Süleymani ve sonrası
Tarihin devasa devinimi karşısında kişilerin rolü arızidir fakat bu onların önemsiz olduğu anlamına gelmez. Tarihin şekillenmesi sürecinde kimi hoş tesadüflerin, tarihsel olayların vuku bulmasında ‘bireyin’ rolünü oldukça öne çıkardığı olmuştur. Buradan hareketle şunu söylemek mümkün: Tarihin şekillenmesinde rol oynayan birçok faktörün yanında ‘birey’ de önemlidir; hatta ‘diğer faktörleri doğru şekliyle tahlil edebilirse en önemli faktörlerin’ başında ‘birey’ gelir.
Tarihin şekillenmesinde ‘bireyi’ geri plana iterek ‘içinde bulunulan tarihsel ve toplumsal şartları’ öne çıkaran Marksist literatürde çokça tartışılan bu konu, en doğru şekliyle Plehanov tarafından ‘Tarihte Bireyin Rolü’ adlı broşürde işlenmiştir.Avrupa’nın şekillenmesinde büyük bir rol oynamış Napolyon üzerinden ‘birey’i ele alan Plehanov, stratejik ustalığın bir şaheseri sayılan İtalya Seferinin ancak Napolyon hesaba katılırsa gerçekleşebileceğini söyler.
Tolstoy, bireysel düzeyde kişinin savaştaki rolünü, Savaş ve Barış adlı eserinde deneylere dayanarak anlatıyor.Savaşan bireyler, belli bir süre sonra ‘savaşı kişiselleştiriyor’, her biri bir ‘kahramana’ dönüşüyor. Kuşkusuz esinlendikleri duygu ve düşünceler etkili olmaya devam ediyor fakat onların ‘birey olarak hayatta kalma mücadelesi’ daha çok öne çıkıyor. Sonuç itibariyle tarih, objektif ve sübjektif şartları iyi bilince çıkaran, belirlenen amaca ulaşmak için harekete geçen insan gücünü azami ölçüde motive edebilen yetenekli bireylerin komuta ettiği, ‘toplumsal-siyasal-örgütsel’ bir yürüyüştür.
İran, kendi yayılma öyküsünün kahramanını yitirdi
Öldürülmesiyle bir hayliyankı uyandıran Kasım Süleymani, girişte belirttiğim çerçeveye oturabilecek en uygun kişilerden biridir. Basit anlatımla, belli bir ideoloji ile donanmış, yayılma amacı güden İran Molla Rejiminin ‘savaş alanındaki en yetenekli elemanı’ Süleymani, İran’ın son kırk yıllık tarihinde oldukça önemli bir yere sahiptir.Süleymani olmasaydı İran Devleti Ortadoğu ve Müslüman dünyada bu kadar etkin olabilir miydi bilemeyiz fakat İran’ın mevcut etkinliğini Süleymani’ye borçlu olduğu açıktır.
Çünkü Süleymani, İslam Şii ideolojinin bayraktarlığını yapan İran Devleti’nin çıkarları için kendisini adamış ve bugüne kadar bunu en iyi şekliyle uygulamış bir kişidir. Şii ideolojinin ABD ve İsrail karşıtlığı üzerinde kitlesel bir savaş gücüne dönüştürülmesinde belirleyici rol oynayan Süleymani, içerde de örnek alınmış, Şii ideolojinin doğruluğunun kanıtı olarak gösterilmiş,birçok Şii militan için rol-model bir ‘kahramandı’.
İran Devleti tarafından gösterilen tepkiden ve yaşanan ‘toplumsal travmadan’ bunu anlamak mümkün. İran Devleti ancak kırk yılda bir gelecek en iyi savaşçısını, Şii toplumu ise yerinde olmak istediği bir idolünü yitirdi!İkisi de uzun süre bu travmanın etkisinden kurtulamayacaklar!
