ŞEYH SAÎD HAREKETİNİN KAYIP KIZI: ÇOLÎG’LÎ SÎNEXAN

Diyarbekir’de zorla müslümanlaştırılan bir ermeninin hikayesi memleketimde hala anlatılır.

 

“Tarihi güncelleştirmek için bugünü tarihselleştirmek gerekir.”
Walter Benjamin / Alman tarihçi

ORHAN ZUEXPAYIJ

Trajik bir hasret öyküsünü sizinle paylaşmak istiyorum. Bu öyküyü yıllar önce dinlemiştim. Öykünün kahramanı Kürd kızı Çolîg’li Sînexan’ın yaşamını bana anlatan kızı Fikret Hanım’ın o mahzun bakışları sanki annesinden kendisine kalan bir mirastı. Kürd coğrafyası, herkesin bildiği, şu yada bu şekilde sustuğu ve konuşmadığı öykülerle, bu öykülere saklı yaşamlarla dolu, Ermeni ve Hristiyanken (Fılle) TürkKürd olanlara dair bir çok öyküyü büyüklerimizden dinledim.
Kürd kızı Sîne’nin ismi ve gerçek kimliği yıllarca saklı tutulmuş, ailesinin yaşadıklarının ürkekliğiyle o acılı günler gitsin ve bir daha gelmesin diye her şeyi yüreğine gömmüş, tevekkül içinde yıllarca suskun bir yaşam,
Sîne’nin öyküsü coğrafyamızda kanla yazılmış binlerce öyküden biridir.
Sözünü ettiğim ve yazmaya çalıştığım bu öykü geniş tarihimizin bilinmeyen bölgelerine sıkışıp kalmıştı.
Paylaşmaya çalıştığım yaşam öyküleri aslında tarihimizin bilinmeyen olaylarının gün ışığına çıkarılması amacına hizmet ediyor.

Bundan 56 yıl evvel Almanya’da Arif  Faris’in torunu hemşehrimiz Ahmet Ayçiçek’in ziyaretine gitmiştik. Çok yakinen tanıdığım Ahmet Ayçiçek Kürd gelenek ve göreneklerine göre bizi ağırladı.
Sohbetimiz esnasında eşi Fikret Hanım’ın sıcak ilgisinden dolayı hemşehrim Ahmet’e eşinin Çolig’de kimlerden olduğunu sormuştum. Ahmet Ayçiçek eşi için; ‘Annesi halamdır, babası ise Antep’lidir’ dedi ve ekledi, Halam Sîne, Şeyh Said hareketinin kayıp ve yetim kızıydı. Ahmet Ayçiçek halasının trajik yaşam öyküsünü eşi Fikret Hanım’la birlikte bana anlattı.
Bu yazım 56 yıl önce dinlediğim duygulandırıcı bir öyküden oluşuyor.
Gelin Çolîg’in kayıp kızı Sinexan’ın trajik yaşam öyküsüyle tarihe bir yolculuk yapalım.

SÎNEXAN VE AİLESİ HAKKINDA BİLGİLER

Öyküyle ilgili bilgileri kızı Fikret ile damadı ve aynı zamanda yeğeni sayılan Ahmet Ayçiçek’ten aldım. Hemşehrim Ahmet Ayçiçek daha evvel yaşam öyküsünü yazdığım Arif Faris’in torunudur.
1925 hareketinin kahramanlarından olan Arif Faris efsane Kürd direnişçisi Yado’nun dayısıdır. Arif Faris’in konağı (Queşka Belek) Çolig’de başta Şeyh Şerif Kelaxsi, Şeyh Said Efendi gibi önderleri ağırlamış tarihi bir mekandır.
Hareket ile ilgili planlamalar başta olmak üzere birçok toplantılara da tanıklık ettiğinden, Şeyh Said Efendi bu konağa (Queşka Belek)  ismini takmıştır.
Sine Xanım, Arif Faris’in ağabeyi olan Seyfi’nin kızıdır. Seyfi Beg o dönem vilayet olan Dareheni’de tahrirat katipliği, günümüzdeki karşılığıyla il yazı işleri müdürlüğü yapmaktaydı . Dareheni’de görevli bulunan Seyfi Bey, Garip köyünde kalıyordu.  Seyfi Bey’in M. Ali ve Sîne adında iki çocuğu vardı. Sîne veya Sînemxan kelimesine kısaca değinmek istiyorum.
Kırdki/zazaki dilinde Sîne kelimesi “Sînaye”nin kısaltılmış halidir. Sîne sözcüğü; gönlüm, yüreğim, çok sevdiğim anlamında kullanılmaktadır.
Kırdki lehçesinde ise aynı anlamın karşılığı Sînaye’dir. Tabi ailesi bu kızlarının kayıp olmasından dolayı Sîne, bazen de Sînaye olarak andılar.
Sîne veya Sînaye kelimesinin cinsiyeti feminin olduğu için eğer bir de baskı, zulüm, eziyet, sürgün yaşamış, bunun dışında öne çıkan bir yeteneği de varsa biz Kürdlerde ismin sonuna (kayırıldığından ve sevildiğinden olsa gerek) “Xan” ekini de eklerler.
Tıpkı Kürd stranbeji Meyremxan veya Celadet Bedirxan’ın kızı  Sînemxan gibi, ben de yazımda Sînemxan Bedirxan isminden aldığım esinle Çoligli Sîne’yi  Sînexan ismiyle anarak bu öyküyü anlatmaya çalışacağım.

