Merhaba Rûpela Nû ve değerli izleyici ve okuyucuları

Vildan S. Tanrıkulu

Uzun süredir sosyal medyada bazı kısa değerlendirmeler dışında yazı yazmıyorum.

Rûpela Nû, adı üstünde ”Yeni Sayfa”, Kuzey Kürdistan’da ulusal demokratik hak ve özgürlük mücadelemizde yeni bir nefes, yeni bir adım, yeni bir alan ve dolaysıyla yeni bir umut olarak verilen siyasal mücadelenin ürünü olarak yayına başlamış bulunuyor.

Uzun süredir, peryodik olmazsa bile hem Türkçe ve hem de Kürtçe, burada kendi köşemde görüşlerimi paylaşarak bu ”Yeni Umut” a destek olmayı düşünüyordum. Ancak şimdiye kadar gerçekleşemedi. Bu benim için de yeniden bir başlangıç!

Bu köşede genellikle ve ağırlıklı olarak İsveç basınında hak ve özgürlüklerimiz hakkında ilginç bulduğum makalelerin çevirilerini paylaşmaya çalışacağım. Şimdilik peryodik bir süre sözü vermiyoru ama umuyorum ki ”ısındıkça” daha sık paylaşımlarda bulunabileceğim. Ayrıca Rûpela Nû-Kürtçe’de de benzer girişimde bulunabilmeye hazırlanıyorum.

Aşağıda bulacağınız ilk çevirim 90-lı yıllarda İsveç’in İstanbul Başkonsolosluğu ve 80-li yıllarda Şam ve Beyrut’ta diplomatik görevlerde bulunmuş bir akademisyen olan Ingmar Karlsson’un kaynağını aktardığım gazetede yayımlanan bir Türkiye analizi yer alıyor. Türkiye ile ilgili kitapları olduğunu da anımsatayım.

Politik değerlendirme ve analizlerde yararlanılabileceği umuduyla tekrar merhaba ve bir sonraki paylaşımda görüşmek üzere.

Stockholm, 13 Ağustos 2016

Vildan Saim Tanrıkulu

 

Erdoğan Güçleniyor ve Türkiye Zayıflatılıyor

INGMAR KARLSSON (İsveç’in İstanbul eski Başkonsolosu)

Kaynak: http://www.sydsvenskan.se/2016-08-11/erdogan-vaxer-och-turkiet-forsvagas   

Türkiye’de darbe girişimi ile suçlanan Gülen hareketi’nin resmi ve açık hedefi Türk islamcılığını modernizm (modernite) ile birleştirmek ve ulusu eğitim yolu ile güçlendirmektir. Taraftar miktarı iki milyonu aktif ve bir okadarı da sempatizan olarak tahmin edilmektedir.

Hareketin kurucusu Fettullah Gülen AKP’nin 2002 yılındaki seçim zaferinden sonra uzun süre Erdoğan ile ittifak halindeydi. Bu hareket bakanlıklarda, adalet teşkilatında ve emniyette (polis içinde) merkezi pzisyonlar elde etti. Bu iş birliği en azından ordu üzerinde kontrol kurmayı amaçlıyordu ki bu durum aynı zamanda AB tarafından da ileri sürülen bir talepti.

Önde gelen askerlerin mahkemelerde sahte biçimde darbe planlamak ile suçlanmaları yoluyla bu amaca ulaşıldı. 2011 yılında, ardarda üçüncü seçim zaferinden sonra Erdoğan’ın Gülen Hareketi’ne ihtiyacı azaldı ve karşılıklı cepheleşme giderek açıkça ortaya çıkmaya başladı. Gülen bir makalesinde iktidar sarhoşluğunun (arogansının) sonuçları hakkında uyarılarda bulundu. Erdoğan açık olarak adlandırılmadı bu makalede ama verilen adres belliydi.

