Kurdistan’da siyasalsızlaştırma politikası

Şefik Çolak

Şefik Çolak

Türkiye’de ilk mecliste Kurdistan milletvekili sayısı 70 kadardır. Bu vekiller çoğunlukla muhalefetin içinde yer almıştır. Kurdistan vekilleri kimliklerini (iktidarın gözünde) öne çıkaran bir tutum sergilemeye çalışmışlar. Aynı tutum diğer vekillerde de görülmüştür. Bu mecliste 10 kişiden oluşan Lazistan vekilleri de vardı.

1923 de oluşturulan yeni mecliste bu çeşitliliğe son verilmiş ve yerleştirilmek istenen sisteme uygun olarak farklılıklara yer verilmemiştir. 1. Mecliste bulunan ve farklı kesimleri temsil etme iddiasında bulunan vekillerin çoğunluğuna yeni mecliste yer verilmemiş, yerlerine tekliği ve tekçiliği savunan vekiller atanmıştır.  Sadece işbirlikçi olanlara yer verilmiştir. Türkleştirme politikasına uygun davranacak ve tekçi, inkârcı politikaya uyacaklar vekil yapılmaya çalışılmış.

Başlarda atanan vekillerin doğdukları illerden vekil olmasına özen gösterilmiş, fakat Kurd illerinde kısa süre sonra bundan da vazgeçilmiştir. Halkın siyasiler ile (Mecliste bulunan) doğrudan ilişkide olması engellenmeye çalışılmıştır.

Kurd illerinde (Kurdistan’da) doğduğu ilden mecliste temsil edilme oranı ilk 7 dönemde aşağıdaki gibi gerçekleşmiştir.

Dönem

Yıllar

Temsil Oranı %

  1. Dönem

1920-1923

69,8

  1. Dönem

1923-1927

70,0

  1. Dönem

1927-1931

32,7

  1. Dönem

1931-1935

30,4

  1. Dönem

1935-1939

19,7

  1. Dönem

1939-1943

18,6

  1. Dönem

1943-1946

26,6

3. Dönemle birlikte seçilen (bir başka anlamda atanan) vekillerin içinde hayatının hiçbir döneminde Kurdistan’da (Doğuda) bulunmamış, oraları görmemiş olanlar az sayıda değildir.

Rejim bölgeyi siyasal yaşamın dışında tutmak için gereken ne ise yapmaktan kaçınmamıştır. Başlarda bölge illerinde siyasi örgütünü kuran CHP daha sonra bu politikasından vazgeçmiş ve bölgedeki yapılarını kapatmıştır. 1950 yılına kadar bölge siyasal yaşama kapatıldı. Bunda amaç Kemalist (tekçi ve inkârcı) Rejimin Kurdleri siyasal yaşamın dışında tutmasıdır. 1940 yılına gelinince CHP’nin Diyarbekir(Amed), Mardin(Mérdin), Urfa(Riha), Siirt(Sért), Muş(Mûş), Elâzığ(Xarpêt), Beyazıt(Bazîd), Van(Wan), Bingöl(Çewlîg), Bitlis(Bidlîs), Hakkâri(Colemerg) ve Tunceli(Dersîm) illerinde örgütleri yoktu.

1946 seçimlerinden önce İsmet İnönü Celal Bayar’dan Kurd illerinde parti örgütü kurmamaları ve seçimlerde fazla etkinliklerde bulunmamasını istemiştir. Bayar’da, Kurdistan’da olanların dünya kamuoyundan saklanabilmesi için, devletin bekası için, bu isteği kabul etmiştir.

Daha sonraki seçimlerde de Kurd kimliğinin inkârı ve reddi üzerindeki hassasiyet devam etmiştir. Bu hassasiyet farklı kimlikler için de ağır şekilde devam etmiştir.``Türk olmak kaydıyla her şey olabilirsin`` siyaseti, Cumhuriyet’in kuruluşu ile başladığı şekilde aynen hala devam etmektedir. Aksine davranan her kişi veya gurup için katletme dâhil her türlü ırkçı, hukuksuz (T.C.nin hukuku dâhil) tutum alınmıştır ve devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Türklerin %80’ninden fazlasının bu politikayı meşru ve doğru bulması, insani değerler açısından değerlendirmesi, süreç içinde yapılacak ve tarihin utanç sayfasında yerini alacaktır. Yakın gelecekte utanç duyacak Türk torunların yerinde olmak istemezdim.

