biraz önce silahsızlanma gerçekleşmeli. 2013 Nevruzundan sonra  haziran ayında grupların Türkiye'yi terki vardı, sonra da silahsızlanması. Fakat o gerçekleşemeyince ikinci aşamaya hiç geçilemedi. Şimdi gecikmemek lazım. Benim herkese tavsiyem 15 gün içinde bu silahsızlanma merasimi deyin töreni deyin, kamuoyunun  görmesi lazım. Türk kamuoyunun da şehitlerimiz oldu. Fakat sonuçta evet şehitler hedefine ulaştı. Çünkü Türkiye bölünmüyor. Türkiye parçalanmıyor. Türkiye kaybolmuyor. Türkiye şu olmuyor, bu olmuyor. Bir işin farkı bu.

İkincisi  güvenlik zaafının olmaması lazım. Yani özgürlük güvenlik dengesi benim hep siyaset felsefesinde savunduğum bir şeydir. Güvenliği maksimize edip özgürlüğü yok ederseniz diktatörlüğe gidersiniz. Güvenliği yok edip, güvenliksiz bir özgürlük de kaosa gider. Bir müddet sonra Doğu ve Güneydoğu'daki en çok da o Kürt vatandaşlarımızdan o kadar çok şikayet bize gelmeye başladı ki sanki devlet Güneydoğu'dan çekildi, alanı hendeklere, barikatlara bıraktı gibi. Böyle bir şeyin asla gerçekleşmemesi lazım ki bugün öyle bir durum yok. Yani bugün alanda böyle bir şeyin yaşanması mümkün değil çünkü alanda böyle bir terör varlığı yok.

Üçüncüsü bölgesel konjöktür. Sistemik Deprem ve Dünya Düzensizliği diye bir kitabım yayınlandı 2020 yılında. Son konuşmamızda da bahsetmiştim. Orada şunu söyledim; Şimdi bir gün vaktim olursa 2013 yılını yazmayı düşünüyorum. Sadece 2013. Neden? Çünkü Türkiye'de çözüm süreci oldu. Onun hemen arkasından Mayıs ayında Gezi olayları oldu. Yani tam silahlı unsurlar Türkiye'den çıkacağı aşamaya geldiğinde gezi olayları oldu. Haklı gerekçelerle başlamış olabilir başta. Ben de Taksim'de bir kışla yapılmasını doğru görmedim. Kışlanın yerine bir otel yapılmasını doğru görmedim. Fakat zamanla bu provoke edildi. Arkasında da 17-25 Aralık olayları yaşanınca, 2013'ün sonunda terör örgütü şöyle bir vehme kapıldı. Ya bu hükümet gidici mi?

Bölgesel konjöktür değişti. 2013 Nisan'ında Mart'ından itibaren ama esas Nisan'da, Mayıs'ta DAEŞ ortaya çıktı. Ve DAEŞ, Suriye ve Irak iklimini zehirledi. Bizim Suriye Kürtler ile kurmuduğumuz ilişki ki o zaman Salih Müslüm’i buraya getirdik konuştuk diye bana ne kadar ağır saldırılar yapıldı. Şimdi herkesle görüşülüyor bana ne kadar ağır saldırılar yapıldı. Ben Suriye Kürtleri ile  aracısız görüşürüm dedim dışişleri bakanıydım. Hiç de geri adım atmadım. Ya ben kendimden eminim. Arkasından, bence önemli bir faktör Mısır'da darbe oldu. Arap Baharı'nın özgürlükçü, demokratik niteliği bozuldu. Terörle diktatöryel yapılar arasında bir bağ kuruldu. Arkasından da Ağustos ayında Suriye'de kimyasal silah kullanıldı. Bütün bunlara baktığınızda bir şiddet, bölgeye şiddet, diktatöryel yapılar, otoriter yapılar ve terör girdi. Türkiye ve terör örgütü arasındaki meselede iklimi tümüyle bozan bir süreç yaşandı.

Şimdi bundan hiçbirisi yok. Şimdi çok uygun bir bölgesel konjöktür var. Niye böyle uygun bir bölgesel konjöktür? Çünkü Suriye'de Türkiye’ye müzahir, Türkiye'nin söylediğini dikkate alacak bir yönetim var. Mesela Deyrezor'da, hemen Haseki'nin güneyinde, Cezire bölgesinin güneyinde, Mardin Üniversitesi mezunu Türkçe konuşan bir Suriyeli vali var. Şimdi neden korkacağız biz? Suriye konusu Türkiye'de tansiyonu yükselten bir faktör olarak gündeme getiriliyor. Ben aksine Suriye'deki konjöktürün iyi değerlendirilirse, hata yapılmazsa bir avantaj olduğu kanaatindeyim. Kuzey Irak'ta da Türkiye ile Kürdistan bölgesel yönetimi arasındaki ilişkiler o kadar yakın ki, herkes bu iş çözüm istiyor. Irak Başbakanı Sudani tesadüf mü? Yani hemen bu karar öncesi Türkiye'ye geldi.

