Mahmut Uzun
Cemil Bayık demiş ki:
“Tarih boyunca Kürtler ve Türkleri ümmet bir arada tutmuştur.”
Hayatım boyunca insan onuruna bu kadar hakaret eden bir cümle duymadım.
Bu söz, yalnızca bir cehaletin ürünü değil, bir hafıza ihaneti, bir vicdan çürümesidir.
Çünkü “ümmet” diyerek süslenen o kardeşlik,
bizim üstümüze yağan bombaların,
darağaçlarının, sürgün yollarının ve susturulmuş dillerin üstüne kurulmuştur.
Ümmet dediler,
Dersim’in dağlarını küle çevirdiler.
Şeyh Said’in ipini ümmetin duasıyla çektiler.
Zilan’da bebek cesetlerini ümmetin sessizliğiyle gömdüler.
Mahabad’da bir halkın rüyasını, ümmetin ihanetiyle kurşuna dizdiler.
Ve hala “ümmet bizi bir arada tuttu” diyorsun, öyle mi?
Hayır!
Ümmet değil bizi bir arada tutan, zulmün süregelen hafızasıdır.
Ama o da bizi birleştirmedi.
Bizi acıda bile eşitlemedi.
Birileri yanarken, diğerleri külleri seyretti.
Bir taraf yas tutarken, öteki zafer naraları attı.
Biz ölürken “birlik” nutukları atıldı.
İşte o yüzden ne tarih bizi bir arada tuttu,
ne ümmet denilen o hayali kardeşlik.
Bizi yalnızca adaletsizlik birbirine bağladı - ama o bile eşit olmadı.
Ümmetin kardeşi maskesiyle Anadolu ve Mezopotamya’da ne yapıldıysa,
artık korkmadan söyleyelim:
Bu topraklarda Hristiyan azınlıklar -
Ermeniler, Rumlar, Nasturiler, Ezidiler -
ümmetin sessiz onayıyla yeryüzünden silindi.
Kutsal denilen eller, kanla yıkandı.
Dualar kılıçların ucunda yükseldi.
Ve “iman” diyerek işlendi o büyük günah.
O günün kalıntıları hala bu topraklarda yankılanıyor.
Kilise çanlarının sustuğu yerlerde bugün ezanlar da süküt içinde çalıyor,
çünkü her inanç, her kimlik aynı suçun gölgesinde kaldı.
Ümmetin kardeşliği, bu coğrafyada ölülerin sessizliğiyle ölçülür artık.
O ümmet dedikleri şey,
Kürt’ün kanını helal, dilini günah saydı.
Zalimi “devlet”, mazlumu “fitne” ilan etti.
Ve sen şimdi kalkmış, bu kirli tarihi “birlik” diye pazarlıyorsun.
Bu bir gaf değil, bir ahlaki çürümedir.
Bu söz, kendi halkına ihanettir.
Eğer ümmet buysa, o ümmetin adı vicdansızlıktır.
Çünkü o ümmet, Kürt’ün, Ermeni’nin, Süryani’nin kanını aynı ırmakta akıttı.
Ve sonra o ırmağın üstüne cami kubbeleri kurdu.
Şimdi o kubbelerin altında hala sessizce ağlıyor bu topraklar.
Kardeşlik dediniz, kardeşin kanını döktünüz.
Birlik dediniz, bir halkın dilini yasakladınız.
Ümmet dediniz, bir coğrafyayı karanlığa gömdünüz.
Biz o kardeşliği gördük:
Dersim’de, Zilan’da, Mahabad’da, Halepçe’de…
Kardeşlik dediler, bombalar yağdı.
Birlik dediler, köylerimiz yakıldı.
Fitne dediler, darağaçları kuruldu.
Ve hala bu kadar kanın, bu kadar ihanetten sonra “ümmet” diyebiliyorsan,
demek ki senin yüreğin artık halkına değil, zincirine ait.
Kürt halkı ümmetin değil, hakikatin çocuğudur.
Bizim bağımız inançla değil, vicdanla, insan onuruyla, adaletle kuruludur.
Bizim kardeşliğimiz, dinle değil, ortak acıyla, ortak direnişle yoğrulmuştur.
Ve o bağ, hiçbir dogmanın, hiçbir “ümmet masalı”nın önünde eğilmez.
Yeter artık!
Yeter bu kutsal yalanlara!
Yeter bu tarih hırsızlığına, bu vicdan talanına!
Bir halkın onurunu “ümmet kardeşliği” diye pazarlamak artık sadece ayıptır -
ahlaken iflastır.
Cemil Bayık’ın bu sözü, politik bir gaf değil,
vicdanın kendisine atılmış bir tokattır.
Biz artık ümmetin değil,
insanlığın safındayız.
O safta din değil, hakikat vardır.
O safta korku değil, vicdan vardır.
O safta sessizlik değil, adaletin yankısı vardır.
Bir Vicdanın Hatırası
Kürt halkı artık kutsal masallarla avutulmayacak.
Biz o masalların bedelini mezar taşlarına kazıdık.
Her yıkılmış köy, her yakılmış kitap, her susturulmuş dil
o masalın son satırıdır.
Artık yeni bir dil konuşacağız:
Korkusuz, yalansız, insan onuruna yaslanan bir dil.
Ne ümmetin, ne devletin, ne ideolojinin dili…
Bu kez sadece vicdanın dili.
Ve o dil konuştuğunda,
hiçbir zalim rahat uyuyamayacak.
Çünkü biz sustukça öldük.
Ama artık konuşacağız - acıyla, ama onurla.