Türkleştirme politikasının gereği olarak hedef alınan her halk siyasetin dışında tutulmaya çalışılmıştır. Siyasetin şekli ne olursa olsun halk ile temas içinde bulunduğu takdirde inkâr ve yok sayma politikasının gereği olan gerçekleri saklamak zorlaşmakta ve imkânsız duruma düşmektedir. Siyasetin dışında tutmanın yanında tek taraflı tarih yaratmak ve her türlü olanaklar kullanılarak bunun propagandasını yapmak gereklidir. Karşı çıkanları ise yok etme ve düzmece yargılamalarla etkisiz hale getirmek de gereklidir. Tabiki yargılamaların şekli ve içeriği de halktan saklanmalı ve planlanmış yalanlarla süslenerek anlaşılması istenilen şekilde anlatılmalı. Bunların tümü eksiksiz ve zorla yapılmıştır. İstiklal Mahkemeleri yargılamaları, buna çok açık örnek olarak görülüyor. Bu mahkemelerin içeriklerinin, tutanaklarının halka ve tarihçilere açılmaması ve yargılanıp idam edilmiş bazı kişilerin mezarlarının gizlenmesi de,inkâr ve yok sayma politikasının gereği olarak sürdürülüyor.

T.C.nin kuruluşundan bu yana yapılan hukuksuz yargılamalar bugün de yapılmaktadır. Resmî ideoloji nasıl istiyorsa öyle hukuk işletiliyor ve Siyasal yaşam, partileşme ve partilerin örgütlenmesi (görünürde iktidar tarafından) devlet tarafından kontrol edilmeye ve kurgulanmaya çalışılmakta. T.C.de hiçbir zaman Parti Devleti olmamıştır. Her dönemde Devlet Partisi olmuştur.

1930 yılında CHP ne ise bugün AKP de odur. Özünde farklı görev görmüyorlar. 100 yıldır aynı şeyler oluyor. Bu gerçeği görmediğimiz takdirde kendimizi kısır döngünün içinde buluruz.

Devlet Partisinin dışında, bir partinin iktidar olması durumunda tekçi, şiddet ve inkâra dayalı politika çöker. Siyasi guruplar, bu gerçeği masaya yatırmadıkları sürece, bu girdabın içinde kalırlar ve istemeseler de sadece resmî ideolojiye hizmet etmeye devam ederler.

Devlet partisi olmaya elverişli olmayan partiler, 100 yıllık süreçte hiç kurulmadı demek doğru değil. Devletin bütün organları ve bunların parçası olan partiler ile yan örgütleri hemen bu partilere ve anlayışlarına karşı saldırıya geçmiştir. Özellikle bu amaç için yapılandırılan ırkçı örgütleri de kullanarak her türlü saldırı ve yok etme çalışmaları yapılmış.

Bu partiler kapatılmış, üyeleri ve yöneticileri hapsedilmiş. En aşağılık şekilde bu örgütler ve kişiler terörist olarak tanımlanmakla kalınmamış, aynı zamanda, gerici veya Emperyalistlerin işbirlikçisi olarak tanımlanmıştır. Manda yönetimi döneminde, İngiltere tarafından atanan Irak yöneticilerinin muhalif olan ve İngilizler karşı savaşan Komünistler ile Kurdler ve diğer halklardan kesimleri, İngiltere işbirlikçisi olarak suçlaması kadar komik yollara başvurulabilinmekte. Tekçi ve ırkçı politikanın gereği olarak şekillenmiş bu anlayışa halk da (ne yazık ki) inanmış veya yalana inanmak işine gelmiştir. Osmanlı’nın işgalleri ile övünenlerden başka ne beklenebilir.

İletişim ve eğitim olanaklarının sınırlı olduğu dönemde gerçeklerin gizlenmesi ve tek taraflı anlayışı oluşturma kolaydı. Bir yerde olanlardan, komşu yerleşimde olanların haberdar olması engellene bilinmiştir. Bu durum masa başı tarihçilere suni tarih yaratmak için sorunsuz olanak sağlamış. 1950’lerden sonra iletişim olanaklarının gelişmesi ile halkların gerçekler ile yüzleşme dönemi başlamıştır. Gerek T.C. içinde gerekse de başka ülkelerde olanlardan haberdar olma olanağı arttı.

Devlet farklı şekilde tedbir almaya çalışmış, adaletsiz yargılamalar ve sürgünlere başvurmuştur. Bazen sahte gerekçeler yaratarak istediği uygulamaları yapmak için darbelere başvurmuş. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül Darbeleri ve yaptıkları iyi incelenmeli. 27 Mayıs 1960 Darbesi Irak’ta olan gelişmelerden bağımsız düşünülebilir mi? Darbe sonrası Bakanlar kurulu toplantılarında konuşulan konulara ve tutanaklara bakmak yeterlidir. 15 Temmuz Darbe girişimi veya komedisi de, sonrası uygulamaları ve dönemin çevre koşulları göz önüne alınarak değerlendirilir ise, halka anlatılanın dışında çok farklı şeyler ile karşılaşılacağını düşünmek aykırı bir düşünce olmayacak. Çok değil en geç 10 yıl sonra farklı gerçekler ile karşılaşabiliriz.