Dolayısıyla bölgesel parametreler uygun. Küresel faktörlere bakıldığında ABD Trump yönetimi Suriye'den çekilmek istiyor. Yani PYD veya oradaki bazı aşırı unsurlar bir vehme kapılamazlar. Ya biz bu Amerika'ya sırtımızı verelim, İsrail'le bir iş birliği yapalım da Türkiye'ye karşı elimizde koz olsun. Amerika oradan çekilecek, zaten üstlerin büyük kısmını boşalttı. Suriye'de artık Rusya'ya yakın bir rejim yok ve Rusya üstlerini korumak adına Suriye'nin kuzeyinde hava harekatları yapmamış şu anda. Dolayısıyla bu alan Türkiye'ye çok açık. Ben basiretli bir politikayla şu anda çözüm şansını çok yüksek görüyorum.

Rûdaw: Sürecin hemen başında yaptığımız röportajda siz  Sayın Erdoğan ile  Devlet Bahçeli arasında, daha doğrusu Cumhur İttifakı arasında bir uyumsuzluğa dikkat çekmiştiniz. Bugün itibariyle bu uyumsuzluktan bahsedebilir miyiz? Süreç bir devlet politikasına dönüştü mü?

Ahmet Davutoglu: Şimdi o zamanlar açık olarak kaygılıydım. Biraz da bilirim Bahçeli'nin karakterini, Sayın  Erdoğan'ın karakterini, yaklaşım biçimlerini. O zaman şunu demiştim. Baktım Bahçeli çok cesur ileri açıklamalar yapıyor. Sayın Erdoğan sessiz. Herkes de şüphe uyandı. Ben de meclis kürsünden defalarca şu soruyu sordum. Bu doğru bir iş. Ama dedim bir türlü ortak bir açıklama içinde değilsiniz. Ortak psikoloji. Üç ihtimal var dedim. Ya iş bölümü yaptınız, biriniz iyi  polis, biriniz kötü  polis veya biriniz daha olumlu açıklamalar yapıyor , diğeriniz daha tedbirli davranıyorsunuz. Böyle  aranızda bir anlaşma varsa fena değil, bunu bir müddet götürebilirsiniz. İkincisi, fikir ayrılığı varsa aranızda, oturun konuşun dedim. Ve halkın önüne çıksın, Cumhurbaşkanı bir açıklama yapsın. Bu bir devlet politikasıdır desin. Bu halkı rahatlatır.

Üçüncüsü, birbirinizle bilek güreşi yapıyorsunuzdur. Birbirinizin hareket alanını daraltıyorsunuzdur. Yapmayın bunu. Devlete de, Türklere de, Kürtlere de zarar verirsiniz. Şimdi geldiğimiz noktada Sayın Erdoğan'ın Nisan ayında DEM heyetiyle görüşmesiyle birlikte, sonra AK Parti içinde yaptığı toplantılar, dışarıdan bize yansıyan bilgilere bakıldığında artık sahiplenin  talimatı da gittiği için şu anda ben bu meselenin devlet kurumlarının da bunun sahiplendiğini görüyorum. Bunlar sadece yorum değil, bilgi olarak da söylüyorum. Dolayısıyla daha sağlıklı bir devlet politikasına dönüştüğü kanaatindeyim. Ama olması gereken yine de Sayın Cumhurbaşkanı çıkıp, bu bir devlet politikasıdır bizim de yol haritamız şudur diye şeffaf bir şekilde bunu kamuoyuyla paylaşmalı ve siyasi liderlerle özel bir toplantı yaparak mahrem konularda aktarıp onlardan destek istemeli.

Rûdaw: Çok fazla atıfta bulundum ama yine aynı röportaja atıfta bulunacağım. Röportajın başında siz Kürdistan Bölgesi’ndeki kardeşlerime selam gönderiyorum şeklinde bir cümleyle başladınız. O dönem Sayın Bahçeli çok sert tepki göstermişti grup toplantısında hatırlarsınız. Bugün Sayın Bahçeli Öcalan'ı örgütün kurucu lideri olarak isimlendiriyor ve kendisine şükranlarını sunuyor. Buna ilişkin yorumunuzu da merak ediyorum açıkçası.

