Erdoğan’ın Neşteri İlkin Ordunun Boynuna İnmek Zorunda

Erdoğan’ın Neşteri İlkin Ordunun Boynuna İnmek Zorunda

Erdoğan’ın Neşteri İlkin Ordunun Boynuna İnmek Zorunda

A+A-

Cemil Gündoğan

Erdoğan’ın elindeki neşterin ilkin kimin boynuna ineceği konusunda farklı görüşler, tahminler ve sezgiler var. İsmi en sık anılan kurbanlar Gülenciler ile birlikte Kürtler ve Alevilerdir. Bu liste doğrudur, fakat eksiktir. Orduyu da neşterin birinci kademedeki hedefleri arasına yerleştirmek gerekiyor. Zira eldeki neşterin görece sorunsuz işleyebilmesi, ordunun kontrol edilmesini, eğer bu mümkün olmuyorsa yapılacak ameliyat süresince pasifleştirilmesini gerektiriyor. Türkiye’nin içinden geçtiği ağır koşullar altında orduda kontrol sağlanmaksızın büyük toplumsal ameliyatlara girişmek intihar gibi bir şey olur. Dolayısıyla Erdoğan’ın ameliyata ordunun dizaynından başlaması bir zorunluluktur. Nitekim hükümet kanadından medyaya uçurulan haberlere bakılırsa bu iş için bazı tedbirler planlanmış bulunuyor. Kısa vadede iki tedbirden bahsediliyor:

1- Jandarmayı İçişleri bakanlığına tam bağlayarak (şu an yarım bağlı) süratle yeniden yapılandırmak. Bu düzenlemedeki amaç, sadece muhtemel bir direniş odağını dağıtmak veya kontrol altına almak değildir. Bir de neşterin polisten ve imamlar ordusundan oluşan çekirdeğini yeni silahlı güçlerle takviye etmekle ilgili boyutları var. Neşterin derinlere dalmasının farklı toplumsal kesimlerde yol açacağı direnişleri kırabilmenin tek yolu, neşterin insan ve ateş gücünü arttırmaktır. Eğitilmiş hazır bir güç olarak jandarma bu iş için şu andaki en uygun kaynaktır. Her halde bu iş için Hakkari’den korucu getirmeyi düşünmeyeceklerdir.

 2- Orduda geniş çaplı bir temizlik yapmak. Hükümete kuşkuyla bakan bütün subayları Gülenci oldukları gerekçesiyle ordudan atmak veya bu mümkün olmuyorsa pasif görevlere getirmek. Bu işin nasıl yapılacağı teknik bir sorundur. Ellerinde bir OHAL kararnamesi var. İçeriği kamuoyunda pek tartışılmayan bu kararname, hükümete 12 Eylül türü bir yönetim yetkisi vermektedir. Bu kararnameyi işleyebildiği kadar işleteceklerinden şüphe duyulamaz.

Jandarmanın yeniden yapılandırılması ve ordunun subay kademesindeki tasfiyeler kısa dönemde başvurulacak iki asli tedbirdir. Bunların dışında bir de daha az gürültü koparacak tedbirler var. Cumhurbaşkanlığının ve Meclisin korunmasıyla ilgili alanlardan ordunun tasfiye edilmesi bunlar arasındadır. Sözü edilen korumalar, askerin bu iki kurum üzerinde baskı ve kontrol kanallarıdır. Bu kanalların kısa dönemde tıkanması gerekiyor.