“İslamın Che’si”
İran Devleti bakımından Süleymani bu ilgiyi hak ediyor. Süleymani, sadece bir kadro değildi; İran Devleti’nin ‘dış dünyadaki’ örgütlü gücüydü. ‘İran Devrimi’yle birlikte ‘bir militan’ olarak sahada savaşan Süleymani,‘kesintisiz’ hale getirdiği ‘Şii İslam’ı yayma’ mücadelesinde bilfiil bulunduğu birçok savaş alanında edindiği tecrübe,sağladığı ilişkiler nedeniyle ‘kişi olarak’ ‘teorik ve pratik’ bakımdanyetkinleşerektam bir örgütsel simgeye dönüşmüştü. İran Devlet yöneticilerinin ‘Castro’, Süleymani’nin ise ‘Che’ olarak tarif edilmesi bu ‘sürekli ve kesintisiz devrim’ çabasıyla alakalıdır. Bu yönüyle ele alındığında Süleymani, Che’den daha önemli bir iş başarmıştır. Hiç değilse Ortadoğu’da ciddi bir Şii İslami güç oluşturmuş, ABD’nin ve İran karşıtı güçlerin karşısında girdiği savaşlarda önemli bir başarı elde etmiştir.Süleymani, politik esneklik bakımından da oldukça başarılıdır. Saddam karşısında Güneyli Kürtlerin yanında duran Süleymani, Kerkük’ün Irak devletine teslim edilmesinde de tereddütsüz bir şekilde Kürtlerin karşısında yer almıştır. Bu tutumu, O’nun, her hal-û-kârda kendi ideolojisinin işaret ettiği yönde ilerlemek için kendi düşmanıyla bile işbirliği yapabileceğini gösteriyor.
Küba Devrimi’nin başarısında öne çıkan Castro ile Che arasında zamanla bir ‘görüş farklılığının’ ortaya çıktığını biliyoruz. Küba’nın korunmasını amaç haline getiren Castro’nun ‘temkinli politikasının’ aksine Che, genel olarak dünyanın özel olarak Latin Amerika’nın devrim ateşiyle kuşatılmasını istiyordu. Che’ye göre Küba Devrimi’nin yaşaması, devrimin yayılmasına, Latin Amerika kıtasında sosyalist başka ülkelerin yaratılmasına bağlıydı. Türkiye’de de yankısını bulan ‘suni denge ve kesintisiz devrim’ teorisi Che için, devrim mücadelesinin olmazsa olmazıydı.
İran Devleti, Şii İslam Devrimini bütün dünyaya yaymak gibi bir hayalin peşinden koşmadı; bunun maddi imkanları zaten yoktu fakat başta Şii İslami dünya olmak üzere bütün Müslüman ülkelerde hegemonya kurmak için elinden gelen her türlü gayreti sergiledi. Bunu yaparken iki argümanı oldukça başarılı bir şekilde kullandı: ‘Büyük Şeytan ABD’ ve ‘İslam düşmanı İsrail!’ Her ne kadar ‘büyük Şeytan ABD’ ile her zaman ilişkilerini koruduysa da Şii İslam Devrimini yaymaya çalışırken, ABD ve İsrail karşıtlığını bir an olsun bile ihmal etmedi.Dünyanın her yerinde ABD’nin tam karşısında yer alan İran/Süleymani, bütün ABD karşıtlarıyla olumlu ilişkiler kurmayı başardı. Afganistan’dan Yemen’e, Hindistan’dan eski Yugoslavya’ya kadar Müslümanların yaşadığı her yerde bulunmayı kendi varlığının doğal bir sonucu olarak gördü. ‘Şii ideolojiyi örgütleme ve mümkün olan her yerde iktidara getirme’ amacından hiçbir zaman vaz geçmeyen İran, kendi varlığını sürdürmeyi yeni İslam Devletlerinin kurulmasında gördü. Castro ile Che arasındaki problem, İran ile Süleymani arasında sözkonusu bile olmadı; İran Molla Devletine Süleymani, Süleymani’ye ise İran Şii Devleti gibi bir örgütsel yapı lazımdı. Tarihsel olarak ikisi tam denk geldi.Ortada Şii İslam ideolojisini yaymak isteyen bir militan ve ona ihtiyaç duyan bir devlet vardı. Süleymani’nin başarısında rol oynayan faktör de bu oldu.