 Ahmet Davutoglu: Ben şuna bakmam açık söyleyeyim; Mesela dönüp diyebilirim ki buna hakkım var. “Sayın Bahçeli siz yıllarca bana saldırdınız. Ben Kürt sorunu dedikçe siz Kürtler bana Serok Ahmet diye tezahürat yaptırdınız. Siz bana saldırdınız. Efendim eleştirdiniz. Şimdi görüyor musunuz neredesiniz.” Sayın Erdoğan'a dönüp ya daha 2023 seçimlerinde altılı masa varken “bu altılı masanın yedinci ayağı PKK, bunlar teröristlerle işbirliği yapıyor” diye üstümüze geldi. Bizi sokaklarda insanlar protesto ettiler. Ben bunları “niye yaptım bak nereye geldin” diye söylemem. Tamam bu doğru gördüğüm tavır dolayısıyla bir zorluk yaşamışsam bunu o doğru tavrın, doğru duruşun bir sonucu olarak görürüm. Muhataplarıma dönüp de “Bak bana ne yaptın şimdi gördün mü? Bak işte gerçeği gördün” demem. Onlar yaşandı.Demek ki hatalarını fark etmişler ki şimdi tavırlarını değiştiriyorlar der ve olgun bakarım. Dolayısıyla gerideki şeyleri geride bırakmak lazım. Mevlana'nın güzel bir sözü var. “Dün dünde kaldı cancağızım. Bugün yeni şeyler söylemek lazım.” Bütün siyasilerin bugün yeni şeyler söylemesi lazım.

Rûdaw: Bizim görebildiğimiz kadarıyla şu ana kadar süreç daha çok istihbarat ve güvenlik bürokrasisinin yürüttüğü bir süreç. Siyasi aktörlerin, meclisin sürece dahil olmasının önemine de  çok  fazla atıfta bulunuluyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Siyasi partiler ve meclis bu süreci dahil olabilecek mi?

Ahmet Davutoğlu: Kesinlikle. Şu anda halkın zihninde çok soru işaretleri var. Bu soru işaretlerinin giderilmesi ve halkın ikna edilmesi için mutlaka meclisin dahil olması lazım. Niye? Mesela bugün AK Partililer bile çok şüphe ediyor. Nereye gidiyoruz, ne oluyoruz, milliyetçi kesim, kitle tabanı ve  AK Partililer Sayın Erdoğan bir şey dediğinde ikna olabilir. MHP'liler Sayın Bahçeli dediğinde ikna olabilir.

Ama Sayın Bahçeli veya Erdoğan bir Cumhuriyet Halk Partili'yi ikna edemez. Hadi bizim açımızdan biz desteklediğimiz için bir iknaya gerek yok. Biz kendi tabanımıza anlatıyoruz, anlatmaya da devam edeceğiz. Ama bir Zafer Partisi tabanına anlatmak kolay mı? İyi Parti tabanına anlatmak kolay mı? Şimdi eğer siyasi liderler ikna edilirse onlar kendi tabanlarına dönüp derler ki arkadaşlar biz iktidara muhalefet ediyoruz ama bu konuda Türkiye'nin hepimizin ortak menfaati var.

Şimdi ben Türkiye'de siyaset yapıyorsam, düşünürüm ki dört sene sonra, eğer üç sene sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi, iktidar seçimleri olacak. İktidara geleceksem bu sorunun çözülmüş olmasıyla gelmek isterim. Niye sorunla yüzleşerek geleyim? Onun için bugün mecliste yaptığım konuşmada şunu söyledim. Bizi de çünkü eleştiriyorlar. Kendi arkadaşlarımız da eleştiriyor. Biz muhalefet ediyoruz. “Niye destek veriyoruz hocam” diyorlar. Niye? “Hadi eleştirelim. Bak onlar bize kök söktürdüler. Neler söylediler bize? Terörist dediler. Her şeyi söylediler size. Siz bunlara sabrettiniz. Şimdi de tam vakti. Siz de onlara vurun. Bak bunu dediniz şimdi neredesiniz diye vurun.         Onlara da söylüyorum. Hükümet ayrı, devlet ayrı. Ben hükümete muhalefet ederim. Ama devlete muhalefet etmem. Devlet dediğimiz şey de ne Türklere aittir, ne Kürtlere aittir, ne Sünnilere, ne Alevilere, ne şuna, ne buna, ne AK Parti'ye, ne MHP'ye, ne Gelecek Partisi’ne. Devlet 85 milyonun ortak malıdır. Ben onun menfaatini, milletin menfaatini, devletin buradaki bekasını gördüğümde bunu izah ederim.

Şunu söylemek için bunu ifade ediyorum. Sayın Cumhurbaşkanı liderleri toplasa, mahrem bir toplantıda yol haritasını paylaşsa ve onlar da gidip mecliste milletvekilleriyle paylaşsa, mecliste çıkması muhtemel düzenlemelerin hepsi çok rahat geçer. Dolayısıyla burayı paylaşmak lazım.