Uzun vadeli tedbirlere gelince, bunların esasını subay yetiştirme sistemindeki düzenlemeler oluşturur. Türk ordusu kast esasları üzerinde işleyen bir subaylık sistemine dayanır. Uzman çavuştan teğmene kadar uzanan ve işin hamallığını yapan ast subaylar birçok bakımdan Asyatik Türklere benzerler. Bunlar arasında İslamcılık epeyce yaygındır. Sık sık hacıya hocaya, üfürükçüye koşarlar mesela. Askeriyeden gelen milliyetçilik ile mahalleden gelen İslamın bu buluşması, onları Türk-İslam sentezinin mükemmel birer örneğine dönüştürmektedir. Dolayısıyla Erdoğan’ın bu kademede fazla bir şey yapması gerekmiyor. PKK ile savaşta adam öldürme sanatında hayli tecrübe edinmiş olan bu kategori, yüzyıllık yeni dinci parantezin güvenlik aygıtlarını besleyecek zeminlerden birini oluşturacaktır.

Teğmen ve yukarısındaki kademelerde ise sağ-milliyetçi Kemalizm etkindir. Doğu Perinçek ve arkadaşlarının, bu kademeyi kendileri yönetiyormuş gibi havalar yaymasına bakmayınız. Aynı Perinçek bir zamanlar da PKK’yi yönetiyormuş gibi havalar yayardı ve PKK muhalifi bazı Kürtler de sanki gerçekmiş gibi bunu PKK’yi teşhir etmek için kullanmaya çalışırdı. Bunlar boş propagandadan ibarettir. Perinçek her dönem birilerini yönettiği havasını verir. Bu onun siyaset yapma tarzıdır. Nitekim şu sıralar da Erdoğan’ı yönetiyormuş havası veriyor (Nedense sözü edilen Kürtlerden bu konuda pek ses çıkmıyor). Gerçekte ise ordunun generaller kademesine Kemalist laiklik anlayışını biraz esneterek durumu idare etmeye çalışan sağcılar egemendir. Şu sıralar tuğgenerallere kadar olan kademelere epeyce Gülenci sızdığı iddia ediliyor. Belli bir sızmanın olduğundan kuşku duyulamaz. Fakat Erdoğan ve çevresinin anlattığı boyutlarda bir sızma (bazı propagandalara göreyse tümden ele geçirme) ikna edici görünmemektedir. Erdoğan kliği, Gülenci sızmanın boyutunu abartarak generaller kademesine atacağı neşteri biraz daha derine batırmak için gerekçe üretmeye çalışmaktadır.

Düzeyi ne olursa olsun Gülenci sızma, Erdoğan açısından kısmi ve geçici bir meseledir. Asıl mesele yeni rejime uygun subay yetiştirme sistemiyle ilgilidir. Erdoğan yüz yıllık yeni bir parantez açmak istiyorsa subay yetiştirme sistemini buna uygun bir şekilde değiştirmek zorundadır. Bu da ancak uzun vadeli tedbirlerle gerçekleşebilir. Nitekim ilk tedbirler telaffuz edilmeye başlandı bile. Söylentiye göre, askeri liseler Milli Eğitim Bakanlığına bağlanacakmış.

Harp okullarının ne yapılacağıyla ilgili olaraksa henüz bir şey söylenmedi. Bu sessizlik, akademilerin korunacağının işareti sayılabilir. Bu durumda akademi komutanlıklarına İslamcı eğilimi olan generaller atamak ve Kemalist müfredat yerine İslamcı bir müfredat koymak türünden tedbirler söz konusu olacak demektir. Ayrıca, harp akademileriyle üniversiteler arasındaki işbirliği sahalarını genişleten tedbirler üzerinde de kafa yorulabilir. Bu alandaki her genişleme, İslamcıların tekelinde bulunan üniversitelerin akademiler üzerindeki etkisinin derinleşmesi yönünde sonuçlar üretecektir. Buna, temel öğretimdeki milli güvenlik dersleriyle yapılmak istenen şeyin tersi de diyebilirsiniz. Biliyorsunuz “milli güvenlik” veya “inkılap tarihi” gibi derslerin amaçlarından biri de okulları askerin denetimine açmaktı. Bir zamanlar askeriyenin kontrolünde olan MİT bile ihbarcı devşirmek için bu kanalı kullanırdı. Şimdi durum tersine çevrilebilir, askeri okullar imamların denetimine açılabilir.

