Kürdistan'da Referandum, Savaş Kışkırtıcılığı ve Halkını Aldatma

Kürdistan'da Referandum, Savaş Kışkırtıcılığı ve Halkını Aldatma

Ruşen Arslan

A+A-

 

25 Eylül 2017 günü Kürdistan'ın güneyinde bağımsızlık için referandum yapma kararı alındı.  Türk Devletini yönetenler , bağımsızlık referandumunu gayrimeşru ilan ettiler.  Milli Güvenlik Kurulu ve  Hükümet Güney Kürdistan yönetimini tehdit edici kararlar aldı. Kürdistan'ın güneyine sınır olan bölgede, gözdağı vermek için tatbikat yapıyor. Bununla da yetinmeyerek; Meclis olağanüstü toplandı ve yurt dışına asker gönderme (siz savaş anlayın) kararı aldı.

Tüm bu uygulamalar ve alınan kararlar, Osman Baydemir'in tezkere mecliste görüşülürken de söylediği gibi "Kürt anasını görmesin" diye özetlenecek, Kürtlerin bağımsız devlet ve statü sahibi olmalarına karşı, Cumhuriyetin kuruluşundan beri yürütülen politikasının bir parçasıdır.  "Devletin İç Düşmanı Kürtler" adlı kitabımda bu korkutma siyasetinden genişçe söz etmiştim.  Kitabın konusu olan Jandarma Genel Komutanlığı Raporunda, alçaktan sindirme uçuşlarının yapılacağı yerlerin koordinatlarının verilmesinden ve bölge halkını sindirmek için nelerin yapılması ve ne gibi tedbirlerin alınması gerektiğini anlatmaya çalışmıştım.[1]

Burada işlemek istediğim; bağımsızlık için referanduma karşı çıkan ve savaş seçeneği dahil, her türlü tedbiri uygulama kararında olan Türkiye'nin kararının,  uluslararası hukuktaki yerini tartışmaktır.  Hükümetin en yetkili kişisi Başbakan Binali Yıldırım, uygulayacağı tedbirlerin Lozan Barış Antlaşmasının  3. maddesiyle 5 Haziran 1926 Ankara Antlaşmasının  6. maddelerine ve Irak ile imzalanan Terörün Önlenmesine Dair Protokol'e dayandığını belirtmektedir.  Şimdi sırasıyla bunları inceleyelim.

Lozan Antlaşmasının 3. maddesi, "Türkiye ile Irak arasındaki sınır dokuz ay içinde Türkiye ile Büyük Britanya arasında dostça belirlenecektir." diyor. Maddenin bir sonraki fıkrasında ise, Belirlenen süre içinde iki hükümet arasında anlaşma olmadığı takdirde, uyuşmazlığın Milletler Cemiyeti Konseyine sunulması ön görülüyor. Yine Büyük Britanya ile Türkiye, antlaşma gerçekleşene kadar, fiili sınırları herhangi bir şekilde genişletmemeyi karşılıklı olarak taahhüt ediyorlar.

Görüldüğü gibi Kürtlerin taraf olmadığı Lozan Barış Antlaşması, Türkiye'nin Irak'a müdahalesi için bir hak vermiş değil.

Nitekim antlaşma sağlanmadığı için iş Milletler Cemiyeti'ne intikal etti.  Sonuçta Ankara Antlaşması imzalandı ve Antlaşmanın 14. maddesiyle tüm Kürdistan'ın güneyini kapsayan Musul Vilayeti, o tarihte Musul Vilayetinde çıkarılan petrolün yüzde onu Türkiye'ye verilmesi karşılığında, İngiltere'nin egemenliğindeki Irak'a bırakıldı. Yüzde onluk petrol hakkı ise 25 yıl sürecekti. Sonraki protokollerle Türkiye'ye,  yüzde onu 500 bin İngiliz Lirası karşılığında defaten talep etme opsiyonu da tanındı.

Başbakan Yıldırım'ın dayandığı Ankara Antlaşmasının İyi Komşuluk İlişkileri başlıklı bölümündeki 6. maddesi, Kürdistan'da bağımsızlık referandumu yapılmasına yahut Kürdistan halkının bağımsızlık ilan etmelerine karşı koymak için Türkiye'ye bir hak vermiyor. Madde aynen şöyledir: "Bağıtlı Yüksek Taraflar, bir ya da bir kaç silâhlı kişinin sınır bölgelerinde yağmacılık ya da eşkiyalık yapmak amacıyle girişecekleri hazırlıklara ellerindeki tüm olanaklarla karşı koymağı ve bunların sınırdan geçmelerini önlemeği karşılıklı olarak, yükümlenirler."[2]

Dikkat edilirse madde, her iki devletin kendi sınırlarındaki kişilerin karşı devletin topraklarında  eşkıyalığını önlemek için getirilmiştir. Maddenin açık hükmünden Başbakanın çok sevip sık kullandığı deyimle, ne Hükümete ne TBMM'ne ekmek çıkmaz. Çünkü IKBY, sınır bölgelerinde eşkıyalık  yapmak amacıyla değil, bağımsızlık için referandum yapıyor

Türkiye ile Irak arasında yapılmış olan Terörle Mücadele Antlaşması vardır. Ancak bu anlaşma hiçbir şekilde Türkiye'ye, Irak toprakları içinde askeri eylem yapma hakkını vermiyor. Aksine Irak devletinin iznine bağlıyor. Nitekim Türkiye, PKK'ye karşı Irak resmi sınırları içinde kara operasyonları yaptığında, her defasında Irak'ın resmi protestosuyla karşı karşıya kaldı.