Rûdaw: Tam da buna ilişkin bir sorum vardı aslında; hem Öcalan'ın hem diğer muhatapların yeni yasal düzenlemeler, yeni anayasa, terörle mücadele yasasıyla ilişkili beklentileri ve talepleri var. Sayın Efkan Ala da buna vurgu yaptı. Mecliste yeni bir reform sürecinin başlayacağını söyledi. Böyle bir yasama çalışmasına siz Gelecek Partisi olarak katkı sunar mısınız?

Ahmet Davutoğlu: Tabii ki. Yalnız en önemli husus, İklim diyorum ben hep, zaten silahsızlanma gerçekleşip iklim müsait hale gelince her konu daha kolay konuşulur. Silahların gölgesinde fikirler değil, tehditler çarpışır. Silahlar kalktığı zaman fikirler konuşulur. O zaman Türkiye'nin bütün halkın menfaati olan yasal düzenlemelere bakarız. Eğer bu yasal düzenlemeler bir kişinin, bir partinin kişisel veya kurumsal çıkarına değil de bütün milletin çıkarına ise tabii ki destek veririz. Ama bütün bu süreç sadece AK Parti ve Cumhur İttifakı'nın iktidarını uzatmak için yapılıyorsa orada da bakarız. Gerçekten milletin menfaati varsa destekleriz, milletin menfaati yoksa bu sürecin kişisel hesaplara, parti hesaplarına kurban edilmesine asla izin vermeyiz.

Rûdaw: Öte taraftan Kürtlerin de talepleri var. Başta ana dil meselesi, anayasadaki vatandaşlık tanımı ile ilgili bir takım talepler ve beklentiler var. Kürtlerin taleplerinin karşılanması için bu süreçte neler yapılmalı?

Ahmet Davutoğlu: Bunlar tam da işte mecliste konuşulması gereken konular. Zaten meclis nedir? Parlamento geleneği toplumsal taleplerin buluştuğu ve çözüme kavuşturduğu bir platform. Gündeme getirilir ve konuşulur. Bizim kanaatimiz sorarsanız, biz parti programımızda ana dilde eğitim hakkını insan hakkı olarak görmüşüz. Kürtçenin öğretilmesi ve eğitimde kullanılması diyoruz. Dolayısıyla bunda bizim açımızdan ve benim şahsen geçmişte söylediklerim açısından bir sıkıntı görmeyiz. Diğer konular, anayasal konular, bir konsensus, bir mutabakat sağlanması ile çözülebilecek konular. Sağlıklı düşünülür de bunların hepsi aşılabilir.

Rûdaw: Süreçle beraber cezaevlerinin durumu da   gündeme geliyor. Özellikle Sayın Selahattin Demirtaş'ın durumu çok fazla tartışılıyor. Bu süreç özellikle Sayın Demirtaş'ın ve diğer tutukluların serbest bırakılmasının önünü açar mı?

Ahmet  Davutoğlu: Sayın Demirtaş'la da ben Sayın Bahçeli ile  olduğu gibi  sert mücadeleler yaptık geçmişte. O da   bence o zaman süreci zehirleyen, olumsuz etkileyen açıklamalarda bulundu. Ama bunların hepsi geride kaldı.Sayın Demirtaş'ın eşine bazı  çevreler  saldırgan ahlaksız çevreler bir takım ifadelerle saldırdığında kendisini aradım. Bundan 2-3 sene önce eşimle birlikte dedim. Kesin eşinizle ben çok siyasi mücadele yaptım ama Sizin onurunuz, benim eşimin onuru kadar mukaddestir. Herhangi bir şeye ihtiyaç olsa evinizi gelip beklerim. Şimdi Türkiye'de ortak bir yerlerde buluşma vakti.

Sayın Demirtaş'la siyasi mücadele yaparsınız. Ama siyasetçinin hapiste değil, alanda olması lazım. Dolayısıyla ben sadece Demirtaş değil, bana yine çok ağır hakaretler yapan, Ümit Özdağ, neler söyledi? Bu salonda Ümit Özdağ ile basın toplantısı yaptık. Ona da hep söyledim, yapmayın dedim. Bu dönemde açık ifade ediyorum, Türk'ü Kürde, Kürd'ü Türk'e karşı, Türk'ü Araba, Arap'ı Türk'e karşı kışkırtan herkes provoke eden herkes İsrail'in ajandasına hizmet eder. Yabancı güçlerin ajandasına hizmet eder. Emperyalistlerin ajandasına, gündemine hizmet eder. Ama şimdi Ümit Özdağ için de aynı şeyi söylüyorum. O da çıkmalı. Herkes, evet Türkiye nefes alıyor demeli. Nefes alıyor. Eleştirenler de hemen gözaltına alınmamalı. Gazeteciler de çıkmalı. Bunlardan Türkiye bir şey kaybetmez, güçlenir.