SÎNEXAN’IN YAKALANMA VE EVLAT EDİNİLME ÖYKÜSÜ

Şeyh Said hareketinin Çolîg toplantısı Sînexan’ın amcası Arif Faris’in konağı “Queşka Belek”te yapılır. Sînexan’ın aile büyükleri topluca Şeyh Said hareketine katılırlar.
Sînexan’ın babası Seyfi Faris, Şeyh Said hareketinde meçhul bir şekilde şehid edilir. Seyfi’nin eşi de babasının köyüne giderken aynı akıbete uğrar.
Sinexan daha 11 yaşındayken yetim kalır. Sîne, Çolig’de amcasına ait Queşka Belek’in artık mukimi ve yetim çocuğudur. Amcası Arif Faris, yeğeni Yadin Paşa ile birlikte dağlarda gerilla savaşı vermektedir.
Bir başka amcası daha vardır. Onun yaşamı da dramatiktir. Çolig’de “Çarşiye Cêr”de türk askerleri tarafından kırdki “Şerqat a telıyın” denen bir tür esnek ve dikenli kamçıyla işkence edileedile kan revan içinde öldürülür. Kadın ve çocuklardan oluşan ailenin geri kalan fertlerinin başta Kayseri olmak üzere ve diğer illere sürgün edilmesi ise ayrı bir trajedidir. Sînexan, ailesinin maruz bırakıldığı eşsiz zulmün daha çocuk yaştaki tanığıdır.

*****

Queşka Bellek Şeyh Said hareketin yenilgisinden sonra Türk askerleri tarafından basılır. Kadın çoluk, çocuk hepsi toparlanarak Çolig’deki toplanma alanına (kamp) götürülürler. Bu ev baskınında evde olmayan Sinexan tesadüfen kurtulur, harekete katılmayan komşuları korkudan olsa gerek Sînexan’ı  kendi evlerinde barındırmaz, amcası Arif Faris’e ait Queşka Belek’in alt katında, ahır olarak kullanılan bölümünde saklarlar.
Sîne günlerce burada saklı kalır.

Hareketin lider kadrolarını ağırlamış, toplantı ve kararların alındığı tarihi mekan olan Queşka Belek artık sahipsizdir.

Hareket döneminde öyle bir ortam oluşuyor ki direnişçilerin eşleri babaları tarafından sahiplenilemez, hatta kabul görmez duruma düşüyorlar. Bütün kapılar kapandığı gibi selamı sabahı kesiliyor. Korku nedeniyle herkes kendi canının derdine düşüyor.
Türk devlet anlayışına göre direnişçilerin ailelerine, eş ve çocuklarına insani nedenlerle bile sahip çıkmanın cezası ölümdür, sürgündür.
Türk devletinin baskısı ve zulmü babayı evlattan, kardeşi kardeşten ayırır.
Türk askerinin zulümüne uğramaktansa kendini uçurumlardan Çemê Murad’a atan, yine ahır,ağıl ve camilere doldurularak topluca yakılmayı türk askerlerinin süngülerine tercih eden binlerce Kürd kadınının ve bu arada sabi durumundaki çocukların hazin akibetine tarih tanıktır.
Çolig’de o dönem baytar olarak çalışmakta olan yabancı (türk) bir devlet memuru Arif Faris’in hayvanlarının sağlık kontrolünü yapması için görevlendirilir.

