Feminizm ve İşin Reddi

Feminizm ve İşin Reddi

Kathi Weeks ile röportaj

A+A-

indir.jpgMarksistsiniz, değil mi? Marksist düşünce çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

Evet, diğer entelektüel ve politik bağlarımın yanı sıra, kendimi bir Marksist olarak görüyorum. Kapitalist ekonomilerin ve toplumsal oluşumların işleyişini anlama konusundaki kararlılığı ve sahip olduğu sayısız araçlar nedeniyle Marksizme yöneldim. Belki de her şeyden çok, Marksizmin işe odaklanan ve özellikle işçilerin çalışma tecrübeleri üzerine -ritimleri, örgütlenme, güç ilişkileri, zevkleri ve acıları- odaklanan bu versiyonlarına, kapitalist toplumların incelenmesine giriş noktası olarak ilgi duyuyorum. Dolayısıyla, Marksizme, en çok işin eleştirel incelemesini araştırmak adına kolektif bir alan olarak değer veriyorum. Marksist bir feminist olarak, toplumsal cinsiyet kimlikleri ve hiyerarşileri üzerine yaptığım analizler, toplumsal cinsiyet farkı ve eşitsizliğinin yeniden üretimi için güçlü bir makine olarak toplumsal cinsiyete dayalı işbölümüne odaklanma eğilimdedir. Toplumsal cinsiyet sisteminin yegane motoru olmasa da, bana göre çocuk bakımı ve yaşlı bakımında görülen toplumsal cinsiyetçi iş gücü bölümü, toplumsal cinsiyet ile toplumsal cinsiyet ideolojileri ve kurumları hakkındaki düşüncelerimizin ve duygularımızın bilhassa güçlü bir kaynağı.

2017’de Marksist feminizmi nasıl tanımlıyorsunuz? Özellikle küresel neoliberalizm çağında hareketin izlemesi gereken temel stratejik görüşler nelerdir?

İyi sorular. Yanıtlayabilmem için, Marksist feminist çalışmalarda geçmiş ve şimdi olarak ele alacağım iki dönem arasında kaba da olsa faydalı olduğunu düşündüğüm bir ayrım yapacağım.

Öncelikle geçmiş. 1970’lerde, Anglo-Amerikan Marksist feministler, iki tahakküm sistemi arasındaki ilişkiyi haritalamaya odaklandılar: kapitalizm ve ataerki. Bu evreyi, işin Marksist eleştirisini ev içi emek ile ailevi üretim ilişkileri alanına getirme girişimi olarak nitelemek mümkün. Bunu yaparken ev tabanlı bakım işi, ev işleri, tüketim işi ve topluluk yaratma işi, üretken emeğin daha dar tasarlandığı yeniden üretim biçimleri olarak incelendi, hane halkı bir işyeri, aile de işi örgütleyen, dağıtan ve yöneten bir rejim olarak görüldü. Marksist feministler bu sözde “özel” pratiklerin, ilişkilerin ve kurumların gizemini çözmeye yönelik uzun bir yol kat etti. Bir yandan, kapitalizm ile ataerki arasındaki ilişkiyi nasıl anlayacaklarına dair teorik sorularla ilgilendiler: Birbiriyle ilişkili iki sistem olarak mı yoksa birbiriyle tamamen iç içe geçmiş bir sistem olarak mı düşünülmeliydi. Öte yandan, bunlara oldukça yakın olan pratik ittifaklar meselesine de odaklanıyorlardı: Feminist gruplar, diğer anti-kapitalist (ve çoğunlukla antifeminist) hareketlerden özerk mi olmalı yoksa onlara entegre mi olmalıydı?

Bugün kendimizi Marksizm ile feminizm arasındaki ilişki konusunda yeni olanaklara sahip farklı bir durumda buluyoruz. 1970’lerin feministleri, ücretli emek araştırmalarına uygun olarak tasarlanmış Marksist analitik yöntemi, daha önce kapitalist üretimin bir parçası olarak düşünülmemiş olan çok farklı türden bir ücretlendirilmemiş emek pratiğine taşımaya çalışırken, günümüzde, yeni ücretli emek biçimlerini kavramak için, ücretli ve ücretlendirilmemiş “kadın emeğine” dair daha eski feminist analizleri kullanmamız gerektiği fikrindeyim.

Kimileri şimdiki momenti “emeğin kadınlaşması” açısından açıklıyor. Bu benim en sevdiğim terim değil, fakat benim anladığım, bu, neo-liberal post-Fordist ekonomilerde nasıl da giderek daha çok ücretli işin kadınlaşmış ev içi emeğin geleneksel formlarına benzediğini tanımlamanın bir yolu. Bu, düşük ücretli, yarı zamanlı, gayrı-resmi ve güvencesiz istihdam biçimlerinde esnek işlerin artış göstermesi ve işçilerin az değer biçilen ve ölçmesi zor duygusal, ilgiye dayalı ve iletişimsel kapasitelerini kullanan hizmet sektörü işlerinin büyümesinde özellikle belirgin.