Rûdaw: Umut hakkı meselesi de var Öcalan için tartışılan. Bunu destekliyor musunuz?

Ahmet Davutoğlu: Zaten Bahçeli açıklamasına buradan başlayarak girdi. Türkiye'nin hukuk sisteminin ve taahhütlerinin öngördüğü hiçbir şeyde sakınca görmem. Bu da hukuki sistem içinde bir husus yani. Avrupa Konseyi, insan hakları, birçok şeyde bu hak var. Bunu da toplumu ikna ederek yapmak lazım. Yani tam da süreç yürürken birilerinin provokasyonluğuna alet olmaması lazım. Yani silahsızlanma olduktan sonra bu konular o kadar rahat konuşulur ki. Yeter ki artık  Türkiye  terörden arınsın, kimse kimsenin düşmanı değil, siyasi rakibi olabilir, herkes buna saygı duyuyor dendiğinde bütün bu konular konuşulur, ben sıkıntı olacağını düşünmüyorum.

Rûdaw: Girişte değindiniz ama bu silahsızlanma meselesinden sonra örgütün yönetici kadrosu ile ilgili Türk medyasında çok fazla senaryo yazılıp çiziliyor. Başka bir ülkeye gönderilmeleri, Irak'ta kalmaları, Türkiye'ye gelmeleri sizce uygun olur mu?

Ahmet Davutoğlu: Şu aşamada doğru olacağı kanaatinde değilim. Çünkü nihayet bir hukuk devletinde geçmişte büyük olaylara sebebiyet vermiş insanlar bunu daha önce biz yine  tecrübe ettik, Habur kapısında yaşananları hatırlayalım. Yani içeride bazen Kürt sorunu Türk sorununa dönüşmemesi lazım. Yani Kürt sorununu çözerken Türklerde de bir tepkiye sebebiyet vererek bunu akamete uğratmamak lazım. Zaten onların da kendilerinin böyle bir talepte bulunacağını zannetmiyorum. Varılan mutabakatın da onlarla bu yönde olduğunu biliyorum. Bence doğru olan da budur.

Türkiye ile sıkıntısı olmayan, onların mevcudiyetinin Türkiye'ye karşı kullanılacağı şüphesi doğurmayan, sıkıntısı olan ülkeleri de saymayayım, olabilecek ülkeleri de saymayayım, olmayan ülkelerde onlar Türkiye'nin de rızasıyla, o ülkelerin de sağladığı imkanlarla bir şey altında, hem bir özgürlük ama bir taraftan denetim altında hayatını sürdürebilir. Bu Irak'ın belli yerlerinde olabilir, Irak'la anlaşarak, ne bileyim Katar gibi Türkiye'nin müzahir olduğu bir ülke olabilir. Geçen televizyon programında söyledim. Avrupa olursa bu konularda geçmiş tecrübeleri olan Norveç gibi yine Türkiye ile hemen hemen hiçbir sıkıntısı olmayan Türkiye'nin çıkarlarının çatışmadığı bir ülke olabilir. Ama her halükarda bir rehabilitasyon ile birlikte Türkiye'yi rahatsız etmeyecek bir denetim şartının sağlanması lazım.

Rûdaw: Bazı istihbarat raporlarına göre yaklaşık olarak 5 ile 6 bin arasında silahlı militanın olduğu söyleniyor. Daha ciddi ve hızlı bir normalizasyon için bu silahlı militanlar için bir genel af gündeme gelebilir mi?

Ahmet Davutoğlu: En azından belli bir kitlesel katılım olmadığı için PKK'ya, terör örgütüne. Şu anki insan unsurunun  büyük çoğunluğunun gerçekten belki de Türkiye'ye karşı bir suç işlememiş konumda olabileceğini düşünüyorum. Elimde bir rakam yok ama tahmini olarak. Bunların bence hiçbir sıkıntı olmadan rehabilite edilmesi lazım. Diğerleri haklarında karar olan, haklarında hüküm olan unsurlar da bu silahsızlanma sonrası için bazı düzenlemeler yapılabilir belki. Fakat bunun da kamu vicdanını rahatsız etmemesi lazım.

