Xêro’dan Hayri’ye

Geçmişinden soyunacak, o kıvırcık gülüşü arkasında bırakacak, “ben”inden kurtulacak, ulusalcı estetikle türkü okuyacak, Anadolu Rockçı şalvarı giyecek ve artık beyaz olduğunu sanacak.

 

Selim Temo

Özgür Gündem’den bir muhabir, 2001’de Vizontele’yi çeken Yılmaz Erdoğan’la filmin setinde bir röportaj yapmıştı. Yılo’nun sıkkın cevapları arasında “filminizde Kürtçe diyaloglar olacak mı?” sorusuna verdiği şu cevap bugünü “müjde”liyordu: “Yok, ama sete dışarıdan Kürtçe sesler karışırsa kesmeyiz!”

Oysa dört beş yıl önce aynı gazetede “benim ülkem tarih atlaslarında Kürdistan diye geçer sevgilim” diye yazmıştı. “Kaldır başını ciğerim, arkadaşlar ateş etmek istiyor” diye de yazmıştı. Yılo, yıllar sonra, Kürtçeye tahammül eden yüce gönüllü Yılmaz oldu.

Şırnak’ta zırhlı araca bağlanarak parçalanan, meşe gibi kıvırcık gülüşlü Hacı Lokman Birlik de sinema yapıyordu. 2011’de, Londra’da, Kürt Filmleri Festivali’nde onun “k” harfi kızıla boyanmış “Bark” adlı kısa filmini izledikten sonra burnumu havaya dikerek salondan çıktığımı hatırlıyorum. Dünyaya az şeyler söyleyebilen Kürt sinemacılardan birinin dağlı, radyolu, anneli hikâyesi işte demiştim rengârenk bir masada. Haki ellerle çıkarılan her yangından sonra yemyeşil ürperen meşeyi beğenmeyip ne başlayan ne de biten ahlat ağacında hikmetler arayan sömürgeli kafası işte…

Lokman’ın hikâyesi, kızıl kanıyla çınlayan Şırnak sokaklarında bitti. Aklıma gelen ilk şey, dört yıl önce kuzeyin o kibirli ülkesinde havaya dikilmiş o kibirli burnumdu. Utanç içindeydim. Şimdiyse irin içindeyim. Kendi dağını yankılayan ölümün öz kardeşi Kürt sanatına tepeden bakan bir utancın aynasıyım.

Bilinç bir nehirdir. Sözcüklerin, dilin, jestlerin içinden akarak elini maskesine götürüp söken, biri kolyesini beğense “o benim boynum” diyen, velut bir reddi serpilen bir itirazın sesi yapan bilinç. Yine de her şeyi geç anlayan bizim kuşak gibi yeni kuşağın da yönü büyük ölçüde efendiye dönük. Çünkü bize birbirimizi sevmememiz öğretildi! Bu yüzden sevmek ve sevilmek, yükselmek ve kabul görmek isteyen herkes efendiye koşuyor.

Hayrileşemeyen Xêro da öyle. Daha iki yıl önce Lokman’ın “Bark”ını arkasına alarak ona ağıt okumuştu. Yok yok, Ertuğrul Özkök’e hususî çığıran Xêro Abbas’tan bahsetmiyorum. Biliyorsunuz, Batmanlı sanayi ressamı bir kayyumsever bu Xêro’yu bir gün hayatının romanı yazılsa içinde tek bir “ahlak” sözcüğü geçmeyecek olan Ertuğrul Özkök’e takdim etmişti. Öldüğünde, Ahmet Kaya için attığı manşetteki sıfatla anılacak Özkök var ya, o işte. Ona sunulan Xêro’yu demiyorum, yenilince annesini hatırlayan izinli ninni okuyucusu Xêro’yu diyorum. Hiçbir akılla yorumlanamayacak “Bütün Türkiye halklarına özel selamlar”ını gönderen Hayri hani. Selamını alan olmadı elbette, ama ninnisine kanan oldu.

Oysa Xêro’nun annesi ona o izinli ninniyi okumuş olamaz. Çünkü ninnide “cerg” (ciğer) sözcüğü var. Çünkü Hayri Qoserli (Kızıltepe). Matrakçı Nasuh’un Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn-i Sultan Süleyman Han’da bir ovanın ortasına kızıl değil, kara bir tepe şeklinde çizdiği Qoser hani. Büklümlü, şıkır şıkır, zarif bir Kürtçenin yüzdüğü o güzelim Qoser. O Kürtçenin içinde “cerg” sözcüğü yok, aynı anlama gelen “kezeb” var.

Peki cerg nerede? 1989’da. Gani Nar’ın bu yılın çığlık dolu bir mevsiminde çıkan “Jiyan” (Hayat) adlı albümünde. 12 Eylül barbarlığından masmavi bir ürpertiyle sıyrılan Kürtçenin Kurmancî ve Kirmanckî/Zazakî şarkılarla ışıdığı albüm. İşte o cerg, bu albüme adını veren şarkının nakarat kısmındadır.

Pek çok Türk aydını, Ahmet Kaya’nın linçinden Hayri’nin 20 saniyelik desturlu ninnisine gelişi büyük bir ilerleme olarak ilan etti. Oysa Ahmet müdahildi, Hayri maruz. Ahmet realitesi tanınmadıkça efendinin kafasından inmeyeceğini söylemişti, Hayri efendinin ayaklarına kapandı. İlerleme değil bu, teslimiyet! Hem ne ilerlemesiymiş o? Bu yüce gönüllü efendi kabulü, Xêroların beyazlık makamının kapısını aralık sanmalarına neden oluyor. Demokrat Türk aydınlarının mütebessim lütfu Kürt’ü asimilasyon tuzağına çekiyor.