***

 

Yukarıda özetlenen kısa ve uzun erimli tedbirler elbette tam bir liste oluşturmaktan uzaktır. Fakat bugün için önemli olan tam bir liste elde etmekten çok, Erdoğan’ın elindeki neşterinin alandaki güçleri nasıl ve ne yönde etkileyebileceğini görmektir. Yukarıdaki liste göstermektedir ki Erdoğan’ın elindeki neşterin ilk kurbanlarından biri ordu olacaktır.

***

Hal böyle olunca, akla gelen ilk soru, ordunun bu girişime karşı nasıl davranacağı ve bunun NATO gibi orduyla doğrudan bağlantılı kurumlarla ilişkileri ne yönde etkileyeceğidir.

Ordu, darbe girişiminden büyük yara almış durumdadır. Darbe öncesi ve sonrası uğradığı subay kayıplarına ilaveten kurmay heyeti darbeci subaylar tarafından rehin alındığı için rezil olmuş, darbe girişimi esnasında sıradan halka kurşun yağdırdığı için de saygınlığı erozyona uğramıştır. Bu koşullardaki bir ordunun, arkasındaki halk desteği iyice kabaran ve sokakları tutmuş olan Erdoğan karşısında direnmesi zordur. Olaya bu kadarıyla bakıldığında Erdoğan’ın tereddüt etmeden orduya neşter atacağı ve sonuç alacağı düşünülebilir.

Ne var ki bu, fazla basit bir değerlendirme olacaktır. Zira askerlerin moral üstünlüğü kaybetmiş olmaları ne kadar teslimiyeti teşvik ederse, tasfiyelerin besleyeceği varlık kaygısı da o ölçüde direnişi teşvik edecektir. Yeryüzündeki bütün canlı varlıklar gibi toplumsal kurumlar da varlıklarına kastedildiğinde tepki gösterirler, meğerki yaşama güdüsünü tümden kaybetmemiş olsunlar. Dolayısıyla Türk ordusunun ilk şoku atlattıktan sonra Erdoğan’ın elindeki neşterin derinlere inmesine karşı direneceği açıktır. Açık olmayan, bu direnişin çapı, şiddeti ve zamanlamasıdır.

Eklemek gerekir ki, radikal bir tasfiyeye karşı direnmeyi düşünen subayların, bu direnişi dayandırabilecekleri bazı güçlü gerekçeleri var.

Subay kıtlığı bu gerekçelerden biridir. Biliyorsunuz, Türk ordusundaki albay ve üzeri rütbelilerin bir kısmı Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla ordudan atılmış veya kızağa çekilmişti. Bu kayıplara son bir yıldır Kürtlere karşı yürütülen savaşta ölen veya sakata çıkan subaylar eklendi. Şimdi bu iki kategoriye darbe girişimi nedeniyle tutuklanan veya firar eden subaylar ekleniyor. Bu son grupla birlikte orduda ciddi bir subay açığı meydana gelmiştir. İşte bu durum, generallere Erdoğan’ın tasfiye planlarına karşı direnme gerekçesi sunmaktadır. Nitekim Erdoğan kliği harp liselerinin kapatılacağına ve ordunun Milli Savunma Bakanlığına bağlanacağını dair propaganda yaptırmaya başladıktan bir gün sonra, genelkurmayın subay eksikliğini gerekçe göstererek kızağa çekilmiş Ergenekon ve Balyoz davası sanığı subayları aktif görevlere getirdiğine dair haberler okumaya başladık. İlginç bir çakışmaydı.