Rivayet odur ki kamulaştırma adı altında talancı bir uygulamayla yöre halkının sahip olduğu hayvan sürüleri devletin envanterine geçirilmektedir.
Baytar, Arif Faris’in ahırına girer
Sînexan işte burada baytarla yüz yüze gelince o nazik çocuk ruhiyatı sarsılır, korkudan baygın düşer.
Komşuları çekinerek de olsa, baygın olan Sîne’nin bu köşkün çocuğu olduğunu baytara anlatırlar. Queşka Belek devlet nezdinde artık sabıkalıdır, suçludur, cezalıdır, yaralıdır, kimsesizdir ve mühürlüdür. Zulmün o kanlı mührüyle mühürlenmiştir.

Baytar, Sînexan’ı kendi muayenehanesine götürür. Sîne korkudan lal olmuştur, türkçe de bilmediği için baytarın kendisiyle konuşma imkanı olmaz.

Baytar’ın ve iyi bir insan olan eşinin gösterdiği şefkat ve sevgi sonucunda Sînexan kısa sürede kendine gelir.

SÎNEXAN’IN AİLESİNDEN KOPARILIŞ ÖYKÜSÜ

Baytar kısa bir süre sonra Diyarbekir’e tayin olur. Baytar, Sînexan’ı Diyarbekir’de kendi nüfus kaydına geçirerek, hem sahip çıkar, hem saklar.
Sînexan’ın Arif Faris’in ailesinden olduğunu artık kimsenin bilmesine imkan yoktur.
Sinexan için yeni bir serüven başlar.
Sîne için artık, Awê Sağyêr, Mehlê Wevêr, Fêk Derêy Wuir, Aftor gibi çocukluğunun geçtiği yerleri görmek artık ulaşılmaz bir hayale dönüşür.
O artık sürgünlerde dilini bilmediği insanların toprağına, ağacına, suyuna, kokusuna yabancı olduğu mekanlara savrulmuştur.
Baytar, Diyarbekir’de Sînexan’ı “İkbal” ismiyle nüfusa kayıt ettirir. İkbal ismi arapça kökenli olup,  baht açıklığı, arzu, istek anlamlarına gelmektedir
Baytar’in eşi ise Sine’ye olan şefkati ve merhametinden dolayı Naciye ismini verir. Naciye ismi de arapça olup, cehenemden kurtulmuş, cennetlik ve selamete kavuşmuş anlamındadır.

*****

Çolîg’ in yetim ve bahtsız kızı Sînexan bundan sonra çevresinde hem İkbal, hem de Naciye olarak çağrılmaya başlanır. Bu iki ismin taşıdığı anlamlar aynı zamanda Sîne’nin yaşamını ve geleceğini yönlendirecek şifrelerdir.
Sînexan’ın babası, annesi ve amcası bir kez öldürülmüştür ama yüreği yaralı, yetim ve “evlatlık” bir çocuk olarak Sînexan her an, her gün manen katledilmektedir.

Gözlerinin önünde film şeridi gibi duran bir kanlı geçmiş…

Baba yok, anne yok, amca, dayı, kardeş hepsi katledilmis, hiçbiri yaşamıyor, kısaca geriye kalan kimsesi yok, yok…

Bir başka trajedi de tanımadığı, dilini ve kültürünü bilmediği devlet görevlisi bir baytarın evinde manevi bir misafir olmasıdır…..
Kağıt üstünde “evlatlık” ama yaşadığı acıları kim bilir…

*****

Baytar tayinini memleketi Antep’e çıkardığında Sinexan artık 16 yaşındadır.
Baytar dünyalar güzeli Kürd kızı Sînexan’ı çok sevdiği için yakın bir akrabasıyla evlendirme düşüncesindedir ama bu isteği gerçekleşmez.
Baytar’ın yanında o dönemde Muharrem Keskin adında bir genç çalışmaktadır.
Bu genç Sînexan’a aşık olur.
Baytar yanında çalışan Muharrem’e; “Evleneceğin kız İkbal’in, asıl ismi Sînexan olup benim manevi kızımdır” der !
Sînexan’ın yaşam öyküsünü başından itibaren Muharrem’e anlatır.
Ve tembihler; “Bak oğlum ! sakın olaki ! kimseye söylemiyesin bu kız Çolîg’de filankeslerin kızıdır. Hem devlet hem de kızın ailesi ilerde başımıza iş açarlar.”
Kısaca hem devletten hem aileden yana korkuları vardır.