Değişen bu iş manzarasıyla yüzleşmek adına, ücretlendirilmemiş ev içi emek çalışmalarını incelemek için yeniden yapılandırılmamış bir Marksist analiz kullanmak yerine, bugün, bu biçimlerin sömürülüşlerinin ve deneyimlenişlerinin iç yüzünü anlamak üzere hem ücretli hem de ücretlendirilmemiş işin cinsiyetlendirilmiş biçimlerinin Marksist feminist analizlerine başvurmamız gerekiyor. Bunun pratik anlamı, çağdaş sömürü biçimlerini anlamak ve bunlara direnmek istiyorsak, Marksistlerin artık feminist kuram ve pratiklere kayıtsız kalamayacakları ya da onlardan bağımsız düşünemeyecekleri. Gördüğüm kadarıyla feminist teori artık Marksist eleştiri için ihtiyari değil.

Yayınlarınızda işin reddi kavramına atıf yapıyorsunuz. Bu kavramın bize analitik ve politik açıdan neler sunması gerektiğini düşünüyorsunuz?

İşin reddi kavramını otonomist Marksist gelenekten ödünç aldım. Anladığım kadarıyla, işin reddi, ücret sistemi etrafında örgütlenmiş ama onunla sınırla olmayan (yeniden) üretim sistemine karşı. Burada vurgulamaya değecek üç nokta var. İlki, reddedilenin herhangi bir iş değil, azınlık için sermaye birikimi üretmek üzere tasarlanan daha büyük ekonomik işbirliği sistem ve geri kalanımızı desteklemesi beklenen ücretli iş. İkincisi, bu ret kavramı, iş durdurma gibi belirli bir yanıt biçimini imtiyazlı kılmak yerine, mümkün duruşları ve edimleri içeren çok daha kapsamlı bir liste içerebilen radikal bir iş eleştirisi geliştirme arzusunu ifade eder. Ve son olarak, işin reddini, bireysel bir etik talimat yerine zaman içinde kolektif bir siyasi proje olarak da tanımlardım. Amaç, bizi mevcut iş dünyasına ve ücretli ya da ücretlendirilmemiş emeğe bağlayan kurum ile ideolojileri dönüştürmektir ve bu da kolektiflerin siyasi örgütlenmesini gerektirir. Çoğu birey, öylece istihdamdan uzaklaşamıyor, dolayısıyla konuştuğumuz şey bu değil.

Bana göre işin reddi politik açıdan önemli çünkü inanıyorum ki, iş ve (yeniden) üretim ilişkileri politik bilincin ve tartışmanın son derece anlamlı alanları. Ücret sistemi neredeyse çok az kişi için işliyor. Çoğumuzun iş ile ilgili sorunları var. Bulunduğumuz yere bağlı olarak, aşırı-çalışmadan, işsizlik ve eksik istihdama kadar -ekonominin en çok ve en az imtiyazlı kesimlerinde çok farklı bir şekilde yaşansa da- hepimizi kapsıyor. İş ile olan (geniş ölçüde ücretlendirilmemiş iş biçimlerine ve belli iş ilişkilerine dayalı bir toplumda söz konusu ilişkilerden dışlanmayı da içerecek şekilde tasarlanmış) ilişkimizde, kapitalizm hakkında eleştirel bir perspektif geliştirip değişim için talepler formüle etmemiz olası.

Sizce, işin reddinin, kadın emeğine nasıl bir faydası dokunabilir? Bu red, mevcut feminist hareketin taktiklerinden biri olabilir mi?

Evet, işin reddinin feministlere önemli bir eleştirel analiz hattı ve siyasal pratik için önemli bir gündem sunduğuna inanıyorum. Bunun nedenini anlamak için mevcut kapitalist ekonomileri gözden geçirmeliyiz. Ekonomik bekanın kilit mekanizması olarak kalmaya devam eden ücret sistemi, işçileri günlük olarak ve nesilden nesile yeniden üretmek için gerekli yeniden üretim emeğinin üretildiği asli mahal işlevi gören ikinci bir kuruma, yani özelleşmiş aileye bağlıdır. Bu yüzden, ücret ve aile-iş sistemi, ücretli iş sahası ve ev etrafında örgütlenen, aile kurumu tarafından bir arada tutulan yeniden üretimi temel alan asli üretim sistemlerini içermektedir; bu sonuncusu, yani aile, çoğumuzun tipik olarak ücretlendirilmemiş ve cinsiyet eşitsizliğine dayalı yeniden üretim ilişkilerine dahil olmasını sağlar. Bu yüzden, feministlerin uzun zamandır iddia ettiği gibi, bu sistemi sürdürmeye dahil hem ücretli hem de ücretlendirilmemiş tüm işi hesaba katabilen bir kapitalist ekonomik sistemi daha geniş bir şekilde haritalandırmaya ihtiyacımız var.