Gerçekler ilelebet saklı kalamaz. Yok sayılan her olgu, kendini gösterme yolunu mutlaka bulur. Şartlar elverdiği anda, halklar kendi gerçekliğinin gereğini yapmaya çalışıyorlar.

Yakın zamanda yok sayılan Kurdlerin bugün farklı durumda olması da göz ardı edilmemeli. Devletin bu gerçeği engellemek için her yola başvurması da gelişmeyi engelleyememiş. 1960’da 49’lar ve 23’ler davaları ile Kurd aydınları yargılanmış, siyasetle ilişki kurma olanağı olan yaklaşık 500 kişi Sivas’a sürgün edilerek bertaraf edilmeye ve halkla iletişim kurmaları engellenmeye çalışılmış. Devlet istemese de bu tavır yeni aydınlanmaya önayak oldu. Farklı duygu ve düşüncelerin daha çok kişiye ulaşması engellenememiş. 1960ların sonuna gelince Devletin korktuğu başına geldi ve inkara dayalı politikaya karşı olanlar kitleselleşti. Sadece DDKO davalarında 250 kişi yargılandı. Kemalistler ve Kemalistlerin kontrolündeki (veya şekillendirdiği) sol ile hesaplaşma başladı. Bu durum Devletin hiç işine gelmedi. Olguları doğru yöntemle değerlendirme ve bilimsel analize tabi tutmak Resmî İdeolojinin en korktuğu gerçektir. Doğruların etrafında dolanmak Devlet’i hiçbir zaman korkutmamıştır. İsmail Beşikçi yargılamaları ve yargılama içerikleri devletin korkularının sonucudur. T.C. dönemindeki diğer Kurd yargılamaları da, yürütülen politikanın iflasına ön ayak olmuş ve olmaya devam ediyor.

1980 sonrası yargılamalar, mahkemelerde yaşananlar ve cezaevlerindeki uygulamalar,Resmî İdeolojinin ne kadar aciz duruma düştüğünün ve acımasız ırkçılığının bir göstergesi olmuştur. 1980 sonrası yargılanan Kurd sayısı 10.000 leri aşmıştır. Son 10 yılda soruşturmaya tabi olan ve yargılananların sayısı 500.000 kişiyi aştığı görülmektedir. Öyleki, ben Kurd’üm ve Kurd olarak haklarım var diyen her aileden en az bir kişi yargılanmış veya yargılanmaktadır. Yargılamalardaki gerekçeler de şekil değiştirmeye başladı. Yabancı işbirlikçisi, gerici, bölücü gibi gerekçeler terörist olarak değişmekte.

30 yıl öncesine kadar, bu ülkede Kurd yoktur diyen bu devlet, bugün gerçeği kabul etmiş görülse de, hala kaytarmanın her yolunu denemektedir. Kurd gerçeğini kabul ediyorum diyen bu devletin Meclis’inde Kurdçe “bilinmeyen dil, anlaşılmayan bir dil veya Türkçe dışında bir dil” olarak tanımlanacak kadar ırkçı, tekçi yok sayıcı uygulama devam etmekte. Bir kişi İngilizce veya Almanca konuşursa tutanaklara Kurdçe gibi “bilinmeyen dil, anlaşılmayan bir dil veya Türkçe dışında bir dil” olarak geçmemektedir. Bu anlayışın 5 nolu Cezaevinde her yeri süsleyen “TÜRKÇE KONUŞ ÇOK KONUŞ” anlayışından farkı ne olabilir. Başka bir halkın dilinde eğitim hakkı konusunda olumsuz tavır alan kim olursa olsun sadece IRKÇI olarak tanımlanabilir. Kim olursa olsun bir kesimin dilinin ve kültürünün gelişmesini engellemeye çalışmak, İnsan hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre soykırımdır.

1946’da Mahabad Kurdistan Cumhuriyeti’ne karşı İran’a verilen silahlı desteğin bir benzeri bugün Rojava ve Başur’da Kurdler’e karşı uygulanmaktadır.

Bütün bu gelişmeler, her türlü insani olmayan uygulamalara rağmen engellenememekte. Gerçekler anlık olarak muhataplarına teknolojinin olanakları ile ulaşmaktadır. Devlet Partisi gerçeği daha açık olarak görülmektedir. Ne yapılır ise yapılsın, siyaset ile ilişkilenme ve siyasallaşma engellenemiyor.

Günümüzün gereği olarak Türkiye’de iktidarda bir Devlet Partisi’nin devam etmesi veya başka bir adla Devlet Partisi’nin iktidarı devir almasına çalışılıyor. Buna rağmen günümüzün gerçekleri ile yüzleşmenin engellenemeyeceği de görülmekte.

‘‘Kurdler’in çantada keklik olması‘‘ döneminin sona erdiği görülecektir. Korku dönemi Kurdler için bitmiştir. Yakında, aynı duygu diğer halklar için de geçerli olacaktır.