Hüsamettin Turan
Kürt entelijansiyası, yani düşünsel üretim yapan ve halkı adına söz söyleme iddiasında bulunan katman, modern anlamıyla 19. yüzyıl sonlarında şekillenmeye başlamıştır. Şerefname, Mem û Zîn gibi klasik metinlerle geleneksel Kürt yazını ve tarih bilinci oluşmuşsa da, bu metinler uluslaşma süreciyle doğrudan ilişki kurmamış, daha çok bir aristokratik Tarih Anlatı’sı sunmuştur.
Modern Kürt aydın tipolojisi ise ilk kez İstanbul, Bağdat, Kahire gibi merkezlerde yetişmiş ve Osmanlı modernleşmesiyle temasa geçmiş Kürt bürokratlar, askerî memurlar ve eğitimliler aracılığıyla gelişmiştir. 1898’de çıkan Kurdistan gazetesi bu anlamda bir kırılma noktasıdır.
Bu dönemin aydınları, çoğu zaman hanedan mensubu ya da medrese kökenlidir. Yani entelektüel üretim, halktan ziyade elit çevrelerin içinden gelmiştir. Bu da Kürt entelijansiyasının halktan kopuk, sınıfsal olarak yukarıdan bakan, çoğu zaman da devletle uzlaşmaya açık bir karakter taşımasına neden olmuştur.
Bedirxanîler, Babanlar, Şemdinanlar gibi ailelerin çevresinden çıkan aydınlar; zaman zaman bağımsızlık taleplerinde bulunmuşsa da, entelektüel bağımsızlık çoğunlukla iktidar ilişkileriyle çelişmeyen bir sınırda kalmıştır.
1920’lerden sonra Şeyh Mahmud Berzencî, Cıbranlı Halid Bey ve Şeyh Said gibi hareketlerin bastırılmasıyla Kürt entelektüel üretimi büyük oranda kesintiye uğramış; aydın’lar ya susturulmuş ya da sisteme entegre edilmiştir. Bu durum, Kürt aydınının tarihsel olarak suskunluğa, yön değişikliğine ve iktidarla uzlaşmaya eğilimli bir karakter taşımasının başlangıcını oluşturur.
Zamanla bu karakteristik sadece değişerek değil, çeşitlenerek de sürdü. 1990’lı yıllar, hem Kürt Ulusal Mücadelesi’nin hem de entelektüel sahasının yeniden şekillendiği bir dönem oldu.
Bu süreçte PKK’nin silahlı mücadelesi belirleyici hâle gelirken, birçok entelektüel bu hareketin gölgesinde ya da etkisinde pozisyon almak durumunda kaldı. PKK’nin hem devlete hem de Kürdistanî muhalefete karşı zaman zaman uyguladığı baskıcı söylem ve şiddet yöntemleri, entelektüel alanı da ciddi biçimde biçimlendirdi. Pek çok yazar, akademisyen ve sanatçı; ya örgüte yakın durmayı bir ulusal görev olarak kabul etti ya da dışlanma, damgalanma ve tehdit korkusuyla sessizliği tercih etti.
Bu dönemde iki tip sahte aydın profili öne çıktı:
Birincisi, örgüte eleştirel yaklaşmaktan tamamen kaçınan, ancak bunu tarafsızlık ya da politikadan uzak durmak kisvesiyle gizlemeye çalışanlardı.
İkincisi ise örgütü eleştirirken Kürdistanî çizgide duran parti, şahsiyet ve kurumları da eleştirerek yapay bir denge kurmaya çalışanlardı. Bu sahte denge dili, hem gerçeği muğlaklaştırmakta hem de PKK’nin hegemonik pozisyonunu zımnen meşrulaştırmaktaydı.
Oysa gerçek aydın, tarafsız değil ilkelidir. Bu nedenle halkın hakikatini saptıran her yapıya eşit mesafede değil; doğrudan karşısında durmalıdır.
Ancak 1990 sonrası şekillenen entelektüel yapı, bu ilkesel duruştan çok, ilişkisel dengeler üzerine kuruldu. Bu da aydın kavramının içini boşaltarak onu bir pozisyon alma aracı hâline getirdi.
Benzer bir süreç Avrupa diasporasında da yaşandı. Avrupa’ya göç eden Kürtlerin içinden çıkan entelektüel çevreler, başlangıçta baskıdan kaçan, sürgün edilmiş ve fikir özgürlüğü arayışındaki kişilerden oluşuyordu. Ancak zamanla bu çevrelerde de benzer bir sahte aydın profili oluşmaya başladı.
Akademik üretimi kariyer malzemesi olarak gören, halktan ve ulusal mücadeleden kopuk, postmodern söylemlerle Kürt gerçekliğini törpüleyen bir entelektüel tipi ortaya çıktı. Özellikle Batı üniversitelerinde pozisyon kazanan bazı Kürt aydınları, PKK ve devlet arasında denge kuran, etnik kimliği kültürel bir folklora indirgeme’ye çalışan, hakikati ideolojik kabuklarla örten söylemler geliştirdiler.
Bu aydınlar genellikle ulusal bağımsızlık fikrine mesafeli, kimlik mücadelesi’ni liberal değerlerle sınırlayan ve Kürt meselesini evrensel dokularla soğutarak yerel gerçeklikten koparan pozisyonlar aldılar.
Bu durum, Avrupa’daki entelektüel sahayı da büyük oranda içi boş, halktan kopuk, sistemle uzlaşan bir alana dönüştürdü.
Gerçek entelektüel üretim yapan, halkla bağ kuran ve bedel ödemeyi göze alan isimler ise bu yapı içinde ya marjinalleştirildi ya da sistematik olarak görmezden gelindi.
Böylece Kürt entelijansiyasının tarihsel sürekliliğinde karşımıza çıkan temel eğilim; yani iktidarlarla uzlaşma, halktan kopukluk, hakikatten ödün verme ve entelektüel sorumluluktan kaçma hali, sadece coğrafya değil zaman da aşarak bugüne taşınmış oldu.
Sorun yalnızca eksik bilgi değil; eksik ahlâk’tır. Ve eksik ahlâk, ne kadar çok kitapla örtülse de, halkın bilincinde daima çıplak kalır.
Tarihini araştırmadan sürüsünden kopmuş bir koyun gibi sömürgecisinin peşinde koşan Kürt aydınları, halkımızı da düşmanına maalesef âşık hale getirmiştir. Bu zihinsel tahribat, yalnızca halkın yönünü değil, umutlarını da bulandırmıştır.
Fakat ...
tek umut, kendi köklerini tanıyan, korkusuz ve ilkesel bir duruşla yetişen yeni Kürt gençliğidir.
Onlar ...
geçmişin kırılmalarını onaracak, vizyonu yeniden kuracak kudrete sahiptir.
Mutlaka kazanacağız.
Çünkü ...
bir aydının en büyük korkusu yalnız kalma düşüncesine kapılmasıdır; oysa gerçek aydın, yalnız kalmaktan korkmamalıdır.
Hakikat yolculuğu çoğu zaman tek başına yürünür ve bu yalnızlık, onurun en saf biçimidir.