O halde, şu anda örgütlendiği ve dağıtıldığı haliyle, toplumsal yeniden üretim işini “reddetmek” ne demektir? Feministlerin öğrendiği gibi, ev içi emeği reddetmek, potansiyel olarak daha kapsamlı sonuçlara sahip olan çok daha zorlu bir projedir. Kanımca, bu alanda işin reddi, azami olarak, ev içi yeniden üretim emeğine dayalı toplumsal ilişkilerin kurumsal temel taşı olarak aileyi ve bunun ideolojik desteği olarak aile ahlakını eleştirir. En geniş anlamıyla ise bu, iş ve yaşamın bütün örgütlenmesine karşı çıkmak demektir.

1970’lerin Ev İşi İçin Ücret literatürüyle bunca ilgilenmemin pek çok nedeninden biri de bu. Bu kuramcıların ve aktivistlerin kalkıştığı şeyi Marksist feminizmin en zor manevralarından biri olarak görüyorum: Ev-içi emeği bir iş olarak görünür kılmak ve onu değer kazanma sürecinin bir parçası haline getirmek ama aynı zamanda da bunun kutlanması ya da kutsanması gereken bir şey olmadığında ısrarcı olmak. Bu gerçekleştirilmesi çok zor bir şey: Toplumsal açıdan gerekli emek olarak tanınmasını sağlamak (bunun için, örneğin, yapılması gereken ücretli işten daha çok çekilmek gerekir), ancak bu haliyle ona aşırı değer yüklememek, daha ziyade, gizeminden sıyrılması, romantikleştirilmemesi, özelleştirilmemesi, bireyselleştirilmemesi ve elbette toplumsal cinsiyet üzerinden belirlenmemesinde ısrarcı olmak. İş olduğundan, aynı zamanda, yaşam ev içi emekten ibaret olmasın diye de mücadele edilmesi gerekir. Gördüğüm kadarıyla, emeğin toplumsal cinsiyet ayrımına, pek çok ücretli ev işinin korkunç koşullarına ve yoğun annelik ideolojisi gibi iş yoğunlaştırma biçimlerine karşı mücadele etmek demektir. Aynı zamanda, yeni örgütlenme biçimlerinin yaratılmasını, işin paylaşılmasını ve bunu anlamlı kılmayı içerir.

Çalışma Sorunu1 adlı kitabınızda Garantili ve Evrensel Temel Gelir için güçlü bir argüman öne sürdünüz. Artık, Temel Gelir projelerinin özü itibariyle solcu olmadığını, aslında neo-liberal mantık ve yeniden yapılanma ile uyumlu olduğunu iddia eden (temel olarak herhangi bir altyapısal çözüm sağlamak yerine mevcut bir soruna yenisini ekleme) sol görüşlü makaleler ve düşünce kitaplarının sayısı giderek artıyor. Bilhassa bu yeni sol eleştiriler ve kavramlar ışığında, ayrıca muhafazakârlar arasında kavramın giderek daha popüler hale geldiği düşünüldüğünde, Garantili ve Evrensel Temel Gelir hakkında başka düşünceleriniz var mı?

Politik spektrumda Temel Gelir meselesine artan ilgiyi olumlu bir gelişme olarak yorumluyorum. Bunu şöyle görüyorum: Temel Gelir talebi, talep koşullarına bağlı olarak sol-kanada ait bir taleptir. Gelgelelim, talep siyasetleri hiçbir şekilde öyle dolambaçsız değildir. Geniş bir kesimdeki işçilerin hayatlarını iyileştirip iyileştiremeyeceği, pek çok şeye bağlıdır, ki bunlardan en önemlisi, sağlanacak gelir düzeyidir. Çok düşükse, düşük ücretle çalışan işçilere ek ücret teklif etmek suretiyle sübvansiyon sağlama riskini beraberinde getirir. Ben, yaşanabilir asgari geliri destekliyorum; işçilerin ücretli işleri geçici olarak devre dışı bırakmalarını mümkün kıldığı sürece, işverenleri daha iyi ücretler ve koşullar sağlamayan zorlayan bir taleptir. Bununla birlikte, bunun etrafında yürütülen siyasetler, en iyi ihtimalle alengirlidir, zira bir kez kazanıldığında, söz konusu temel gelir en düşük düzeyden kurumsallaşacaktır. Sonrasında gelir düzeyini yükseltme mücadelesi ek çabalar gerektirecektir.