Böylece 2013 yılı sonbaharında Erdoğan, Gülen okullarının kapatılacağını açıkladı. Buna cevap olarak 50 (elli) civarında AKP’li politikacı ve üç bakan oğlu yolsuzluk iddiası ile tutuklandılar. Suçlamalar aynı zamanda Erdoğan’ın oğluna yönelik olarak da ileri sürüldü. İfşa edilen telefon konuşması dinlemelerinde, bizzat Erdoğan’ın oğlunu büyük miktarlarda parayı ayakkabı kartonlarında saklamak üzere yönlendirdiği ortaya kondu.

Bu durumda Erdoğan’ın amacı, bu hareketin taraftarları ve diğer siyasi muhaliflerin ordu ve devlet kurumları içinden temizlenmesi olarak şekillendi. 15 Temmuz’da gerçekleşen askeri darbenin, ordu içinde beklenen muhtemel bir büyük temizliğin önüne geçmek için yapıldığı düşünülmektedir.

358 generalden 149’u  ya hapsedilmiş veya işten çıkarılmıştır; bunlar arasında hava kuvvetleri komutanı, Kürt bölgelerindeki birliklerin komutanları ve Suriye sınırı boyunca var olan birliklerin komutanları vardır. Cumhurbaşkanlığı muhafız alayı ortadan kaldırılmış ve aralarında 10 000 askerin bulunduğu ordu içinden 15 000 kişi gözaltına alınmıştır.

Adalet kurumları personelinin üçte biri temizlenmiş/işten çıkarılmış. Başbakanlık dahil olmak üzere, Maliye ve Milli Eğitim Bakanlıkları gibi önemli bakanlıklar ağır biçimde yara almışlar. Büyük bir miktarda günlük gazete, dergi, TV- kanalı –ki bunlar arasında bir çocuk kanalı da var- ve radyo istasyonları/programları Gülen ile bağlantılı olarak suçlanmış ve kapatılmıştır.

Gazeteciler sadece ne yazdıkları ile ilgili olarak değil, aynı zamanda İsveç bağlantısı olan Şahin Alpay örneğinde olduğu gibi, ki o o Zaman gazetesinde yazmaktaydı, nerede yazdıkları nedeniyle de yakalanmışlardır. Bu hareket ile bağlantılı üniversiteler kapatılmış. Akademisyenlerin yurt dışına çıkışı yasaklanmış ve yurt dışında bulunanların ülkeye geri dönmeleri istenmiştir. Ülke genelindeki üniversitelerde 1577 dekan değiştirilmiştir; bu ve gazeteciler ile diğer eleştiri sahiplerine/muhaliflere karşı darbe girişiminden önce başlatılmış bir süreçtir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın popülizmi her şeyden önce ekonomik bir izahata sahiptir. Kişi başına GSMH onun iktidarı döneminde üç kat yükselmiştir. Şu anda ekonomi için önemli olan turizim güçlü biçimde gerilemiştir ve Rusya boykotu sona ermiş olmasına rağmen, kendisini yeniden toparlayabilmesi zor görünmektedir. ”Anadolu Kaplanları” olarak adlandırılan başarılı Anadolu işletmecileri/girişimcileri ekonomik başarılarda büyük bir rol üstlenmişlerdi  Ancak bunların birçoğu Gülen’e yakın organizasyonlara bağlıydılar ve şu anda bunların büyük bir çoğunluğu el koyulma tehdidi ile karşı karşıyadırlar ki bu durum hem ekonomi açısından ve hem de aynı zamanda  Türk hukuk sistemine/durumuna ilişkin olarak büyük negatif sonuçlara neden olacaktır. Böylece, Erdoğan’ın Türkiye’yi Dünya’nın en güçlü on ekonomisi arasına sokmak hakkında verdiği söz de yerine getirilemeyecektir.

Şu anda güvenlik teşkilatı Gülen taraftarı avına çıkmış bulunurken, dikkatler darbeden önce ülke çapında terör estiren ve yeniden eylem gerçekleştirerek ülkeyi destabilize/istikrarsızlıştırmak isteyen ISİŞ ten uzaklaşmıştır. Aynı zamanda, yaralı bir ordu ile Türkiye’nin güneydoğusunda PKK’ye karşı savaş yürütmektedir ki bu yaralı ordunun liderliği darbeden önce de bunu yürütme konusunda isteksizdi. 