*****

Muharrem Keskin isimli genç Sînexan’a aşık olmuştur, hem devletten hem aileden gelmesi muhtemel rizikoyu göğüslemeyi göze alır, evlenirler.

Muharrem, yıllar sonra da olsa eşi Sînexan’ın kendisine ailesi hakkında verdiği bilgilere dayanamaz, arayış içine girer. Muharremin yaşadığı duygular bilinmez, ama eşi Sînexan’ı mutlu etmek isteği geçte olsa insani duygularını harekete geçirmiştir. Muharrem, Çolîg Valiliğine bir dilekçe yollar.
Bu dilekçe evliliğinden 1516 yıl sonra, Sinexan’ın kayboluşundan yaklaşık 21-22 yıl sonra tahminen 1947 yılında yazılır.

Muharrem kısa dilekçesinde eşinin Şeyh Said hareketinde kaybolduğunu, ailesinin Çolig’de “Çarşuyê cêr” denen şehir merkezinde ikamet ettiğini anlatır.
Muharrem Bey, Sînexan’a atfen yakın akrabalarından bildiklerinin isimlerini de vererek M.Ali adında bir kardeşinin, M.Sıddık “Helime Faris” adında bir amcazadesinin ve Hasan “Aydar” adında bir akrabasının bulunduğu bilgilerini dilekçesine eklemiştir.
Tabi dilekçenin yazıldığı dönemde soyadı kanunu çoktan çıkmıştır, dolayısıyla ne Sînexan ne de eşi Muhharem “Key Faris” ailesinin Ayçicek soyadını aldığını bilmemektedirler.
Bingöl Valiliği bilirkişilerin katılımıyla bir araştırma başlatır.
Ve Sîne’in Ayçicek soyadı alan “Key Faris” ailesinin kızı olduğu bilgisine ulaşılır. Ve aileyle temas kurularak Sînexan’ın bulunduğu bilgisi ulaştırılır. Yakınları bu mutlu haberi sevinç çığlıklarıyla karşılarlar. Çarşuyê cêr’de adeta bir bayram havası egemen olur, öyle ki Arif  Faris’in evinden çıkan o sevinç çığlıkları Mehlê Wevêr’de yankılanır,
Tabi bu duyguları yaşayanlar daha iyi bilir.
Sînexan’in kardeşi M. Ali, amcazadesi M. Sıddık başta olmak üzere toplam 12 akrabası hemen yola çıkar, Antep’e giderler.
Muharrem Bey, ailesini ve tüm akrabalarını tembihleyerek telaşa kapılmamalarını ister.

SÎNEMXAN’IN AİLESİNE KAVUŞMA ÖYKÜSÜ

Sînemxa’nın kardeşi M. Ali, amcazadesi M. Sıddık Ayçiçek, Abdullah Aydar, Hacı Hasan Ata başta olmak üzere 12 yakın akrabası Antep’e giderler.
Antep’te yaptıkları soruşturma sonucunda Sînexan’ı bulurlar.
Sînexan artık ismi İkbalNaciye olmuş, anadili olan Kırdki/zazaca’yı korkudan yıllarca konuşamadığı için unutmuştur. Baytar tarafından kim olduğu bilinmesin diye asimile edilerek türkleştirilmiştir.
Tıpkı Ermeni ve hristiyan iken türk ve müslüman olmuş binlerce çocuk misali. Sînexan hiç zorluk çekmeden ağabeyi ve amcazadesini hemen tanır.
Muharrem ve ailesi gelen misafirleri en iyi şekilde ağırlar. Ve o gece eşi Sînexan’ı kardeş ve akrabalarıyla baş baş bırakır.
Sînexan’ın akrabaları kızlarıyla istişare ederek, memlekette akrabalarıyla buluşturmak isterler.
Muharrem ve ailesinin yaklaşımı da olumlu olur.
Sînexan’ın o dönem iki çocuğu vardır.
Sinexan bir çocuğunu yanına alıp diğer çocuğunu Antep’te bırakarak Çolîg’e memleketine, baba evine yolculuğa başlar.