Rûdaw: Süreç içerisinde Irak, Kürdistan Bölgesi Hükümeti, Türkiye'nin koordinasyonunu ve rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ahmet Davutoğlu: Bence en hassas, en önemli konu bu. Zaten 90-80'li yıllardan itibaren bakıldığında, hatta Körfez Savaşı'ndan sonra, Türkiye'nin Kuzey Irak politikasıyla PKK'nın oradaki mevcudiyeti arasında hep bir irtibat oldu. Yani çekiç güçü düşünün, Halepçe olaylarını düşünün, hepsi Kürtlerin Türkiye'ye kitlesel göçünü düşünün. O sırada PKK'nın bu unsurların içinde sızma teşebbüslerini düşünün. Yani ben hep Kuzey Irak bölgesel Kürt yönetiminin, Türkiye'nin bu bölgenin hem doğal uzantısı hem de birbirine öylesine zamanla simbiyosist dediğimiz ilişkiler doğdu ki, ben Erbil çarşısına çıktığımda Konya çarşısı kadar kendimi evimde hissediyorum. Burası bize ait. Bize ait derken ülke olarak bir yayılma anlamında demiyorum ama kültür olarak bizim bir parçamız, bir Kürt Iraklı, Erbil'deki bir Kürt de… Mesela Neçirvan  Barzani ile Van Çarşısı'nda gezdiğimizde, o da aynı şeyi hissetmiştir.

Dolayısıyla bizim şimdi bu güzel iklimi burada kullanmamız lazım. Yani bu sürecin de taçlanılması da burada. Oradaki en hassas konu açık ifade edeyim Sincar bölgesidir. Sincar ve Mahmur'da herhangi bir koridorun oluşması veya lojistik koridorun tekrar oluşmasına engel olacak tedbirler almak lazım. Bu da tabii zaten Kuzey Arak Bölgesel Kürt yönetimiyle koordinasyon içinde yapılacak bir şey.

Rûdaw: Silahların toplanılması, silahsızlanma sürecinde Türkiye ile Kürdistan Bölgesi’nin koordinasyonu yeterli olur mu? Yoksa burada bir üçüncü göze ihtiyaç olur. Özellikle Birleşmiş Milletler boyutuyla soruyorum.

Ahmet Davutoğlu: Onun doğru olacağı kanaatinde değilim. O güveni sarsar. Irak merkezi hükümeti tabii toprak Irak toprağı olduğu için belki onların da burada katkıda bulunabileceği hususlar olduğu için ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Türkiye. Bu üçlü mekanizmanın yeteceği kanaatindeyim. Birleşmiş Milletler gibi yapıların devreye girmesi birçok küresel aktörü devreye sokar. En azından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde değerlendirmeler başlar. Bu Türkiye'yi rahatsız eder.

Yani ben şu anda görevde olmuş olsam bu meselenin Türklerle Kürtler arasında genelde tarih boyu bir arada yaşamış iki halk arasında kendi aralarında çözmeleri gereken bir ihtilaf, kardeşler arasındaki ihtilaf  gibi görürüm. Şu anda ise modern anlamda bakıldığında bu bölge, hepimizin bölgesi, sınırlarımız belli. Irak'ın sınırları, Türkiye'nin sınırları, Kürdistan Bölgesi’nin sınırları kendi içinde, Irak içinde.

Dolayısıyla bizim yabancıya ihtiyacımız yok. Biz bizi biliriz. Bugünkü konuşmamda şunu söyleyeyim, biz kimiz diye sordum. Biz ta Anadolu'yu Malazgirt'le birlikte ortak yurt egemen kılan, Selahattin Eyyubi'yle birlikte Haçlılara karşı direnen ve benim hep söylediğim bir söz vardır. Alparslan'ın ordusunda bir Kürt, Selahaddin'in ordusunda bir Türk olmak isterdim.  400-500 yıl ortak bir devlet tecrübesi yaşamış, İstiklal Savaşı'nı, Çanakkale Savaşı'nı birlikte yapmış ve bütün bu süreçte hiçbir etnik çatışmanın karşılıklı Türk ve Kürt kimlikleriyle etnik çatışma yaşamamış iki halkız ve bu devleti birlikte kurduk, Cumhuriyeti.