Terfi ve ordu ile idari sistem (bürokrasi) içinde oluşmuş olan büyük boşlukları doldurmak için yetkinlik değil artık sadakat ölçü olmuş durumdadır. Gazetecilere ve akademisyenlere karşı baskıların devam etmesi gelecekte büyük sonuçları olacak olan kaliteli bilgi kaçışına yol açacaktır.

Erdoğan kendi iktidar yetkilerini OHAL ilanı ile birlikte güçlendirmiştir. Yukarıda belirtilen gelişmelere rağmen, aynı zamanda Türkiye Erdoğan’ın iktidara geldiği 2002 yılından da daha zayıflamış durumdadır. Erdoğan’ın sadece Gülen Hareketi’nin peşinde olmadığı, aksine her hangi bir biçimde eleştiri ifade edenleri de kapsadığı intibası (izlenimi) veren  cadı avının devam etmesi, darbecilere karşı oluşmuş geniş ulusal katılımı (mutabakatı) erozyona uğratacaktır.

Bu durumun hissedilmiş olması büyük ihtimalle Erdoğan’ın daha uzalaşmacı bir uslüp kullanmaya yönelme eğiliminin ve bunun yerine, saldırılarını en başta darbenin arkasında durmakla suçladığı ABD’ye yöneltmesinin nedenlerini açıklamaktadır. Hatta Erdoğan bu konuda o kadar ileri gitti ki, Gülen’e güvenme ve onun tarafından yanlış yönlendirilmiş olma hakkında resmi (açık) biçimde özür diledi. Bu durum, temizlik hareketinin ve gözaltı dalgalarının arkasındaki mantık esas alınırsa, aslında kendi kendisini yargılaması için yeterli neden oluşturmaktadır.   

Erdoğan şu anda, güçlü bir biçimde darbeye karşı durmuş olmasına rağmen, pro-Kürt parti HDP politikacıları hariç, bütün politikacılara ve kişilere karşı açmış olduğu hakaret davalarını geri çekti. HDP, geçen Pazar günü muhalefet partileri kemalist CHP ve milliyetçi MHP’nin de katılımı ve sadece Atatürk ve Erdoğan’ın resimleri ile donatılmış Türk bayraklarının kullanılmasına izin verilerek gerçekleştirilen demokrasi için kitlesel gösteriye de davet edilmedi.

Belki de Erdoğan şu anda bir taktiksel geri çekilme yapıyor ancak hala ya bu darbe girişiminden ve ulusal katılımdan yararlanarak parçalanmış bir ülkeyi birleştirmek veya darbeyi gerekçe yaparak 15 Temmuz’dan önce yaptığı gibi daha da kutuplaştırma ve bütün aykırı sesleri tarafsızlaştırma/etkisizleştirme politikasına devam etme  arasında tercih ile karşı karşıyadır.

Pozitif bir sinyal olarak OHAL’in kaldırılması gösterilebilir.

Hangi yolu seçeceğine dair bir işaret/indikasyon, Gülen’e destek suçlaması ile akıl almaz dayanaklar ile tutuklanmış olan Şahin Alpay örneğinde olduğu gibi akademisyenler, gazeteciler ve diğer muhaliflerin serbest bırakılması olabilir. Hangi yolu seçeceğine dair bir diğer işaret ise darbe girişiminden sonra yaptığı ilk konuşmada verdiği söze bağlı kalarak, ”Allahın izni ile İstanbul’da 2013 yılında büyük protestolara neden olan Gezi Parkında Osmanlı stili ile bir AVM inşa etmek ve bizzat Kemal Atatürk’ün mirası ve sekularizmin/laikliğin sembolü olan Taksim meydanı yakınında bir cami inşa etmek” olabilir.

Böyle bir tutum açıkça savaş ilan etmekten ve Erdoğan’ın, Atatürk’ün seküler/laik cumhuriyeti yerine Osmanlı yüzüne bürünmüş otoriter bir başkanlık sistemi kurmak üzere kendisini yeteri kadar güçlü hissetiğini ve geleceğe yönelik geriye giderek bu miras ile belirleyici bir güç gösterisine girmek istediğinden başka bir anlama gelmez.