*****

Sinexan önce Çolîg merkezdeki akrabalarına gider, ertesi gün de ağabeyi M. Ali’nin Garip köyündeki evini ziyaret etmek ister.
Mevsim ilkbahardır, suların coştuğu ve azgınlaştığı dönemdir. Fırat Nehri’nin ana damarı olan Murad Nehri ve onu  besleyen Göynük Çayı üzerindeki köprü sele kapılıp, gitmiştir.
Fırat’ın azgın suları sadece şimdi değil tarih boyunca asidir, kanlıdır, küskündür, Sînexan’a geçit vermez.
Şiwan Perwer boşuna söylemiyor;
  “Ey ferat ferat……. lê nizanım tu çi dıxwazi”
Ey Ferat, Sînexan’ın topraklarına, ülkesine, ailesine olan özlemini ve sevdasını neden engelliyorsun?
Sînexan’ın ağabeyi M. Ali kararlıdır, kardeşi Sînexan’ı Fırat’ın sularından geçirecektir.
M. Ali yıllarca hasretini çektiği kız kardeşi Sînexan’ı ve yeğenini kendi atıyla karşı tarafta bulunan
Garip köyüne geçirir.
Sînexan bu ilk ziyaretinde ailesinin yanında üç ay hasret giderir.
Sînexan’ın Antep’teki evine geri dönüş zamanı artık gelmiştir.
Kardeşi M. Ali ve amcazadesi M. Sıddık tarafından Elazığ’a götürülür.
Eşi Muharrem de o dönemde Elazığ’a gelip Sînexan’ı karşılar.
Sînexan ve eşi Elazığ’dan trenle Antep’e yolcu edilirler.

*****

Sînexan’in ailesi ile Muharrem’in ailesi arasında gidiş ve gelişler sıklaşır.
Bu ilişkiler sonucu Sînexan’ın kızı Fikret, amcazadesinin oğlu Ahmet Ayçiçekle evlendirilir.
Aynı şekilde amcazadesinin kızı Fatma’yı kendi oğluyla evlendirir.
Bu evlilikler tarihten beslenen o kahırlı zorluklarla pekiştirilmiş olarak mutlu ve huzurlu bir şekilde sürmektedir.
Sînexan 1993 yılında yürek burkan yaşamını geride bırakarak dünyaya usulca veda eder.
Muharrem,  aydın bir bürokrat olarak Mal Müdürlüğünden emekli olur.
Tüm çocuklarının eğitimine önem vererek okutur.
Zaten duyarlı biri ve aydın kişiliği olmasaydı Sînexan’ın ailesini bulma arayışına girmezdi.
Bu duyarlılığı onun kişiliğini çok iyi ortaya koyuyor.

*****

Sînexan hasretliğin, gurbetin yaralı ve yetim kızıydı.
Kendi dilinden, kültüründen, doğup büyüdüğü coğrafyadan, ailesinden ve akrabalarından koparıldığını çok iyi biliyordu. Yıllarca bu acıyla yaşadı.
Kızının anlatımıyla zazakî konuşan kimi görseydi kendine yakın akraba ve dost olan birini görmüş duygusuna kapılırdı.
Ve tanıdığı her Kird/Zaza’yı gördüğünde ise gözleri yaşarırdı.
Sînexan şanslıydı, hem manevi babası baytar, hem de eşi Muharrem gibi şefkatli ve merhametli iki insanla karşılaştığı için,
Ama, dünyada şefkat ve merhamet  olsa da yıllar yılı kendi geçmişinden habersiz, kim olduğunu bilmeden yaşamış ve yaşamakta olan binlerce gencecik kızımızın olduğunu unutmayalım. Ne kadar zahmetli olursa olsun onları arayıp bulalım ve yaşam hikayelerini yazalım. Hiç kuşkusuz Kürtlerin acıları bu yaşamlarda saklıdır.
Sînexan’ın kızı Fikret Hanım’ın annesiyle ilgili yürek burkan sözleri;
Annem ölünceye kadar yetimliği, kimsesizliği, kendi çevresinden ve kültüründen kopukluğu derinden hissederek yaşadı.  Güvercin misali naiv bir ruh tedirginliği onun her anına hakimdi. Çünkü o yaralıydı; ben, tüm bunları annemin gözlerinden okuyabiliyordum..

