ABD’li feminist yazar Meredith Tax Rojava'yı değerlendirdi!

ABD’li feminist yazar Meredith Tax Rojava'yı değerlendirdi!

ABD’li feminist yazar Meredith Tax, Zeytin Dalı operasyonu ile ilgili yazısında, Erdoğan’ın asıl endişesinin “bir özyönetim olarak Rojava’nın başarısı” ve “bunun Türkiye’deki Kürtler için ‘kötü’ bir örnek teşkil edebilecek olması” olduğunu söylüyor.

A+A-

Daha önce ABD PEN Yazarlar Birliği Başkanı olan, Rojava’da IŞİD’le mücadele eden YPJ’liler ile ilgili bir kitap da kaleme alan feminist yazar Meredith Tax, Türkiye’nin ÖSO grupları ile Afrin’e yönelik operasyonuna ilişkin bir yazı kaleme aldı:

 

            Afrin Restleşmesi: Türkiye’nin Suriye Kürtlerine saldırısı ülkenin en demokratik ve çoğulcu gücünü tehdit ediyor

 

Meredith Tax

 

Bu şartlar altında bir tampon bölge Türkiye’nin güvenlik kaygılarını ortadan kaldırmaya zaten yetmeyecektir. Aslında, kendi Kürtlerini bir varoluş tehdidi yerine haklara sahip vatandaşlar olarak görmeyi istemediği müddetçe Türkiye’nin güvenlik kaygılarını hiçbir şey gideremez. Burada, siyasi amaçlarla körüklenip istismar edilen derin irrasyonel fobiler içindeki bir Erich Fromm ülkesi ile karşı karşıyayız.

Geçtiğimiz hafta Türkiye, IŞİD’e karşı mücadele devam ederken bile bu saldırıyı provoke edecek hiçbir şey yapmamış olan Suriye’deki Kürt kantonu Afrin’e karşı hava kuvvetlerini kullanarak Suriye savaşında yeni bir cephe açmış, Türkiye’nin ABD ile halihazırda hassas olan ilişkilerini daha da tehlikeye atmış ve cihatçıların Kürtlere saldırısına yeşil ışık yakmış oldu.

“Zeytin Dalı Operasyonunun” birkaç güne kalmaz “tüm terör yuvalarını dağıtacağını” duyuran Cumhurbaşkanı Erdoğan, 21 Ocak Pazar günü tanklar, özel operasyon kuvvetleri ve Özgür Suriye Ordusu milislerini içeren bir kara harekâtı başlattı. Kara harekâtı saplanıp kalmış olsa da Türkiye’nin ağır bombardımanı devam ediyor; şu ana dek en az 24 sivil yaşamını yitirdi ve 5000 kişinin evlerinden olduğu tahmin ediliyor. Türkiye sınır boyunca uzun bir duvar inşa ettiğinden yerinden edilenlerin kaçacak bir yeri yok ve Halep’e ulaşanlar da Suriye hükümeti tarafından kontrol noktalarından geri çevriliyor. Bu arada Erdoğan sosyal medyada saldırıyı eleştirmeye cüret eden gazetecileri ve politikacıları tutukluyor. Şu ana dek 91 olan sayı artmaya devam edecek gibi görünüyor.

Afrin, Kürtçe adıyla Rojava’nın en batıdaki kantonu; diğer iki kanton olan Cizire ve Kobane, daha önce IŞİD kontrolündeki topraklarla ayrılmış durumdayken 2016 baharı itibariyle birbirlerine bağlandılar; o yılın Ağustos ayında SDF’deki Kürt ve Arap savaşçılar IŞİD’i Menbiç’ten atmayı başardılar. Kantonlar Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) ideolojik önderliği altındalar ancak TEV-DEM olarak bilinen, çeşitliliğe sahip çok partili bir çatı örgütü tarafından yönetiliyorlar. Aralık 2016’da Kürt kimlik politikasından ziyade çoğulculuğa bağlı olduklarını vurgularcasına, Rojava adı Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu olarak değiştirildi.

Zeytinyağı sabunu ile meşhur Afrin, Türk ambargosuna rağmen bugüne dek Suriye’nin görece istikrarlı yerlerinden biri olmuş ve nüfusunu savaş öncesindeki 400.000’den şimdiki 750.000 civarına çıkaran yüz binlerce mültecinin varış noktası haline gelmişti. Afrin kuzeyde Türkiye’ye sınır ve diğer yönlerde Suriye hükümet güçleri ve el Kaide dahil muhalif güçlerle çevrili. Rojava’nın diğer kısımları gibi Afrin de dini ve etnik çoğulculuğa, onarıcı adalete, kadın özgürlüğüne, ekolojiye ve ekonomik kooperatiflere özel bir vurgu ile demokratik yönetim altında.

