ÜZGÜNÜZ YOKLUĞUNA BE FEYYAZ EKMEN

Hüseyin Akıncı

İki bin iki yılının bir Mayıs gününe sayılı saatler kalmıştı. Geçmişte yaşanmışlıklar ait hatırlarım yüreğimi dağlıyor gibiydi. Yarınlar ayağa kalkar umutlarım ise Feyyaz'ın ölüme yol alıp gidişi haberi beni benden alıp götürmüştü. Beynim ise olur olmazlara takatsiz kalmışlığa mahkum olmuş gibi sağa sola kıvranıp duruyordu. 

Civardaki kuşlar uçuşup uçuşup ağıtlar yakarak bir yerlere nispet ediyordu. Toprak ana yarıla yarıla birine ”haydi gel gel!” diye kucak açıyor havasına girmişti. Yıldızlar hüzünlüydü. Gökyüzü karalara bürünmüştü. Güneş ise şaşkınlığından kayıplara karışmış gibiydi... 

Bulutlar damlacıklarıyla ana toprağın bereket tanrılarına mesaj yollama telaşına girmişti. Rüzgâr enstrümanlar eşliğinde şarkılar söylemeye başlamıştı. Karanlıklar ise aydınlığa meydan okuyup “aha ben geliyorum” diyor gibiydi. Sisli havanın ağzı salyalı puştları ise halaya kalkmış, mersiyeler sunar gibi puslu havayı koklar gibiydiler... 

Beyaza bürünmüş melekler ise kafile kafile inip, birileri alıp şahadetin köşküne yerleştirmek istiyorlardı. O dostluğuna değer veren dostunun hakiki dostuydu. Siyasetin real arzusuna aklını kaptıran bir siyasetçiydi. Bin bir haksızlıklara maruz kalan Kürt halkının hak arayanıydı. Kürtlerin hak hukuk geleceğine ömrünü adanmışların sınıfındaydı. Evet evet o benim dostum FEYYAZ EKMEN’di.