ABD’nin amacı
ABD, uluslararası hukuk bakımından oldukça riskli olan bu suikastla, İran Devletinin yayılma çabalarının en önündeki ve en yetenekli örgütlü gücünü ifade eden Süleymani’yi imha etmeyi başardı. Bu türden bir suikast ancak savaş halinde olan devletler arasında mümkün olabilir. O şartlarda bile tercih edilmesi oldukça güçtür. ABD’nin bunu tercih etmesi hem mecbur kaldığının hem de gerekirse büyük bir savaşı göze aldığının göstergesi. Ancak ABD’nin, bu suikast eylemiyle İran’la savaşmaya karar verdiğini söylemek pek mümkün değildir. Bu suikastı ‘gecikmiş bir eylem, daha önce yapılmalıydı’ diye açıklayan Trump, Süleymani’nin hedef alınması konusunda şunları söyledi: ‘İran’la savaşmak için değil, olası bir savaşı önlemek amacıyla yaptık!’.
Bu doğru bir sözdür: ABD’nin İran Devletini yıkmak diye bir amacı yoktur. Trump, bunu defalarca kez açıkladı. ABD, genel olarak Ortadoğu’da özel olarak egemenlik altında tuttuğu bölgelerde İran’ı istemiyor. Çünkü İran, bulunduğu her yerde ABD’yi rahatsız ediyor. Bu bölgelerin başında da Irak gelir. ABD, Irak’ta, karşıt güçleri kendisine karşı kullanan İran’ın en etkin örgütünün bizzat kendisini imha etmek istedi ve bunu gerçekleştirdi. İran ile arasındaki çekişmenin burada kalmasını istiyor. ABD, Süleymani’yi imha etmek suretiyle savaşı tercih etmiş değil fakat şu klasik sözde olduğu gibi ABD, bu eylemi yapmakla sonuçları belli olmayan bir süreci de başlatmış oldu. Bundan sonraki gidişatı belirleyen ABD değil, İran’ın tutumu olacaktır. Karşılıklı tavizlerle yeni bir barış süreci başlayabileceği gibi karşılıklı misillemelerle savaşın önü de açılabilir.
Süleymani suikastıyla birlikte ABD, İran’ınOrtadoğu’daki çok önemli bir gücünü yitirmesini sağlamış oldu. İran, Ortadoğu savaş cephesinde artık daha güçsüzdür, diyebiliriz. Birey olmakla birlikte Süleymani, ancak yıllar içinde oluşturulabilecek bir ABD karşıtı örgütlenmenin mimarı ve yöneticisiydi.
Süleymani, yeri rahatlıkla doldurulabilecek, bugünden yarına yetiştirilebilecek bir kadro değildir. Onu farklı kılan, bizzat savaş alanındaki tecrübelerinin yanı sıra, oldukça geniş bir siyasal yelpazede yer alan etkili kişilerle kurduğu diplomatik ilişki ve kişisel dostluklardı. İran egemenliğini amaçlayan operasyonların hayata geçirilmesinde uyguladığı taktik ve oluşturduğu güven ancak Süleymani gibi birinin harcadığı 40 yıllık bir zaman dilimini gerektirir. Üstelik bu türden bir örgütlenmeyi sağlamak herkesin başaracağı kolay bir durum değildir. Bu kadar farklı etnik, dinsel, mezhepsel ve siyasal kesime dayalı işlevsel ve etkili bir gücün oluşturulması, zaman ve deneyimin yanında yeteneği de gerektirir.
Bütün bunlar hesaba katıldığında ABD çok isabetli bir tercihte bulunmuştur. Deyim yerindeyse bu operasyonla ABD, bulunduğu bütün bölgelerde İran’ın elini kolunu kesmiştir. Eğer Süleymani’nin yetiştirdiği bir başka kadro yoksa İran’ın kendisini toparlaması oldukça zaman alacaktır.