*****

Antepli Keskin ailesi ile Çolîg’in Ayçiçek ailesi Sîne Xanım’dan dolayı Türk ve Kürdlerin tarihten gelen öfke, kin ve intikam duygularından arınmış olarak tek yürek haline gelirler.
Sînexan’ın öyküsünde gözlemlenen bu insani duygulara ancak gönül yordamıyla ulaşılır.

Diyarbekir’de zorla Müslümanlaştırılan bir Ermeninin hikayesi memleketimde hala anlatılır. Diyarbekirli Ermeni Diyarbekır’in Hançepek Mahallesi’nde, halk arasında (Gâvur Mahallesi) olarak bilinen mahallede oturur. Her gün Ulucami’ye namaz kılmaya gider. Evinin yolu üzerinde bulunan Surp Giragos Ermeni kilisesinin önünden geçerken hep durur, yüzünü kiliseye döner ve içinden sessizce dua ederek; Sen bakma benim Ulucami’ye gittiğime, her ne kadar gitsem de benim yüreğim yine seninle, dermiş.
Bu öykü, Sinexan’ın özlemini ve O’nun ailesi, ana dili, Çolîg ve Queşka Belek’ten oluşan yüreğinin derinliğine saklı dünyasını çağrıştırıyor.

SONUÇ

“Biz neden Kürdüz? Allah bizi neden Kürd yaratmış? Biz neden Türk değiliz? Bizim günahımız neydi?”diye sorgulayan, sitem eden binlerce Sînexan gibi yetim ve yaralı Kürd çocukları;

Sînexan’ın geçmişte yaşadıklarını başka çocuklarımız yaşamasın. Çünkü o geçmiş, kanlı bir geçmiştir….

Sînexan, gözlerinin önünde babası, annesi ve amcası öldürülmüş,  ağabeylerine, kardeşlerine, amcazadelerine sürgün yolu gözükmüş yüreği yaralı biridir.

Sonrasında, Sînexan “evlatlık” diye alınıp götürülür. O çocuk yaştaki Sînexan’ın yaşam öyküsü dramla örülür…

Hangi birimiz biliyoruz bunu?

Türk devleti yaptığı bu zulüm ve katliamlardan dolayı sadece Dersim ahalisinden değil, Şeyh Said hareketinin yaşandığı coğrafyanın insanlarından da özür dilemelidir.

Kendi geçmişiyle yüzleşmeyenin arınma şansı olmaz.

Kürdler bugüne kadar hep başkalarına kalkan olmuş, başkalarına üzülmüşler. Arabın, farsın, türkün müslümanlık kisvesine bürüyerek Kürtleri aldatmak için kullandığı özü  hakim ulus milliyetçiliği ve ümmetçilik olan “kardeşlik” hilelerinden artık kurtulup biraz da kendi hallerine üzülsünler.

Çolîg’de; kendisinden daha iyi durumda olan birinin haline üzülenleri anlatmak için kullanılan kırdki söylenmiş “herrqele nışt rue kerrari berma” şeklinde bir deyim vardır. Kürtlerin hali bu deyimle ifade edilmeye çalışılan olguyu anımsatıyor.

Son söz olarak;
Sadece o katliamı yapanlar değil, o katliam sonrasında çocuk yaştakileri alıp götürenler değil, yitirdiklerimizin ardına düşmeyenler de, onların akıbetlerini sorup, soruşturmayanlar da, yazmayanlar da, kısacası hepimiz suçluyuz  dostlar !
Sînexan’ın öyküsünün niçin önemsenmesi gerektiğini sanırım anlatabildim.
Bu gerçek yaşam öyküleri Kürdlerin sonsuzluğa yükselen hawarıdır..

Selam ve saygılarımla.

Çandname

 

 

 

YAZARLAR Haberleri

Önemli Bir Portre: Numan Efendi
Aziz Özdemir yazdı: Irkçılık Ya Da Işıl Özgentürk
İrfan Aktan: Işıl Özgentürk’ün çukuru
Yeni Amedspor yönetimi ve transfer politikası
Binbaşı Kasım Ataç: Bir Ajanın Anatomisi