Yine de Xêro o ninniyi yenilince değil, Xêroluğundan kurtulmak yolundaki ilk adımda yutturmalıydı. Böylece o da Emre, Dodan ve Ferat’ın arasına katılabilirdi. O da onlar gibi ikinci el bir Anadolu Popçu/Rockçı olabilirdi. Ama Xêro kıymetli bir şey kaçırmış sayılmaz.

Ne kaçırdığını görmek için Emre Sertkaya’ya bakabilir. Elemanı yazlıkçı yüksek mimar çocuğu gibi giydirip “Zühtü” şarkısını söyletmişler. Kürt’e layık gördükleri şey, Kürt’e yaşamadığı bir geçmişin nostaljisini yaşatmak. Zühtü’nün samanlıktaki dramını dile getirmek, efendisinden daha güzel türkü okumaya çalışan Ahmet Aslan’dan çaldığı ses ile birinci olan Emre’ye kalmış.

İkinci birinci Dodan, Grup Çığ’dan ilhamla herkesin doğru düzgün türkü söylemeyi bıraktığı bir yerden belirdi. Ezgiye oturmayan caz formları, acayip rezonanslar, gereksiz uzatmalar filan. Dodan, adının anlamını “geçmiş” diye yutturmuştu, ama Xêro’dan farklı olarak en başta. Zaten ne demişti yıllarca Kürt olduğunu saklamak zorunda bırakılan Cemal Süreya: “Kürtler yalan söylemek zorunda, Arnavutlar doğru!”

Üçüncü birinci Ferat’ı kimsenin ilaç için bir Kürtçe sözcük sarf etmediği, Kürt belediyeciliğinin şaheseri olan bir bulvarda gördüm, uzaktan. Boyalı kayyumun bile Mehabad dediği, ama Amedlilerin “75” demekte ısrar ettikleri bulvarda. “Osmanlı” adlı bir kafenin açılışında. Malum, Osmanlı torunu bir sürü Kürt var. Bir kısmı sadrazamın sol tarafındaki ağırlıkla akraba. Ferat arkadaş, o garip sesiyle “neeeerdesin neeeerdesin seni unutamiyem” diye höykürüyor. Kınalı kayyum karşıdaki lokantaya zırhlılardan oluşan bir kolorduyla kuşbaşı yemeye gelmiş. Işıkların, mimarinin, çakarların, sirenlerin çıldırdığı bir sömürge gecesi.

Herbert Marcuse, beyazların bluesu ancak icra edebileceklerini söylüyordu. Ona göre blues, “zenci”nin jestiydi. Ama son dönemde hiçbir Türk sanatçı bir türküyü bir Kürt kadar “cerg”den okumuyor. Buna ne diyeceğiz peki?

“Kürtler ikinci el bir modernlik yaşıyor” desek? Kendi dinamiklerinden kopuk, efendisinin gecikmiş modernliğinin ikinci eli bir gecikmiş modernlik. Hevesli bir oto-asimilasyon. Üstelik eskisi gibi devletin, kolonizatörlerin düşürdüğü kişiler değil, bilinçli, politik, kimliği nedeniyle baskı görmüş gençler asimilasyona koşuyor. Kürt gençlerinin büyük bölümü Anadolu Rockçı, İkinci Yenici, 90’lar nostaljisici, Osmanlı muhibbi, tuğra düşkünü, ak ocaklı. Kafelerin büyük kısmı birer asimilasyon ahırı, hemen hepsinde Zühtü’nün samanlıktan kaldıramadığı samanın kokusu var.

Kayyumların demir ve beton setlerle böldükleri, doğrudan ve/veya simgesel şiddetle tarumar edilmiş şehirlerdeki zırhlıların içinden story atan Rojdalar, Evînler (Türkçedeki “evin” ile hiçbir ilişkisi yoktur!), Berîvanlar ve yaşamadıkları bir kültürün tüketicisi Şervanlar, Hogirler, Mirazlar daha önce re-colonization dediğim sürece hevesle katılıyorlar. Bu yüzden Xêro, Hayri olmaya girişiyor. Geçmişinden soyunacak, o kıvırcık gülüşü arkasında bırakacak, “ben”inden kurtulacak, ulusalcı estetikle türkü okuyacak, Anadolu Rockçı şalvarı giyecek ve artık beyaz olduğunu sanacak. Ama başaramıyor. Başta yapacaktı onu. Gecikmiş bir Hayrilik onunkisi!

Yine de o dev bulvardaki beşinci dairesinde yaşayan özel harekatçı kiracısına kirayı nazik bir sesle hatırlatmayı planlayan eski yurtsever siyaset rantiyeleri mutlu olmalılar. Çünkü Hayri arkadaş, geçmişsiz bir ezberle “Türkiye halkları” da dedi. Ama dışarıdan stüdyo sesine karışan ninnisi, gerçek bir ninni değil, “Jiyan”ın nakaratı. Hani dilimiz olmadan yaşanamayacak jiyan var ya, o işte.

Bu yazı ilk olarak Duvar’da yayınlanmıştır

 

YAZARLAR Haberleri

Önemli Bir Portre: Numan Efendi
Aziz Özdemir yazdı: Irkçılık Ya Da Işıl Özgentürk
İrfan Aktan: Işıl Özgentürk’ün çukuru
Yeni Amedspor yönetimi ve transfer politikası
Binbaşı Kasım Ataç: Bir Ajanın Anatomisi