Sonuçlar
Evvela en önemsiz ve ‘dolaylı mesaj’dan söz etmek istiyorum. ABD, en büyük rakibi İran’ın Ortadoğu’daki örgütünü vurdu ama bir de örtülü mesaj verdi.Bu günlerde ABD’nin etkin olmaktan çıktığını zannedip operasyonel kabiliyetini yitirdiğinden hareketle kılıç kalkan kuşanıp ortalığa düşenlere şunu hatırlattı: “Eskisi gibi değiliz ama mecbur kalırsak hala etkin olabilecek eylemleri gerçekleştirebilecek güçteyiz!” ABD dolaylı olarak bu mesajı verdi ve birileri de bu mesajı aldı.
Gelelim en önemli sonuca: Süleymani’nin öldürülmesiyle birlikte İran, Ortadoğu’da operasyon kabiliyetini önemli ölçüde yitirdi fakat ‘mağduriyet’ üzerinden büyük bir güç devşirmiş görünüyor. İran tarihinde en büyük kalabalık Humeyni’nin cenaze töreninde bir araya geldi. Bu bir rekordu. Süleymani bu rekoru kırmış durumda. Süleymani’nin cenaze törenine milyonların katıldığı bildirilmektedir. Yaşanan izdiham neticesinde 50’yi aşkın kişi öldü, bir o kadar kişi de yaralı. Bu yoğun ve coşkun kalabalıklar ellerinde Süleymani posterleriyle ABD karşıtı sloganlar atmakta, intikam için yemin etmektedirler.
Elinde olsa bunun olmasını isteyecek mi bilinmez ama ABD ambargosu nedeniyle zor günler yaşayan Molla rejimi için Süleymani’nin öldürülmesi büyük bir fırsat yaratmış oldu; isteyerek ya da zoraki sebeplerle bütün bir İran halkı rejimin etrafında kenetlenmiş görünüyor. Molla rejimi, bu efsunlu durum devam ettiği müddetçe muhalefetin tazyikinden uzak kalacak. Bu önemli bir imkan fakat uzun vadede durumun ne yönde gelişeceği önemli bir soru işareti.
Bir başka önemli sonuç, Irak Parlamentosunun, bütünüyle ‘olayın baskısı altında’, Kürtler ve Sünniler olmadan toplanarak ABD’yi Irak’tan çıkarma kararı almasıdır. Bu karar, Kürtler bakımından, en az Süleymani’nin öldürülmesi kadar önemlidir. ABD Irak’tan çıkmayacağını söylese de uzun vadede Irak topraklarında rahat edemeyeceğini bilmekte ve daha güvenli bir yer arayışına gireceği kesindir.
Bunların yanında benim dikkatimi çeken en önemli sonuçlardan biri de Batı dünyasında giderek, çağ dışına düşen Şii ve Sünni güçlerin herkesi tüketen amaçsız kırımı karşısında, medeni bir tutum sergileyen ve herkes için iyi bir dünya isteyen Kürtlerin devlet kurma taleplerinin karşılık bulmasıdır. Her gün bu yönde yeni bir çağrı duymaktayız. Bunun için imkanlar var mı? Evet var! Meydana gelen son olaylar bile Kürtlerin taleplerine haklılık kazandırmaktadır. Ortadoğu’da aklıselim bir medeniyet kurulmadan bu amaçsız kırım devam edecektir. Bağdat yönetimi açık bir şekilde Kürtleri dışlamıştır. Bunu olduğu gibi kabul etmek, bir milletin kendi geleceğini belirlemesi için ne yapılması gerekiyorsa onu yapmak gerekmektedir.Süreç bu yönde gelişmektedir. Yapmamız gereken bir el atmak ve bütün dikkatimizi bu yöne doğru teksif etmektir.
08.01.2020