İkinci gerekçe, Kürdistan’da sürmekte olan savaş ile Suriye krizinin geldiği noktadır. Bunu Amerika ile Rusya’nın Türkiye’nin sınırlarında savaş manevraları yapmakta oldukları gerçeğiyle birlikte düşünürseniz Türkiye’nin ne tür dış tehditlerle karşı karşıya olduğunu anlarsınız. Bu tehditler ve riskler, orduyu istikrarsızlaştıracak çapta tasfiyeleri devletin bekası bakımından riskli bir iş haline sokmaktadır. Tasfiyeleri arzulamayan Kemalist ve NATOcu generallerin bu durumu Erdoğan’a karşı koz olarak kullanacaklarından şüpheniz olmasın. Burası, tasfiyelerin Kürt sorunuyla ilişkisini oluşturan halkalardan birini oluşturuyor ve kendi başına tartışılmayı hak ediyor.

Üçüncü gerekçe, darbecilere ilaveten militan Kemalist subayları da tasfiye etmeye kalkmanın, ordunun içindeki genel hoşnutsuzluk ortamını ve kırılmaları derinleştirerek bu kez hiyerarşi içinde bir darbeye zemin hazırlaması endişesidir. Erdoğan, militan Kemalist subaylardan en az Gülenci subaylardan korktuğu kadar korkmaktadır. Dolayısıyla eline bir fırsat geçmişken bunları da tasfiye etmeye çalışması kadar normal bir davranış olamaz. Fakat bunu yapmak, ordudaki hoşnutsuzluğu yaygınlaştırıp derinleştirerek hiyerarşi içinde bir darbeye kapı aralayabilir. Neşterin derine inmesini engellemek isteyen generallerin bu durumu tasfiyeye karşı bir gerekçe olarak kullanacaklarından emin olabilirsiniz.

Nihayet son noktaya geliyoruz. Diyelim ki Erdoğan’ın bütün hesapları tuttu ve neşteri iyi çalıştırarak Türk ordusunun kontrolünü kısa sürede ele geçirdi ve böylece Batı yanlısı laik bir ordudan İslamcılığın koçbaşı rolüne soyunacak Erdoğancı bir orduya doğru bir dönüşüm gerçekleşti. Peki, bu dönüşüm NATO ve Rusya tarafından nasıl karşılanacaktır? Bütün Batılı ülkelerinin ve Rusya’nın radikal İslamla boğuştuğu bir dönemde, NATO’nun imtiyaz ve imkânlarına da sahip dünyanın dördüncü büyük ordusunun İslamcıların eline geçmesine kansız belasız izin vereceklerini mi sanıyorsunuz? Kendi içinde Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve Avrupai Türk-Asyatik Türk diye bölünmüş bir ülkede böyle bir orduyu bütünlüklü haliyle kaç gün yaşatırlar sanırsınız? Bu iş, tanklarla ve toplarla Cizre’deki veya Yüksekova’daki yoksul ve sahipsiz Kürtlerin evlerini başına yıkmaya benzemez; dış dünyadan cevabını fazla gecikmeden alır. Saddam Hüseyin de bir zamanlar dünyanın en büyük ordularından birine sahipti, ama şimdi ne ordusu var ne kendisi ne de ülkesi?

***

Ordu bahsinde durum özet olarak yukarıdaki gibidir. Ancak Erdoğan’ın neşterinden etkilenecek tek kesim hiç kuşkusuz ordu değildir. MİT’ten polise, sermayeden milli eğitime, diyanetten tarikatlara, Alevilerden Hıristiyan azınlıklara, Türk milliyetçilerinden Kürtlere ve liberallere kadar bütün kurumlar ve toplumsal kesimler bu neşterin hedefi olacaklarına göre yukarıda orduyla ilgili yapılan tahlilin benzerlerini bu gruplar için de yapmak ve Erdoğan’ın kafasındaki ameliyatın bu gruplara muhtemel etkilerini analiz etmek gerekiyor. Ama bu yaz günü bir dizi yazmayacağıma söz vermiştim. Belki başkaları bu eksiği tamamlar. Ben, çok merak edilen bir soru sorarak yazıyı bitirmek istiyorum. Soru şudur: Karşıda bu kadar güç varken Erdoğan böyle bir neşter atmaya cesaret edebilir mi?