Ancak asgari yaşanabilir bir gelir şeklinde güvence altına alınıyor olsa dahi, ya da alındığında, Temel Gelir’e yönelik bir talebin, ücret sistemini değiştirmek için bir öneri olmadığı, sadece şu anda ücretli emekten dışlanan veya esnekleştirilenlere, yine toplumsal (yeniden) üretime katkıları ücretlendirilmeyenlere ücret sağlayarak ücretli emek sisteminin üzerimizdeki baskısını hafifleteceğini açıkça ortaya koymak gerekir. Ayrıca, iş sözleşmelerini iyileştirmek için müzakereler yürütmek ile ne türden evler ve yakın ilişkiler kurmak isteyebileceğimiz konusunda daha iyi kararlar almamıza olanak tanımak için bireylere daha güçlü bir konum verecektir. Bunlar öyle hafife alınacak faydalar olmasa da, devrimci post-kapitalist bir vizyon da sunmazlar.

Buna karşın, Temel Gelirin kapitalizmin yakın gelecekte maddi ve ideolojik olarak kendini sürdürebilmesi için tek çıkar yolu olacağını düşünüyorum, öyle ya ücret sistemi ve aile modeli, ücret dağıtımı ve üretken işbirliği örgütleme hususunda yetersiz kalıyor. Temel gelir, ek reformlar için mücadele etmek için gereken zamana ve çabaya maddi destek sunabilir; iş ve iş olmayana dair daha eleştirel düşünmek üzere kavramsal bir açılım katabilir ve bunların nasıl dönüştürülebileceğine dair daha yaratıcı fikirler geliştirmemizi sağlayabilir. Bu anlamda oldukça mütevazi bir talep ama sanırım daha fazla politik düşünce ve eylem getirecektir.

Güvencesiz iş kavramının, işe değer biçme esnasında yaşanan sömürüden ziyade sözleşmeye veya istihdam koşullarına fazlaca odaklandığına inanıyor musunuz? Eleştirel kuram güvencesizlikten daha kuvvetli bir kavrama, örneğin “aşırı-sömürü” kavramına ihtiyaç duyuyor mu?

Güvencesizlik ve sömürüyü ücretli emek örgütlenmesinin farklı veçhelerine atıfta bulunan iki kavram olarak görüyorum. Sömürü kavramı, kapitalist istihdam ilişkisinin temel terimlerini tanımlamaktadır; emeğin sömürülmesi sistemin can damarıdır. Farklı iş formları ve sektörleri farklı oranlarda ve farklı yönetim rejimleri altında sömürülebilir ancak kapitalizmde ücretli çalışma sisteminin ihtiyari bir özelliği değildir.

Güvencesizlik kategorisi, istihdam ilişkisinin daha spesifik yönlerinde tarihi bir değişime işaret eder. Bana göre bu terimin en anlamlı kullanımı, Fordist modelden sonra yaşanan dönüşüme işaret etmektedir (elbette, bu tüm işlerin ampirik bir tanımından ziyade bir model veya idealdi). Bir başka deyişle, işçilerin ürettikleri ürün ve hizmetlerin istikrarlı tüketicisi olmasını sağlayan, güvenli, hayat boyu ve tam zamanlı işten, tüketicilerin başka yerlerde bulunabildiği, daha ağ tabanlı ve küreselleşmiş bir ekonomide, daha güvencesiz, yarı zamanlı ve geçici istihdam biçimlerinin artmasıdır.

Bana göre bu terim, en çok, Fordist modelin daha yaygın ve daha eksiksiz olarak yaşandığı Birleşik Devletler dışındaki ülkeler için geçerli. İstihdam, o zaman da genellikle, daha çok sayıda işçi için, ABD’de, örneğin bazı Batı Avrupa ekonomilerinde olduğundan çok daha güvencesizdi. Bununla birlikte, kavramın sömürü kavramına alternatif olmaktan ziyade ona önemli bir katkı olduğunu düşünüyorum. Bu kavramın en saygı değer kullanımı, eski Fordist modelin sınırlarına geri dönüş talebini savunmak veya böylesi bir talebe açıklık getirmek değil de işin yaşamın geri kalanına hükmetmediği, daha güvenli, daha sürdürülebilir, daha yaşanabilir bir iş ilişkisi oluşturmak için verilen mücadele çerçevesinde olacaktır.

George Souvlis’in Political Critique‘de yayınlanan “Feminism and The Refusal of Work: An Interview With Kathi Weeks” metninden çevrilmiştir.

1 Kathi Weeks, Çalışma Sorunu, Çeviren: Tamer Tosun, Ayrıntı Yayınları, 2014.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.