Ha bazen bunu dediğimde diyorlar ki efendim Kürt İsyanları var  Osmanlı'da  geçmişte. Türkmenlerin de isyanları var , ben Türkmenim, Celal-i İsyanları Kürtlerle olmadı ki çoğu Türkmen boyuydu. Devletle olan ihtilaf ayrı bir şey. Ama Türklerle Kürtler, Türk ve Kürt kimliğiyle savaşmadılar. Ben Konya'yı söyleyeyim, Yunak da bizim, Kulu da, Cihanbeyli de. 300-400 yıl önce oraya göçmüş doğudan göçmüş insanlar, Kürtler Türklerle  beraber yaşıyor. Burada şu şimdi yayın yaptığımız yerden bir 30 kilometre gidin Haymana'da yani herkes zannediyor ki Kürtler Türkiye'de sadece Doğu'da, Güneydoğu'da var. Haymana'da, yani Ankara'nın en yakın ilçesi, Haymana'da Kürtler Kürtçe konuşur. Kürt nüfus ağırlıktadır. Hep söylüyorum dünyadaki en büyük, - bunu söyleyelim de Sayın Bahçeli çok kızmıştı- dünyadaki en büyük Kürt şehri İstanbul diye. Hani bunu derken İstanbul'da Türk de var, hepsi her şey var ama nihayet Irak'tan farklı olan şey veya Suriye'den, Kürtler Türkiye'de her yerde varlar. Her yerdeler. Ve bu da güzel bir şey. Bir millet olma bakımından, bir bilinçli yurttaş olma bakımından, bir vatandaşlık kimliği bakımından çok kuvvetli bir duygu bu. Dolayısıyla biz bu zeminin içinde yürüyelim. Üçüncü göze ihtiyacımız yok. Başka bir göze ihtiyacımız yok. Hepimizin iki gözü var. Yetiyor bu iki göz.

Rûdaw: Yakın bir dönemde bir bölge ziyaretiniz olacak. Bildiğimiz kadarıyla Süleymaniye'yi de ziyaret edeceksiniz. Bir süredir, son birkaç yıldır Süleymaniye Havaalanından, Türkiye'nin havasasını kapatmasından kaynaklı olarak uçuşlar yapılamıyor. Süreci de göz önünde bulundurduğunuzda artık Süleymaniye Havaalanı'nın üzerindeki bu ambargonun kalkması gerekmiyor mu ?

Ahmet Davutoğlu: Açılmalı. Ben bakın 2012-2013 arasında  yılında ben hep Erbil'e gidip geliyordum Dışişleri bakanı olarak. Dedim ki “arkadaşlar, niye biz Süleymaniye'ye gitmiyoruz? Yani Erbil'deki Kürt kardeşlerimiz kardeşlerimiz de Süleymaniye’deki  değil mi?” Tabii görüş ayrılıklarını biliyoruz KDP ile KYB arasında ve geçmişte Türkiye ile KDP ilişkileri  çok daha yoğun oldu, çok daha güven ilişkisine dayandı. Ama biz bütün Kürdistan Bölgesi’ne yaklaşım sergilemeliyiz. Hiç unutmadığım bir hatıradır. Belki geçmiş programlarda da zikrettim. Ben Süleymaniye'ye gideceğim dedim. Tabii o zaman Neçirvan Bey, Mesut Bey hepsiyle temas halindeyiz aynı zamanda. Sayın Rahmetli Talabani hasta yatağında yatarken oraya gittim. İlk kez bir Türk Dışişleri Bakanı Süleymaniye'ye gelmişti. Şaşırtıcı bir şey.

Halbuki biz Türk Dışişleri Bakanlığı olarak  Erbil'i komşu kapısı yapmıştık. Toplantı başlarken Sefin Dizai'nin hâlâ anarım, ona dedim ki, “Sefin Bey bana bir cümle, bir paragraf bir şey yaz. Sayın Talabani'ye sağlık, sıhhat dileklerimi ilettiğim bir Kürtçe bir metin yaz.” Yazdı bana, yanında biraz temrin yaptık. Ben okudum, kontrol etti, bir daha okudum falan. Sonra çıktım, Kürtçe konuşmaya başladım. Herkes kulaklarını taktı benim İngilizce veya Türkçe konuşacağımı zannetti. Kürtçe konuştuğumu anlayınca  dakikalarca alkışladılar. Hiç unutmadım. Bir kardeşinizi seviyorsanız onun dilini de seveceksiniz. Onun kültürünü de seveceksiniz. Her şeyini seveceksiniz. Tehdit görmeyeceksiniz. Geçen sene Duhok'ta foruma katıldım. Bundan birkaç ay önceydi, Kasım ayında Duhok'a gittim. Çok da güzeldi ve tebrik ederim. Gayet güzel  yani çok profesyonel bir organizasyondu. Bundan 2-3 ay önce Kubat Talabani aradı. Onu da 2004'ten, 2005'ten sonradan beri tanırım. Epeydir de görüşmemiştim. Beni Süleymaniye Forumu'na davet etti. Tamam dedim. Türkiye'de de istişarelerde bulunduk. Geleceğim dedim. Şimdi bu süreçte yaşananlarla da  denk düştü.