Bu Kürt radikaller ile ABD arasındaki askeri ittifakın, Rakka muharebesi kazanıldıktan ve IŞİD Suriye’nin çoğundan atıldıktan sonra ne kadar devam edeceği kamuoyunda tartışılan bir konu idi. Rakka’da en az 650 savaşçısını kaybeden SDF’yi muharebeye ikna etmek için, ABD gelecekte destek vaat etmişti. Bu vaatler, Washington’ın Rojava’nın Irak ve Türkiye ile sınırında ve ayrıca Rojava’yı Suriye hükümetinin denetimindeki topraklardan ayıran Fırat Nehri boyunca 30.000 kişilik bir askeri gücü desteklemeye devam edeceğini açıkladığı 15 Ocak günü meyvesini vermiş sayıldı.

Tahmin edilebileceği üzere Erdoğan öfkeden deliye döndü. “Müttefikimiz dediğimiz bir ülke sınırlarımız boyunca bir terör ordusu kurmakta ısrar ediyor,” dedi. “Bize düşen bu terör ordusunu daha doğmadan boğmaktır.”  Moskova da karşı çıktı; Rusya Suriye’de kalıcı üsler planlıyor ve İran’ın da aynı niyette olduğuna dair kanıtlar var. Hiçbiri ABD’nin aynısını yapmasını istemiyor.

Kürtler, kantonu Türkiye’ye karşı koruma vaadi karşılığında Moskova’nın Afrin’de bir üs kurmasına izin verdikleri geçtiğimiz Mart ayında Rusya ile kendi anlaşmalarını yapmışlardı. Ancak 18 Ocak’ta, Türkiye Moskova’ya diplomatik bir misyon gönderdi ve iki gün sonra Esad hükümetinin temsilcileri YPG liderliği ile Rusya’nın Hmeymim’deki hava üssünde buluşarak onlara “reddedemeyecekleri tekliflerden” birini yaptı.

Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun diplomatik temsilcisi Sinam Mohamad’a göre, Rusya Afrin’i ancak Kürtler burayı Esad hükümetine devrederse koruyacağını söyledi. Rus Uluslararası İlişkiler Konseyi’nden analist Timur Akhmetov’un sürgünden yayın yapan demokrat bir haber ajansı olan Ahval Haber’e açıkladığına göre, Rusya’nın Suriye’nin diğer yerlerindeki Kürtlere “güvenlik ve sınırların sorumluluğunu Suriye hükümetine bırakırken formel özyönetime sahip olabileceklerini göstermesi” bakımından Afrin’in Suriye hükümetine devredilmesi kritik önemdeydi. Mesele dünyaya Suriyeli Kürtlerin ayakta kalabilmek için Şam’a ihtiyacı olduğunu söylemekti.

YPG-YPJ kızgın bir şekilde tekliflerini reddettiğinde Rusya askerlerini çekti ve dolayısıyla Türkiye’ye yeşil ışık yakmış oldu. Bu ihanet muhtemelen Rusya’nın Soçi’deki barış görüşmelerinin sonunu getirmiş oldu; en azından Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun katılmayacağı kesin.

Peki Kürt müttefiklerini NATO partneri Türkiye’ye karşı korumak için ABD ne yaptı? Türkiye’ye gereksiz sivil ölümlerinden kaçınma tavsiyesinde bulunmak haricinde hiçbir şey, yani Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın sözleriyle, “operasyonu sınırlı tutmaya, hedefi tutturmaya, ölçülü olmaya çalışın; ihtiyaç duyabileceğiniz türde bir güvenlik bölgesi oluşturmak için beraber çalışıp çalışamayacağımıza bakalım.” [Ancak ABD, Türkiye’nin ABD tarafından güvenli bölge teklif edildiğine yönelik açıklamasını “tüm seçeneklerin ele alındığı ancak bir teklifte bulunulmadığı” şeklinde yalanladı, Ç.N.]

Türkiye’nin açıklamış olduğu hedef, Rojava ile sınırı boyunca 30 kilometrelik bir tampon bölge oluşturmak—belli ki o bölge IŞİD kontrolü altındayken Türkiye’nin hissetmediği bir ihtiyaç. Tampon bölge ile YPG-YPJ’nin Türkiye’ye saldırmasının önleneceği iddia ediliyor, oysa grup bunu yapmayacağını defalarca kez ifade etti. Elbette Erdoğan’ın esas endişesi bir özyönetim olarak Rojava’nın başarısının, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) liderliğinde önce bağımsızlık hedefleyen bir gerilla hareketi, 2005’ten bu yana ise özerklik ve demokratik hakları amaçlayan bir hareket olarak 40 yıldır devlete karşı mücadele yürüten Türkiye’nin kendi Kürtleri için kötü bir örnek teşkil edebilecek olması.

Bu şartlar altında bir tampon bölge Türkiye’nin güvenlik kaygılarını ortadan kaldırmaya zaten yetmeyecektir. Aslında, kendi Kürtlerini bir varoluş tehdidi yerine haklara sahip vatandaşlar olarak görmeyi istemediği müddetçe Türkiye’nin güvenlik kaygılarını hiçbir şey gideremez. Burada, siyasi amaçlarla körüklenip istismar edilen derin irrasyonel fobiler içindeki bir Erich Fromm ülkesi ile karşı karşıyayız.