Referandumun Türkiye'nin sınırlarını ihlal ve Türkiye'den  hak talep eden bir yönü yoktur. Bu yönüyle Irak'ın iç işidir ve Türkiye'nin güvenliğiyle de ilgisi yoktur. Aksine IKBY'ne karşı bir askeri hareket,  savaşı Türkiye'nin sınırları içine taşır ve işte o zamana büyük bir güvenlik sorunu ortaya çıkar. Türkiye ve  İran'ın korkusu, güvenlikten ziyade kendi egemenlikleri altındaki Kürtlerin statü sahibi olma istekleridir. 

Birleşmiş Milletlerin 14 Aralık 1960 tarih ve 1514 sayılı SÖMÜRGELERE VE HALKLARINA BAĞIMSIZLIK GÜVENCESİNE İLİŞKİN BİLDİRGE'sinin genel bölümünde "Bütün insanlar için eşit haklar ve kendi geleceğini belirleme ilkesine saygılı olarak, istikrar, gönenç, barışçı ve dostça ilişki koşullarının yaratılması ve ırk, cinsiyet, dil ya da din ayırımı gözetmeksizin, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklere uyma ve evrensel saygı gereğinin bilincinde olarak" belirlemesinin ardından bildirgenin 2. maddesinde; "Bütün halkların kendi geleceklerini belirleme hakkı vardır: Bundan yararlanarak, kendi siyasal statülerini saptamaya ve kendi ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimlerini sürdürmeye hakları vardır." deniyor.

BM bildirgesi kimseye, IKBY'nin yapacağı referandumu desteklemekten başka yol bırakmıyor. Referanduma karşı çıkmak, IKBY yöneticilerine gözdağı vermek, BM değerleriyle çatışmak demektir.

Taner Akçam, t-24'te çıkan yazısında "Bugün İran ve Türkiye Arka Bahçe (Hinterland) olarak gördükleri Irak Kürdistanı'na müdahale etme haklarını savunuyorlar." diyor ve bu tezlerin sömürgecilikten kalma tezler olduğuna haklı olarak vurgu yapıyor.

Yazıyı sonlandırmadan önce önemli gördüğüm bir konuya da değinmek istiyorum. Yapılan referandum, yalnız Kürtlerin değil; bölgedeki tüm Kürdistanlıların bağımsızlığı için yapılan bir referandumdur. Bölgede yaşayan Asuri, Keldani, Arap ve özellikle Türkmenlerin büyük ölçüde referanduma destekleri var. Bölgedeki halklar, referandumun kimin için yapıldığının çok iyi bilincindeler. Bu nedenle Türkiye'nin beşinci kolu gibi çalışan Türkmen Cephesi'nin, Iraklı Türkmenler açısından bir önemi ve etkinliği yoktur. Türkmenlerin çoğunluğu referandumdan yanadır ve Kürtlerle birlikte yaşamak istiyorlar. Türkiye'nin tavrı, başta Türkmenler olmak üzere, Irak halklarının kendi geleceklerini belirleme haklarına da saygısızlıktır.  Bu açıdan Mesut Barzani'nin herkesin kendini içinde göreceği bağımsız ve demokratik bir Kürdistan Federasyonu kurma açıklaması çok önemliydi. Çok etnili ve çok inançlı bir toplumda, toplumsal  kaynaşmanın harcı, ancak çoğulcu ve demokratik bir federasyonda sağlanabilir.

Türkiye'deki siyasiler, Mesut Barzani'nin demokratik  federasyon açıklamasından çok rahatsız oldukları için, referandumu K ürtlerin bağımsızlık referandumu olarak sunuyorlar. MHP'yi bir yana bırakıyorum.. Mecliste referanduma karşı yurt dışına asker gönderme ve bulundurma tezkeresi görüşülürken, her ikisi de diplomat olan CHP ve AKP sözcüleri; bilinçli bir şekilde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi yerine, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi deyimini bilinçli olarak kullandılar.

 Türk siyasetçilerin gerçekleri kendi halkından gizleyerek  onları kandırarak  savaş kulvarında  koşmaları gerçek tehlikedir. Hele yüzde on petrol karşılığı, Irak'a (aslında İngiltere'ye) bıraktıkları Musul ve Kerkük üzerinde söz hakları bile olamaz. Toy (düğün) geçtikten sonra çalınan zurnayı kimse dinlemez.

 

[1] Ruşen Arslan, Devletin İç Düşmanı Kürler, İBV yayınları, Kasım 2014, 1. Baskı, s.91-93

[2] Bugünkü imlaya uymayan dil aynen korunmuştur.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.