Bu hafta içinde benim oraya gitmemi farklı yorumlayanlar da çıkabilir. Ama denk düştü. Oraya inemeyeceğimiz için Kerkük’e ineceğiz. Sonra da oraya gidince tabi Erbil'e de uğramam lazım. Sayın Barzani'yle de istişare etmemizde fayda mülahaza ediyorum. Dolayısıyla toplantı bittikten sonra Kerkük, Musul, geçen sefer Musul'a gidememiştim, Dohuk'tan Musul'lular beklemişti. Oradan Erbil’e geçmeyi düşünüyorum. Dört gün falan sürecek. Oradaki kardeşlerimi özledim. Türkmenleri, Kürtleri, Arapları hepsiyle kucaklaşacağım. Hiçbir fark görmüyorum. Ben bir Türkmenim. Ama benim için Iraklı bir Türkmenle, Iraklı bir Kürdün, bir Arap'ın ortak tarih bakımından bir farkı yoktur.

Rûdaw: Sürecin bir de Suriye ve Rojava boyutu var şüphesiz. Silah bırakma süreci Türkiye'nin Rojava'daki özerk yönetimle, oradaki aktörlerle de diplomatik ilişkiler kurmasına zemin hazırlar mı?

Ahmet Davutoğlu: Hazırlaması lazım. Ben olmuş olsam tereddüt etmeden bunu yapardım. Onun için dedim başta Türkiye, Rojava bölgesinde demokratik Kürt temsilcileri, orada herhangi bir silahlı yapı anlamında söylemiyorum ve  Şara yönetimi, Suriye yönetimi arasında üçlü mekanizma kurulabilir. Geçiş süreci nasıl yönetilecek bu konuşulabilir. Bunlardan hiç çekinmemek lazım. Hatta Sayın Bahçeli'den önce veya o günlerde ben şunu söylediğimde epey bir yankı yaptı. “Türkiye, Suriyeliler anlaşırsa herhangi bir otonomiden de rahatsız olmamalı” dedim. Biz kimseyi düşman görmeyiz. Görmememiz lazım. Suriyeliler anlaşırsa yani Şam ile Rojava arasında bir anlaşma olur, Biz bunda karar kıldık derlerse Türkiye bunu tehdit gibi görmemeli. Yeter ki Suriye'nin istikrarı sağlansın. Suriye'nin birliği, beraberliği bozulmasın.

Çünkü bir kere bozulursa, Irak gibi Suriye'de bir parçalandı mı Lübnanlaşır. Yani bir Dürzi bölgesi doğar, bir Alevi bölgesi doğar. Kürt bölgesi doğar, bir Türkmen bölgesi doğar, bir Arap bölgesi doğar. Halbuki şu anda bizim parçalanmaya değil, bütünleşme ihtiyacımız var. Ümit ederim Suriye bütün bu süreçten olumlu yönde etkilenir ve Türkiye'nin de arabuluculuğunda, gerekiyorsa himayesinde Suriye'de taraflar arasında bir uzlaşı sağlanır.

Rûdaw: Son olarak Gelecek Partisi boyutuyla da sormak istiyorum. Şimdi artık biz silahsız, çatışmasız bir Türkiye'de hayal ediyoruz. Yeni süreçte Gelecek Partisi olarak siz özellikle Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri noktasında nasıl bir program ve yol haritası izleyeceksiniz?

Ahmet Davutoğlu: Bu konuda en hazırlıklı parti biziz. Çünkü nihayetinde partimizin programı bellidir. 2019'daki programda çok net ifadeler kullandık. Ve tabii benim geçmişten gelen tecrübe birikimimde parti politikalarında belli bir etkisi var. Biraz önce zikrettiğim gibi bütün taraflarla şu anda, bütün taraflarla istisnasız sürekli temas halinde olan belki de nadir kişilerden biriyim.

Bunu da sadece yapıcı bir katkı için yapıyorum. Gelecek Partisi olarak biz 2021'de Van'da bir Kürt çalıştayı yaptık. 2022'de Diyarbakır'da yaptık. Orada açıkladığımız 10 maddelik Kürt sorunun çözümü deklarasyonu var. Açın bakın. Bugün konuşulanların hepsi orada var. Hepsi var. Çözümün nasıl olacağı, ne olacağı hepsi var. On maddede bunu özetledik. Yani o açıdan bizim içimizde, partimizde Kürt siyasetinin saygın isimleri de var, Kürt vatandaşlarımızı temsil eden, Türkiye'de milliyetçi kanattan, muhafazakar kanattan, AK Parti'den, MHP'ye yakın kanatlardan gelenler de var. Bunları harmanlamış bir parti olarak biz sürece her türlü katkıyı vereceğiz. Yanlışa yanlış diyeceğiz, doğruya doğru diyeceğiz. Yeter ki bu süreç zehirlenmesin. Dışarıdaki bazı aktörler veya içerideki bazı fırsatçılar tarafından yanlış bir eksene kaymasın.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.