Türkiye ekonomisi dibe vurur ve siyasi izolasyonu artarken, bu siyasi amaçlar Erdoğan’ın giderek otoriterleşen yönetiminin bekasını da içeriyor. Küçük bir savaş onu vazgeçilmez gösterebilir. Ve Afrin, son model Alman tankları ve ABD savaş uçakları ve füzelerine sahip bu muazzam askeri güç için kolay lokma görünmüş olabilir. Türkiye, Nusaybin ve Cizre ile Diyarbakır’ın Sur ilçesinin ağır şekilde yıkıma uğratılması dahil, “kitlesel imhaya ve sayısız başka ciddi insan hakları ihlali işlemeye” istekli olduğunu zaten göstermiş durumda.

Ancak Kürtler Afrin’in bir karışından bile vazgeçmek yerine ölümüne savaşacaklarını söylediler ve Afrin’deki YPG-YPJ savaşçıları ABD tanklarına veya uçaksavarlara sahip olmasa bile IŞİD ile senelerce süren mücadelede pişmiş zorlu bir güç oluşturuyorlar. Bu arada Türkiye’nin eski ordu komutasının büyük kısmı 2016 Temmuz’undaki başarısız darbe girişimi ardından hapiste veya ihraç edilmiş durumda ve ÖSO milisleri daha Kürtleri yenebilmiş değil.

Bu faktörler Türkiye’nin Afrin’i birkaç günde temizleme ve ardından şu an ABD askeri danışmanlarının desteklediği SDF güçlerinin kontrolündeki stratejik bir nokta olan Menbiç’i almaya geçme vaadini kuşkulu hale getiriyor. Erdoğan gerçekten de Pentagon’la kapışmaya hazır mı?

Sinam Mohamad ve diğer Kürt temsilcileri, askerlerinin IŞİD’e karşı oynadığı kilit rolü ve Suriye’nin gelecekte istikrarı açısından kendi çoğulcu modellerinin önemini vurgulayarak, ABD’ye Rojava üzerinde Afrin’i de içeren bir uçuşa yasak bölge ilan etme çağrısı yapıyorlar. Şu an Washington birbiriyle çelişen iki dış politikaya sahip görünüyor: Beyaz Saray Türkiye’yi memnun etmek, Pentagon ise Kürtleri desteklemek istiyor.

Peki Amerikalı ilericiler neyi desteklemeli?

Suriye’de sivil muhalefetinin yenilgisi ile birlikte, Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu, bölgede bırakınız feminizmi, demokrasiye benzer bir şeyin olduğu tek yer; dolayısıyla tüm desteğimizi hak ediyorlar. Fakat Washington Türkiye’nin en gerici eğilimlerini desteklemek gibi bir geçmişe sahip. Türk derin devletinin mimari CIA idi; Dışişleri Bakanlığı PKK’yi 1997’de terör örgütleri listesine dahil etti ve Washington 1999 yılında PKK önderi Abdullah Öcalan’ın yakalanmasını organize etti. Avrupa Birliği 2002’de grubu terör listesine aldı; BM PKK’yi halen terör listesine almış değil. Dahası, ABD ve Avrupa Türkiye’yi Kürtlere karşı savaşında silahlarla besledi.

Soğuk Savaş tarzındaki bu ittifak, Erdoğan ABD’nin karşı olduğu Suriyeli cihatçıları destekleyen bir diktatöre dönüştükçe ve ülke içinde aşırı baskılara, kendi vatandaşlarına yönelik kanlı saldırılara, İslamileşmeye ve yaygın yolsuzluğa başvurdukça giderek daha rahatsız edici hale geldi. Şimdi Erdoğan, bariz şekilde Suriye’nin kimi kısımlarını kendi sınırlarına dahil etmeyi umarak bir Osmanlı İmparatorluğu nostaljisine oynuyor. Adalet ve demokrasiye bağlılık bir yana, herhangi bir bölgesel istikrar ihtimali bile Türkiye’nin bu noktadaki amaçlarına tamamen zıt.

ABD’nin Erdoğan’ı yatıştırmaya çalışmak yerine Suriye ve Türkiye’deki Kürtlere zulmetmeyi bırakmaya ve Türkiye’yi demokrasiye yaklaştırmanın yanı sıra PKK ile müzakereleri yeniden başlatmaya ikna etmesi gerekiyor.

Uzun vadede etnik ulus devlet modeli herhangi bir değişim için çoktan miadını doldurmuş durumda ve Kürtlerin sunduğu federalist yönetim yaklaşımına destek Suriye, Irak ve hatta Türkiye kadar heterojen ülkelerde ilerlemenin en net yolu. Washington bunu fark edemiyor olabilir ama biz etmeliyiz.

Çeviri: Serap Şen

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.