Belirtiler, Erdoğan’ın önüne gelen fırsatı tepmeyip risk almayı düşündüğünü gösteriyor. Fakat bu düşüncesini nasıl ve hangi hızla hayata geçirmeye kalkışacağını kestirmek zor. Kürtlerle savaş içindeyken, güney sınırında dünyanın en büyük iki ordusu savaş manevraları yapıyorken ve Suriye savaşının enkazı Türkiye’nin üzerine yıkılmışken böyle bir neşter atmak intihar anlamına da gelebilir. Nitekim Mısır’daki Mursi olayında böyle olmuştu. Mursi de arkasındaki çoğunluğa dayanarak İslamcı bir parantez açmaya kalkışmıştı. Fakat elindeki neşterin çalışmaya başlaması Mısır’daki güç ilişkilerini öylesine hızla değiştirdi ki, kısa süre içinde kendini hapiste buldu.

Bununla Türkiye’de de aynı şey olur demek istemiyorum. Değişik koşullar değişik sonuçlar üretir. Ancak iktidardaki bir kliğin, kendisine uygun bir rejimi kalıcılaştırmak amacıyla toplumun başka kesimlerine karşı sert bir saldırıya geçmesi durumunda olacak şeyler değişmez: alan yeniden harmanlanır, yani alandaki bütün güçlerin birbirlerine karşı konumlanışları ve bunların dış dünyayla olan bağlantıları değişir. Bu değişiklikler neşteri atmaya çalışan kliğin istediği yönde de gerçekleşebilir aleyhinde de. İşin bu kısmı, alanın yapısına ve dış koşullara bağlıdır.

Bazı belirtiler, Erdoğan’ın buradaki zorlukları gördüğüne işaret ediyor. Mesela ordu içindeki tasfiyeyi gerçekleştirirken, CHP ile HDP’nin temsil ettiği toplumsal kesimlerle ilgili tansiyonu düşürmeye çalışıyor. CHP’nin Taksim mitingine katılarak bu partiyi kuşatmaya ve renksizleştirmeye çalışması, bunun bir ifadesi. CHP öylesine kuşatıldı ki, kendi mitinginde kendi bayrağını bile açamadı! Ama CHP’yi ve Doğan medyası gibi kurumları “özlediğimiz tablo” söylemi eşliğinde yumuşatıp, kuşatıp hareketsizleştirirken kendi kitlesini alanlarda toplayarak onların CHP’nin temsil ettiği toplumsal kesimlere düşmanlığını bilemeye devam ediyor.

Aynı şekilde yeni bir barış sürecinin başlayacağına dair dedikodular yayıp Kürtleri Gezi olayındakine benzer bir kafa karışıklığının ve hareketsizliğin içine itmeye çalışıyor. Gezi’deki kafa karışıklığının, muhtemelen Gezi’de yaşanacak olan bir savaşı, bu hareketin bastırılmasıyla Kürt şehirlerine davet ettiğini (bugün bile) anlayamamış olan Kürt sağcılarıyla muhafazakârlarını (elbette hepsini değil) ve siyasetlerini Barzani-Erdoğan yakınlığının kendilerine açacağını umdukları alan üzerine kurmayı planlayan PKK dışındaki bazı Kürt partilerini ve kurumlarını bu dedikoduları yayan kanallar olarak kullanmaya çalışıyor. Bütün bunlar Erdoğan’ın, elindeki neşterle herkese aynı anda saldırmayıp kurbanlarını parça parça ameliyat masasına yatırmayı planladığını gösteriyor. Bu stratejinin başarıya ulaşıp ulaşamaması, büyük ölçüde Erdoğan’ın neşter atacağı güçlerin bu gerçeği anlayıp anlamamasına bağlıdır.

2016-07-27

-----------------------------------

Not: geçen yazıda e-mail adresimi yanlış yazmışım. Doğrusu şu şekildedir:

[email protected]

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.